**Bu bölümdeki anlatıcı Liliana, yani birinci şahıs cümleleri onun düşünce ve eylemleri. Vakit ise 23-24. bölüm civarı Subaru’nun Öfke saldırısı için Beatrice’i alıp gittiği sıralar. Okumaya bu bilgilerle başlarsanız kafa karışıklığı olmaz :)
Priscilla: “Bir tür karışıklık var gibi görünüyor… takip etmemenin pişmanlık getireceği kesin.”
Emilia: “Ha?”
Beatrice’in elini çekiştiren Subaru-sama her nedense bir şeyler mırıldanarak parkı alelacele terk etmişti.
Bu açılış kelimeleriyse onların uzaklaşışını izleyen Priscilla-sama tarafından sarf edilmişti. Çok ani olmaları gereği Emilia-sama’nın gözleri irileşmişti. İki güzel kadının bakışlarının buluşmasıysa hoş bir manzara yaratmıştı.
Müsaadenizle bu ciddiyetsiz şekilde yaydıkları aurayla doğan atmosferin tadını çıkartalım.
Çarpışan bakışları alevli yaprakları harekete geçiriyordu!
İnce ve zarif kırmızı gözler ile hafiften eğimli soluk ametist gözler.
Emilia-sama’nın dalıp gittiği Priscilla-sama’nın zarif burnundan bir hıh sesi yükselirken kolları kavuşmuştu. Göğsü, memeleri vurgulanmıştı. O iri memelerin agresif bir şekilde zıplayışı karşısında ben de sessizce kendi göğsümü okşadım. Dümdüzdü.
Emilia: “Bu da ne demek oluyor?”
Priscilla: “Hiç, neyse o. Bu derece bir tutarsızlığı sen de görebilmiş olmalısın. Yoksa gerçekten sorgulama niyetinde misin? Öyleyse insanın canını acıtacak derecede gülünesi demektir.”
Emilia: “——”
Priscilla: “Efendi ve hizmetkarı arasında bile sırların olması… inanmak için fazla komik bir şey. Hizmetkarların yalnızca ellere ayaklara ihtiyacı vardır, bu tarz bir şeye müsaade edilmesi efendilerinin arzularına uymayan tavırlara sebebiyet verecektir. İçerisinde bulunduğun durum da tam olarak bu.”
Emilia-sama’ya hiç duraksamadan saldıran keskin dili, onda dalgın bir düşünce uyandırmıştı. Umutsuzluğa düşmüş bakışları ve gümüş saçlarının rüzgârda savruluşunun birleşimi gerçekten tarifsiz bir duygu yaratıyordu… Doğrusu son derece utanç verici olsa da bu, rahatlamadan öte bir duyguydu.
Liliana: “Ehehe…”
Her halükârda Emilia-sama’nın düşünceleri de uyum içerisindeydi. Bu yüzden ‘anlaşıldı’ karşılığıyla birlikte Priscilla-sama’ya başıyla onay verdi.
Emilia: “Evet, bu doğru olsa da… sözlerinin doğru olduğuna inansam da benim efendi hizmetkar ilişkisine yönelik düşüncelerim biraz farklı.”
Priscilla: “Benim kararıma itirazda bulunmak sahiden nasıl bir haddini bilmezlik seviyesi. Ve donukluk ve aptallık da bir o kadar kusurlu şeyler. Anlaşmazlıklara ayrılacak vakit yok. Acele et de git hadi.”
Emilia: “Teşekkür ederim. Hemen peşine takılacağım… Gerçi Liliana’yı arkada bırakacağım için üzgünüm.”
Liliana: “Hehehe… uaah!?”
Tam da bu hikayeyi sessizce dinlerken Emilia-sama bana mahcup bir şekilde göz kırptı. Ben de ne kastettiğini merak ederek Emilia’ya tek yumruğumu kaldırdım.
Liliana: “Lütfen endişe etme, Emilia-sama. Şarkıcı Liliana burada! Emilia-sama ve Subaru-sama’nın döneceğine inanıyor, bu yüzden rahat ol ve bu parkı herhangi bir zarardan koruma işini bana bırak!”
Bir şarkıcı olmakla ilgili böyle enerjik kelimeler kullansam da kendime böyle hitap etmek gerçekten utanç verici! Beklediğimden daha da utanç verici!
Emilia: “Tam olarak ne kastettiğinden emin olamasam da sana bırakacağım. Priscilla, Liliana’ya zorbalık etme.”
Priscilla: “İsmimi düşüncesizce dile getirmekten sakın. Benim niyetim açıklandı. Artık git de oynayacağın o palyaçoyu bul.”
Emilia: “Gerçekten...”
Oldukça nahoş kelimeler olsa da Priscilla-sama rahatsız olmamışa benziyordu. Emilia-sama ise onun görüş açısından kaybolduğu ana dek bana endişe dolu bakışlar atmayı sürdürdü.
Ah, elveda, Emilia-sama. Söylenmesi gereken daha pek çok kelime olsa da seni her açıdan inceleyebilmek bile yeterliydi.
Liliana: “İlham geldi. Lütfen dinleyin. — Ayaklarının altından bakmak için.”
Priscilla: “Seni aptal, hoppalık yapacak vaktin varsa o vakti üstün melodileri aramaya harca. Bu dünya senin yeteneğine denk olamaz ama ömrünün sınırları geri kalan herkesle aynı… Sen ve kitlelerden bir başka insanın özdeş bir saniyesinin değeri büyük oranda farklı. Kişinin gönlünce savurganlık yapabilme serbestliği zenginliğin sağladığı bir ayrıcalıktır. Ama kendini geliştirme disiplininden yoksun olmak, kendini bir kanalizasyona bırakmakla eşdeğerdir.”
