Cilt 5 Bölüm 32 [ Belediye Baskıncılarının Görüşmesi ]

avatar
5954 4

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 5 Bölüm 32 [ Belediye Baskıncılarının Görüşmesi ]


Çevirmen : Clumsy 



Ferris: “Ah, gerçekten! Şifa büyüsünün hiçbir etkisi yok, yani yalnızca bu ilkel tedavileri uygulayabileceğiz!”

 

Yanakları kanla lekelenen Ferris, sinir bozukluğuyla dişlerini sıkarak bir elini sallıyordu.

 

Önünde bilinçsiz halde yatmakta olan Mimi’nin göğsünden akan kanlar bir türlü kesilmiyordu.

 

Kanamayı durdurabilmeyi tüm kalbiyle isteyen Ferris, Mimi’nin yarasını büyülü bir kumaş ve birkaç kat bandajla sarıp bağlamak zorunda kalmıştı.

 

Bu genellikle el ve ayak yaraları için kullanılan bir yöntemdi fakat bir yaranın kapanması, kanamasının önlenmesi için göğse de uygulanabilirdi. Ancak Mimi’nin göğsündeki yara kalbinin hemen üzerindeydi.

 

Kalan zamanı yalnızca kendi yaşam gücüne bağlıydı.

 

Subaru duvara yaslanmış şekilde bu çaresizce müdahaleyi izliyor, bir yandan da Garfiel adına endişeleniyordu. Kafasını eğdiğinde Garfiel’in Mimi’ye bakmak yerine kanlı ellerini kısa, sarı saçlarına götürmüş şekilde yere baktığını, her zamanki iyimser halinden çok farklı olduğunu görmüştü.

 

Bedenini kaplayan kanlar yalnızca Mimi’ye ait değildi. Kendisinin de ağır yaraları olduğu rahatlıkla görünüyordu. Ağzının kenarından kanlar damlıyordu ve hala omuzlarına dökülmekte olan kan miktarı bilhassa yürek burkucuydu. Pantolonu dizlerine yakın bir noktadan yırtılmış, oradaki etin yitişiyle beyaz kemikleri az da olsa görünür hale gelmişti.

 

Subaru: “Garfiel. Mimi’yi şimdilik Ferris’e emanet edeceğiz. Ama senin de yaraların için tedavi görmen gerekiyor. Kendine şifa büyüsü yapabilir misin?”

 

Garfiel: “…ah, tabii.”

 

Başıyla onay veren Garfiel, bu cümleden sonra avuçlarını yavaşça yaralarına bastırarak kendi bedenine şifalı mana aktarmaya başladı. O yavaşça kapanan yaralarını izlerken Subaru da bakışlarını elindeki iletişim aynasına çevirdi.

 

Aynanın yüzeyinde sessizliğini koruyan yaşlı bir kılıç ustası duruyordu ve kırışık suratına karmaşık bir ifade yerleşmişti.

 

Kalbinin derinliklerinde doğan kafa karışıklığı nasıl bir şeydi? Hiç şüphesiz ki Wilhelm de Subaru’yla aynı sonuca varmış olmalıydı.

 

Subaru: “Yara kapanmıyor, bu da demek oluyor ki…”

 

Wilhelm: “Büyük ihtimalle sebep Shinigami İlahi Koruması.”

 

Subaru’nun cümlesini tamamlayan Wilhelm, beklenen sonuca varmıştı.

 

Tedavi edilemez yaralar açma şeklindeki korkunç lanet, bir ölüm meleğinin verdiği korumaydı. Mimi’nin büyüyle iyileşemeyen yarası da bu tarz bir korumanın sonucunda açılmış olmalıydı.

 

Böyle olunca da Subaru’nun aklına bunu yapabilecek tek bir kişi gelmişti.

 

Tabii ki aynı ilahi korumaya ondan başka hiç kimsenin sahip olamayacağı söylenemezdi ama,

 

Subaru: “Wilhelm-san. Pek hoş bir düşünce olmasa da… senin bileğindeki yara ne alemde?”

 

Wilhelm: “——”

 

Wilhelm kısacık bir süre için gözlerini kapattı ve ardından montunu çıkartarak sol elini Subaru’ya gösterdi.

 

Sımsıkı sarılı bandajında kan lekesi yoktu. Yani yarası kanamıyordu — demek ki saldırganı yakınlarda değildi.

