Cilt 5 Bölüm 62 [ Savaşçının Takdiri ]

avatar
7631 16

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 5 Bölüm 62 [ Savaşçının Takdiri ]


Çevirmen : Clumsy



???: “— Görkemli Kaplan?”

 

Garfiel’in bilinci o sesi işittiği anda fena halde sarsılmıştı.

 

Yuttuğu suları öbek öbek öksürüp çıkartışı ve bedenindeki tüm ıslaklığı silkinip atışıyla oksijen açlığı yüzünden uyuşan beyni yeniden görüş yeteneğine kavuşmuştu.

 

Burası hem loş hem de buz gibi bir yeraltı alanıydı.

 

Sert taş zemin içeri dolan bolca suyla kaplanmış durumdaydı. Bulanık akıntı arkasındaki duvarın üzerindeki bir girintiden odaya doluyor ve yine aynı girinti, temiz hava almasına imkân tanıyordu.

 

An itibarıyla pek çok bakışı üzerine çekmiş bulunuyordu. Bu bakışlarda huzursuzluk, temkinlilik, dehşet, zıtlık yer alıyordu.

 

Karşısındaki insan sayısı ve bakışlarındaki hislerin çokluğu gereği Garfiel, buranın şehrin sığınaklarından biri olduğu sonucuna varmıştı.

 

Battığı kanal sığınakla bağlantılıydı ve buraya temas eden duvar parçalanmıştı. Sonucunda da sularla birlikte içeriye savrulmuştu.

 

Garfiel: “——”

 

Bu farkındalıkla Garfiel’in bulanık bilinci bir şok yaşadı.

 

Başını eğişiyle başlayıp yaşadığı şeyleri anımsadıkça bedenindeki tüm tüyler diken diken oldu. Aceleyle kafasını sağa sola çevirip çarpışmaları esnasında kendisini sulara batırmış olan devi hızla ararken—

 

Garfiel: “… ah”

 

Gözleri genç, sarışın bir oğlanın yeşil gözleriyle buluştu.

 

Bu suratı hatırlıyordu. Bu surat kalbini sıkıştırıyor, ardından ruhuna acı veren anılar geliyordu.

 

Onunla, annesiyle bağlantılı olan o oğlanla bir kez daha karşı karşıya gelmişti.

 

Olmak istediği yerde olan, anne sevgisi tadan küçük bir oğlanla—

 

Garfiel: “——!?”

 

İrkilme hissi bir kez daha yoğun hislerin altında gömülmüştü.

 

Ve hemen sonrasında Garfiel’i çevreleyen suların muazzam bir şekilde fışkırışıyla sığ suların içerisinde bir dev formu belirdi. O devasa figür de salladığı kollarını boş boş bakmakta olan Garfiel’e merhametsizce savurdu.

 

Bu saldırıyla karşı karşıya kalan Garfiel’in tepkisi bir parça gecikti.

 

Bu gecikme, hayatiydi.

 

Anlık bir dikkatsizlikle rakibine bir kusur sunmuştu.

 

Ve Garfiel’le yüzleşen savaş tanrısı, az buz bir saldırıyla gelmemişti.

 

Böylece Garfiel’e tam sekiz saldırı gerçekleştirdi.

 

Bir veya ikisi engellendi. Fakat geri kalan altı tanesi dosdoğru Garfiel’e ulaştı.

 

Bir darbe surata indi, yanlardan yediği iki saldırı bedenini havada duraklattı. Sonra da süzülen bedeni yere çakıldı, suya dalan kafası doğruca yukarıdan gelen bir darbe daha yedi. Suratının suları aşıp sert zemine toslayışıyla burnu ve dişleri ağır bir hasar aldı. Suyun yüzeyi kanlarla lekelenirken de ağzından ve burnundan taşan kan öbekleriyle ayağa sıçradı.

 

Garfiel: “Oyun, oynamayı… keeeeeessss!”

 

Dişlerinin yerinden oynadığı ağzından yükselen bir kükreyişle birlikte vurulmaktan kaynaklanan kulak çınlamasından silkinip kurtuldu. Yeraltı alanını bir öfke momentumu kasıp kavururken dosdoğru karşıda konumlanmış olan savaş tanrısı, bunun sebebi kendisiymişçesine öne çıktı.

 

Yumruklar buluştu. Garfiel kafasını çevirdi, başını sıyıran yumruğu çizmek için dişlerini kullanıp bilekten dirseğe dek koparttı. Aynı anda sağ kolunu uzatıp rakibini boynundan yakalayarak alt karın bölgesine dek ilerledi.

 

Bu keskin yarılış sonucu taze kanlar fışkırdı, savaş tanrısının bedeninde azımsanamayacak bir hasar oluştu.

 

Fakat savaş tanrısının kalan yedi kolu saldırmaya devam ediyordu. Garfiel’in hepsinden kaçınabilmesi için elinden geleni ardına koymaması gerekiyordu.

 

Tek bir etkileşimde bir elini kullanıp sekiz elle baş etmesi icap ediyordu.

 

Bunaltıcı dezavantajlar, bunaltıcı kabiliyet farklılıkları, bunaltıcı savaş aykırılıkları – tüm bunlar savaşma arzusunu harlıyordu.

 

Garfiel: “Aaaa, aaaaaaaaaaaa!!”

 

Saldırı, saldırı, saldırı, saldırı, saldırı, saldırı—

 

Engelleme, saptırma, kaçınma, savuşturma, eğilme, yana tekme atma, doğrudan karşılama—!

 

Yumruğun yumruğa değişi ikiliden damlayan terlerin buharlaşmasına sebep olan şok dalgaları doğuruyordu.

 

Boyun eğmez ve sert çarpışmadan yükselen sersemletici seslerin etin ete değişinden kaynaklandığına inanmak zordu. Buna dayanamayan ikilinin bedenleri aksi istikametlere uçmaya başladı.

 

Ve hiddetli kaplan da muazzam beden de devasa sular sıçratmak üzere bir kenara atıldı.

 

Kurgan’ın sırtı duvarla çarpışırken Garfiel bir kez daha suyla yakından tanıştı. Ve anında kafasını kaldırışıyla gözleri doğruca kendisine bakmakta olan Kurgan’ın gözleriyle buluştu.

 

Tek bir kelime edilmese de karşılıklı anlayışın hüküm sürdüğü bir andı.

 

Garfiel ayağa kalktı, artık ayak bileklerine dek ulaşan sulara bastı.

 

Tabanlarının altındaki [Toprak Ruhu İlahi Korumasını] hissederek zeminden dörtgen bir kesit çıkarttı ve yukarı doğru süzülmesini sağladı. Sonra da o süzülen parçayı tekmeleyişiyle yeraltındaki suyun çoğu tek seferde deliklere doldu ve su seviyesi büyük oranda düştü.

 

Garfiel suyun tahliyesini sağlarken Kurgan, suların dökülmekte olduğu deliğe yaklaştı.

 

İkiliyi gönderen delikler devasaydı ve içlerinden dökülen suyun haddi hesabı yoktu. Kendi hallerine bırakıldıkları takdirde yeraltı alanının dolup taşması an meselesiydi.

 

Kurgan bir Hayalet Satır çekti. Garfiel’in ısırarak paramparça ettiği satır harici üç satırı daha vardı. İşte o üçlüden birini kaldırdı, hedefi doğruca deliğin üzerinde asılıyordu – tavandaki abartılı demir parçasını hedefledi ve parçaladı.

 

Bir savaşçının vizyonunu kullanarak duvardaki deliği hoyratça molozlarla doldurdu. Tabii ki bu engele rağmen sular sızmayı sürdürüyordu ama akıntı, yeraltını anında kaplayacak düzeyde değildi.

 

Delik tıkanmış, sular çekilmiş ve artık ayak bileklerine ulaşmaz olmuştu.

 

Etraflarındaki durumu ses çıkarmadan inceleyen iki savaşçı, bu işin ardından esas pozisyonlarına döndü. Yüz yüze gelindi. Kalkanlı yumruklar kalktı, Hayalet Satırlar çekildi. Kahraman [Sekiz Kollu] Kurgan ve ona meydan okuyan [Altın Kaplan] Garfiel.

 

Bir rakibe formunun zirvesindeyken boyun eğdirmek. Savaşçılar arasındaki üstü kapalı anlaşma buydu.

 

“——”

 

Garfiel ise böyle bir şeyin vakti olmadığını biliyordu.

 

Onun görevi saldırı altında olması muhtemel çok katlı Belediyeye dönüp savaşamayacak olanları kurtarmaktı.

 

Fakat yüzleşmek veya yüzleşmemekten önce neyle yüzleşeceği sorunuyla karşı karşıya kalalı çok olmuştu.

 

— Bu hissiyat yersiz olsa da heyecanlıydı.

 

Reinhard karşısındaki acınası kaybı, annesine dair anıları ve hislerini mühürleyişi, kendisini koruyan kibar kızın intikamını alamayışı, bir pusuyla karşı karşıya kalan bir müttefikini tehlikeli bir durumda bırakışı.

 

Böylesine önemli şeylerin ellerinden kayıp gidişi kendisini güçsüz ve boş hissetmesine sebep oluyordu.

 

[Sığınaktan] ayrılan, dünyayı gören Garfiel, kendi güçsüzlüğünün farkına varıyordu.

 

[Sığınaktaki] Garfiel’in güçlü olduğunu düşünmeye devam edeceği kesindi. Çünkü tek karşılaştırma ölçütü kendisiyken geliştirdiği dövüş yeteneklerinden yana hiçbir şüphesi olmayacaktı.

 

Fakat [Sığınaktan] ayrılan, dünyayı gören Garfiel, çok daha büyük güçlerin varlığını tanımıştı.

 

[Sığınakta] geçirdiği vakte kıyasla gücünde bir azalma olmamıştı. Fakat karşılaştırma ölçütü hayallerindeki kendisi olmaktan çıkınca nispeten güçsüz hale gelmişti.

 

Kısacık iki gündeki bilinç değişimiyle bu sonuca net bir şekilde varabilmişti.

 

Güçsüzlük ve kayıp iç benliğini açığa çıkartmış, blöf yapan bir veletten ibaret olduğunu anlamaya zorlanmıştı. İç benliği tereddüt, şüphe, pişmanlık yaratıyor, kalbinin bocalayışı onu güçsüzleştiriyordu.

 

— Ve solgun ruhuna yaşam katan şey, tam olarak Kurgan’dı.

 

Kahraman [Sekiz Kollu] Kurgan, Vollachia İmparatorluğu kahramanı. Çok Kol Klanının en güçlü üyesi.

 

Hayalet Satırlarını hazırlamış, Garfiel’i yüzleşmeye layık bir savaşçı olarak görmüştü. Bu kendi değerini bulamayan Garfiel için o kadar önemliydi ki.

 

Savaşan ikili kanala çakılmış ve Garfiel o noktada su savaşlarındaki tecrübesizliği gereği dayanağını yitirmişti. Büyüyle diriltilen Kurgan’ınsa nefes almaya ihtiyacı yoktu ve sonuç almak istediği takdirde Garfiel’in boğulmasını beklemesi yeterliydi.

 

Ancak savaş tanrısı, kanalın bir sığınakla bağlantılı olan duvarını kırmış ve Garfiel’in hayatta kalmasına müsaade etmişti.

 

Peki amacı neydi?

 

Garfiel: “İlk başta… merhamet gösterisi olduunu düşündüm.”

 

Kurgan: “——”

 

Garfiel’in aydınlanışıyla gelen kararlılığından önce Kurgan, onu bir savaşçı olarak görmemişti.

 

Saldıran bir çocuğu fırlatıp atmak, ağlayan bir bebeği tekmelemek bir savaşçının yapacağı şey değildi. Ve bu yüzden kıyamet kopartan Garfiel’in karşısındaki Kurgan, yalnızca ondan kaçınmakla yetinmişti.

 

Ama bu yanlıştı.

 

Tam da bu yüzden Garfiel, savaş tanrısı olarak gördüğü kişi karşısında dimdik durmuş, kalkanlarını kaldırmıştı.

 

Bu yüzden ünlü Hayalet Satırların çekilişine tanık olup bir savaşçıyı selamlama duruşuyla karşılanmıştı.

 

Bu tavırdan sonraysa Garfiel’e ne merhamet ne de acıma gösterilmişti.

 

Kurgan’ın aradığı şey, Garfiel’e karşı zafer kazanmak için gerçekleştireceği belirleyici savaşın sonucuydu.

 

— Ve iki savaşçı arasındaki mücadele yalnızca karşılıklı bir darbeyi sonuç kabul edebilirdi.

 

Garfiel: “Hey, lanet olasıcalar… daha ne kadar gözlerinizi dikip bakmayı planlıyosunuz?”

 

Garfiel iki kolundaki kalkanları kontrol etmiş olsa da sözlerinin muhatabı Kurgan değil, onları izleyen seyircilerdi.

 

İki adamın içeri dalışından bu yana savaşçılar arasındaki bu savaşı sessizce gözlemleyenler — sığınmacılar.

 

Kılık kıyafet ve hatta ırk farklılıklarına rağmen bir araya toplanmış, tek ortak noktaları savaş kabiliyetleri olan -savaşçı olmayan- ve tek bir saldırıyla havaya uçurulabilecek bir topluluktu.

 

Garfiel kaybedecek olursa hiçbiri Kurgan’a etkili bir hasar veremezdi. Kurgan’ın savaşçı olmayanlara gaddarlık sergileyeceğini hayal etmek zor olsa da muhtemelen bunu bilen tek kişi onunla yüzleşmekte olan Garfiel’di.

 

Ve bu yüzden,

 

Garfiel: “Tek bakışta anlamış olmanız lazım. Ordan izleseniz bile hamle yapabilceeniz hiçbi nokta yok. Acele edin de bunu fırsat bilip dışarıda bi sığınak arayın…”

 

Fred: “—Görkemli Kaplan—!”

 

Garfiel: “Ah…?”

 

Garfiel’in grubu ayrılmaya teşvik eden sözleri kuvvetli bir bağırışla bastırılmıştı.

 

Hissettiği baskıdan kaşları çatılan Garfiel’e bu şekilde seslenen ve bu tabiri kullanan kişi, gözlemcilerin arasındaydı.

 

Gözleri yaşlarla dolu, yanakları kıpkırmızı oğlan, kıyafetinin ucunu sımsıkı tutuyordu.

 

Garfiel’in şaşkın görünüşü karşısında sulu gözlerini ona dikmişti. Garfiel’in yanıt vermekte zorlanacağı kadar güçlü bir iradeye sahipti.

 

Garfiel: “Hey, ufak velet… ne halttan bahsediyosun…”

 

Fred: “Görkemli Kaplan—!”

 

Garfiel: “——”

 

Fred: “G, görkemli·kaplan—!”

 

Oğlanın titreyen sesi, sessizleşen Garfiel’e böyle ulaşıyordu.

 

Hislerini başka nasıl ifade edeceğini bilemezmişçesine ismiyle sesleniyordu.

 

Altın kaplanın ismi buydu. Garfiel Tinzel’in hasretini çektiği isim, en güçlü kaplanın ismi buydu.

 

Peki neden, neden şu anda ona bu isimle sesleniyordu? Ne anlatmak istiyordu?

 

Oğlanın kızaran yanaklarından gözyaşları dökülüyordu.

 

Oğlanın çığlıkları tüm yeraltı seyircisine ulaşıyordu. Ve herkes, bu ifade edilememesine rağmen aktarılabilen tutkuyu paylaşıyordu.

 

Garfiel: “Yeter, yeterince tekrar ettin, git artık.”

 

“Görkemli Kaplan——!”

 

Garfiel’in iç çekişi, altın kaplana seslenenlerin çığlıkları altında gömülmüş durumdaydı.

 

Oğlan, kendisiyle aynı sarılıkta saçlara sahip bir kız tarafından arkadan kucaklanmıştı. O kız, oğlanın ablasıydı. Küçük kardeşini korumak isteyen tavrıyla titrek bakışlarını Garfiel’le buluşturmuştu.

 

Onun dudakları da dur durak bilmeksizin titriyordu. Ve sessizliğin sesi olmayan bir sesle altın kaplanın ismini sesleniyordu.

 

“Mutlaka kazanmalısın!”

 

Bu ses ne oğlana ne kıza aitti ve tabii ki Garfiel’e de ait değildi.

 

Yeraltı alanındaki başka bir adam, tek yumruğunu kaldırarak seslenmişti.

 

Garfiel: “Bekleyin, size kaçmanızı sölemiştim…”

 

“Savaş ve kazan!”

 

“Sakın kaybetme!”

 

“Bi, bizim yapabileceğimiz tek şey… izlemek olsa bile!”

 

Garfiel’in nutku tutulmuştu.

 

Onları kaçmaya teşvik eden sesi, mütemadiyen başka seslerin altında gömülüyordu.

 

İlgisini yeniden kaydırdığında fark ettiği oğlanın sesindeki heyecan yeraltındaki herkesin kalbine dokunuyor, Garfiel ve Kurgan’ın düellosunu izleyen tek bir kişi bile kaçmaya hamle etmiyordu.

 

Sağduyusunu kullanan, düşünmek için sakinleşen kim burada kalmanın doğru olduğunu düşünürdü ki? Herkes şaşkına dönmüştü. Sırf bu anlamsız kararlılık ve inancın hatırına kendilerini feda etmeleriyle sonuçlanması muhtemel bir karar veriyorlardı.

 

Garfiel: “——”

 

Bu ne halta yarar ki diye düşünüyordu Garfiel.

 

Burada kalmanın ne anlamı var? Seslerini yükseltip desteklerini göstermeleri de ne demek oluyor?

 

Acele edip kaçsalar çok daha iyiydi. İşin içine onları da dahil etmekten yana endişelenmesine gerek kalmazdı. Kendisi kaybetse bile feda edilme olasılıkları düşerdi. Böylesi çok daha mantıklıydı.

 

Ama tek bir tanesi bile kaçmıyordu, peki sebep neydi?

 

Garfiel: “Kaptan… konuşmanın çok güçlü bi etki doğurduu kesin…”

 

Garfiel’in ağzından Subaru’nun adı dökülmüş, onun tüm şehre aktardığı kelimeleri anımsamıştı.

 

Subaru şehirdeki herkesin kalbine dokunmuş, tedirginlik ve dehşete kapılmış olan herkesi bir araya toplayan, güçsüzlüğünü ilan eden güçlü bir yayın yapmıştı. Son umut kırıntısı olan titrek bir mum alevi yakmıştı.

 

Ve o ateş insanların kalplerini ısıtmak için yanıp sönmüş, yeniden alevlenmek için bir sonraki değişimi bekler olmuştu.

 

Ve onlar için, o alevlenme anı şu andı.

 

Ve şu anda Garfiel için de aynı şey geçerliydi.

 

“Görkemli Kaplan—!”

 

Birlik, sona ermemişti.

 

Altın kaplana ilk seslenen, Garfiel’in doğumundan haberdar olmadığı küçük erkek kardeşiydi. Ve aynı şekilde kardeşini korumak isteyen küçük kızın doğumundan da haberdar değildi.

 

Küçük erkek kardeş ve küçük kız kardeş doğruca Garfiel’e bakıyordu.

 

Hafızasını yitirişinden sonra annesini kabullenen şehrin sakinleri, doğruca Garfiel’e bakıyordu.

 

Garfiel: “Eer bu savaşçılar arasındaki bi düelloysa… normale kıyasla bayaa gürültülü.”

 

Kurgan: “——”

 

Garfiel: “Gerçekten kusura bakma. Başından beri canını sıkıyoruz. En can sıkıcı olanlar da harika benliimin küçük erkek kardeşi ve kız kardeşi. Bu işten sonra adamakıllı bir azar yiycekler.”

 

Kurgan: “——”

 

Garfiel: “Öyleyse.”

 

Savaş tanrısı tek kelime etmeksizin savaşçı ruhunu hazırladı.

 

Takındığı tavrın nihai bir güç taşıdığını belirtmeye gerek yoktu.

 

Garfiel ise yumruklarını sıktı, kollarındaki kalkanları birbirine kenetledi.

 

Çeliklerin çarpma sesiyle birlikte yükselen kıvılcım eşliğinde dişlerinin ardından derin bir nefes aldı.

 

Garfiel: “[Sığınağın Kalkanı] … yo,”

 

Kurgan: “——”

 

Garfiel: “[Görkemli Kaplan], Garfiel Tinzel.”

 

İsmin ilan edilişi, bir savaşın başlaması anlamına gelirdi.

 

Kurgan ise Garfiel’in ismini ilan edişi karşısında sessizliğini koruyordu. Yalnızca Hayalet Satırlarını sürtmüş ve rakibine savaşma arzusunun üstünlüğünü sergilemişti.

 

Bu kadarı yeterliydi.

 

Garfiel: “Haaa, aaaaaaaah!”

 

Garfiel taş zemini tekmeleyerek öne atıldı.

 

Kurgan da onu aynı şekilde karşıladı ve aralarındaki mesafe bir anda sıfıra indi.

 

Vuruyor demek çok keskin kaçar, kesiyor demek çok kaba kaçardı ama Garfiel’in dur durak bilmeksizin sergilediği saldırıları her halükârda nefes almaya pay bırakmıyordu.

 

Hayalet Satırların temas ettiği hava ölürcesine kesilip biçilmiyor, ses çıkarmıyor, her biri savaşçılıktan gelen tehlikeye yönelik içgüdüleri sayesinde Garfiel tarafından yakalanıyordu.

 

O her etkileşimde sekiz elle baş etmek zorunda kalırken o sekiz el yalnızca bir taneyle yetiniyordu.

 

Garfiel ve Kurgan’ın el sayısının farklılığı gereği Garfiel’in galip gelmesi göğü aşıp arşa ulaşması kadar zordu.

 

Yine de harekete geçmeden ulaşamayacağı kesindi. Ve işte bu yüzden bu savaşı başlatmış, her şeyini ortaya koymuştu.

 

“——”

 

Bedenini hedef kılan, kör bir darbe aldığı anda bile etiyle kanını hırpalayabilecek olan ağır saldırılarla karşı karşıyaydı. En ufak bir tereddüdü olmaksızın ayağını kaldırarak hızla kendisine yaklaşmakta olan bir Hayalet Satırı tek adımla parçaladı.

 

Hemen tepeden inen topuğunun Hayalet Satırın gövdesini parçalayışıyla o kalın gövde taş zemini delip geçti ve dağılan kayaların şiddetli sesi, tüm şehrin titrediği illüzyonunu yarattı.  

 

Öncelikli olarak birinin icabına bakmıştı ama gardını indiremezdi.

 

Kırık Hayalet Satırın yeri delip geçişiyle aynı saniyede ikinci satır, rakibinin sol omzuna doğru havadan yay çizerek ilerledi. Sağ kulağıyla Hayalet Satırın uğultusunu işiten Garfiel anında kollarına bağlı kalkanlarla kendini savundu. Ve kollarını kaldırışıyla tamı tamına aynı saniyede ulaşan saldırı, bir an için dikkat dağıttı.

 

Sağından gelen darbe dirseğini çatlatırken bileği tamamen paramparça oldu. Dişlerini öylesine sıktı ki kanlar damlamaya başladı. Bu da ikinci eldi.

 

Boştaki üçüncü ve dördüncü eller aynı anda saldırdı.

 

Devasa formuyla Kurgan’ın sıkılı yumrukları bir çocuğun kafatasından ufak değildi. Koskoca bedenlerinin koskoca güçleriyle indirecekleri bir darbenin gücünün bir savaş gemisinin gücüne denk olduğu söylenebilirdi.

 

Demir tabakaları delip geçebilecek bir yumruğun da kafasına aldığı darbe sonrasında zihni uyuşan Garfiel’e yaklaşmakta olduğunu söylemeye gerek dahi yoktu. Bir yumruk bedenine, bir yumruk kafasınaydı ve ikisinin de doğrudan teması bir insanın patlamasına sebep olabilecek yeterlilikteydi.

 

Garfiel’in bedenine yoğunlaşan darbe, karnına sürtündüğü anda yanıp tutuştu.

 

Alevle kavrulmuşçasına kurumuş bir halde, doğal olmayan bir güçle ulaştı.

 

Bedenini büküşüyle bu yumruk, yalnızca karnının yüzeyine sürtünmekle yetindi. Bu üçüncü eldi.

 

Bedeninin yarısı bilincine sorun yaşatırken Garfiel, sağ eliyle suratına yaklaşan yumruğu engelledi. Ve halihazırda kırık, çatlak olan sağ kolu bu muazzam gücün karşısında tamamen dağıldı.

 

Dirsekten bileğe, bilekten parmak uçlarına dek bu elin ele benzer hali kalmamıştı. Bileğine takılı kalkanı da uçup gitmişti. Fakat bir eli yitirmek ölümcül bir yara sayılmazdı. Garfiel bedenini bükerek saldırıyı alnıyla karşıladı. Ve Kurgan’ın yumruğuna kafa atarak dördüncü elin darbesinden kaçındı.

 

Geriye beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci kalmıştı. Hala yolu vardı. Çok yolu vardı. Bir insanı güldürecek kadar çok. Dişlerine dek titretecek kadar çok.

 

Garfiel: “—Aaaaaaaaaa!”

 

Beşinci ve altıncı eller de boştu. Geriye tek bir Hayalet Satır kalmıştı ve henüz hayati bir yara açılmamıştı.

 

Bu ellerin ikisi de sol eldi ve ikisi de omzun altından, bedenin yanından çıkarak aynı anda saldırıyordu. Onları engelleyebileceği sağ eli işe yaramaz hale gelmişti. Sol eli zamanında yetişemezdi. Hiç tereddütsüz sağ ayağını öne uzattı.

 

Ayak tabanlarının çıkarttığı su sesiyle aynı anda iradesini toprağa aktardı.

 

Zaman zaman ona güç veren, zaman zaman da kaprislerine boyun eğen toprak bu defa da ona gücünü bahşetti.

 

Ve ayaklarının altı kayan Kurgan’ın alt bedeni dengesini yitirdi.

 

Buna rağmen savaş tanrısı hiç duraksamadan kendisini doğrulttu. Hareketlerinde tereddütten eser yoktu. Lakin sarsılmaz dikkatinde bir boşluk oluşmuştu.

 

İşte Kurgan’ın dikkatinin ayaklarına kaydığı o anı fırsat bilen Garfiel, öne atıldı.

 

Ayağını kaldırdı, bedenini döndürdü, kafasını yaklaşmakta olan iki yumruğun arasına gömdü. Ve bir fırtınanın gözündeymişçesine iki yumruk da bedeninin arkasına ulaştı.

 

Ayaklarının yere temasıyla birlikte kendi muhakemesi karşısında ürperdi.

 

Kendisi bile neden böyle bir muhakemede bulunduğunu bilemiyordu, bir anda gelişen bir düşünce ve karardı. Beyni alev alevdi. Kalbi alev alevdi. Hayatı patlamanın eşiğindeydi.

 

Beşinci ve altıncı ellerin icabına bakılmıştı. Sırada yedinci ve sekizinci eller vardı—.

 

“——”

 

Garfiel’in tüyleri ansızın diken diken oldu.

 

Altı elinin saldırıları da atlatılan Kurgan, kalan ikisini Garfiel’in işini bitirmek için kullanmak istiyordu. —Ölümcül bir darbe yaklaşıyordu.

 

— Yedinci eli atlamış, sekizinci ve son elle saldırma kararı almıştı.

 

Bir saldırıyı tek eliyle durdurarak Hayalet Satırları kuşanmak adına kullandı.

 

Sağ eli Hayalet Satırın topuzunu tutarken sağ omzundaki el, satırın bedenini sımsıkı kavramış durumdaydı. Güçlüden de öte bir darbe, aşağıdan Garfiel’i karşılamak üzereydi.

 

Dört bir yandan kuşatan öylesine bunaltıcı bir varlıktı ki insan ne kadar gizlenmeye çalışırsa çalışsın öleceğine inanırdı.

 

Öyle bir manzaraydı ki önceki altı elin saldırılarını nafileymiş gibi gösteriyordu.

 

Kaçınmak gibi bir şey düşünülemezdi.

 

Geri çekilmek, kenara sıçramak veya öne atılmak gibi şeylerin her biri darbeyi doğrudan yemekle sonuçlanırdı.

 

Bu saldırının sonucunda bir et parçasına dönüşeceğini gözünde canlandırabiliyordu.

 

Kaçmak imkansızdı. Saldırmak daha da pervasızca olurdu. — Tek bir seçenek vardı, işte bu yüzden…

 

Garfiel sağlam sol elini kafasının üzerine yerleştirip belini büktü.

 

O anda hala işitilebilir olan bir ses mevcuttu. Küçük erkek kardeşin, küçük kız kardeşin ve kalabalık bir grubun tezahürat sesi.

 

Tek bir anda tahminde bulunmuş, tek bir anda hareket etmişti ve sonuç burnunun ucundaydı.

 

“——”

 

Hayalet Satır kımıldar kımıldamaz Garfiel bu dünyadan ebediyen ayrılacaktı.

 

Her şeyi kapsayan bir sessizlik, her şeyi kapsayan bir biçimsizlik. Dış sesler bir anda ortadan kayboldu. Odağını sınırlarına dek keskinleştiren Garfiel’in ilgilendiği tek şey Kurgan’dı.

 

Hayalet Satır, anormal bir uyuşuklukla Garfiel’e doğru alçalıyordu.

 

Garfiel kafasını kaldırdı, saldırıyı karşılayan hareketleri de bir o kadar yavaştı. Kaygı uyandıracak kadar durgun bir dünyada Garfiel’in elinden gelen tek şey dişlerini adamakıllı sıkmaktı.

 

Yanlış, kendi dünyasında dönecek vakti vardı.

 

Subaru’yu gördü. Ram’ı gördü. Mimi’yi gördü. Frederica’yı gördü. Lewes’i anımsadı ve Emilia’yı. Otto da belirdi, o piç Roswaal’ı düşündü, Beatrice’i, Petra’yı ve [Sığınaktaki] herkesi gördü ve sonra da annesi Reshia’yı, küçük erkek kardeşini ve küçük kız kardeşini.

 

[Sığınakta] yaşanan mücadele, Garfiel’in kendi güçsüzlüğünün ayırdına varmasını sağlamıştı.

 

Dünyanın büyüklüğünün farkına vardığında, Reinhard’a yenildiğinde, Sığınaktan ayrılmadan önceki halinden daha güçsüz olduğu şeklinde yanlış bir izlenime kapılmıştı.

 

— Ama bu imkansızdı.

 

Daha fazlasını kucaklamak daha zayıf olmak anlamına geliyorsa insanlar ne diye yaşıyordu ki?

 

Kucakladığın her şeyi korumaya yetecek kadar güçlü olmak kafiydi.

 

Garfiel: “Ah — rahatladım.”

 

Ansızın kalbine bela olan o sıkıntı uçup gitmişti.

 

O anda Hayalet Satırın sol kolundaki kalkana saplanışıyla tüm bedenine bir yıldırım yemiş hissiyatı yayıldı.

 

“——hk!!”

 

Sol koluyla sağladığı defans, Hayalet Satır tarafından anında aşıldı.

 

Aynı sağ kolu gibi bileği, dirseği, pazısı ve hatta omzu bile onarılamayacak hale geldi.

 

Bir kabustaymışçasına kırık bir kolun tanıdık acısını hissederken ıstırabı görüşünü kırmızıya buladı, düşünceleri tam bir boşluk haline ulaştı. Ve ağzını açarak bir uluma sesi çıkarttı.

 

Başından beri sıktığı dişleri gevşedi, biriken her bir yarası için bir çaresizlik korosu başladı.

 

Hayalet Satırın saldırısı sona ermemişti.

 

Sol elini parçalayan satırda Garfiel’in kafasını kesecek kadar momentum mevcuttu. Böyle bir güç Garfiel’in ufak bedenini paramparça etmeye, onu kıymaya çevirmeye yeterdi.

 

Peki savaş tanrısı, ölür gibi ıstırap çığlıkları atan bu genç savaşçıyı nasıl görüyordu?

 

Kalbinde şefkat ve acımadan — eser yoktu.

 

Savaşçılık prensibinde bir taraf nefes almayı bırakmadıkça ona acımak gibi bir şey olmazdı.

 

“—Aaaaaaaa!”

 

Garfiel ıstırap çığlıkları eşliğinde kafasını eğmişti. Yürek parçalayıcı ses uzun bir süredir yankılanıyordu ve sonra,

 

Garfiel: “—aaaa, gah.”

 

O ses sona erdi, Garfiel dişlerini sıktı. Yeniden sıktığı o dişlerde, gümüşi bir ışıltı mevcuttu.

 

O ışıltı, mahvolan sağ kolundan düşerken dişleriyle yakalamış olduğu gümüş kalkana aitti.

 

Garfiel: “Gaaaaah, aaaaaaah—!”

 

Kafasını döndürüp ısırdığı kalkanla suratına inen Hayalet Satırı karşıladı, ısırdığı kalkan ikinci bir defans hattı sağladı ve saldırının ulaştığı saniyede yana doğru savurdu. Burnundan kanlar fışkırıyor, dişleri tek tek uçuyor ama diz çökmüyordu.

 

Hayalet Satırın ağırlığını ısırma gücü ve kuvvetli boynuyla destekliyordu.

 

Çelikle çelik arasındaki çarpışmanın kıvılcımları yükseliyor — yaratılan ateş Garfiel’in bilincinin gidip gelmesine yol açıyordu.

 

“——”

 

Gözlerinin beyazı görünmeye başlasa da nasıl bir iradeye sahipse hala boynunu desteklemeyi sürdürüyordu.

 

Bu savaşma içgüdüsü müydü yoksa bir yaratığın canlılığı, hayatta kalma gücü mü?

 

Ansızın kanlar fışkırmaya başladı. Uçsuz bucaksız kan öbekleri öne fışkırıyor, kan kırmızı çiçekler yeraltı alanını dolduruyordu.

 

Kaynağıysa Kurgan’ın sağ eliydi, Hayalet Satırı tutan o son sağ eli.

 

Üzerinde Garfiel’in son saldırdığı seferden kalan, elden üst kola dek kemiklerini gösterecek derinlikte olan bir yara mevcuttu. Az önceki darbeyle de o yara tamamen açılmıştı.

 

Kurgan’ın suratında en ufak bir şaşkınlık yoktu. Acıya bağlı bir ifade değişikliği de.

 

Bu kadarı gayet normaldi. O bir cesetti. Acı, insanları yaşamaya teşvik etmek, yaşamın mum ışıklarının minimum sınırın ötesinde hala yanıyor olmasını sağlamak adına var olan bir şeydi — ölüler böyle bir şeye ihtiyaç duymazdı.

 

Ve bu yüzden Kurgan, sağ kolundaki yaranın etkisini görmezden geliyordu.

 

Olabilecek en mükemmel saldırıyı gerçekleştirmeyi sahiden arzuluyorsa son darbe hala işler haldeki sol elinden gelmeliydi.

 

Başarı veya başarısızlık burada, tek seferde kararlaştırılmıştı — demek için doğru bir an değildi.

 

Yine de-

 

Garfiel: “—ah.”

 

Sekiz elin saldırısına direnen Garfiel’in kanlı yüzünden bir iç çekiş sesi yükseldi.

 

Dişlerinin arasındaki kalkan gümbürtüyle yere çakıldı. Kurgan’ın ön tarafı alabildiğince açıktı. Ancak Garfiel’in sol tarafı da sağ tarafı da hiçbir işe yaramıyordu, iki bacağının kasları da ağır darbelere direnemeyecek kadar bitap düşmüştü. Buna rağmen tek bir adım için sıçrayabilirdi.

 

E peki sıçradıktan sonra ne yapacaktı? Elleri bir işe yaramazdı. Geriye kalan—

 

Garfiel: “Aaaaaaaaaaaaaaaaaa!”

 

Garfiel bir bağırış koyuvererek kanayan ağzını irice açtığı gibi Kurgan’a atıldı.

 

Garfiel’in dişleri, hareketsiz savaş tanrısının boynuna saplandı. Ve kalın kasları rahatlıkla delip geçen dişler, hayati önem taşıyan organların temelini baltaladı.

 

Rakibini bu şekilde ısıran Garfiel bedenini büktü, dişleri kasları ve sinirleri parçalarken koca bir boyun parçası kopartarak çiğnedi.

 

Garfiel: “Hah, ah.”

 

Sonra da tamamen korunmasız bir şekilde yere yığılıp parçaladığı eti tükürdü. Boynundan kanlar fışkıran Kurgan’ı izlerken de kafasını çevirip kusmaya başladı.

 

Elleri gitmiş, birkaç dişini kaybetmiş, bedeni kana bulanmıştı.

 

Yaralarla kaplı Garfiel tarafından ölümcül bir şekilde yaralanan Kurgan ise hala göğsü dimdik şekilde ayaktaydı. Bu bir kahramanın ruhuydu ve insanın kalbine dokunacak kadar etkileyiciydi.

 

“——”

 

En nihayetinde Kurgan yavaşça dönerek Garfiel’le yüz yüze geldi.

 

Yerde yatarak kendisine bakan savaşçıyla yüzleşen savaş tanrısı, kollarını sakince göğsünde kavuşturdu.

 

Ve sonra,

 

Kurgan: “— Muhteşem.”

 

Zayıf ve ağır bir baritonla galibi övdü.

 

Garfiel: “Aah…”

 

Ve ona yanıt verecek vakit dahi tanımadı.

 

Kurgan’ın bedeni, Garfiel’in kocaman açılmış gözleri önünde yığılıp kaldı.

 

İnsanın görebilmek için boynunu kaldırmasını gerektirecek kadar iri beden, kum gibi dağılırken yabancı suratı taşa ve küle döndü. Böylesine keder doğuran böylesine bir sonla ölünün bir kez daha ölüşü — işte sonuç buydu.

 

Garfiel: “… Ne hoş sözler.”

 

Savaş tanrısının ufalanıp küle dönüşüne tanık olan Garfiel, hoşnutsuzca iç çekti.

 

Onun böyle doğal olmayan bir şekilde yaşamasını arzuluyor değildi ama ölümüne bir düellonun sonunda bir boşluk hissi taşıması doğaldı.

 

Ve dolayısıyla bu yalnızca Garfiel’in ifade edecek başka bir yeri olmayan kederinin yansımasıydı.

 

Garfiel: “Ah, lanet olsun… siktir, kahretsin…”

 

Kan akışı çok fazlaydı.

 

Yerde yatan Garfiel tüm bedeniyle [Toprak Ruhu İlahi Korumasını] kullanarak topladığı manayı bedenini onaracak bir şifa büyüsüne çevirdi. Bilhassa elleri ve suratı faciaydı.

 

Yeryüzündeyken henüz iyileştirmediği yaraları seri saldırılar takip etmişti. Ağır yaralar alması pek şaşırtıcı değildi.

 

???: “Görkemli Kaplan!”

 

Varını yoğunu iyileşmeye adayan Garfiel, hıçkırıklarla karışık bir bağırış işitti.

 

Su birikintilerini adımlayarak yaklaşan figürler, kız ve erkek kardeşlerine aitti. Diğerleri de yaklaşıyor ama Garfiel’in gözleri yalnızca o ikisini görüyordu.

 

İkisi de ağlamanın eşiğinde görünüyordu — yo, ikisi de ağlıyordu.

 

Yapacak bir şey yoktu. Diğerlerinin de görebildiği üzere Garfiel’in durumu felaketti. Ve bu manzaraya aşina olan biri olarak hayatta kalmak akıl almazdı. Bir şifa uzmanının suratı bile bu manzara karşısında korkunç bir beyazlığa erişir, acilen müdahale edilmesi gerektiği düşünülürdü.

 

Bu da Garfiel’in cehennemi andıran kaç sınavdan geçtiğinin kanıtıydı.

 

Tabii ki kendisiyle gurur duymak istese de—

 

Garfiel: “Kurtuldum… ama, pek zaman kazanamadım.”

 

[Sekiz Kollu] Kurgan’ı mağlup etmiş olması zaman kazanmakta başarılı olduğu anlamına gelmiyordu.

 

Evet, bu Garfiel’in mücadelesiydi ama yalnızca onun mücadelesi değildi. Belki de o burada savaşa sürüklenirken bir müttefiki tehlikeye girmişti.

 

Belediyeye dönmesi gereken Garfiel, oturur pozisyona geçti.

 

Sözlerini işiten ve hareketlenişini gören kardeşlerinse ifadeleri değişti. Bilhassa kız kardeş, öfke dolu bir görünüme büründü.

 

Kız Kardeş: “Sen, sen salak mısın!? Hadi, yat çabuk! Hemen… evet, hemen, hemen bir doktor çağıracağım…”

 

Garfiel: “Doktora ihtiyacı olan başkaları var. Harika benliimin yapcak başka işleri var, ufaklık.”

 

Garfiel suratı kıpkırmızı kesilen küçük kardeşine başıyla onay verdi. Fakat taze kanlarla kaplı suratı pek ikna edici görünmüyor olabilirdi. Küçük kız kardeşin acılı gözyaşları akmayı sürdürüyordu.

 

Bu süreçte kırık kol kemikleri birbirine bağlanmıştı. Henüz tamamen düzelmiş olmasa da bir iki adım atmak, bayılmasına sebep olmamlıydı. Bu sonuca vararak ayaklandı.

 

Kız Kardeş: “Be, bekle bir dakika… Sen, sen gerçekten gidecek misin?”

 

Garfiel: “… Yayını, sen de duydun mu?”

 

Kız Kardeş: “Eh… mm, mm.”

 

Parmak uçlarından hala kanlar damlıyor olan Garfiel, bu yanıtı aldı.

 

Yayındaki ses küçük kız ve erkek kardeşine cesaret vermiş, Garfiel’e son bir itiş sağlamıştı. İşte bu yüzden Garfiel’in yayındaki o sese borcunu ödemesi gerekiyordu.

 

İyi olacağını söylemişti, Subaru iyi olacağım demişti ve bu yüzden öyle olmalıydı.

 

Garfiel: “Bu yüzden harika benliim—”

 

Kız Kardeş: “Ah!”

 

Bir sendeleyişle kanlı bedeni dizlerinin üzerine yıkıldı. Küçük kız kardeş her an düşebilecekmişçesine aceleyle bedenini desteklerken de Garfiel dilini şaklattı.

 

Ve ardından, küçük erkek kardeş Garfiel’in önündeki yerini aldı.

 

Fred: “Görkemli Kaplan.”

 

Garfiel: “… Selam, ama üzgünüm, beni durdurmak için her ne diyceksen işe yaramiycak.”

 

Fred: “O, ondan değil. Görkemli Kaplan, kıyafetlerin ışıldıyor.”

 

Küçük kardeşin iddiasını işiten Garfiel, bakışlarını eğerek nihayet farkına vardı.

 

Paramparça kıyafetlerinin belindeki kumaş parçasından narin bir ışıltı yayılıyordu.

 

Orada duran şey, iletişim aynasıydı. Belediyeyle iletişim kuramadığı için aynanın işe yaramaz olduğuna karar vermişti. Ama şu anda ışıldıyor oluşunun anlamı,

 

Garfiel: “Bozulduunu sanmıştım!”

 

Kız Kardeş: “Ben, ben çıkartayım.”

 

Garfiel hızlıca nefes alırken küçük kız kardeş beline uzanarak durdurulma fırsatı tanımadan iletişim aynasını çıkarttı. Aynanın yüzeyi ışıldıyordu, bu da başka bir noktadaki başka bir iletişim aynasından seslenildiği anlamına geliyordu.

 

Başka bir deyişle karşıdaki ya belediyedendi ya da kendi tarafından başka bir grup.

 

Kız Kardeş: “Ne, ne yapmalıyım…?”

 

Garfiel: “Buraya getir. — Kim o?”

 

Küçük kız kardeş aynayı dikkatlice Garfiel’e yaklaştırdı. Garfiel, aynanın yüzeyine bakarak seslendi.

 

Ve iletişim aynası yavaşça parlamaya başladı.

 

#Bu bölümde aynı olayların peş peşe iki farklı şekilde çevrilmesi, bazı cümlelerin yarıda kalması ve benzeri sıkıntılar vardı. Muhtemelen İngilizce çeviri tarafı düzenleme yapmadan öylece paylaşmış. Tekrarlanan kısımları silmeyi tercih ettim, anlaşılmaz bazı cümleleri de olay örgüsüne uygun gördüğüm şekilde çevirdim, bilginize.

Garfiel’in savaşı bayağı kanlı, bayağı vahşi ve bayağı iyiydi. Bir savaş tanrısının takdirini kazanarak savaşın galibi olan Garfiel’in etrafındakilerin de gönlünü kazandığı kesin. Peki aynanın karşısında kim var? Geçen bölümde ayna başında bıraktığımız Ferris-Anastasia-Al cephesi mi? Maalesef bir sonraki bölümde bu ayna konuşmasını değil, Liliana ile Priscilla cephesini okuyacağız. Bugün tam bölüm attım, cuma minik bir tatil yapıp bölüm atmayıp haftaya salı yeniden tam bölüm atacağım. Orada görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr