Mavi Ejder Kılıcını tek eliyle kuşanan adamla rahatlıkla gevezelik eden Capella, kafasını hafifçe eğmişti.
Uzun ve kara saçları üç örgü şeklinde beyaz omuzlarına düşüyor, dolgun göğüslerini iyice vurgulamak istercesine önünde bağladığı kolları ve öne eğilişiyle başlıklı adama büyüleyici bakışlar atıyordu.
Cezbetmek için attığı o büyüleyici bakışlar, bir tuzak olduğunu bilse bile adamın içgüdülerini deliye döndürmeye yeterdi.
Fakat bu şeytani oyunun başarılı olup olmayacağı rakibe göre değişirdi.
Al: “O erotik poz cidden biraz fazlaymış ama amacın beni baştan çıkartmaksa işe yaramaz, bilesin. Kendini bakirliğe adamış biri olarak… gelip geçici bir onee-chan’ı arzulamam öyle düşük bir olasılık ki gülesim geliyor.”
Capella: “Önemsiz sözlerinin ve yaptığın makul kısıtlamanın değerini düşürecek şekilde… bu hoş hanımefendinin amaçlarının sana yönelik olup olmadığını bir kenara bıraksak bile… bunu~ yemiyormuş izlenimi veren, rakibinde dikkatsizliğe neden olmak adına soytarı gibi hareket eden bir adamdaki o kalın şey de neyin nesi oluyor?”
Al: “Kadınlar böyle pis şakalar yapmamalı. Gerçekten insanın şevkini kaçırıyor.”
Capella: “——”
Capella’nın tahrik edici bakışları, bu adamın yanıtıyla nutku tutulmuş bir ifadeye çevrilmişti. Ancak bu şaşkınlık da hızlıca dağıldı ve Capella, kalbinin derinlerinden gelen bir mutluluk taşıyormuşçasına kahkaha attı.
Capella: “Kyahahahaha! Bu da ne, bu yaşta bu tavır, ha? Ha~yallerindeki kadın yalnızca senin hayallerinde ya~şıyor. Se~n de dışı içine uymayan insanlardansın, hi~ç şüphesiz ki bir sera çiçeğisin. Kya~, ne fe ~na.”
Al: “Şovunu böldüğüm için özür dilerim ama bana defalarca tekrar ettirme. Bugün havamda değilim. Gerçi ne zaman havandasın diye sorsan da -özellikle bugün- buna cevap veremem.”
Ayaklarını yere vuran Capella’nın karşısındaki adamın – Al’ın tavrı ve duruşu fazlasıyla karmaşık ve sinir bozucu bir hal alıyordu.
Duruştan ziyade kalbinin derinliklerinde bu göreve dair bir memnuniyetsizlik taşıyor gibi görünüyordu. Yukarıdaki iki insanın aksine bu durum, Capella’nın giderek daha da kuşkulanmasına yol açıyordu.
Capella: “Havanda değilsin, bunu can sıkıcı buluyorsun ama yine de önümden çekilmiyorsun. Ke~limelerin gerçekten çelişkilerle dolu. Öyleyse ne halt yemeye benim gibi gürültücü bir manyağa eşlik ediyorsun?”
Al: “Bunu kendi kendine söylemek yürek ister, seni gürültücü manyak.”
Capella: “Tabii ki söyleyeceğim. Bu hoş hanımefendinin gözünde bu dünyada var olan her ama her şey yalnızca zaman geçirmek için bir yoldan ibaret. Hepiniz nihayetinde bir bütün olarak bu hoş hanımefendinin nesnelerisiniz. Bu hoş hanımefendinin sevgisi sonsuzdur, merhamet doludur, bu hoş hanımefendinin sevgisini kazanmak dışında her şey gereksizdir… Bunun dışındaki şeyleri, gön~lünce yapabilirsin.”
Kollarını iki yana açan Capella, tatlı tatlı gülen zehirli bir çiçeğe benziyordu.
İşte o gülümsemeye bakan Al, bir ıslık sesiyle Mavi Ejder Kılıcını indirdi. Ve kemiklerinden bir çatırtı sesi yükselecek şekilde boynunu döndürüp uzunca bir ‘Ah—’ çekti.
Al: “Sen. Tanıdığım diğer günahlardan bayağı farklısın.”
Capella: “Oh amanın, çürümekten de öte çürümüş o diğer etleri de mi gördün? Kendi özlemine içerleyen o sapık dişi eti? O küçük aletli bakir veledi? O kötü karakterli Tuhaf Yiyici değersiz veledi? Yoksa o kafadan rahatsız, bilinçten rahatsız, sözde ruhundan rahatsızı mı? Hepsi de yoldaş olarak olabilecek en kötü tercihler! Ebeveynlerin sana öğretmedi mi? Yoldaşlarını dikkatli seçmelisin.”
Al: “… Maalesef şu anki dostlarım ebeveynlerimin beni uyardığı cinsten.”
Capella: “Bu da bir taziyeyi hak ediyor. Bu~ halinle sen bile, bu hoş hanımefendinin muhterem sevgisini kucaklayacak mısın? O başlığı çıkart, yüzünü göster ve bu hoş hanımefendiye sevgini ada!”
Ne kadar küçümsenmiş ve geri çevrilmiş olursa olsun sevgiyi aramayı sürdüren Capella, sevgi peşinde koşan bir zihnin somut örneğiydi. Tabii o güne dek [Sevgi] şeklinde yanlış isimlendirdiği o şey, esasında başkalarına aldırmadan zorla talan ettiği, olabilecek en ekstrem tek taraflı sevgiydi.
Tabii ki -tuhaf olarak adlandırılmaktan ziyade- insan doğasını tamamen göz ardı etmek olarak tanımlanması daha uygun olan sevgisine cevap veren tek bir kişi bile yoktu.
Az önce eğdiği Mavi Ejder Kılıcını bir kez daha kaldıran Al, yavaşça kafasını sallıyordu.
Al: “Özür dilerim. Böyle hissetmene sevindim ama ikimiz hala birbirimize yabancıyız ve arkadaşlarım arasında tuhaf bir söylenti yayılırsa utanç verici olur. Lütfen reddimi kabul et.”
Capella: “Başkalarının ne düşündüğüne önem veriyorsun, de~mek bayağı tatlı yönlerin varmış. Bu hoş hanımefendi bu noktada eksiklik çekiyor. —Hâlbuki kadınlardan emir almaktan hoşlanan beş para etmez mazoşist erkek etlerden ayrıldığın izlenimi vermiştin.”
Al: “… ah?”
Capella: “Başkalarını umursamama, sert gözler. Nefsine düşkün ve şiddetli denilebilecek bir beden. Bu hoş hanımefendinin şu anda olduğundan kısa bir boy, hoş bir şekilde açıkta kalan bir ten. Sözler ruh haline göre değişse de asla anlamsızca bir kibre dönüşmeyen bir özgüven taşıyan ve daima mantığını koruyan bir iç karakter. Astlarına pek çok görev verir ama nadiren onlara güvenir. Hem pozisyon hem de kadın olarak sevi~lesi de nefret edi~lesi de değil.”
Sonu gelmez bir şekilde konuşup duran Capella’nın bedeni dönüşüm geçirmeye başlıyordu.
Dolgun hatlarını korur halde boyunu kısaltıyor, omuzlarını ve sırtını açıkta bırakan cüretkâr bir elbise giyer hale geliyordu. Gözleri uykuludan keskine dönüyor, güçlü bakışları özgüvenle dolup taşıyordu. Ortaya çıkan şey, uzun, altın rengi saçlarıyla güzel bir kadındı.
Şehrin sakinleri arasından bilindik bir kişiye ait olmasa da — her neredense Al’ın ilişkili olduğu bir kadınla benzer bir hava taşıyordu.
Al: “——”
Capella: “Oops, altın değil mi? Lugnica karakteristiği en azından altın saçı içerirdi… Öyleyse, hmmhmmhmm, kırmızı… yo— turuncu olsun.”
Al’ın anlık tepkilerini gözlemleyen Capella’nın saç rengi adım adım değişiyordu. Siyahı, kahverengiyi, yeşili, maviyi denedikten sonra kırmızıda anlık bir tereddüt edip turuncuya dönmüştü.
Bu şekilde çok tanıdık bir kadına gülünç derecede benzer bir izlenim edinmişti.
Al: “Amma tüyler ürpertici… sen bizim prensesimizle nerede tanıştın?”
Capella: “Hiç görmedim, hiç konuşmadım, varlığının bile farkına varmadım ki? Yalnızca senin tepkilerini baz alarak hoşlandığın kadın tipini tespit ettim. Bu hoş hanımefendi, tüm bildiklerini veren bir kadın oldu mu? Beğenilen bir rakip tarafından beğenilmek için he~r şeyi ortaya koymak gerekir sonuçta.”
Al: “Tepki derken, suratım…”
Capella: “Ses, hareketler, konuşma tarzı. Boyun açısı, görüş alanı, tavır. Duruşu, doğayı, tercihleri anlatan sohbetler.”
Al: “——”
Capella: “Tek bir hareketi veya seğirişi, tek bir tanesini bile kaçırmam. Sevilmek için tüm kalbini ve ruhunu ortaya koymak, işte bu hoş hanımefendinin her şeyini adama yolu bu. Bu hoş hanımefendi bu şekilde kendisini tamamen adamış durumda, bu yüzden… bu hoş hanımefendiye bak. Yalnızca bu hoş hanımefendiye bak. Başka hiç kimseye bakma. Bu hoş hanımefendinin yüzü, bedeni, tavrı, hareketleri hepsihepsiuyumlu! Hepsi senin tercihlerinle örtü~şüyor olmalı!”
Capella’nın – yani Priscila görünümündeki Capella’nın sesi konuştukça sertleşiyordu. Memnun etme arzusu taşıyan bir çizgide konuşsa da bu çizgi, hedefini delip geçebilecek kadar düz bir sevgiye dönüşmek üzereydi.
Al ne kafasını sallayarak ne de kelimeleriyle karşılık verebiliyor gibi görünüyordu. Verebildiği tek yanıt, bedenini savaşmaya hazır hale getirmekti. İşte bu sessiz yanıt karşısında Capella’nın suratı cesaret kırıcı ve aşağılayıcı bir hal aldı.
Capella: “Seni, bencil pislik erkek et… bu hoş hanımefendinin neresinden me~mnun kalmadın?”
Al: “Yanlış anlama. Senden hoşlanıyor ya da hoşlanmıyor değilim, her ikisinden yana da sorun yok… Pardon, bu bir yalandı. Beklenildiği üzere mide bulandırıcısın ve senden gerçekten hoşlanmadım.”
Capella: “—hk! Seni dönek çürük erkek et!!”
Ayaklarını yere geçiren Capella’nın sağ eli omuz noktasından kocaman bir kurt kafasına dönüşmeye başladı. Ve şiddetle kükreyen yaratık kafası, gözün idrak edebileceğinin ötesinde bir hızla donup kalan Al’a doğru atıldı. O kafanın kılıç keskinliğindeki dişlerinin Al’ın üst bedenini tek ısırıkta paramparça etmesinden – hemen önce Al, yaklaşan köpek dişlerinin boşluğuna doğru atılıp kaçmak adına yatay olarak uçtu.
Capella: “Bu şekilde kaçabileceğini sanma!”
Al: “Öyle bir şey düşünürmüşüm gibi! Yan taraf! Sonra da arka!”
Yuvarlanmakta olan Al’ın üzerinden bir elin güçlü saldırısı indi. Bir insan boyundaki devasa ellerin bir parmağı tarafından yakalanmak, bir yılan tarafından yakalanmaya benzerdi.
Ancak bu saldırı da Al’ın sıçrayışı sayesinde atlatıldı. Ve dişleriyle Al’ın belini parçalamak isteyerek geri dönen kurt kafası da arkasında kuşanmış olduğu Mavi Ejder Kılıcı tarafından durduruldu.
Al: “Voaaaaa, Dona!”
Saldıran yaratığın momentumunu tamamen defeden ve Mavi Ejder Kılıcıyla engelleyici pozisyonunu koruyan Al’ın bedeni öne doğru kaydı. Yerden yükselen yarı büyülü toprak duvar da dosdoğru yaratığa çevrilmiş olan sağ kola tosladı.
Alt çenesine darbe alan kurttan bir inleme yükselirken sağ kolundaki kütle değişikliği, Capella’nın tüm formunun dağılmasına sebep oldu. Ve bunu gören Al, sol kolun güçlü saldırısından kaçınarak öne atıldı.
Al: “Dona! Bu taraf da, Dona!”
Capella: “—hk”
Al’ın sürekli kullandığı Dona, toprak büyülerinin en düşük seviyelisiydi.
Bir duvar olarak gücü de dayanıklılığı da en düşük seviye olmasıyla mükemmel bir uyum içerisindeydi. Ama Al yine de hakiki bir dövüşteki en iyi taktiği olarak bu büyüye güveniyordu.
Engeller oluşturuyor, görüş alanını engelliyor, dayanak yapıyor – anı tamı tamına bu şekilde yaşıyordu.
Al: “Raaaaaaa!”
Sağlam bir toprak duvarıyla Capella’nın uzaktaki sağ ve sol kollarının hareketlerini engelliyordu. Ayrıca Capella’nın bedeni de önünü görmesini engelleyen bir toz duvarının saldırısına uğramıştı.
İşte bu hazırlıkları tamamlayan Al havalanarak — toprağın sağladığı hız ve momentumla yükselip kanatları varmışçasına öne atıldı.
Ve yukarısında yükselen sesleri işitişiyle birlikte Capella’nın narin bedeninde bir ışıltı belirdi, kafası havalandı.
Priscilla’nınkine benzer bir surat havada dans ediyor, yaradan abartılı miktarda kanlar fışkırıyordu. Capella’nın kanı zehirli denilebilecek, teşhis edilememiş bir etkiye sahipti ki Crusch’ın ıstırabının kaynağı da tam olarak buydu.
Bu kan taşkınına temas etmemeye yönelik bariz uyarıya rağmen –
Al: “Sen kimi kandırdığını sanıyorsun, seni lanet olasıca yalancı!”
Müsamaha göstermeden bu kan havuzuna atlayan Al, Mavi Ejder Kılıcını savurdu.
Kılıcın ucu da en ufak bir tereddüdü olmaksızın kafasız Capella’nın sırtına ulaştı ve göğüs kemiklerinin arasından çıkarak ölmüş olması gereken rakibe hayati bir yara daha kattı. Fakat bu şekilde duramazdı.
Al: “Al bakalım! El Dona!”
Delinmiş bedende bir kavis çizen Al, bir büyüyle momentum kazanarak – Dona’dan daha yüksek seviyeli bir El seviyesi büyüyle Mavi Ejder Kılıcını Capella’nın bedeninde bir fırlatma noktası yaparak öne doğru uçmaya başladı.
Tabii ki Capella’nın bedeni içinde biriken kitleyi bastıramayarak bir patlama eşliğinde dağıldı.
Şaka gibi aptalca bir sesle tüm bedeni paramparça oldu. Elleri ve ayakları ayrılıp uçmaya, pembe iç organlar ve parlak kırmızı kanlar tüm bodrum katını boyamaya başladı. Ve et parçalarının bile sıcaklık yayar gibi göründüğü bu dondurucu havada her şey nihayet birinin uzaklaşabileceği şekilde sonuca bağlandı.
Al: “… Bu, nasıl! Hah, hah, bu noktada o…”
Soluk soluğa kalmış halde omuzları kıpırdanan Al, et parçalarına dönüşmüş Capella’yla konuşuyordu.
Bundan, böyle bir şeyden, bu şekilde yok edilmekten sonra hayatta kalabilen bir yaratığın var olması mümkün değildi. Al’ın galibiyet ilanına yanıt verebilen bir varlık olamazdı ya da en azından olamamalıydı.
Capella: “Ah~ ne~ kadar da aba~rtılı — ah. Ne olursa olsun, normalde işler bu kadar~ ileri gitmemeli.”
Al: “Lanet olsun.”
Al’ın tiksinti dolu hakaretlerinin hedefi de karşılayanı da o havai ama çarpık ses olmuştu.
Ve o ses, et parçalarından değil kafanın ilk başta kesildiği noktadan gelmişti — başka bir deyişle Capella’nın kafasının indiği yerden. İşte yuvarlanıp indiği o noktada kalarak Al’ın tepkisine neşe içerisinde tanık olmuştu.
Al: “Kafanı uçurup kalbini yok etmek yetmiyor. Ortada çok fazla kural ihlali yok mu…”
Capella: “Kafasının uçması ve kalbinin yok edilmesi bu hoş hanımefendi için hiçbir problem teşkil etmiyor… Ansızın, bir tolerans belirtisi olmadan problem haline gelmesi gerçekten na~dir görülür. Şu anda en sevdiğin suratla seni kışkırtması gereken bu hoş hanımefendi bir göz yanılgısı mı yaşıyor? Yoksa sen sevgini acı vererek ifade eden tiplerden misin?”
Çaresizlik hissini yansıtan Al’ın karşısındaki Capella’nın kafası kendisini doğrultmuştu.
Kesik kafa sarsak şekilde ilerliyor, orada olmaması gereken siyah tenler çıkıyordu. Temel olarak kafadan şekillenerek titreyen eller uzuvlara dönüşüyor, beyaz ten tarafından gizlenen siyah yüzeyler değişerek — yo, tamamen dönüşerek altın saçlı bir kız oluşturuyordu.
Al: “… Peki ya buradaki dağınık et parçaları?”
Capella: “Gereksiz oldukları için eriyip gidebilirler.”
Al hayretler içerisinde bakakalırken Capella’nın bedenini oluşturan dağınık et parçaları gerçekten de bir ses eşliğinde eriyip gitmeye başladı. Organlar ve uzuvlar siyah çamuru andıran bir maddeye dönüşüp köpürerek gözden kayboldu. Yok oluş şekilleri bile estetik tükenmişlik denilecek derecede bir mide bulantısı uyandırıyordu.
Capella: “Her neyse, ka~famı kestiğine hiç şüphe yok. Yukarıdaki… be~ni kandırmış gibi görünüyor. Onu~n yoldaşı bu hoş hanımefendinin kanını aldıktan sonra savaşamaz hale gelmemiş miydi? O kana bu şekilde bulanmak, ko~rkutucu de~ğil mi?”
Al: “Blöf falan değildi. Karşılanması gereken şartları bilemesem de o şeyin damlatılmasının sonumu getirmeyeceği önceden test ettiğim bir şeydi. Deli gibi kaçındım ve tamamen boşunaydı.”
Capella: “—? Ama ondan kaçınmaya çalıştığına dair en ufak bir belirti bile vermedin.”
Al: “Bu senin bilemeyeceğin bir şey. Kafa, kalp, ikisi de işe yaramıyorsa bir dahakine kesik kafan parçalanacak. Kaç sefer gerekirse gereksin bu yaşanacak.”
Al’ın olağanüstü bitkinlikteki iç çekişi, bu mücadelenin başlayışından önceki halinden bile acıklıydı. Bu, Capella’nın numaralarının etkisi olmalıydı. Karşılaşmalarından sonra omuzlarına ekstra bir yük binmişti.
Her halükarda Capella’nın taze yenilenmiş bedeninde en ufak bir hasar belirtisi dahi yoktu.
Varyasyon ve dönüşümün yanı sıra ölüme meydan okuyacak derecede bir yenilenme kabiliyeti – normal şartlarda en hayati saldırılar olan kafa ve kalp saldırılarından bile kurtulabilmişti, gerçekten de özgün bir yaratıktı.
Fakat öldürmesi zor demek, mağlup edilemez demek değildi.
Al: “Tüm bedeni dondurup mühürlemek veya Büyük Şelaleye atmak gibi yöntemler de var.”
Capella: “Bir ra~kibi öldürmekte başarısız olduktan sonra çaresizlik hissetmek hoş olmaz mıydı, ge~rçekten a~mma iflah olmaz bir et parçasısın. Motivasyon sahibi olmak iyi ve hoş olsa da bunu başarabilecek misin? Gö~ründüğü üzere kaçmak ve kaçınmak gibi acınası numaralarda iyisin ama~ bu hoş hanımefendiyi öldürmek için gerçek bir yol konusunda eksiklik çekmiyor musun?”
Al: “Sahiden de yüz defa ölsem bile seni öldüremem. Aslında yolu yarıladım bile… Ama senin de unuttuğun bir şey yok mu?”
Al bir pat sesiyle Mavi Ejder Kılıcını omzuna yerleştirip başlığından sert bir ses çıkarırken kılıcını doğrulttu ve Capella da kılıcın doğrultusunu başıyla takip etti.
Al’ın kılıçla işaret ettiği yer – dışarılarda bir yerdi.
Al: “Esas niyetin ana üssümüzü dağıtmaktı. Yani senin kontrol kulenin boş kaldığını hayal edebiliriz. Bu da demek oluyor ki [Şehvete] saldırmaya gidenler çabucak geri dönecek. Yani ben bu zaman kazanma taktiklerime devam ettiğim takdirde doğal olarak işin er ya da geç bitecek.”
Capella: “——”
Al: “Bilgilerin doğrultusunda kabiliyetlerim zaman kazanmak için yeterli mi, değil mi? Seni yerinde tutmak, buraya hapsetmek için her yola başvuracağım. Yani kaçmak istiyorsan fırsat bu fırsat.”
Capella’yla ıssız bir mücadele ortamına giren Al, rakibini geri çekilmeye zorlamak için destek kuvvetlerin yaklaşmakta oluşunu kullanıyordu. Bu sözleri işiten Capella şaşırmış gibi kaşını kaldırıp sorgulayıcı bir tavır takınırken de Al, bir “hmm?” tepkisi ile konuşmaya devam etti.
Al: “O tepki de neyin nesiydi? Önerimle ilgili bir şikayetin olsa bile az önce…”
Capella: “Gerçekten düşman bölgesine tek başına giren bu hoş hanımefendinin gönde~rdiğiniz birliklere karşı bir önlem almadığını mı sanıyorsun?”
Al: “… Ha?”
Capella: “Kaslı daruma* ve kılıçlı kadın, yola yerleştirildi. O ikisi kuklalarımız arasında bile bayağı parlıyor… Senin destek kuvvetlerin gerçekten kolay kurtulabilecek mi dersin?” (Daruma Japonya’ya özgü bir tür hacıyatmazmış.)
Al: “hk”
Bu öngörülmedik gelişme, kafasının üzerindeki geniş deliğe bakan Al’dan sesli bir tepki yükselmesine yol açmıştı. Capella ise başlığının içerisinden ifadesini görürcesine “bu arada” diyerek devam etti.
Capella: “Üzerindeki İletişim Aynasının mühürlendiğini biliyor muydun? Yani bir an önce diğerleriyle iletişime geçmeye çalışsan bile hiç kimseye ulaşamayacaksın.”
Al: “Böyle bir şeyi nasıl yaptın!?”
Capella: “O büyülü nesnenin yaratıcısı bir [Cadıymış] gi~bi görünüyor. Böyle efsanelerle ilgili söylentiler uzun zamandır Cadı Tarikatında dolaşıyor. İletişim Aynasının dalga boyunu bozmak da bu söylentilere dahil.”
Bu beklenmedik sıkıntının doğası gereği Al’ın dile getirdiği amaç boş hale gelmişti.
Al’ın Capella’nın sözlerinin doğruluğunu teyit etmesi mümkün olmasa da [Şehveti] alt etmek için Belediyeye gönderilmiş olan ikili — yani Wilhelm ve Garfiel er ya da geç onun astlarıyla çarpışacaktı. Canavarlarla insanlar arasında gerçekleşecek bir savaştan dönme olasılıklarıysa fazlasıyla düşüktü.
Yani,
Capella: “Böyle bir zamanda karşılık verecek bir şeyinin olmaması sona yaklaşıldığı anlamına gelmez mi?”
Al: “… Ehh, ben hiçbir şeyim yok diyecek kadar ileri gitmezdim.”
Al’ın belli belirsiz cevabı Capella’nın suratında ufacık bir gülümseme izi doğurdu.
Bir an sonra da o gülümseme ortadan kayboldu ve genç kız formunun bir kez daha biçimsiz bir et parçasına çevrilişiyle Capella’nın cüssesi çılgınca büyümeye başladı.
Gürül gürül sesler eşliğinde insan formunun sınırlarını aşıyor, irileştikçe irileşiyordu.
Narin bir genç kız, baştan çıkarıcı bir kadın, sert bir genç adam, ciddi savaşçılar – derken bedeni görülmemiş bir momentumla muazzam bir hal alırken bodrum katında kahkahalar yankılanıyordu.
Ve hemen sonrasında da bedeni gölgelere karışmış siyah bir ejderha göründü.
Al: “… Anlıyorum, demek bir ejderhaya bile dönüşebiliyorsun.”
Odalar arası bir ayrım olmadığı için bodrum, Belediye katlarından çok daha genişti. Fakat böyle bir yer bile siyah ejderhanın koca bedenini kolay kolay barındıramıyordu.
Al’ın kısık sesini işiten ejderha altın rengi gözlerini kısarken Capella, Al’a yanıt vermek istercesine ağzını açtı. Ve o ağızdan acımasızca, kavurucu bir nefes çıktı.
“—hk”
Alevli nefes bizzat bodrumun havasını yakarmış gibi görünüyor, beyaz ışıklar Al’a doğru ilerliyordu.
Kükreme sesiyle tamamen güçlendirilmiş bir büyü ile birlikte o nefesin menzilinde bir toprak duvarı yaratıldı. Ancak bunaltıcı bir sıcaklıkla karşı karşıya kalan duvar, ısı etkisiyle un ufak olmadan önce saniyelik bir defans sağlamayı bile başaramadı— lakin Al’ın amacı da bu değildi.
“Kah, huu—”
Siyah ejderin nefesi çıkarttığı çenesi ansızın yükselen bir toprak duvarının saldırısına uğramıştı. Çenesi bu şekilde kapanmaya zorlanınca da siyah ejder, kendi alevleriyle kendi bedenini kavurmaya başlamıştı.
Buna rağmen az önce çıkartmış olduğu alevler kesinti olmaksızın yanmaya devam ediyordu. Ve Al’ın ısının menzilinden kaçmaya çalışan sırtından yeşil alevler yaklaşıyordu—
Al: “Kahretsin! Dona! Geh!?”
Yanık kokusu beraberindeki büyüyle birlikte Al, ansızın yan tarafında beliren duvara tosladı. Ve bu momentumu kullanarak arkası alevlerle dolu halde yakınlardaki bir kanala sıçradı. Sırtı kanalın yüzeyine değer değmez de yeni bir büyüyle getirdiği duvarı kullanarak kendisini suyun dışına fırlattı.
Al: “—Shiii!”
Tamamen sırılsıklam halde kanaldan çıktığı anda siyah ejderin keskin pençeleri kanalın dibini önüne katıp savurdu. Ve fırlatılan köpükler Al’ı sudan çıkartan duvarı paramparça etti. Böylece kaçınma manevralarına rağmen Al’a gerçekleştirilen şiddetli saldırılar devam etti, o da sonu gelmeksizin kaçındı, kaçındı, kaçındı.
Bu inanılmaz küçük alanda mucizevi hareketlerle kaçınıyor, arkasından yaklaşan ve öngörememesi gereken saldırılara direniyor, bedeninin kabiliyet eksikliğini büyüsüyle telafi ederek hayati yaralar almaktan mütemadiyen kurtuluyordu.
“Gyiiiiiiii!”
Al: “Do, Do, Do, Donaaa!”
Bu noktada sabrını yitirmiş olan ejderha muazzam bedenini döndürerek kuyruğuyla etrafı dağıtmaya başladı.
Onun yay çizen bu şiddetli tufanı karşısındaysa Al, çok sayıda büyüyle önünde beş adet duvar yarattı — ve tehdidi olabildiğince azalttıktan sonra olası yaralanmaları savuşturmak adına Mavi Ejder Kılıcını kullandı ve yere vurup bir iki defa yuvarlandıktan sonra da yerde kaldı.
Dramatik yuvarlanma hareketleriyle vücudunu hafifleten Al, koltuk değneği niyetine kullandığı Mavi Ejder Kılıcıyla birlikte ayaklandı. Fakat hasarı tam anlamıyla dengeleyememişti.
Bu sebeple eğimli başlığının dibindeki boşluktan alelacele, yoğun miktarda kusmuk döküldü.
Al: “Ku, kuu… kahretsin, bu defa kurban tarafında… cidden şans tükenmiş…!”
Capella: “Pe~k öyle görünmüyor. Yeteneklerini göz önünde bulundurunca sadık bir şekilde müttefiklerinin yanında durmanda akıl almaz bir aptallık söz konusu…”
Siyah ejderha Capella, mevcut durum yüzünden iç çeken Al’a oldukça anlaşılmaz bir övgüde bulunmuştu.
Al’ın çaresizce savunma mücadelesi onun gözünde bile açıklanamaz, can sıkıcı bir ihlal hissi doğuruyordu. Görememesi gereken saldırılardan da aklına gelmemesi gereken takip açılarından da -mümkün olduğu sürece- yeteneğini kullanarak kurtulabiliyordu. – Tüm bu seçimlerin yapılacağını çoktandır biliyor gibi görünüyordu.
Fakat şu anda boş düşünceleri takip etmeye ayıracak vakit yoktu.
Bunun sebebiyse,
Capella: “… Tüm bunlar biraz, fazla değil mi?”
Başını kaldıran Capella’nın böyle söyleme sebebi yüzeyden gelen belli belirsiz titreşimlerdi — ve de hasar almayı sürdüren Belediyeden gelen hayati sesler.
Pek çok büyük çaplı savaş görmüş olan yapının temeli hâlihazırda sağlam bir hasar almış ve bodrumda gerçekleşen bu çarpışma da temele son bir darbe indirmişti. Sonucunda Capella’nın aşağı düşmesine yol açan tuzakla açılan delik giderek irileşmiş, çatlaklar yalnızca bu kata değil, tüm binaya yayılmaya başlamıştı.
Bu gelişmenin ardından ufak bir çocuk bile bir sonuca varabilirdi – yıkım yakındı.
Al: “Dalga geçmeyi kes! Bu bölge çözülürse cidden ölürüm!”
Zemin parçalarının yukarıdan düşmeye başladığını gören Al, acılar içerisinde yorucu adımlarla kanal sularına sıçradı.
Ve su sesleriyle birlikte bedeni yeraltı kanallarında giderek uzaklaşmaya başladı. Onun gidişinin ardından da Capella, siyah ejderha formunda kalmayı sürdürerek bakışlarını yavaşça çökmekte olan tavana çevirdi.
Capella: “Hı~hı, ilgim tükendi. Oynamaktan da yoruldum, o yüzden unutalım gitsin.”
Kayıtsız görünen bu mırıltının ardından siyah ejderhanın esneyişi işitildi.
Ve böylece dünyanın en nadir rastlanır manzarası, kimseler tarafından görünmeden yıkılan mimarinin enkazı altına gömüldü.
#Al’ın gizemi bu bölümde kendisini iyice gösterdi. Kanın bana etki etmediğini daha önce test ettim demesi, yüz kez ölsem bile dedikten sonra yolu yarıladım gibi bir cümle eklemesi ve benzeri sahnelerden Subaru’nunkini andıran bir yeteneğe sahip olduğu anlaşılıyor. Zaten aynı Subaru gibi Japonya’dan geldiğini de biliyoruz. Meraklanıp wikiden baktığımdaysa yazarın re:zero’nun üç gizeminden birinin Al’la ilişkili olduğunu söylediğini gördüm. Hakikaten ortada büyük gizemler olduğu kesin, umarım bir gün çözeceğiz. Ama ilerileri okuyanların yorum kısmını spoiler yağmuruna tutmamasını rica ediyorum ki bizlere de sürpriz olabilsin. Hadi bir sonraki kısımda görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..