Liliana: “Övgünle utanıyorum, moralim hızla yükseliyor, hızla düşüyor, bu kadarı ayak uydurmam için çok fazla!”
Övgü müydü? Yoksa azar mıydı? Zeki insanlar konuşurken daima kafa karıştırıcı ve fazlasıyla anlaşılmaz oluyor.
Ben gezgin bir ozanım, nadiren utanç duyarım, ne eğitimim var ne ailem ne de mezarım! Sonu olmadan, sınırı olmadan bu dünyada dolanmaktır benim idealim! Şarkı yolunda!
Priscilla: “İğneleyici sözlerini anlamayan, bambaşka bir dünyada yaşayanlara yapılabilecek bir şey yok. Yine de cahil olmak, övgüyü hak etmemektir. Bu da kıymetli şarkılarının kalitesini etkiler.”
Liliana: “Yoyoyo! Hiç de bile!?”
Priscilla: “— Oh?”
Liliana: “Eek!”
Bu içgüdüsel cevap karşısında Priscilla’nın sesi alçalırken kısılan gözleri güzel ve korkunçtu, her ikisi de bu Liliana’nın anında boyun eğmesini gerektiriyordu.
Liliana: “Lü, lütfen dur, Priscilla-sama… Priscilla-sama’ya karşı çıkmak gibi bir niyetim yoktu…”
Priscilla: “Yeteneğine yakışmayan içler acısı davranışlar sergilemekten sakın. Senin değerinin düşmesi, şarkını öven benliğime bir hakaret olur. Affedildin.”
Aynı avuç çizgilerinde olduğu gibi mutluluğa giden yollar da paylaşılmazdı!
Priscilla-sama’nın böyle bir şeyi neden umursadığından emin olamasam da, eh… birazcık soru sormak büyük bir mesele olmasa gerek, haksız mıyım?
Liliana: “Yani… Priscilla-sama’nın gözünde zekâ ve şarkı birbirleriyle ilişkili?”
Priscilla: “Aynen öyle.”
Liliana: “Ama benim öğrenmek istediğim şey, şarkıyla ilişkisiz temelinde.”
Priscilla: “Oh, peki neden böyle düşünüyorsun?”
Liliana: “- Çünkü şarkımda, kalpleri sarsma şartı karşılanmadı.”
Şarkılar, güçlü.
Şarkılarımın gücünü belirleyemeyen ben ise hala toyum. Şimdilik yalnızca hedefimin yüksekliği ve çabalarımın doğruluğu onaylandı ama daha önümde uzun bir yol uzanıyor.
Şarkım olgunlaşmamış, performansım olgunlaşmamış ama tutku dolu kalbim sahiden de gençliğimden bu yana olgunlaştı.
Liliana: “Neşeyi açığa vurmak için şarkı söylemek fazla eğitim gerektirmez, kederi açığa vurmak için şarkı söylemek için yalnızca kalp yeterlidir, öfkeyi açığa vurmak için şarkı söylemeye yalın bir öfke yeter… böyle işte.”
Lu-lir(enstrümanı) ve bu minicik beden şarkılar için yeter de artardı bile.
Karmaşık kelimelere gerek yoktu. Öğrenme arzusu kıymetliydi ama o olmadan şarkı söylemenin tadını alamamak, bir ozanın seçtiği yol değildi.
Ozanlar şarkılar için yaşardı. Ama şarkı, seyirci seçmezdi. Ve dolayısıyla ozan da.
Liliana: “Şarkılarımın hislerimi barındırması yeterli, karmaşık şeyleri ifade etmesi gibi bir niyetim yok. Seyircinin kalbinde ne bırakacağıysa seyircinin karar vereceği bir şey — şarkı denen şey, böyle neşe getirir işte. Kalpte kalıp zaman zaman, bilinçsizce ansızın mırıldanmaya başlanır ya… benim şarkımın başına böyle bir şey gelirse ömrümü boşa yaşamamışım demektir.”
Priscilla: “Hmm.”
Liliana: “Hah!”
Enerji dolu saf ozan ve aurası havada uçmakta olan kuşa bile ulaşabilecek kraliyet adayı.
Aralarındaki Priscilla-sama belalı karakteriyle bilhassa ünlenmişti. Yalnızca birlikte şarkı söyleyip dans etmek gibi bir ilişkiyle ona yanaşma teşebbüsü fazla küstahçaydı!
Liliana: “Eh, sorun değil, şimdi, şu anda seninle aynı fikirde olacağım… bu bir istisna, mm, bir istisna. Hehe, yine de aldırış etmemeye çalıştığım için kusura bakma…”
Priscilla: “Harika, sen (kisama)… ya da daha ziyade sen (sonata) gerçekten iyi bir çocuksun.”
Liliana: “Ha?”
Özür dileyip kaçmaya yeltenen bacaklar Priscilla-sama’nın sözleriyle yakalandı.
Bu arada, Priscilla-sama’nın az önce yaptığı şey gülümsemek miydi? Başka bir deyişle Priscilla gülümsüyor muydu? Düşmanlık barındırmayan saf bir gülümseme, böyle bir şey, bir şekilde sevimli geldi.
Priscilla: “Mantıksız davranan bendim, sen yalnızca kendi adımlarınla ilerliyorsun. Bir sorun görürsen bana yanaşabilirsin, çünkü benim saygımı kazanacak kadar değerin var.”
Liliana: “Eeeeeeeeeh!?”
Her nedense bu değerlendirme beklenenden çok daha yüksekti!
Priscilla-sama bu sözlerden sonra beklenmedik bir şekilde ve hiç tereddüt etmeden rahatça süs havuzunun köşesine oturdu. Ve cesurca bacak bacak üstüne attı, amma uzun bacaklardı! Yo, değillerdi.
Liliana: “Ben, yaşamaya devam edebilir miyim?”
Priscilla: “Bu dünya sonuna kavuşsa bile ben, senin son ana dek güvende olacağını garanti edeceğim.”
Liliana: “Dünya tamamen yok olsa bile böyle bir özgüvenle yaşamak! İlham geldi, lütfen dinle – Mutlak Umutsuzluğun Kadını.”
Priscilla: “Bu şarkı bana adanıyorsa eminim ki soylu olmalıdır?”
Liliana: “… O zaman [Aksi Ejder Zaferi Kaydı] isimli bir klasik geliyor!”
Neşeli sesler ve güleç sözler arasında yitip gidilen bu rahatlatıcı atmosfer, ne kadar da hoş bir his veriyor.
Priscilla-sama aceleyle akan suların önünde, onu yutacakmış gibi görünen havuzun önünde oturuyor, bense sıcak kömürlere basar gibi elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Lu-lirimin tellerini çalıyor, iyi ezberlediğim parçaya olabildiğince odaklanıyorum.
Odağımı sınıra dek ulaştırmak, dünyayı bir kenara atmakla gelen bu his — Ona [Şarkıcının Alemi] diyorum, hadi gelin, içine dalalım!
Gelin, dalalım! Huzursuzluğu ve dehşeti, beraberindeki tüm sıkıntıları unutalım!
Hyahya, tüm o sıkıntıları!
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Priscilla: “— Performansı durdur.”
Liliana: “Ehehe, yapılamaz… Eh? Ne dedin sen?”
Çok fazla sıkıntı varken [Şarkıcının Alemine] rahatlıkla girilemezdi ama şu anda o aleme sorunsuzca dalınabiliyordu.
Öyleyse şarkının mükemmel bir şekilde dile getirilişine rağmen Priscilla-sama neden ciddi bir ifadeyle dikiliyordu? Şarkı kulağına kaba mı gelmişti?
Liliana: “Priscilla-sama?”
Priscilla: “Daha fark etmedin mi? Sokaklarda bir tuhaflık var… Tam rahatlarken kötücül bir şey aptalca hareketlenmeye başladı.”
Liliana: “Eh…”
Priscilla-sama’nın ağzından dökülen kelimeler kafa karıştırıcıydı.
Tam olarak, ne oldu ki?
Priscilla: “Pristella bir felaketle yüzleşiyor gibi. Böyle devam ederse… o palyaçonun içgüdüleri şaşırtıcı bir şekilde isabetli çıkacak demektir. Ne kadar da nahoş.”
Muhtemelen “palyaço” dediği Subaru-sama’ydı. Peki ya içgüdü, bunun Beatrice’i peşine takıp gidişi ve onları takip eden Emilia-sama’yla ne alakası vardı…?
Subaru = [Loli kullanıcısı]
Beatrice = [Loli]
Emilia = [Büyü Yapabilen Harikulade Tatlı Kız]
Liliana: “Oh yo! Pristella’ya ne oldu?”
Priscilla: “Gerçekten bir şarkının ortasında olmadığın sürece kafanda kan sirkülasyonu olmuyor. Her konuda olağanüstü olan benim aksime sen yalnızca tek bir konuda olağanüstüsün. Ama ben bunu beğenilesi buluyorum.”
Gözlerini kapatmış olan Priscilla-sama, bir noktada pervanesini çıkartıp başı ağrıyormuşçasına kendisini serinletmeye başlamıştı.
Gerçekten bu konuda Priscilla-sama’ya söylenecek daha çok kelime vardı ama şu anda zamanı değildi.
Liliana: “Sahiden de parktaki herkes yok olmuş…”
Priscilla: “Çünkü performansın esnasında görgüsüzce bir tavır sergiledin.”
Eh… Umarım beni yere yatıp dişlerimle oynadığım için affedebilirsin.
Liliana: “Ama herhangi bir olay olduğunda belediyedeki büyülü radyo anında tüm şehirde yayına geçmeliydi. Kiritaka-san bana da hatırlatmıştı, bu sabah ben…”
Priscilla: “Abartılı derecede bir ses yayabilen o şeyi mi diyorsun? Aynen öyle, senin şarkını tüm şehir boyunca dinlemek hoştu… ama ne olmuş ona?”
Liliana: “——?”
Her sabah yapılan yayınların sıradanlaştığı Su Kapısı Şehri Pristella büyük bir su kapısı barındırıyordu, haliyle güvenliğe yüksek önem verilen bir yerdi. Tüm şehir boyunca sığınaklar yerleştirilmişti ve vatandaşlar da bunun farkında olmalıydı.
Öyleyse neden—
Liliana: “Ah… bu da ne?”
Göğsü, ne sebeple ansızın ağrımaya başlamıştı?
Ne tuhaf. Göğsümde eski bir yara gibi çarpıcı bir şey yok ki.
Öyleyse, bu his—
Priscilla: “… Yaklaşma.”
Gülümsemem katılaştı, şaşkınca bir “eh?” sesiyle karşılık verdim. Priscilla-sama ise bir anda kafasını kaldırıp göğe baktı.
— Hemen ardından şehrin yayın sesi geldi.
Capella: “Öyleyse, sizi kokuşmuş çöp etler, lütfen acınası bir şekilde geberip çürüyüp gidin, kyahahaha! Burada bu yayını yapmaya lütfeden kişi, [Şehveti] temsil eden Cadı Tarikatı Günah Başpiskoposu! Capella Emerada Lugnica-sama! Kyahahaha!”
Keskin, delici bir ses ansızın araya girmiş, ardından sessizlik gelmişti. Geri kalan tek ses, süs havuzunda akan suların sesiydi. O sesin ortaya çıkışı çok aniydi, rüya gibi bir gerçekdışılıkla doluydu.
Priscilla: “Cidden ama, amma da kibirli kelimeler.”
Ah, rüya değilmiş. Görünen o ki rüya değilmiş.
Yakınlardaki Priscilla-sama’nın ses tonu korkunçlaştı, beni korkutup kafamdaki kelimeleri onayladı. Keskin hayatta kalma içgüdülerim bana ‘bu olaylar hayra alamet değil!’ diyor.
Liliana: “Umm, şey, Priscilla-sama… şey, belki yalnızca bir etkinliktir… ya da belki kötü bir şakadır, böyle bir olasılık da var. Ben öyle düşündüm ama…”
Priscilla: “Arzu ve tahminler doğaları gereği birbirinden farklıdır. Bu kötü bir şaka olsaydı kim rezil bir Cadı Tarikatı ismi kullanırdı ki? Ve ayrıca rakip, bir Günah Başpiskoposu olduğunu iddia ediyor. O delilerin zamana, mekana veya araca hiç kafa yormayan bir grup olduğunu bilmelisin.”
Liliana: “Uuu…”
Priscilla: “Ve o delilerden birini öldürebilen o palyaço da bu şehirde. Bunun onları daha da delirteceği kesin. Kim bilir kaç kişi tamamen umudunu yitirmiştir...”
Priscilla-sama’nın sözlerini anlamak her zaman zor olsa da şu anda onu anlamak acı veriyor gibime geliyordu.
Benim gibi beyninde delik olanlar bile onu anlayabilirdi.
Günah Başpiskoposları tarafından gerçekleştirilen Cadı Tarikatı saldırısı çoktan bir gerçekliğe dönüşmüş ve belediye ele geçirilmişti.
Öyleyse…
Liliana: “K-Kiritaka-san iyi mi?”
Priscilla: “Ehh, bilmediğim bir isimden bahsediyorsun. Ama şehirle alakalı biriyse ve belediyede ikamet ediyorsa güvenliğini garanti etmek mümkün değil. Görünen o ki burada kalıp müziğin tadını çıkartma vaktimiz sona erdi.”
Priscilla-sama konuşmayı bitirir bitirmez yelpazesini aldığı gibi gözü kara bir şekilde ilerlemeye başladı. Eh, ama, gittiği yer sığınağın aksi istikametiydi.
Liliana: “Öyleyse, öyleyse, bir sığınak bulmak istemez misin!? Bu şekilde, acil bir durumda beklenenden farklı bir yön seçmek felakete yol açabilir!”
Priscilla: “Başını eğip bir sığınakta gizlenmek ve sorunlar geçene kadar beklemek iyidir tabii. Ama bu seferki sorun farklı bir hikâye, ben harekete geçmedikçe sona ermeyecek bir mesele.”
Liliana: “Yani diyorsun ki niyetin bir başpiskopos öldürmek!?”
Bu kraliyet adayı belediyeye doğru katliam yaparak ilerleme niyetindeydi—!
Hangi açıdan bakarsak bakalım onun kendisini bu şekilde, bir galibiyet planı yapmadan, savaş alanına atmasının yalnızca trajediyle sonuçlanabileceği kesin.
Bu arada, Priscilla-sama’nın bu özgüvenine bakılırsa, savaşabiliyor olabilir mi acaba?
Fakat benim şüphe dolu sözlerime karşılık Priscilla-sama yelpazesiyle ağzını örttü ve kafası hafiften eğik halde arkasına döndü.
Priscilla: “Hayır, ilk önce Schult’u bulmak zorundayız. Al her halükârda iyidir, o aptala ne olacağının önemi yok. Ama Schult’un tatlılığının yeri doldurulamaz. Eğer bizzat ben gidip onu bulmazsam bir yerlerde ağlıyor olacağı kesin.”
Liliana: “Eh? Eh?”
Priscilla: “Diğerine gelince, muhtemelen sabahki kararımı uygulamış şekilde bir tavernada vakit öldürüyordur. Belki o taraflarda dolaşırsak yerini tespit edebiliriz. Cidden ama, ne kadar da can sıkıcı bir adam.”
Priscilla-sama böyle şeyler geveleyerek hiç tereddütsüz parkın çıkışına yönelmişti. Gerçi hemen gözümün önünde gerçekleşse ve göz kamaştırıcı olsa da benim gözümde ne yapacağımız tamamen muammaydı.
Ardından Priscilla-sama arkasına dönerek,
Priscilla: “Takip etmen gibi bir talebim olmasa da fazla uzaklaşırsan [Güneş Diskinin] menzili yetişmez hale gelir. O deli ahmaklarla karşılaşmaktan kaçınmak istiyorsan beni takip etsen daha iyi edersin.”
Bu da ne, korkunç! Ne yaşandı böyle?
Liliana: “Diyorum ki, Priscilla-sama, bulunması gerekenler bulunduktan sonra ne olacak!? Bekle, Priscilla-sama!”
Sığınaklara kaçışanları hiç umursamadan ilerleyen sessiz gölgeyi takip ederek şehir dolaylarında asaletle yürümeye başlamıştık.
Sırtının gölgesi öyle güvende hissettiriyordu ki belki de Günah Başpiskoposlarından bile korkmaya gerek yoktu…
— Böyle düşünmek bir hataydı ve bunu pek yakında fark edecektim.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Priscilla-sama’nın sözleri doğrultusunda şehirde ilerliyordum.
Mucizevi olan, Priscilla-sama’nın tam olarak nerede olduğunu bilmiyor olmasına rağmen her kanal ve sokak arasında hiç tereddütsüz yolunu seçiyor oluşuydu.
Bu doğru tercihler yüzünden ona rehberlik etmesi gereken benim performansımı sergileme şansım olmuyordu!
Liliana: “Bu Priscilla-sama’nın Pristella’daki ilk seferi değil mi? Böyle rahatlıkla ilerlemen, ürkütücü…”
Priscilla: “Yo, ilk seferim. İsmi benimkine çok benzediği ve Suyun Başkentinin manzaraları ünlü olduğu için bir gün burayı ziyaret etme niyetindeydim. Bu gelişme hiç de beklenmedik değildi.”
Liliana: “Öyle mi, bu cidden utanç verici. Çok daha huzurlu, hoş bir şehir olmalıydı, böyle koşturmaya gerek olmamalıydı.”
Su Kapısı Şehri Pristella, kesinlikle gezmeye değer bir yerdi. Bir ozan için uzun bir süre orada kalmak, şehirde ağır ağır yürüyüş yapmak mutluluk vericiydi.
Buraya inşa edilen Muse Şirketi Karargahında olduğu gibi Kiritaka-san gibiler bile bu yönde oldukça meyilliydi.
Şey, tabii Kiritaka-san benim canımı sıkıyor demektense ben can sıkıcıyım demek daha uygun olur. Kiritaka-san, iyi ol lütfen.
Liliana: “Bu arada, ortalıkta hiç kimse yok! İnsanların sokaklara döküldüğü, kanalı olan her sokakta su ejderlerinin göründüğü, şarkıcının Kiritaka-san’la görüşmeye gittiği şehir amma tuhaf bir durumda!”
Cadı Tarikatı yayınını yaptı yapalı hiçbir hareket yoktu. İnsanların ve su ejderlerinin hepsinin gözden kayboluşunun yanı sıra işitilen sesler, sular ve rüzgarlardan ibaret hale gelmişti.
Amma sessiz. Ama, sessizlikten de öte gibi hissettiriyor. Bu dinginlik, fazla uğursuz değil mi?
Priscilla: “Etrafta dolanma, şuradan sağa dönmemiz gerekiyor. Anlıyor musun, benim talimatlarıma uy.”
Liliana: “Eh, bu yoldan gitmek istemez misin? Kestirme olduğu ortada… gerçekten, Priscilla-sama ne büyük alıklık ediyor.”
Priscilla: “Hoh—?”
Liliana: “Eep! Pardon, dilim sürçtü!”
Kestirmeyi kullanarak mesafeyi azaltmasını söylemek istemiştim ama başarısız oldum! Bu arada o “hoh” da amma korkutucuydu! Bir yaratığın bakışları… yo, bir etoburun!
Priscilla: “Talimatlarıma uy, hiçbir şey ters gitmeyecek.”
Liliana: “Hehe, bu değersiz kişi bundan böyle Priscilla-sama’ya tamamen itaat edecek!”
Priscilla-sama’nın talimatlarına uyarak bir iki dolambaçlı yola daha girdik. Her nedense bu süreçte tek bir kişiyle bile karşılaşmadık. Vakit tükeniyordu!
Liliana: “Neşelensek, yürürken şarkı söylesek?”
Priscilla: “Sende hiç sahne algısı yok. Sen seni dinlesin diye bir partner seçmiş olsan da o insanın bunun aksini seçme hakkı vardır.”
Liliana: “——?”
Priscilla: “Boğazını biraz dinlendirme zamanı geldi… şarkı söyleme fırsatı bulman çok vakit almayacak.”
Liliana: “Haaah.”
Priscilla-sama’nın gözleri bir tahminde bulunduğunun ipucunu veriyordu. O dolambaçlı konuşma şekli açıklığı görev bilen bana boğucu gelince gözlerimi kapatıp sessizliğimi korudum.
Ve böylece, şehir boyunca gerçekleştirdiğimiz bu tuhaf ve sessiz tur–
Priscilla: “Burası.”
Priscilla-sama’nın adımlarını duraksattığı yer, şehrin sığınaklarından biriydi — 2. sokağın ortasındaki kongre merkezi.
Belediye tüm şehir için bir toplanma noktası olarak hizmet veriyorsa numaralandırılmış sokakların kongre merkezlerinin nerede durduğu tartışılırdı.
Kiritaka-san yalnızca 3. sokağın kongre merkezinin yöneticisi değildi, aynı zamanda belediye aktiviteleri üzerinde de etkisi vardı.
Liliana: “Oh, beklenmedik bir şekilde güvenli bir yere getirildim! Tüm insanların nereye gittiğini düşününce, dürüst olmam gerekirse, birazcık korkmuştum bile!”
Priscilla: “Hm? Ne dedin sen? Acele et de içeri gir, korkak kedi.”
Burası bir kongre merkezi olduğu için muhtemelen içeride bir iki olağanüstü birey olmalıydı, aynı zamanda yakınlarda bir sığınak olması çoktandır ayrı düşen aşıkların yeniden kavuşması gibiydi, bu da kalpler için yatıştırıcıydı—
???: “Sen, ne halttan bahsediyorsun, gebeeer!”
Ancak bu hoş rüya, bir öfke çığlığıyla birlikte bir sis misali dağıldı.
Kan kokusu dolu öfkeli bir kükreyiş ve barındırdığı o keskin sözler, yoğun bir öldürme arzusu hissettiriyordu.
O kaba adamlar olağan ciddiyetsizliklerini bir kenara atıp samimi öldürme arzularını dışa vurmaya başlamışlardı – Pek çok yer gezen, yalnızca güvenli yollar izlemeyen, tehlikeli yollarda da seyahat eden bir ozan olarak söyleyeceğim ki… bu, [öfke] olarak bilinen şeydi.
Yüzleşilmemesi mümkün olmayan, şiddet ve cinayetin eşlik ettiği [Öfke].
Liliana: “P, Priscilla-sama…? Bu…”
Farkında olmadan yanımdaki Priscilla-sama’ya doğru uzandım ama o, uzattığım elimden kaçınarak son derece kayıtsız bakışlarını kongre merkezinde gezdirdi.
Diz çöken benliğim de Priscilla-sama’nın incelediği sahneyi hayretler içerisinde incelemeye başladı.
— Bir ses, bir çığlık sesi.
Bu kongre merkezinde kıpırdanan kalabalık hakaretler ediyor, tiksinti sesleri eşliğinde birbirini itip kakıyordu.
Sayıları elliyi bulmuş olmalıydı… yo, belki yüz? İki yüz?
Özetle bir grup insan ayrım gözetmeksizin, kadın erkek, genç yaşlı demeksizin birbirini itekliyordu.
Hakaretler ediyorlardı… düşmanlık ve kötülük işli, tamamen yaralama ve öldürme niyetli şiddetli üsluplar kullandıkları hakaretler… Kan akıtmaya başlayanlar çoktu, kongre merkezinin köşesindeyse titreyen çocuklar görünüyordu.
Bu yaşananlar da neyin nesiydi?
Priscilla: “Hmph… böyle rastgele bir topluluğun ortasında Schult’u bulmak sahiden zor olacak.”
Kafası karışan beni bir kenara bırakırsak Priscilla, her zamanki sakinliğini koruyan suratıyla homurdanıyordu.
… Yo, ama, bu durum bir felaket değil miydi? Bu etkilenmemiş hava nedendi?
Priscilla: “Bu derece bir anlaşmazlığın şimdiye şehre nüfuz etmiş olduğu kesin. Belki algıda yavaş olan sen, sorun rotasından kaçındığımız için fark etmemiş olabilirsin.”
Liliana: “Kaçınmak mı…!?”
Bu sözlerin anlamı, nihayet anlaşılmıştı.
Priscilla-sama’nın dolambaçlı yollar izleyerek rotadan çıkması — çatışanlardan kaçınmak içindi.
Ama ben fark etmekte başarısız olmuşum, sakin sakin insanların eksikliği gibi şeylerden şikayet edip durmuşum…!
Liliana: “Bu şekilde kıvranıp savaşmalarının… Cadı Tarikatıyla bir ilgisi var mı?”
Priscilla: “Bu yalnızca bir yanlış anlaşılma olsaydı bu kadar ekstrem hale gelmesi tam bir aptallık olmaz mıydı? Bu insanlar… yo, tüm şehrin geneli aptallığa yenik düştü. Sonuç da bu işte.”
Priscilla-sama’nın sözlerinin en önemli kısmını algılayamamıştım.
Ama en azından şu anda birbirlerine zarar veren insanların bunu hür iradeleriyle yapmadıklarını anlamıştım.
Liliana: “Peki neden, neden bana bir şey olmadı? Böyle bir şeyle savaşmak gibi eşsiz bir kabiliyetim mi varmış… ya da daha ziyade, o kabiliyeti şu anda mı uyandırdım!?”
Priscilla: “‘Bu benim [Güneş Diskimin] ihtişamı, ama, sen tek başına da kurtulabilecek olmalısın… esas önemlisi,”
Priscilla-sama gözlerini kısarak birbirini itip kakan insanları izliyordu. Bakışları yine o bana “Hoh—?” dediği andaki gibiydi. Yani demem o ki korkunçtu. O iki göze bakarken ağzından dökülecek sıradaki kelimelerin de bir o kadar korkunç olacağı tahmin edilebilirdi.
Doğru tahmin etmişim.
Priscilla: “Bu kargaşada birini bulmak deli bir adamın düşü gibi olur. Ufak bir gösteriyle ağızlarını kapatacaklardır.”
Liliana: “…Eh?”
Bu kelimeler ağzından dökülürken Priscilla-sama rahat bir tavırla [havada bir kılıç çekti]. Yo, böyle söylemek yanlış olurdu.
Daha isabetli olmak gerekirse, ışık bir kılıca mı dönüştü?
Priscilla: “Yang Kılıcımın ışığına düşün—”
Priscilla-sama’nın kaldırdığı kılıç, güzel çiçek desenleriyle dekore edilmiş, topuzundan bıçağına dek kırmızıya boyanmış, kan kırmızı bir kılıçtı. Priscilla-sama’nın ellerinden yayılan güneş ışıkları tüm kongre merkezini aydınlatıyordu… ne kadar da göz kamaştırıcı! Ne kadar da fevkalade! Normal ışıkların ona erişemeyeceği derecede, güneşmişçesine gözleri yakıyor. Ky, kyaaaa!
Bu yakınlıktan, iki gözüm için ne kadar da zararlı!
Tam mesafemi korumak için uzaklaşıp Priscilla-sama’ya sert bir cevap vermeye hazırlanıyordum ki — onu fark ettim.
Kongre merkezi sessizleşmiş, kavga eden insanlar Priscilla-sama’ya odaklanmıştı. Ama tabii ki böyle kör edici bir ışık belirince herkesin atışmasının sona ermesi normaldi.
Ve tam da eli inecekken, herkesin sesi kesilmişken,
???: “Priscilla-sama!!”
Ağlayan bir çocuk, kızarmış yanaklarıyla duvardan koşturarak Priscilla-sama’ya doğru sıçradı. Priscilla-sama da oğlanı kucaklayıp şeftali rengi saçlarını kibarca okşadı.
Priscilla: “Bu şekilde sorun yarattıktan sonra yalnızca sen, benden böyle bir ilgi görebilirsin. Schult, ne kadar aptallık ettiğinin farkında mısın?”
Schult: “Ben, ben… başaramayacağımı düşünmüştüm…! Ama, Priscilla-sama… Priscilla-sama…”
Priscilla: “Neyse, böyle kolayca ağlamak çocuklardan beklenilecek bir şey, bunun için suçlanmamalılar.”
Saçları öyle kibarca okşanan oğlanın görüntüsü beni yerimde sıçrattı.
Daha ziyade, Priscilla-sama bizzat bu çocuk için gelince ona çok değer verdiğini varsaymıştım ama buna tanık olmak öyle olmadığını göstermişti. İhlal hissi çok belirgindi. Çünkü Priscilla-sama’nın tavrı çok soğuktu. Bunu düşününce neredeyse yanaklarım seğirecekti.
Fakat böyle bir gösteriden sonra kaçmanın kolay olacağı varsayılamazdı. Sonuçta tüm kongre merkezinin hedefi olmuştuk!
Öfkeli kalabalığın ilgisi ışıldayan Priscilla-sama’ya kaymıştı. Ve üstüne üstlük ışıldayan kılıcın ortadan kaybolduğu fark edilmişti.
Liliana: “Priscilla-sama, az önceki kılıç nereye gitti?”
Priscilla: “Tüketimi çok fazlaydı. Bu yüzden kullanılmadığı zamanlarda güneş ışığına dönmeli. Hmph.”
Sorum karşılığında Priscilla-sama bakışlarını kendisini izleyenlere yönlendirdi. Bakışları her zamanki sakinliğindeydi… yani, aynı kayıtsızlıkta.
Priscilla: “Sizler, siz aptallar sebepsiz yere neye bakıyorsunuz? Benim güzelliğime tapmak insan doğasındandır ama yerin, zamanın ve kendi pozisyonunuzun farkına varın. Öncelikle, diz çökün.”
Liliana: “Onları neden kışkırtıyorsun—!?”
Schult’u göğsüne bastıran Priscilla-sama hiddetli bir ifadeyle ortamdaki insanlara diz çökmelerini emretmişti. Beklenildiği üzere normalden daha öfkeli topluluğun tepkisiyse bir hışımla harekete geçip öne atılmak oldu.
Hakaret dalgaları birlikte yankılanırken ben çabucak popo üstü yere yıkılıp kıvrılmaya çalıştım… Ama Priscilla-sama öylece durmayı sürdürdü. Yo, bir saniye.
“Bu kadın! Şaka gibi…”
Priscilla: “İlk önce sen. Hiç değilse biraz daha zarif süzül.”
İri bir adam öfkeye kapılmış halde Priscilla-sama’yı yakalamaya teşebbüs etti ama o, anında kenara çekilerek adamı geniş göğsünden itti.
Ve ağırlığı benimkinin iki katı olan adam, bir yaprak gibi uçuştu. Gerçekten, bu rahatlık abartı değildi.
“——hk!?”
Uçan adamın bedeni kalabalık kitleyle çarpışınca dramatik, acınası bir sahneye sebep oldu. İnsanlar ardı ardına domino taşları gibi devrilip yuvarlanmaya başladı.
Ve böylece başlangıç kaybı, kalabalığın momentumunu duraksattı. Önde sıralananlar Priscilla-sama’nın gücü karşısında ürperdi.
Priscilla: “Görebildiğiniz üzere canım isterse hepiniz rahatlıkla ezilip geçilebilirsiniz. Ama bu can sıkıcı olacaktır. Saldırılmak istiyorsanız sırayla gelin. Bugün size vakit ayıracak, arzularınıza adamakıllı karşılık vereceğim.”
“——”
Priscilla-sama krallara layık bir sesle konuşuyor, etrafını çevreleyenlere bakıyordu.
Açıkçası bu sözleri işittikten sonra ona yaklaşacak hiç kimse yoktu. Az önceki öfkeli tavırları kim bilir nereye gitmişti… ya da daha ziyade, o öfke herkesin kalbinde baki kalmıştı da muhatabı doğruca Priscilla-sama olmaktan çıkmıştı.
Priscilla: “Kimse yok herhalde. Eh, öyleyse burada daha fazla kalmanın bir anlamı yok. Yardımcımı sağ salim buldum. Sizler de ben gittikten sonra gönlünüzce hareket etmekte özgürsünüz.”
Liliana: “Eh!?”
Priscilla-sama konuşmayı bitirir bitirmez ağlayan Schult’un elini tutarak büyük adımlarla kongre merkezinin dışına doğru ilerlemeye başladı.
Liliana: “Ah, ama! Herkesi bu şekilde bırakırsak…”
Priscilla: “Benim gidişimden sonra kavgalar yeniden başlayacak… sonunda katliam olmasıysa şaşırtıcı olmaz. Yine de benim buna son vermek için bir sebebim var mı ki?”
Liliana: “Bu durumda…”
Durum buydu, ama cidden sorun olmayacak mıydı?
Nasıl bakarsanız bakın onları geride bırakmak fazla ileri gitmek olurdu.
Liliana: “Pr, Priscilla-sama bir kraliyet seçimi adayı…”
Priscilla: “Benim için bile başarılamayacak şeyler var. Hiç şüphesiz ki sahiden can sıkıcı bir pozisyona düştüm ama bunu bir bahane olarak kullanmak fazla zoraki olur.”
Liliana: “Guu…”
Zorla ağzımı kapattım ki daha fazla itirazda bulunmak için sesimi yükseltemeyeyim!
Ama, ama, eğer gidersek, tartışmalar başlayacak. Kaçarsam, gerçekten acımasızca bir şey yapmış olmaz mıyım?
Böyle bir şeyi, ben—
Priscilla: “Yoksa söylemek istediğin, senin bir çözüm getireceğin mi?”
Liliana: “Eh!?”
Tam da ben tereddüt ederken Priscilla-sama kısık bir sesle mırıldandı.
Demem o ki bu, oldukça çekici bir teklifti.
Priscilla: “Daha önce kendin de söylemiştin. Şarkıların tadını çıkarmak için bir nitelik gerekmiyor. Bir mekân veya seyirci seçmemek senin şarkılarının özüydü. Öyleyse, neden bu kalabalığı kurtarmak için o mucizevi şarkılarını kullanmıyorsun?”
Liliana: “……”
Priscilla: “Sen benim [Güneş Diskimin] derinlerine dalmış durumdasın. Üstelik daha önce de söylediğim üzere bir sorun olursa bana yanaşmalısın. Gerçi bu kartı oynamak için daha erken olabilir… ama yine de bir zevk. Senin şarkını dinleyebilmek için bir süre burada kalmayı kabul edebilirim.”
Priscilla-sama kışkırtmak istercesine kollarını göğsünde bağladı. Göğsünü böyle vurgulaması iğneli bir hareket miydi ki?
O çarpıcı dekolte rahatlıkla görünebiliyordu. Göğsü okşayan el. Kendi göğsüme dokunmuş olan o ele gözlerimi diktim.
O avuçta, soğuk terler yatıyordu.
Liliana: “Bu… mümkün mü?”
Priscilla: “Yapılsa bile önemi olmaz. — Eğer bu şekilde yaklaşırsan, nafile bir çabadan ibaret olacaktır.”
Şarkıların böyle bir gücü yoktur düşüncesi, bu düşünce şekli yanlış olmazdı.
Ama böyle söylense de durum bu değildi.
Arkamdan lu-liri çekip iki elimle sımsıkı kavradım.
Henüz seyircim olmayan bu kitle, tamamen sebepsiz yere tüm o öfkeyi iliklerine dek depolamıştı! Bundan böyle sözlerimi şarkılarımla açıkça dışa vuracağım!
— Şarkı sesinin tadını mutlu mesut çıkaranların yeniden kavga etmeyeceğini umacağım!
Priscilla: “Schult, birazcık bekle. İlginç bir manzaraya tanık olacaksın.”
Schult: “Anlaşıldı.”
Priscilla-sama ve Schult, lu-liri tutan bedenimin arkasında duruyordu.
Peki ne tür ifadelerle, ağğh, adilik, bakmadan da belli!
Liliana! Yalnızca bir lu-lirle dünyayı dolaşan, kahramanları ilelebet kalbinde taşıyan bir ozan!
Liliana: “İlham geldi! Lütfen dinleyin — Su Kapısı Şehrinin Yüzeyindeki Dalgalanmalar!”
Kendinize gelin, sonra da bana bir delilik sergileyin!
Eğer bu, savaşmaya harcanacak vakitten yiyecekse her şey daha da anlamlı olacaktır!
#Priscilla sen ve senin
kelimeleri için you, your değil de thou ve thy kullanıyor. Bu da daha eski bir
dile veya farklı bölgelere ait bir kullanımmış. Ama sen kelimesini nasıl
eskileştirebilirim/değiştirebilirim bilemediğim için normal şekliyle bıraktım. Zaten
genel olarak tuhaf bir konuşma tarzı var. Bilginiz olsun diye not düşmek
istedim.
Gerçekten o güzel bölümlerden sonra Liliana ve Priscilla’nın başrolü çektiği,
hem de Liliana’nın iç sesiyle anlatılan, konudan konuya atlanılan bu bölüm pek
iç açıcı olmadı. Ve bir kısmınız zaten biliyordur ama sıradaki dört bölümün de
Liliana’yı konu alacağını belirtip sizleri üzmek durumundayım. Hepimize
sabırlar diliyorum, bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..