 

Wilhelm: “O yaranın karımla aynı korumaya sahip biri tarafından açıldığını varsaysak bile benim yaralarım açılmadığı takdirde karım yakınlarda olamaz demektir. Gerçi bu kadarı zaten kesin olmalı.”

 

Subaru: “Wilhelm-san…”

 

Hayal kırıklığına mı uğramıştı yoksa rahatlamış mıydı? Subaru cevabı bilmiyordu.

 

Wilhelm karısını tam on beş yıl önce kaybetmişti. Ve bir yıl öncesinde ölümünden yana hiç şüphesinin olmadığı kesindi.

 

Durumun umutsuzluğundan bağımsız olarak koşulsuz şartsız bir umutla istenen sonucu beklemek ve o ufacık umuda tutunmayı seçmek insanoğlunun zayıflığıydı. Fakat Wilhelm o zayıflığa yenilecek olsa bile Subaru bunda utanç duyulacak hiçbir nokta bulmazdı.

 

Bu yüzden şu an için ne teselli ne de cesaretlendirme beklediği kesin olan Wilhelm’e söyleyecek herhangi bir şey bulamıyordu.

 

Bu sırada Subaru’nun arkasında bir değişiklik gerçekleşmekteydi. O değişiklik,

 

Ricardo: “Kardeşim. Kendini iyileştirirken vaktini aldığım için üzgünüm.”

 

Diyen Ricardo yere oturmuştu.

 

Çaresizce tedavisini sürdüren Ferris’in yakınlarındaki yaratık adam, kanlı Garfiel’in önüne geçmiş ve keskin bakışlarını ona dikmişti.

 

Garfiel de o bakışları karşılamak adına yavaşça kafasını kaldırdı.

 

Ricardo: “Neler yaşandığını bilmiyorum. Ama onu buraya getirmiş olmasaydın Mimi’nin şu anda hayatta olmayacağını biliyorum. Bu yüzden,”

 

Garfiel: “——”

 

Ricardo: “Gerçekten çok teşekkür ederim. Yürekten minnettarım.”

 

Diyen Ricardo iki yumruğunu yere koyarak diz çökmüş ve başını eğmişti.

 

O, alnı yere değmiş şekilde ailesini buraya getirdiği için Garfiel’e teşekkür ederken Garfiel şoka girmiş görünüyordu.

 

Mimi’nin durumu hala umut vaat etmiyordu. Garfiel’in Mimi’yi başarıyla savunamadığı için kendisini birazcık suçluyor olması anlaşılabilirdi. Ama bu hiçbir şekilde Garfiel’in hatası değildi. Yani onu suçlamak neye yarardı ki?

 

Tabii ki Ricardo Mimi’nin sağ salim dönmesini ummuş ve onu bu halde görünce sakinliğini koruyamamıştı.

 

Ama buna rağmen sergilediği duruş, Subaru’ya tamamen içten gelmişti.

 

Aynı zamanda Mimi’yi bu hale sokanlara karşı bağışlanamaz bir öfke beslediği de belliydi. Bu yüzden,

 

Subaru: “Garfiel. Canını sıkacak olmalı ama yine de bana tam olarak neler olduğunu anlatmalısın. Senin bu hale gelmiş olmanı aklım almıyor. Mimi’den bahsetmiyorum bile…”

 

Garfiel’den durumu açıklamasını isteyen Subaru’nun aklında bir fikir şekillenmeye başlamıştı.

 

Aslında bu fikir öncesinde, Julius ve Wilhelm’le bilgi paylaşımı yaptığı ve Pristella kuşatmasını değerlendirdiği sıralarda aklına gelmişti.

 

Cadı Tarikatı beş kontrol kulesini ele geçirerek tüm vatandaşları rehin almıştı.

 

Yani her noktada bir büyük güç vardı. Bunun doğru olduğu varsayılırsa — o kişiler büyük olasılıkla Öfke, Açgözlülük ve Şehvetti. Öyleyse Oburluğun da burada olma ihtimali yüksekti.

 

——Ve Oburluk tam da Subaru’nun gözüne kestirdiği kişiydi.

 

Açgözlülük Emilia’yı götürmüştü, Öfke Subaru’yu Petelgeuse sanıyordu. Şehvetin ne çirkin bir yaradılışta olduğunu işitmişti ve Oburluğu yakalamayı planlıyordu.

 

Olabilecek en kötü durumun içine düşmüş olsalar da bundan daha iyi bir fırsat olamazdı.

