— Sessiz Pristella kuşatması şimdilik başarısız değil de hayal ürünü bir hikayeymiş gibi görünüyordu. Taşlı yollar üzerinde yürüyen Subaru göz ucuyla akmakta olan kanal sularını izliyordu.
Sular berrak ve temizdi. Akış şimdi bile daimî, düzgün rotasında sürmekteydi. Akışı sağ ve sol olarak ayıran mekanizma da hala yerinde ve sağlamdı. Bu akışlar süregeldikçe hiç kimse şehirdeki tehlikenin bir kabustan fazlası olduğuna inanamazdı.
Garfiel: “Kaptan, ayağını süre süre ilerleyemezsin, biliyosun.”
Subaru: “Biliyorum, biliyorum. Belediye Baskıncılarının tehlike seviyesi her geçen saniye %10 artıyor.”
Ricardo: “Öyleyse on birinci saniyeden sonra sonumuz gelmez mi? Neyse, aslında muhtemelen haklısın.”
Liderliği üstlenen Garfiel gözlerini kısarken Ricardo’nun sesi çınlamıştı. Fakat yaratık adamın sözlerine rağmen ifadesine hiçbir şekilde cesareti kırılmış denilemezdi.
Keskin palasını taşıyarak şevkli adımlarla ilerliyordu fakat onun bu şövalyevari havaları bile Garfiel’in hissettiği gerginlik ve suçluluğu yatıştırmak için yetersizdi.
Ricardo normalden hiç de farklı görünmezken Garfiel’in olağan davranışlarını tamamıyla bir kenara attığı ortadaydı.
Buna rağmen Ricardo’nun ailesi olarak gördüğü üç kişi yaralıydı ve şu anda sakin bir ruh halinde olması mümkün değildi. Bunu sığınaktayken netleştirmişti.
Diğer taraftan Garfiel’in özgüveni ve pervasızlığı ortadan kalkmış, geriye daha temkinli, daha ürkek bir tavır gelmişti ve bu değişim kötü bir mesaj veriyordu.
Subaru: “…ehh, benim de onlardan daha iyi durumda olduğum söylenemez.”
Olağan ruh halini koruyamayanlar bu ikiliden ibaret değildi.
Subaru için de kendi yaraları, Beatrice’in bilinçsizliği ve en önemlisi Emilia’nın güvenliği gibi zihnine ağır yükler bindiren şeyler söz konusuydu.
Hızlı bir intikam arayışına odaklanmış olsa da tecrübeleri ona bir şeyleri aceleye getirmenin korkunç sonuçlar verdiğini öğretmişti.
İşte olabilecek en iyi sonucu arayan Belediye Baskıncıları grubunun felsefesi buydu.
Yol üzerinde hiçbir tarikat üyesine rastlamayan grup başarılı bir şekilde belirlenen buluşma noktasına ulaşmıştı. Ve orada,
Wilhelm: “Subaru-dono!”
Subaru: “Hepinizin güvende olduğunu görmek harika.”
Wilhelm, Crusch ve yine zarif bir şekilde saçlarını karıştıran Julius gözler önüne serilmişti.
Julius: “Aklının Emilia-sama’da olduğunu ve onun için çok endişelendiğini biliyorum, buna rağmen burada bulunmanın sorun olmadığından emin misin?”
Subaru: “Genel önem sıralamasını düşünürsek burada olmam daha mühim ama yine de gerginim. Fakat Emilia’nın durumuyla ilgili hiçbir şey bilmiyorum ve onu daha fazla tehlikeye atabilecek bir şey yapamam.”
Julius: “Anlıyorum. Anastasia-sama aynı durumda olsaydı sakinliğimi koruyabileceğimden emin değilim.”
Onun endişeli sözleri karşısında başını sallayan Subaru, Wilhelm’e döndü.
Yaşlı kılıç ustası gözleri kapalı şekilde kollarını sallamakta, bedenini ısıtmaktaydı.
Şu anda zihninin nasıl bir çalkantı içerisinde olduğunu anlamak… Subaru’nun kabiliyetinin ötesindeydi.
Bu sırada Wilhelm, Subaru’nun bakışlarını hissetmişçesine gözlerini açarak ceketine uzandı. Sonra da bir ayna çıkartarak Subaru’ya uzattı.
Wilhelm: “Subaru-dono, bu bir iletişim aynası. Savaşın sıcaklığıyla aynayı kullanma fırsatı bulacağımı sanmıyorum, o yüzden sana emanet ediyorum.”
Subaru: “Anlaşıldı. Hadi planlandığı gibi harekete geçelim.”
Aynayı dikkatlice cebine yerleştiren Subaru sırtını dikleştirdi.
Diğer iki grupla iletişimi sağlama sorumluluğu ona emanet edilmişti.
Bir ayna mücadeleye en az dahil olacak kişi olarak Subaru’da, diğeriyse sığınaklar arasında gidip gelmekte olan Ferris’teydi. Son aynaysa istihbarat kaynakları olarak hizmet verecek olan Anastasia’daydı.
Bu üçlü birlikte çalışabilecek olmalıydı.
Crusch: “Öyleyse tekrar teyit edelim. Garfiel-sama’nın tespit ettiği savaş alanına, iki şeytanın Belediyeyi koruduğu noktaya gidiyoruz. Biri iki büyük kılıcı olan bir dev, diğeriyse ince kılıçlı bir kadın, doğru mu?”
Garfiel: “Hı hı, doğru. İkisi de sıradan kılıç ustaları diiller. Ciddi bi mücadele vermiyo olsalar bile muhtemelen onlardan biri tarafından ikiye ayrılabilirdim.”
Tüm bu bilgilerin üzerinden bir kez daha geçen Crusch, yeniden ilk konuşan kişi oldu ve Garfiel’in yanıtı karşısında başını sallayarak Julius ile Wilhelm’e döndü.
Crusch: “Belediye Şehvet ve o iki kişi tarafından tutulmuş durumda. Başka cadı tarikatı üyelerinin de orada olmasını bekliyorum. Siz ikiniz daha önce Şehvetle ilgili bir şeyler duymuş muydunuz?”
Julius: “Özür dilerim. Bir şövalye olmama rağmen bilgim sınırlı. Tembellik ve Açgözlülük çok daha ünlü ama Subaru ikisiyle de mücadele verdi.”
Julius konuşmasının yarısında Subaru’ya dönmüştü. Subaru da başını sallayıp onay vererek,
Subaru: “Açgözlülüğü bizzat görmüş biri olarak onun hakkında anlatılan hikayelerin yanlış olduğuna inanmıyorum. Fakat… o imparatorluk meselesi... En güçlü şövalyeyi alt etmiş, öyle mi? Bu bana biraz şüpheli geliyor. Evet güçlü ama savaş gücü bağlamında ben bile ona denk olabilirim. Gerçi tüm saldırıları etkisiz kılabiliyor…”
Ricardo: “Ve bunun sebebi senin savaş gücün değildi?”
Subaru: “Bu sefer hayır. Öfke, Açgözlülüğü alevlerle kuşatsa bile en ufak bir zarar veremedi. Açgözlülüğün kıyafetleri sapasağlamdı. Bir damla ter bile dökmemişti.”
Regulus’un gücü rahatlıkla ‘yenilmezlik’ şeklinde tarif edilebilirdi.
Ne uygundu ama… Eğer bu doğruysa Belediye Baskıncıları er ya da geç olabilecek en kötü düşmanla yüzleşmek zorunda kalacaktı. Yine de Subaru, böyle mantıksız bir gücün var olamayacağına inanmak istiyordu.
Subaru: “Açgözlülükle başımızın dertte olduğu kesin ama şimdilik bu konuda endişelenmemeliyiz…”
Julius: “Reinhardt masum siviller böyle bir tehlikeye girdiğinde asla ortadan kaybolmazdı. Bence harekete geçmesini engelleyen bir problemle karşılaşmış olabilir. Onun da farklı tarikat üyeleriyle karşı karşıya kalmış olması mümkün.”
O an için Subaru’nun aklından geçeni anlayan tek kişi Julius gibi görünüyordu.
Tüm bunların başlamasından önce Felt ve Reinhardt, Heinkel’le temasa geçmişti. Subaru, şimdilik bu buluşmanın aklında doğurduğu çirkin fikrin yanlış olduğunu ummaktan fazlasını yapamazdı.
Subaru: “Bunun dışında teyit etmek istediğim bir şey daha var. Şehvetin verdiği isim, Capella Emerada Lugnica. Neden kendisine Lugnica demiş olabilir?”
Ricardo: “Bizimle alay ediyor olmalı. Kraliyet ailesinin tüm üyeleri iyi tanınır.”
Crusch: “Yine de yanlış bir bilgi olmayabilir. Bunu bir şaka olarak görüp kafamızdan atmak için henüz çok erken.”
Ricardo ve Crusch, Subaru’ya farklı fikirler sunmuştu.
Cadı Tarikatının yapısı düşünülünce iki olasılık da değerlendirilmeye değerdi. Şehvetin ne derece kötü bir karakter olduğu sesinden anlaşılıyordu. Yani Ricardo’nun söylediği gibi kötü bir şaka yapıyor olması mümkündü ama bir gizemi kanıtlıyor da olabilirdi.
Ancak Wilhelm bu iki olasılık karşısında elini kaldırarak,
Wilhelm: “Hatırladığım bir şey var.”
Subaru: “Nedir?”
Wilhelm: “Capella’ları hiç tanımasam da Emerada Lugnica hakkında bir şeyler işitmiştim. Bu doğrudan bir bağlantı olduğu anlamına gelmiyor ama… gerçekten de Lugnica kraliyet ailesi tarihinde Emerada isimli biri vardı.”
Subaru: “——!”
Bu cümle karşısında şaşkına dönen Subaru’nun gözleri irileşirken Wilhelm elini çenesine götürmüş şekilde devam etmekteydi.
Wilhelm: “İsmi Yarı İnsan Savaşının, benim orduya katılışımın öncesine dayanıyor. Yani yaklaşık 50 yıl kadar öncesine. O zamanlarda Emerada-sama son derece güzel ve akıllı oluşuyla tanınıyordu.”
Subaru: “Ve Şehvet kendisini Emerada olarak tanıttı? Peki neden?”
Wilhelm: “Nedenini ben de bilmiyorum. Ama Emerada-sama’nın genç yaşta bir hastalık yüzünden vefat ettiğini duymuştum. Fakat… onuruna bir cenaze düzenlenmedi.”
Bir kraliyet üyesinin cenazesinin düzenlenmemesi akla hayale gelmeyecek bir şeydi. Kafasını eğen Subaru karşısında kaşlarını çatan Wilhelm bu durumu açıklamaya çalışarak,
Wilhelm: “Zor zamanlardı, yani sundukları sebep buydu. Fakat gerçek sebep, insanların bunu istemiyor oluşuydu.”
Subaru: “İnsanların istemiyor oluşu mu…?”
Wilhelm: “Emerada çok güzel ve çok akıllı olsa da… fazlasıyla gaddardı, içinde ölçülmesi mümkün olmayan bir karanlık mevcuttu. Bu yüzden Lugnica kraliyet ailesi bile onu… bir kafir olarak görüyordu, bu halktan gizlenen bir gerçekti.”
Teyit edilmemiş bir rivayetten, hizmet ettiği kraliyetle ilgili böylesine şüpheli şeylerden bahseden Wilhelm’in dilinde acı bir tat kalmış olmalıydı. Açıklamasının ikinci yarısında kelimeleri ağzından daha bir sallantılı dökülmüştü.
Ve oradaki herkes, Şehvetin kötü doğasına bizzat tanık olmuştu.
Subaru: “Şehvet Emerada’nın ismini kullanıyor… ama ne amaçla…”
Wilhelm: “Lugnica kraliyet ailesinin adını karalamaya çalışıyorsa Emerada ismini kullanması pek bir anlam ifade etmez. Bugünlerde onu hatırlayan birini bulmak çok zor.”
Wilhelm’in vardığı sonuç rahat bir nefes aldırmıştı.
Subaru, Garfiel ve Ricardo’nun aksine kraliyete sadakatle hizmet veren Crusch, Wilhelm ve Julius’un ne hissettiğini anlamak mümkün değildi.
Kraliyet ailesine yönelik böylesine minnet bilmez, acımasızca saçmalıklara kesinlikle izin verilemezdi.
Subaru: “Buna rağmen… Capella…”
Julius: “O isimle ilgili bir düşüncen mi var?”
Julius ilgisini bir anda acı bir ifadeyle konuşan Subaru’ya çevirmişti.
Subaru: “Hayır, sadece…”
Diyen Subaru anlık bir duraksamanın ardından kafasını kaşıyarak devam etti.
Subaru: “Sadece Capella değil. Regulus ve Sirius da. Hatta düşününce Petelgeuse bile… ama bunun anlamlı olduğunu söylemenin imkânı yok.”
Garfiel: “Saçmalıı kes de söyle hadi Kaptan. İsimlerinin nesi bu kadar özelmiş?”
Subaru: “Garip değil mi? Memleketimdeki yıldızların isimlerini taşıdıklarını söyleyebiliriz ya da onun gibi bir şey.”
Crusch: “Yıldız isimleri mi?”
Subaru: “Düşününce benim ismim, yani Subaru da öyle. Yo, bunun bir önemi yok. Aptalca bir düşünce.”
Crusch’ın gözleri Subaru’nun sözleri karşısında irileşmişti, bir hayli ilgilenmiş görünüyordu. Herkesin onunla benzer tepkiler verdiğini gören Subaru ise tekrar kafasını kaşımaya başlamıştı.
Subaru: “Bana öyle garip bakışlar atmayın, tamam mı? Benim memleketimde tüm yıldızların isimleri vardır ve başpiskoposlar da o yıldızların isimlerini taşıyor. Yıldızları ve hikayelerini öğrenmekten çok keyif alırdım, o yüzden birazcık detaylı bilgiye sahibim.”
Crusch: “Gerçekten bu ilgi alanı seninle pek uyuşuyor gibi görünmüyor. Demek yıldızlar, ha…”
Subaru: “Benim ismim olan Subaru da yıldızlardan geliyor. Sebep bu. Sıkıcı geldiyse üzgünüm.”
Utanan Subaru, detaylara girmekten vazgeçmişti.
Fakat Crusch, Subaru’nun konuşmayı sonlandırma çabalarını baltalayarak,
Crusch: “Lütfen bekle, Subaru-sama. İsimleri gerçekten de senin yıldızlarının isimleri mi?”
Subaru: “Ne demek istiyorsun?”
Crusch: “Yani Subaru-sama’nın bildiği yıldızlar onların isimlerinin kökeni olabilir mi? Kuruluşlarından yaptıkları aktivitelere dek Cadı tarikatıyla ilgili her şey pek çok gizem barındırıyor. Bağlantılı olabilecek bir şeyi öyle kolayca bir kenara atamayız.”
Subaru: “——”
Subaru -Crusch’ın beklenmedik sorgusu karşısında şaşırsa da- kendi düşüncelerinde kaybolmuş durumdaydı. Gerçekten de başından beri yıldız isimlerinin bir tesadüften ibaret olduğuna inanmıştı. Neden mi?
Sonuçta burası farklı bir dünyaydı. Buradaki hiç kimse Subaru’nun yıldızlarını tanıyor olamazdı.
Ama bundan ne kadar emin olabilirdi?
Subaru tam da burada, Pristella’da, Japon mimarisine denk gelmişti. Kararagi kültürünün derinliklerine inilmiş, hatta Kansai lehçesi bile yansıtılmıştı. Bu Japon etkisi Hoshin’in elinden çıkmış olabilirdi.
Belki de Cadı Tarikatının ideolojileri de Subaru’nun bildiği modern dünyada kök salmıştı. Yani başpiskoposların yıldızların isimlerini alması illa da bağlantısız olmak zorunda değildi.
Subaru: “Petelgeuse. Regulus. Sirius. Capella…”
Julius: “Doğru. Subaru bunların yıldız isimleri olduğunu söyledi. Peki arkalarında herhangi bir hikâye veya anekdot var mı? Belki bir noktada bir bağlantı vardır.”
Subaru: “Bunları düşününce…”
Orijinal dünyasına ait ufalan hatıralarını düşünen Subaru nihayet yıldızlarla ilgili bilgilerini anımsayabilmişti.
Bir zamanlar göksel illüstrasyonlardan çok hoşlanırdı. İsminin yıldızlardan geldiğini bilen Subaru, takımyıldızlarının çizimlerini açgözlülükle incelemiş ve pek çok yıldızı zihnine kazımıştı.
Ve söz konusu tiksindirici günahkarlarla ilişkilendirdiğinde,
Subaru: “Orion’un koltukaltı ya da Orion’un eli…”
Crusch: “Ne?”
Hiç beklemediği bir anda koltukaltı kelimesini işiten Crusch’ın kafası yana eğilmişti.
Ancak Subaru bu tepkiyi fark etmemiş şekilde kadının narin omuzlarını tutup sallayarak ona yaklaşmış ve,
Subaru: “Evet, evet! Orion’un eliydi!”
Crusch: “Su-Subaru-sama? Ne… ne elinden bahsediyorsun?”
Subaru: “Petelgeuse… isminin kökeni bir yıldız. Otoritesi Görünmez El ve o yıldızın diğer adı da Orion’un eli!”
Gülünesi derecede olasılık dışı bir şeydi.
Peki yalnızca şans eseri miydi? Sadece tuhaf bir sembolik tesadüften mi ibaretti?
Petelgeuse değil ama Betelgeuse isimli yıldız—Subaru için tanıdıktı. Şu ana dek fark etmemiş olma sebebi bu ufak uyumsuzluktu.
Subaru: “Sirius ‘ışıltılı’ ve ateş büyüsü kullanabiliyor, bu hemen göze çarpan bir şey. Tam olarak aynı şekilde kullanılmış… Regulus ‘ufak kral’. O piçin benmerkezci değerleri tam da bunu yansıtmıyor mu!? Öyleyse Capella da…!”
Crusch: “Capella da…?”
Subaru: “Küçük keçi! Bir keçi! Capella bir keçi!”
Anılarını deşen Subaru, yıldızlarla ilgili efsanelerle günah başpiskoposları arasındaki anlamlı ilişkileri araştırmıştı.
Bu esnada yüzüne “fena değil, hiç fena değil” dercesine alaylı bir gülüş yerleşmişti.
Onun yanıtını dinleyen Crusch ise omzunun tutuluşu yüzünden kaşlarını çatmıştı. Sonra da her biri karmaşık ifadelere sahip diğer dörtlüye döndü.
Julius: “Orion’un eli mi?”
Wilhelm: “Işıltılı mı?”
Ricardo: “Ufak kral mı?”
Garfiel: “Küçük keçi de ne bok oluyo?”
Subaru: “—Ah?”
Kafalarını çevirmiş olan dört kişinin tepkisi karşısında Subaru nihayet keşfinin düşündüğünden daha da işe yaramaz olduğunu fark etmişti.
Crusch: “Subaru-sama, özür dilerim. Düşüncelerim bizi yoldan saptırdı sanırım.”
Evet, Crusch bile pişman olmuş gibi görünüyordu.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Yıldızların sembolizmiyle başpiskopos isimleri arasındaki ilişkiyi çözme çabaları büyük bir hüsranla sonuçlanmıştı.
Fakat yıldırım hızında bir operasyon öncesinde oturup buna üzülerek ziyan edecek vakitleri yoktu.
Sonuç olarak birbirlerinin kabiliyet ve dövüş stillerini öğrenen grup, harekete geçmişti.
Julius ve Crusch’ın eşlik ettiği Demir Diş üyeleri keşif gücü olarak önden gitmiş, Belediye yolunun temiz olduğu garantilenmişti. Böylece altılı grup güvenli bir şekilde alana varmıştı.
Garfiel: “Aynı geçen seferki gibi, hiç bişi değişmemiş…”
Burnu seğiren Garfiel yeni bir düşman belirmediğini onaylamıştı.
Anlattığı kadarıyla önlerindeki düz yolu geçtikleri vakit, tam da Belediyeye girmeye hazırlanırken pusuya düşürülmüşlerdi. Ama bu defa ne Garfiel’in burnu ne de Subaru’nun gözleri bahsi geçen siluetlere dair bir iz yakalamıştı.
Eğer burada yoklarsa grup doğruca Belediyeyi alabilir ve devam edebilirdi. Fakat Subaru tam da düşmanların yokluğunu kutlamak isterken,
Garfiel: “——”
Garfiel kalkanlarını kuşanmış ve Ricardo palasını savaşmaya hazır bir pozisyona getirmişti. Diğer taraftan Wilhelm, meydanı dingin bir göl sakinliğiyle izlemekteydi.
Bu üçlü için önlerindeki mücadele son derece şahsi bir meseleydi. Bilhassa Wilhelm’in teyit etmesi gereken çok şey vardı.
Julius: “Bu alan tamamen açık. Yarı ruhlarım devriyeye çıksa da gizlice ilerleyebileceğimiz bir yol bulamadılar. Görünen o ki tek seçeneğimiz doğrudan yaklaşmak.”
Julius ruhlarını etrafı keşfetmeleri adına görevlendirmişti. Burası hem saldırması hem de savunması zor bir coğrafyaydı.
Subaru: “Ruhlarını içeriyi gözlemlemeye de gönderemez misin? Orada kaç düşmanın olduğunu ve binanın genel durumunu bilmek işimizi çok kolaylaştırırdı.”
Julius: “Üzgünüm ama henüz o kadar karmaşık emirleri yerine getiremiyorlar. Ayrıca düşman da ruhların varlığını tespit edebilecek olabilir, yani zor bir iş.”
Subaru: “Senin hatan değil. Yine de yazık oldu, gerçekten yardımı dokunabilirdi.”
Belediyenin şartlarını bilmemek, doğrudan bir saldırının içerdiği tehlikeyi iyice arttırıyordu.
Fakat beklemek de durumu daha da kötüleştirmekten başka bir işe yaramayacaktı. Cadı Tarikatı yaptıkları yayında pazarlığa açığız dese de gerçekte bu, pek mümkün görünmüyordu.
Subaru: “Öyleyse planladığımız gibi ilerliyoruz. Düşman savaşta etkin olabilir ama sayı üstünlüğü bizde. Temelde bire üçüz. Bu işi çabucak halledip bu mekânı tutan heriften kurtulacağız!”
Julius: “İyimser bir düşünce olsa da başarmamızı iple çekiyorum.”
Julius’un Subaru’nun konuşmasına verdiği buruk yanıtla birlikte grup harekete geçti.
Herhangi bir sinyale gerek duymaksızın hepsi de yol boyunca koşturuyordu, hedefleriyse Belediyenin önündeki meydandı. Nefeslerini tutan grup, düşmanların ortaya çıkmasını bekliyordu.
Garfiel başı çekiyor, onu Wilhelm ve Julius takip ediyordu. Arkalarındansa Ricardo, Crusch ve son olarak da Subaru geliyordu.
Subaru sağ bacağının her anlamda iyi durumda olduğunu düşünüyordu. O bacakta hiçbir hissiyatının olmaması biraz tuhaf olsa da hiç değilse sorunsuzca koşabiliyordu.
Garfiel: “—Burdalar!”
İki figür, liderliği üstlenen Garfiel’in üzerine çullanmıştı.
Grup iki iri, bir de ince kılıcın havalanışını izlerken içlerindeki bir asker tüm cesaretiyle kendi silahını çekti. Arkalardaki bu kişi,
—Yüz Adam Saldırısını gerçekleştirmişti.
Kılıcını çeken Crusch rüzgâr büyüsüyle birlikte düşmanına doğru ilerleyen bir kesik atmıştı.
Görüş alanındaki, hatta büyük bir uzaklıktaki her şey darbesinin etkisi altındaydı. Bu, Crusch’ın uzun menzilli kılıç stiliydi.
Bu saldırıyla Beyaz Balinanın büyüyle güçlendirilmiş defansında bile bir açık yaratabilmişti. Bu defa da çeliğin çeliğe değiş sesiyle dev ve kadın ikilisi hızla gözden kaybolmuştu.
Subaru: “Onları hakladın mı?”
Crusch: “Hayır, saldırıyı saptırdılar!”
Gayet yerinde olan sürpriz saldırısı rakibe ulaşmakta başarısız olmuştu.
Bedenlerini yana doğru savuran ikili kibarca yere inmiş, siyahlar içerisindeki iki figür başarılı bir defansif formasyonla kendi silahlarını çekmişti.
İki büyük ve bir keskin kılıç. İkisi de baştan ayağa cadı tarikatının mide bulandırıcı kılığına bürünmüş haldeydi.
Darbenin etkisini tamamen atlatmış görünen ikili bedenlerini hafifçe kaydırmış şekilde zeminden sıçramak üzereydi.
Fakat bunun öncesinde,
Julius: “Crusch-sama’nın darbesine karşı kendinizi savunmuş olabilirsiniz, peki ya bunu kaldırabilecek misiniz?”
Yukarıda üç farklı renk ışıldamış, ruhların yaydığı ışıklar tarikat üyelerinin üzerine saçılmaya başlamıştı.
Julius’un altı adet yarı ruhu, üçlü gruplar halinde deve ve kadına saldırmaktaydı. Ve Subaru’nun daha önce hiç görmediği bir başka büyü ışığı da düşmanları dehşete düşürücü bir baskı eşliğinde diz çökmeye zorlamıştı.
Düşmanlar bu katlanılamaz baskıyla boğuşurken Garfiel ve Wilhelm hızla kadına koşturmuş, Ricardo ise palasını başının üzerinde sallayarak deve doğru hücum etmişti.
Garfiel: “Al bakalım!”
Wilhelm: “Haah—!”
Ricardo: “İşin bitti!”
Kılıç Şeytanı gümüş bir ışıltı içerisinde, bunaltıcı bir baskı yayarak harekete geçmişti.
Garfiel ve Wilhem’in insanüstü güçleri de düşmanın defansını yarmaya hazır şekilde kendisini göstermişti.
Eğer tek seferde ölümcül bir saldırı gerçekleştirebilirlerse—
Kadın: “——”
Ancak diz çöken kadın kavramış olduğu kılıcını çevirerek Garfiel ve Wilhelm’in bacaklarına birer kesik atmaya yeltendi. İkili anında kaçınsa da kadın aynı yörüngeyi izleyip bir bacağını Garfiel’in boynuna dolanacak şekilde büktü ve onu Julius’un büyüsünün menziline soktu.
Garfiel: “Ne—”
Bu şekilde Garfiel’in kollarının arasına giren kadın onu kalkan olarak kullanıp büyünün etkilerinden korunmuştu. Ardından diziyle Garfiel’in burnunu çatırdatarak sol kolunu boştaki eliyle kavradı ve bu defa da onu Wilhelm’e karşı bir kalkan olarak kullandı.
Bu engin yetenek gösterisi karşısında Garfiel’den acı dolu bir çığlık yükselirken Wilhelm lanetler okumuştu.
Bu çıkmazı bozan kadın, yaşlı kılıç ustasını tekmeledikten sonra Garfiel’i serbest bıraktı.
Hareketleri kısıtlı olsa da darbesi Wilhelm’i uçurmak için yeterli güçteydi. Ve tam da dengesini geri kazanacakken havada yarım bir dönüş daha yapmış, çevik bir tekme daha savurmuştu.
Dev: “——”
Bu esnada Ricardo’nun saldırısı devin kafadan aşağısını durdurmuştu.
Julius’un büyüsünün etkisiyle hala diz çökmekte olan devin iki elinde tutmakta olduğu iri kılıçlar da bir kenara atılmıştı. Dev, bu şekilde korunmasız ellerini kaldırarak başının üzerine götürdü.
Ricardo: “Aptal, bittin sen!”
İşte bu kusurlu muhakemesinin sonucunda kolları kopacaktı.
Ricardo’nun palası körelmiş olsa da inanılmaz bir momentum ve güce sahipti. Bu sayede devin kalın kolları darbenin etkisiyle yerinden kopartılmış, kollarının üst kısmı etrafa yayılan kırmızılıklar ve beyaz kemiklerle birlikte havalanmıştı.
Dev: “——”
Ve Ricardo bir adım geri çekilip palasını savurarak devin koca kafasını da uçurmayı hedeflemişti.
Fakat o sırada dev, ekstra kollarıyla kılıçlarına sarılarak ölümcül olması gereken darbeyi savuşturdu.
Ricardo: “Ne!?”
Ardından kollarını kaldırıp bir kan perdesinin fışkırarak Julius’un büyüsünün etkilerini engellemesini sağladı. Büyüden kurtuluşu sayesinde yeniden muazzam bedenine aykırı olan çevikliğine kavuşmuştu. Kollarını feda etmeyi seçerek daha da ağır bir kayıptan kurtulabilmişti.
Bu esnada ağır kılıçların karşısında duramayan Ricardo, koluna bir darbe yerken daha kötüsünden ucu ucuna kaçınabilmişti.
Hemen ardındansa homurtular eşliğinde suratına inen yumrukla birlikte yaratık adamın iriyarı bedeni geriye uçuruldu.
Kadın: “——”
Dev: “——”
Defansif pozisyona düşen üç rakibin karşısındaki kadın ve dev, özel silahlarını bariz bir öldürme niyetiyle kaldırmıştı.
Bu sırada nihayet üçlüye yetişen Julius,
Julius: “Fell Goa!”
Julius’un büyüsü, içerisinde kırmızı alevler şekillenen bir rüzgâr doğurmuştu.
Bu alevlerden doğan tufansa çabucak yaklaşmakta olan kadınla buluşmuş, onu Garfiel’den uzaklaştırmıştı.
Hemen ardından da yakarışı andıran bir sesle birlikte bir kesik ve bir de kırbaç sesi havayı yardı.
Crusch’ın rüzgâr bıçağıyla Subaru’nun kırbaç saldırısının birleşimi devin bedenine ulaşmıştı. Sonucundaysa adamın kocaman bedeni nihayet bir hasar aldı, göğsünde bir yara açıldı.
Bu yara onun için ciddi bir mesele değildi. Ama buna rağmen devin saldırısı durdurulmuş ve yere düşen Ricardo, adamın çenesine bir tekme savurabilmişti.
Ricardo: “Ha, sen kaşındın!”
Subaru: “Bunu söyleyecek zaman mı şimdi? Hadi acele et, Ricardo!”
Tekmeyi salmanın verdiği momentumla geri dönen Ricardo palasını eline alıp suratındaki kanı sildikten sonra devle yeniden çarpışabilmeye hazır halde Crusch ve Subaru’ya katıldı.
Bu sırada kadının bir rüzgâr ve alev tufanı tarafından kafeslendiğini fark eden Subaru’nun gözleri istemsizce irileşmişti.
Subaru: “Bu da ne!? Sen, sen böyle harika bir büyü mü kullanabiliyorsun!?”
Julius: “Yalnızca blöf diyebiliriz. Henüz büyümü ölümcül hale getirecek yeterlilikte değilim.”
Julius acı bir yanıt verirken gözlerinin önündeki manzara da bu sözleri doğrular nitelikteydi.
Ateş tufanı içerisindeki kadının elindeki kılıç ışıldamış— ve o rüzgârın kalbi kadının ufacık bir hareketiyle delinip geçilmiş, dengesini yitiren kafes dağılmıştı.
Kadının narin, emsalsiz kılıç ustalığı. Ve devin kendine has fizyolojisi.
Subaru: “… dalga geçiyor olmalısın…”
Siyah cüppenin önünün açılışıyla devin yeni kolları açığa çıkmıştı. Ardından kesik kollarını yerden ilgisizce toplayan adam onları köklerine bastırdı ve kanlı, taze bir birleşimin mide bulandırıcı sesleri işitildi.
Kısacık bir an içerisinde devin öncesinde kayıp olan kolları yerine gelmiş, geriye yalnızca belli belirsiz bir iz kalmıştı. İyileştiğini onaylamak istermişçesine iri kılıçlarını kuşanan adam, onları gururla sallamaya başlamıştı.
İki rakip de mağlup edilemez görünüyordu.
Subaru: “Onların aksine bizim ani saldırımızın başarısız olduğu kesin.”
Yan taraftaki Julius ve Wilhelm, Julius’un büyüsü tarafından korunarak Garfiel tarafından iyileştiriliyordu.
Gerçek şu ki Garfiel ve Wilhelm ikilisi birlikte hareket etmelerine rağmen adamakıllı mağlup edilmişti. Bu çaresizlik hissi kolay kolay silinecek cinsten değildi.
Fakat durumun tamamen umutsuz olduğunu söylemek de hata olurdu.
Subaru: “Yakın dövüşe bel bağlayamasak da… uzun menzilli saldırılar etkili olabilir.”
Julius’un büyüsü, Crusch’ın rüzgâr bıçağı ve hatta Subaru’nun kırbacıyla bile bir şansları vardı.
Sonuncusu pek yardımcı olamasa da o işe yarayacak olursa— diğer iki saldırının gidişatı değiştirme şansı tanıyacağı kesindi.
Subaru: “——”
Subaru’nun yorumu ve beklenti dolu bakışları karşısında Julius ve Crusch başlarıyla onay vermişti.
Garfiel ve Wilhelm de rakiplerinin yakın dövüşteki gücünü idrak etmiş durumdaydı. Ayrıca Ricardo başından beri herhangi biriyle teke tek yüzleşme niyetinde değildi.
Yakın dövüşçüler rakiplerinin hareketlerini yavaşlatacak, oluşacak herhangi bir boşluk da büyü saldırılarıyla doldurulacaktı.
Muhtemelen alınacak hasarı minimize etmenin ve galibiyete kavuşmanın en iyi yolu buydu. Tüm grubun birlik oluşuyla mücadele bir kez daha başlamak üzereydi. Fakat tam da o sırada,
???: “Kaotik, isteksizce başlayan bir suikast! Sizin gibi çerçöp et parçaları~ nasıl böyle ahmakça, çirkin ve yüzeysel bir yaşama cüreti gösterebilir? Bu zarif, sabırlı kadının karşısında— Kahahahaha!”
Savaş alanı ansızın fark ettirmeden yükselen keskin bir kahkaha sesiyle dolmuştu.
Ancak bu sesi işiten herkes, sesin sahibinin varlığının durumu çok kötü bir hale getirdiğini anlamıştı. Subaru ürpermiş bir şekilde bakışlarıyla etrafı tarayarak o kişiyi bulmaya çalışıyordu.
Neredeydi bu kadın? Nereden gelmişti bu kahkaha?
???: “Nereye bakıyorsunuz, sizi donuk, beyinsiz bok parçaları? İşte bu aptallığınız yüzünden~ kurtuluşunuz yok. Hadi ama, şu köpek gözlerinizi kocaman açın ve boş kafalarınızı biraz çalıştırın. Belki o zaman bu zarif kadın kirli ruhlarınıza merhamet gösterebilir!”
Crusch: “——”
Subaru’nun hemen yanındaki Crusch, bakışlarıyla dört bir yanı taradıktan sonra boğuk bir nefes almıştı.
Kehribar rengi gözleri yukarıdaki bir noktaya kilitlenmişti. O anda durumu çözen Subaru da o noktada Şehveti görme beklentisiyle kadının bakışlarını takip etti.
Ve gözleri Belediyenin çatısına çevrildi.
Sesin sahibi karıncalara tepeden bakıyormuşçasına kuvvetli bir alay söz konusuydu.
Aslına bakarsanız durum aşağı yukarı böyleydi. Çünkü,
Capella: “Gahhahahahaha! Gerçekten, şu suratlar da neyin nesi! Şu aptal suratlar! O suratları benim için mi sakladınız? Öyleyse bu kibar kadın siz ahmak maymunları övecek! Yoksa salyamı mı tercih edersiniz? Kıymetli salyam sizi çok mutlu eder, değil mi? Siz çöp parçaları için imrenilesi bir hazine olmalı, haklısınız~!”
Subaru’nun bakışlarını çevirdiği noktadan boğuk bir kahkaha yankılanmaktaydı.
Bu sırada dev ve kılıç ustası kadın, rakiplerinin karşısına bir müttefiklerinin daha katılışı karşısında en ufak bir tepki dahi vermemişti.
Şehvet Günahı Başpiskoposu ansızın savaş alanındaki yerini almıştı—
Capella: “Öyleyse, bir kez daha tekrar edeyim! Bu sevimli kadın Şehvet Günahı Başpiskoposu—!”
— Şehvet isminin anons edilişiyle siyah bir ejderhanın gülümseyişi görünmüştü.
Capella: “Ben Capella Emerada Lugnica-sama’yım! Geberin, sizi kokuşmuş et parçaları!”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..