 

Bir örümcek ağına düşmek demek, tüm o örümcekleri yok etmenin tam vakti demekti.

 

Subaru: “Her halükârda bu heriflere er ya da geç saldıracağız. Sonuçta bunu yapmazsak asla sağ salim geri dönemeyiz.”

 

Subaru: “——”

 

Garfiel şaşkınlık dolu bir bakış atarken Subaru cesaretlendirici bir şekilde kafasını sallayarak onu konuşmaya teşvik etti.

 

Garfiel: “…O yayını duyduktan sonra harika benliim ufaklıkla birlikte şehir merkezine gitti. İkimiz de o yayıncının sinir bozucu sesinden nefret etmiştik.”

 

Ricardo: “Biz de bunu yapmanın yollarını konuşuyorduk. Siz bizden önce fırsat bulmuşsunuz belli ki.”

 

Garfiel: “Belediye yolunda hiç bekçi yoktu, yolumuzu hiç kimse kesmedi. Öyle olunca harika benliim de doğruca Belediyeye yöneldi ama orda…”

 

Garfiel bu noktada duraksayarak dişlerini sıktı, yumruk yaptığı elleri titriyordu.

 

Sebep korku değil, öfkeydi. Ancak Subaru, Garfiel’in öfkesinin rakibine değil, kendisine yönelik olduğunu düşünüyordu.

 

Bu sırada hiddetli, öfkeli bir nefes veren Garfiel konuşmasına devam etti.

 

Garfiel: “İki düşman belirdi. Biri kocaman iki kılıcı olan iriyarı bi adamdı. Diğeri de ufak tefek kılıçlı ince bi kadındı. Nolursa olsun ciddi oldukları sürece bana teke tekte rakip olabilirlerdi. Yo… büyük ihtimalle harika benliimden daha güçlülerdi.”

 

Subaru: “Senden bile güçlüydüler ha…peki içlerinden biri yayını yapan kişi miydi?”

 

Garfiel: “…büyük ihtimalle diildi.”

 

Subaru neredeyse kulaklarında bir sorun olup olmadığını merak edecekti.

 

Garfiel hem Emilia takımının en güçlü üyesiydi hem de ihtiyaç olursa Cadı Tarikatıyla yüzleşmesi planlanan kişi olarak hepsinin güçlerinin toplamını bile geçiyordu.

 

Ama Garfiel, karşılaştığı iki kişinin de bireysel olarak kendisinden güçlü olduğunu söylüyordu. Ve tahminlerinde haklıysa bu iki kişi sıradan tarikat üyelerinden ibaretti.

 

Garfiel: “O ikisi yayındakiyle aynı kötü havayı vermiyodu. Harika benliim kaçarken açık vermiş olsa da uzaklaşmayı başardık… kılıç ustalığı adabı gibi bi şey gösterdiler galiba.”

 

Garfiel rakiplerini huşu denilebilecek bir şeyle yorumluyordu.

 

Ayrıca olağan canlılığının aksine bir hayli durgundu, Mimi’nin durumundan etkilenmiş olduğu belli oluyordu.

 

Bu sırada Garfiel’i dinlemekte olan Ricardo boğuk bir sesle dizlerine vurup kalktı. Sonra da Garfiel’in omuzlarını kavrayarak,

 

Ricardo: “Güçlü olup olmadıklarını görebiliyorum. Benim bilmek istediğim şey, kardeşimi bu hale kimin getirdiği? Mimi’ye bunu kim yaptı? Kimden intikam almalıyım? Bana onu söyle.”

 

Garfiel: “…Harika benliimin yaralarının çoğunu o herif açtı, kadınsa dikkat dağıtmakla yetindi. Ama Mimi o kadın yüzünden…”

 

Wilhelm: “—o kadını, onunla baş etmeyi bana bırakabilir misiniz lütfen?”

 

Ricardo Mimi’nin intikamını almak için yanıp tutuşuyordu ve Garfiel de utancıyla birlikte aynı yemini etmişti. Fakat bu sırada olup bitenleri aynadan sessizce takip etmekte olan Wilhelm araya girmişti.

 

Bu, onun da hiçbir şekilde akışına bırakamayacağı bir meseleydi. Fakat Wilhelm’in aklındaki sebebi bilmeyen ikili için acımasızca bir talep olmuştu.

 

Ricardo: “Neden? Bunun seninle hiçbir ilgisi yok, Wilhelm-san. Sen bile benim biricik aileme zarar verenlerden intikam alma hakkına sahip değilsin.”

 

Wilhelm: “Ben… bunu teyit etmeden kesin şekilde dile getiremem. Ama şüphelerimde haklıysam, o kadın benim için çok önemli biri demektir. Bu yüzden ısrarcı olmak zorundayım.”

 

Ricardo: “Bana… kızsan bile bu işi sana bırakmayacağım.”

 

Ricardo öfkeli bir şekilde homurdansa da Wilhelm inatla karşı çıkmayı sürdürüyordu.

 

Durumun iki taraf için de ne ifade ettiğini anlayan Subaru, kimin haklı olduğuna karar veremiyordu. Bu yüzden bu çekişmeyi sonlandıran kişi onun yerine,

 

Crusch: “—Wilhelm. Ve Ricardo-sama. Şu anda yoldaşlar olarak aramızda atışamayız. Bunca sivilin canı tehlikedeyken bunu yapamayız.”

 

Wilhelm: “Crusch-sama…”

 

Crusch, metanet dolu soğuk bir sesle ikiliyi azarlamıştı.

 

Wilhelm efendisinin azarı karşısında başını eğip utanç içerisinde kafasını kaşırken iç çatışmaları önleme yollarını düşünen Anastasia,

 

Anastasia: “Tamam, tamam. Hadi bir karar verelim artık.”

 

Ellerini kibarca çırpan Anastasia aynayı alarak Subaru’yu işaret etmişti. Sonra da çekingen haldeki Subaru’ya gülüp tilki kürküyle oynayarak,

 

Anastasia: “Öncelikle, Natsuki-kun tarafından teklif edilen ve Crusch-san’ın takımı tarafından desteklenen Belediye baskını konusunu gündeme getirmek istiyorum. Sonuçta herhangi bir kontrol kulesine saldıracak olursak Belediye haberi her yere yayacak. Hem oraya saldırdığımız takdirde orayı geri alamasak bile kanallardaki durum birazcık da olsa gelişebilir, değil mi? Gerçi düşünce şeklimle birazcık iyimserlik ediyor olabilirim.” 

 

Subaru: “Yo, ben de aynı şeyi düşünüyorum. Ayrıca önce karşı taraf saldıracak olursa hiçbir seçeneğimiz kalmaz. Yani harekete geçmek istiyorsak, ne kadar erken o kadar iyi.”

 

Anastasia: “…bu da neyin nesi, geçen yıl güvenilir birine dönüşmüşsün galiba? Her neyse, durum tam da Natsuki-kun’un söylediği gibi. İletişim aynaları sayesinde gruplarımız el ele verebilir ve neyse ki toplam savaş gücümüzün %70 kadarı hemen harekete geçebilecek durumda. Yani Belediyeye gerçekleştirilecek bir saldırı iyi sonuçlanabilir, haksız mıyım?”

 

Subaru bu sorudan sonra Garfiel ve Ricardo’ya döndü.

 

Belediyenin tek seferde kuşatılabilmesi için güçlerini bölmeleri gerekliydi.

 

Şu an için baskın yapılacak belediyeye en yakın sığınağın güçleri Garfiel ve Ricardo’ydu. Bir başka sığınakta da Julius ve Wilhelm vardı.

 

Yine Demir Diş üyeleri, Ton, Kan ve pek çok maceracı kişi şehirde bulunuyordu. Onlar da dahil olursa etkinlikleri bir hayli artardı.

 

Subaru: “Açıkçası Reinhardt burada olsaydı her şey yolunda giderdi… Ton ve Kan’ın onu çağırmasını sağlayamaz mıyız?”

 

Julius: “Onun yerini belirleyememiş olmamızın tuhaf olduğunu mu düşünüyorsun?”

 

Subaru’nun güçlerini maksimize etme çabası karşısında Julius bakışlarını ona çevirerek,

 

Julius: “O ikisi sığınağa girmeden önce göğe bir ateş büyüsüyle sinyal gönderdi. Fakat o saniyede gelmiş olması gereken Reinhardt ortaya çıkmadı. Ve bu pek hoş bir düşünce değil ama…”

 

Subaru: “Ama ne? Gerçekten şu anda tereddüt mü ediyorsun?”

 

Julius: “Peki, senin de benimle aynı endişeyi taşımanı sağlayayım o zaman. —Felt-sama’nın takipçileri tüm bunların yaşanmasından birazcık önce ondan ve Reinhardt’tan ayrılmış. En son kırmızı saçlı bir adamla konuşurken görülmüşler.”

 

Subaru: “Kırmızı saçlı adam… o lanet olasıca piç olamaz, değil mi?”

 

Julius: “Bunu ne onaylayabilir ne de inkâr edebilirim.”

 

Subaru Julius’un zarif yanıtını dişlerini öfkeyle sıkarak dinlemişti.

 

Felt ve Reinhardt -Subaru tahminlerinde haklıysa- Heinkel’le buluşmuştu. O adama söyleyecek neleri vardı ki?

 

Ve şimdiye neden harekete geçmemişlerdi?

 

Subaru: “Ama Reinhardt önceki döngüde Sirius’un konuşmasına gelmişti… Değişen ne? Yayın yüzünden mi? Çoktan harekete geçmiş olabilir mi?”

 

Koşullar değişmiş olmalıydı ama Subaru, aradaki farkı bilemiyordu.

 

Her halükârda bir alarm halinde Reinhardt’ın gelmesine bel bağlayamayacakları belliydi. Düşüncelere dalan Subaru’nun omuzları düşmüş ve bu sırada Ferris de aralarına katılmıştı.

 

Kadınsı kıyafetleri kan lekelerinden kararmış ve suratı tere bulanmış bir şekilde,

 

Ferris: “Huu. Bayağı uğraştırdı.”

 

Ricardo: “Ee, Mimi’nin durumu nedir? İyi mi? Onu kurtardın mı?”

 

Ferris alnındaki terleri silerken Ricardo nefes almaksızın sorularını sıralamıştı. Arkasındaki Garfiel de ayağa kalkmadan panik dolu bakışlarını Ferris’e dikmişti.

 

Ancak Ferris o içten bakışları, kafasını acımasızca sallayarak yanıtladı.

 

Ferris: “Onu kurtardığımı söyleyemem ama yarası kötüye gitmeyecek. Hepsi kardeşleri sayesinde, nyan. Bağlarını güçlendirdikleri için zar zor da olsa dayanabiliyor.”

 

Ricardo: “Üçüzlerin İlahi Korumasından bahsediyorsun, değil mi? Peki ya kardeşlerine ne olacak?”

 

Ferris: “Korumaları, üç çocuğun birbirlerinin bitkinlik ve yaralarının yükünü paylaşabilmesini sağlıyor. Bağlarının güçlenişi sayesinde kardeşler, yaralı Mimi’nin yaralarını paylaşabiliyor. Bu şekilde yaşamaya devam edebiliyor olsa da…”

 

Tivey: “—Kardeşimin canı tükendiğinde biz de öleceğiz, değil mi?”

 

Aynadan acılı bir ses yankılanmıştı.

 

Ricardo kaşlarını çatarak aynayı eline alırken yan yana oturan Hetaro ve Tivey gözler önüne serilmişti. İki kardeş de acı içerisinde göğüslerini sıkmaktaydı.

 

Ricardo: “Siz birer aptalsınız. Gerçekten, hiç umut vaat etmeyen aptallar grubusunuz.”

 

Hetaro: “…Ama kardeşimin acısını düşününce onunla aynı acıyı çekiyor olmak beni birazcık mutlu ediyor.”

 

Tivey: “Ben Hetaro kadar güçlü değilim. Bu yüzden, Şef, bizim için yakın zamanda bir şeyler yapacağına inanıyorum. Çünkü ölürsem hayalet olur ve sana dadanırım.”

 

Yaralı kardeşlerine yardım etme işini üstlenen ikili, onunla aynı ciddi yarayı taşıyordu.

 

Hetaro ve Tivey’in sığınakta yan yana yattığını gören Ricardo uzunca bir iç çekerek palasını eline aldı.

 

Sonra da,

 

Ricardo: “…başka bir deyişle, bir an önce harekete geçmemiz lazım. Geçmezsek bir anlamı kalmayacak.”

 

Ricardo yoğun hislerini yansıtan tok bir sesle konuşmuştu.

 

Anastasia: “Demir Dişi dışarı gönder, siz Belediyeye ulaşana dek yolları güvence altına alsınlar. Sonra da binaya sızıp tek seferde kontrolü ele geçirmeye çalışın. Düşmanlarınız o iriyarı adam ve zayıf kadın. Muhtemelen arkalarında da Şehvet olacaktır.”

 

Subaru: “Buradaki elitler Garfiel ve Ricardo. Sonra da Wilhelm-san ve Julius.”

 

Crusch: “—Ben de geliyorum.”

 

Bu sözler saçlarını atkuyruğu şeklinde bağlayan Crusch’tan gelmişti.

 

Bir eline kılıcını alan kadın, savaşa uygun zırhını kuşanmıştı.

 

Subaru: “Crusch-san, ben de geliyorum derken dövüşebileceğini mi ima ediyorsun?”

 

Crusch: “Eskisi kadar güçlü olmasam da Wilhelm’in eğitiminden geçtim. Ayrıca saldırılarımın etkisini arttırmak için rüzgârı kullanabilirim. Kimseye yük olma niyetinde değilim.”

 

Crusch’ın hafızasını kaybetmeden önceki gücü, Beyaz Balina savaşında tek başına fark yaratabileceği yeterlilikteydi. Fakat Subaru, hafızasını kaybetmiş olan Crusch’ın gücünün boyutunu bilemiyordu.

 

Dürüst olmak gerekirse Crusch’ın yeni elde ettiği kadınsılığın, mücadele etme konusundaki yeteneğini kaybettirdiği düşüncesindeydi.

 

Wilhelm: “Crusch-sama’nın kılıç kullanmadaki yeteneği değişmedi. Bunu garanti edebilirim.”

 

Wilhelm’in sözleri Subaru’nun aklındaki son rahatsızlığı da alıp götürmüştü. Yaşlı kılıç ustası başını sallayıp onayını vererek efendisinin bulunduğu noktayı ayna aracılığıyla izliyordu.

 

Wilhelm: “Yine de dikkatli olun lütfen. Rica ediyorum, lütfen güvenliğinize öncelik verin.”

 

Crusch: “Halkı için kan dökmek ve onların yükünü omuzlamak asillerin yükümlülüğüdür. Masum insanlar gözyaşı dökerse onları kanatlarımın altına alacağım. Onlar için mücadele edeceğim, Wilhelm.”

 

Wilhelm: “…ne diyebilirim ki… Ama size kılıcımı sunma sebebim tam da bu.”

 

Crusch Wilhelm’in sadakati karşısında kararlılıkla konuşurken Ferris de hayranlık dolu bir surat ifadesiyle tüm bunları izlemiş ve elini kaldırarak,

 

Ferris: “Evet! Evet! Ferri-chan da gelecek! Crusch-sama savaşacaksa lütfen Ferri-chan da ona eşlik etsin! Lütfen!”

 

Crusch: “Ferris, sığınaklar arasında gidip gelerek ihtiyacı olanlara şifa büyüleri yapıyorsun ve katkılarından ötürü seninle çok gurur duyuyorum. Ama mücadele etmen gereken cephe konusunda hataya düşme.”

 

Ferris: “Aah…”

 

Bu şekilde susturulan Ferris başını eğmiş ve bir misilleme düşünmüştü. Fakat bunu yapamayınca gözleri yaşarmış şekilde beyaz bayrağı çekerek,

 

Ferris: “Wil-jii. Crusch-sama’yı koruma konusunda mutlaka çok iyi iş çıkaracaksın, tamam mı? Mutlaka, mutlaka.”

 

Wilhelm: “Mmm, anlaşıldı. Hayatım tehlikeye girse, yanıp tükense bile — Onu koruyacağım.”

 

İşte Wilhelm’in o güvene verdiği trajik bir kararlılık dolu yanıt buydu.

 

Ardından Ricardo hafifçe silahını salladı ve Garfiel kendisini tedavi etmeyi sonlandırarak sırtı duvara dayalı şekilde ayağa kalktı.

 

Ayna aracılığıyla Wilhelm’in kılıcı belinde ayaklandığı ve Julius’un ağır ağır şövalye üniformasını kuşandığı da görülüyordu.  

 

Sonucu belirleyecek mücadelenin şafağına gelinmişti — ve bu Natsuki Subaru’nun da mücadelesiydi.

 

Subaru: “Gah, ugh, ahh…!”

 

Ferris: “S-Su-Subaru-kyun! Ne yapıyorsun sen!?”

 

Sağ ayağının acısına katlanmak için azıdişlerini sıkan Subaru, nihayet ayağa kalkmayı başarmıştı.

 

Ferris ise öfkeden kızarmış şekilde Subaru’nun kafasının yanına bir tokat patlatıp hala et ve kas eksikliği çeken ayağına pis bakışlar atmıştı.

 

Subaru: “Ferris, canımı acıttın!”

 

Ferris: “Tabii ki acıtacağım! Sana kesinlikle dinlenmen gerektiğini söylemiştim, peki sen ne demeye ayağa kalkmaya çalışıyorsun? Ayağın çürüyüp kesilsin mi istiyorsun?”

 

Subaru: “Kesilecek olsa bile yapmam gereken şeyler var. Ferris, ne hissettiğimi anlıyor olmalısın. Sence ben gerçekten itaatkâr bir şekilde burada kalıp bu işin sonlanmasını bekleyebilir miyim?”

 

Ferris: “…Muu.”

 

Ferris Subaru’nun inadı karşısında bir elini ağzına götürmüştü.

 

Yoldaşlarını hayatta kalma ihtimallerinin düşük olduğu bir yere gönderecek ve oturup sonuçları bekleyecekti ha… Subaru böyle bir şeyi hayatta yapamazdı. Sağa sola koşturup akıllıca bir fikir bulup birilerine yardım edebilecekken burada nasıl yatabilirdi ki?

 

Subaru: “Sen bu şekilde mücadele verebiliyorsun. Ve ben de kendi mücadelemi vermeliyim. Beatrice beni korudu, Emilia ise Açgözlülük tehdidi altında. Bu durumda benden köşeme çekilmemi mi istiyorsun?”

 

Ferris: “… yani ayağını kaybettiğine pişman olmayacaksın, öyle mi?”

 

Subaru: “Tabii ki pişman olacağım. Ama mücadele etmezsem daha çok pişman olurum.”

 

Ferris: “Heh… demek Subaru-kyun da havalı bir rol oynamak istiyor.”

 

Ferris bitkin bir ifadeyle elini alnına götürmüştü. Sonra da o eli Subaru’nun ayağındaki yaraya bastırarak,

 

Ferris: “Şu anda yapacağım şey sana birazcık teselli sunmak!”

 

Subaru: “Teselli mi… ah, dur bir saniye, Ferris-san. Yaram birazcık acıyor, yani bu şekilde ovuşturarak iyice acıtmayacak mısın…?”

 

Elini yaraya yerleştiren Ferris Subaru’nun bacağını mahvetmişti — yo, olması gereken buydu ama yara parlak bir ışıltı saçmaya başlarken acı, keskin bir bıçakla kesilip atılmışçasına sona ermişti.

 

Bu büyünün etkileri karşısında şoka uğrayan Subaru, Ferris’in yüzüne bakakalmıştı. Sonraysa,  

 

Ferris: “Beni öldürecekmiş gibi bakıyorsun!?”

 

Subaru: “Yo, yo! Ama böyle işe yarar bir büyün vardıysa daha erken yapmaktan yana niye tereddüt ettin ki! Neyse, bu harika, artık hareket edebiliyorum!”

 

Subaru Ferris’in sivri diline rağmen sağ ayağının üzerinde hafifçe sıçramıştı. Bu yeni hareket özgürlüğünün tadını çıkarırken yerinde dans etmeye de başlamıştı. Artık acı gibi bir problemi yoktu.

 

Fakat bu harika değişimi kutlarken avcu yarasına indi ve kafasını eğdiğinde yapışkan, ıslak bir şeyin varlığını hissetti. Elleri kırmızıya bulanmış, ayağındaki yara açılmıştı.

 

Subaru: “Hey, hey, hey!? Yarayı iyileştirmemiş miydin!?”

 

Ferris: “İyileştirdiğimi söylemedim ki. Sadece sana ayağını kaybedersen pişman olup olmayacağını sordum. Ferri-chan dokunuşuyla acını yok etti. Dikkatli olduğun ve koşturuşunu sınırlı tuttuğun sürece ayağın sende kalmaya devam edecek.”

 

Subaru’nun kanayan bacakları titrerken Ferris yarayı bir kez daha bandajlayarak yeni büyüler gerçekleştirdi. Böylece kan akışı durdu; ama bacağına dair hiçbir hissi kalmayan Subaru kendisini iyice kötü hissetmeye başlamıştı.

 

Anesteziye benzer bir histi ama tam anlamıyla sersemlemiş değildi. Herhangi bir his duyamıyor olsa da sağ bacağı tamamen normal denilebilecek şekilde hareket edebiliyordu.

 

Yine de kişinin kendi bedenini yok etmenin önüne geçebilmesi için acıya ihtiyaç vardı. Kolaylık olması açısından bu hissiyat ortadan kaldırılmış olsa da,  

 

Ferris: “Tabii ki bunu gönülsüzce yaptım. Tekrar toplandığımız zaman bunun kalıcı etkilerini göreceğimiz kesin. Ama çok hafif olmalarını istiyorum, o yüzden dikkatli ol!”

 

Subaru: “…anlaşıldı. Çok yardımcı oldun, minnettarım.”

 

Ferris: “…Subaru-kyun kesinlikle ama kesinlikle Ferri-chan’ın sözlerini duymazdan gelmeyi planlıyor.”

 

Ferris, başını sallayarak bacağını tekrar incelemeye koyulan Subaru’ya bakarak iç çekmişti.

 

Açıkçası Subaru, “Böyle bir şeyi hayatta yapmam” demek istese de gidişata göre Ferris’e karşı çıkmayacağının sözünü veremezdi.

 

Bu yüzden yapabileceği tek şey bir kez daha teşekkür edip Garfiel ve Ricardo’ya dönmekti.

 

Subaru: “Tamamdır, ben de geliyorum. Beni durdurmaya çalışmanız işe yaramayacak. Savaşma kısmında pek yardımımın dokunacağını sanmıyorum ama yapabileceğim bir şeyler olmalı…”

 

Ricardo: “Seni neden durduralım ki? Sen yüz adam gücü taşıyorsun. Sana güveniyorum.”

 

Subaru: “Öyle şeyler yapabiliyorum… ha?”

 

Subaru reddedilmeyi beklerken hevesli bir şekilde kabul edilmişti. O neler döndüğünü merak ederken yaratık adam bir kez daha ağzını açarak,

 

Ricardo: “Beyaz Balina ve Tembellik. İki seferde de çabanı bizzat gördüm, kardeşim. Değerini yalnızca Wilhelm’in bildiğini sanıyorsan yanılıyorsun. Ben de karşımda takdire şayan birini görüyorum.”

 

Subaru: “Gerçekten mi, vallahi mi?”

 

Ricardo’nun sözlerinden etkilenen Subaru, herhangi bir sorun olmaksızın ekibe dahil olmuştu.

 

Ve sığınaktan ayrılmadan önce Beatrice’in yatağına yaklaşıp sessizce uyumakta olan kızın alnına kibarca dokunarak,

 

Subaru: “Beatrice, ben gidiyorum. Çuvalladım ve senin bu hale gelmene izin verdim, şimdiyse sıkı çalışma sırası bende. O tarikatın icabına bakacak ve Emilia’yı geri getireceğim. Sen burada kal ve güzelce dinlen.”

 

Beatrice: “——”

 

Subaru, sessizliğin ve huzur dolu nefeslerin verdiği rahatlıkla ayaklandı.

 

Bu esnada Garfiel ve Ricardo da acınası bir görünümle bilinçsizce yatmakta olan Mimi’yle konuşmuştu. Kızdan hiçbir yanıt gelmese de iki adam aksi bir ifade taşımakta, bilinmez toprakları fethetmeye gidenlerin göstereceği türden güçlü bir kararlılık göstermekteydi.

 

Subaru: “Sığınaktan ayrılıp Belediyeye giden büyük kanalda buluşuyoruz. —Yani neşelenme vakti, tamam mı?”

 

Sığınakları terk etmeden önce herkes birbirine bakmış, her biri kendi yeminlerinin verdiği kararlılıkla ve şiddetli bir hızla yola koyulmuştu.

 

Pristella’yı geri kazanma savaşı Belediyeye yapılacak ortak bir saldırıyla başlayacaktı. Rakipleriyse iki kılıç ustası ve Şehvet Günahı Başpiskoposu olacaktı.

 

Askerler hedeflerini zihinlerine kazımış şekilde savaş alanına ilerlemekteydi.



#Bir oturuşta çevirdiğim keyifli bir bölümdü. Subaru'nun hırsının ve başarılarının anlaşıldığı, takdir gördüğü sahneleri seviyorum. Aynı şekilde savaşa hazırlanan kahramanları okumak/izlemek de hep çok hoşuma gitmiştir. Bu bölümleri izlemek harika olmaz mıydı? 
Çok sevdiğim karakterler toplanıyor ve ilk cephelerine gidiyor. Büyük bir heyecanla, inşallah herhangi birinin başına bir şey gelmez düşüncesiyle okumaya devam edeceğim. Birkaç güne yeni bölümde görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr