Cilt 5 Bölüm 64 [ Liliana Masquerade'in Bunalımı ]

avatar
5323 17

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 5 Bölüm 64 [ Liliana Masquerade'in Bunalımı ]


Çevirmen : Clumsy



“——”

 

Parmaklar lu-lirin üzerinde kayıyor, parmak uçları telleri aşinalıkla sıkıştırıyor. O parmak uçları uzun yıllardır -hatırlayabildiğim kadarıyla on binlerce defa- bu notaları çalıyor.

 

Benim için şarkı söylemek nefes almak kadar doğal, komik bir şey karşısında kahkaha atmak kadar doğal…

 

Boğaz açılır, diyafram genişler, melodinin sesi ritimle iç içe geçer.

 

O anda aklımda beliren tüm kelimeler, tüm hisleri titrek sesimle şakırım.

 

Ve aynı şekilde zihnimde ortaya çıkan melodiyle şarkıyı birlikte seslendiririm.

 

“——”

 

Yeni bir şarkı yaratırken ‘ilham geldi’ desem de gerçekten ilham geldiğini söylemek oldukça absürt olur.

 

Başka bir deyişle bu ani bir ilham değil, bir keşif. Belki böyle söylemek daha uygun olabilir. O an için zihnimde beliren melodi ve kelimeler bu dünyada gizli şeylerin kökünden geliyor.

 

Dünya tarafından unutulmuş bir melodiyi keşfediyorum.

 

Tesadüfen takılıp tökezlediğim, rastlantı eseri elime geçirdiğim, göklerden inen bir hediye misali – dünyanın köşelerinde gizli bir nağme.

 

İşte bu yüzden Priscilla-sama’ya herhangi bir şey öğrenmeden de müziğin tadının çıkartılabileceğini söyledim. Tüm bilgelikten, tüm zekadan tamamen vazgeçsen de sonuç aynı olur.

 

Çünkü şarkıyı söyleyen şey insandan ziyade şarkının kendisi.

 

Bir kuşun şakıyışını işittiniz mi hiç? Ağustos böceklerinin korosunu duydunuz mu? Rüzgârın bir nehri aşışını sessizce dinleyip yükselen mırıltıyı hissettiniz mi?

 

Onlarda da insanlık var mı? Belki, ya da daha ziyade, yo, olmamalı. En azından ben olmadığını düşünüyorum! Yok!

 

Her şeyi aydınlatan güneşte, büyüyen ve küçülen ayda, kokusunu yayan toprakta, çatırdayan çıralarda müziği hissettiniz mi hiç? Ben hissettim! Ben hissettim ve bu — müziğin bu dünyaya nüfuz ettiğinin kanıtı.

 

Dünyanın müzikle inşa edildiğinin, dünyanın müzikle dolduğunun, dünyanın müzikle bağlantılı olduğunun kanıtı.

 

“——”

 

Biz ozanlar yalnızca müzikle dolu bu dünyanın şarkılarını ödünç alırız. Halihazırda her yerde var olan ve birazcık dikkatle görünür hale gelebilen müziği şarkılara hapsetmek aslında gereksiz.

 

Utangaçlık olmadan, mahcubiyet olmadan, yalnızca bu nefis melodinin tadını çıkarırız.

 

Bunu yapmak iyidir. Biz öyle olduğunu düşünürüz.

 

Peki, müzik hoş bir şey değil mi?

 

E hoş bir şeyi başkalarıyla paylaşmak daha da büyük bir keyif verir.

 

Ve daha da büyük bir keyifle çınlayan kahkahaların keyfi daha da çoktur.

 

Müzik böyledir işte, eğer söz konusu müzikse, bu mümkün olabilir.

 

Tüm dünya şarkı söylerken kim şarkı söyleyenleri azarlayabilir ki?

 

Gelin, adayın, adayın, her şeyi adayın.

 

Gelin, bu aleme dalın, dalın, dalın.

 

Neşeyle örtülün, keyifle dolun, mutlulukla hapsolun!

 

Kulaklar, gözler, burun, ten, ruh, öz, her şeyinizle [müziğe] [katılın]!

 

Coşkunluk seyirciyi yutuyor, ekstrem [Öfkeleri] tek seferde yıkanıp gidiyor.

 

Dans edip sallanıyorlar, sesleri performansla bir oluyor. Bakışları etraflarındakilerin bakışlarıyla buluşuyor, duyguları paylaşma muntazamlığı hissediliyor.

 

Tabii ki. Müzik daima yanınızda olan, doğumdan ölüme dek eksikliğini hiç hissettirmeyen bir yoldaş.

 

Bunu gördüm, bunu duydum, bunu hissettim.

 

Biz daima buradayız, bu müziğin arayışındayız—!

 

Liliana: “O yüzden, işte buuu! Sessizliğe hayır, ilginiz için teşekkürler—!”

 

Şakıyoruz, uaaaaah!

 

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※

 

Eh~, nasıl söylesem, neşeye kapılıp kendimi unuttuğum için affedersiniz.

 

Böyle kapsamlı bir performansın sonunda takındığım tutkulu tavrı anımsayan yanaklarım kızarmıştı.

 

Schult: “Um, onee-san harikaydı! Çok etkilendim!”

 

Teehee! Schult-kun’un ağzı beş karış açık, saf bakışları ne kadar da tatlı! Göğsüm karıncalanıyor, ağrıyor! Kirlenmemiş, sağlıklı, sulu kırmızı gözler içimin kan ağlamasına sebep oluyor!

 

Dooğru, bu çocuk kötülükten ve alaydan tamamen uzak. Yalnızca içtenliğini çocuksu hisleriyle ifade ediyor. Bunun farkındayım ama çok tatlı olduğu için övgüsünü rahatlıkla kabul edemiyorum!

 

Ne kötü, Schult… bir yetişkin olunca, bu saflık kirlenecek.

 

Schult: “——? Bir kısmı anlaşılamadı, tembelliğim için özür dilerim.”

 

Hya! Bu kederli ifade insafsızca sevimliydi!

 

Bana karşı kötü bir şaka falan mı bu, bu çocuk!? Küçücük, minicik bir dokunuş… Ehehe…

 

Priscilla: “Liliana, az önceki performansın fena değildi, övgüyü hak ediyorsun.”

 

Liliana: “Gyobih!”

 

Priscilla: “O korkunç ses de neyin nesiydi? Bir kız… bilhassa sen, böyle sesler çıkarmamalısın.”

 

Tam da bir yetişkinin günahkâr, şeytani kavrayışına ulaşmak üzereyken Priscilla-sama gibi bir düzenbaza yakalandım. Yo, içler acısı bir şey yapmak gibi bir planım yoktu, gerçekten, hiç yoktu.

 

Bu arada Priscilla-sama’yı gördüğü anda Schult’un tavrı belirginleşti, onun belinin dibinden ayrılmadı. Gerçi sıkı sıkıya sarılmış değildi, daha ziyade kırmızı elbisesinin bir kısmını hafifçe tutuyordu… bir meleğin mütevazı tavrıydı.

 

Ve sonra bu gaddarlaşmış kongre merkezini bir festivale çevirmeye çalışan kıymetli Schult-kun’u sıcak karşılamak için…

 

Liliana: “Beklenmedik bir sonuçtu… dikkat etmediğim bir noktada müziğin doruklarına ulaşmışım gibi görünüyor. Sahiden, eşsiz bir müzik tanrıçasıyım!”

 

Priscilla: “Aptallık. Dünyeviliğinin ve yeteneğinin farkında olmak mecburidir. Ama insanın kendisini bu kadar büyük görmesi zarafet yoksunluğudur. Şarkın sahiden de tadını çıkarmaya değerdi ama şu anda kendine eşsiz deme vakti değil. Yalnızca şanslıydın, bu kadar erken kapılmalarının sebebiyse etkilenmeye açık olmaları.”

 

Liliana: “Etkilenmeye açık mı?”

 

Bu da ne demek oluyordu?

 

Kayıtsız bir ifadeyle yelpazesini sallayan Priscilla-sama, kongre merkezindeki yüzleri tarıyordu. Ben de aceleyle bakışlarını takip ederek büyük bir kalabalıkla karşılaştım.

 

Nihayet aşağılama, saldırma ve savaşma havasından kurtulmuş olan insanlar sakinleşip toparlanmıştı. Bir kısmı itmekte olduğu kişilere ellerini uzatıyor, bir kısmı özür diliyor, bir kısmı sürekli ‘sorun değil, sorun değil’ diye karşılık veriyor, bir kısmıysa yaralı olanları sessizce tedavi ediyordu.

 

Oh, öyleyse, şarkım bayağı harikaymış! Daha az önce kavga edenler sahiden de böyle samimi bir evreye geçmiş… resmen bir ustanın yeteneği bu!

 

Priscilla: “Bu neşeyle kendini unutma. Bu vatandaşları bir kukla gibi oynatan huzursuzluk etkisi hala varlığını koruyor. Senin şarkı sesin vatandaşların güvensizliğini ve korkusunu hafifletti. Ama sorunu kökünden çözmedikçe durum yeniden az önceki haline dönecek.”

 

Liliana: “Pff!? Ah, yo, ama, düşününce, ne zaman aynı şeyleri yapmaya başlayacak olurlarsa ben de durumu düzeltmek için coşkun…”

 

Priscilla: “Teorik olarak işe yarar. Ama problemin kökü etkilenmez. Hem bu kargaşa yalnızca burada, bu kongre merkezinde gerçekleşmiyor.”

 

Liliana: “N-ne-ne-, ne!?”

 

Bu böyle bir şeyi ilk duyuşumdu… yo, daha önce buraya gelirken de Priscilla-sama bir kargaşadan kaçındığımızı söylemişti. Acaba bu kargaşa tüm şehirde yaşanıyor olabilir mi!?

 

Liliana: “P, P, Pristella, bu konuda bir şey yapılmalı mı?”

 

Priscilla: “Ehh, durum bu. Ve açık olmak gerekirse ruh halim şehri kurtarmakla uyuşmuyor…”

 

Schult: “Priscilla-sama…”

 

Değişken duygular, soğukkanlılık, sert bir ifade! Bakışları titreyen Schult, konuşmakta olan Priscilla-sama’ya bakıyordu. Nasıl ifade etsem, tek bakışta bile Priscilla-sama’nın yanında Schult-kun’un çok normal göründüğü, mükemmel bir sıhhate sahip olduğu anlaşılıyordu.

 

Ah, bu çocuktan hiç umut yok ama tamamen tercihlerimle uyumlu.

 

Schult-kun’dan bir karşılık gelmiyordu, ben de duygularımı paylaşıp paylaşmadığını bilmemeyi kaybım olarak kabul ettim. Bu sırada Priscilla-sama sinsice omuz silkti, göğüsleri şiddetle zıpladı ve ellerini beline yerleştirdi.

 

Liliana: “Priscilla-sama kaç yaşında?”

 

Priscilla: “On dokuz.”

 

Liliana: “Anlıyorum. Bu arada konusu açılmışken, ben de yirmi iki yaşındayım.”

 

Priscilla: “Soran olmadı.”

 

Yalnızca bahsetmek istemiştim. Bu fark da neyin nesi, beslenmeyle falan mı alakalı? Bu gezgin ozanın oluruna bırakmak zorunda olduğu bir şey mi? Ne acı ama.

 

Priscilla: “Schult’un burada mahsur kalmasından bahsetmiyorum bile ama benim konaklamam sırasında böyle bir saygısızlığa cüret edenler karşısında bağışlayıcı bir korkak gibi davranmam mümkün değil. Hangi Cadı Tarikatı üyelerinin dahil olduğuna bakılmaksızın hepsinin kafaları uçurulacak.”

 

Benim ellerim sıkılırken Priscilla-sama’nın ilanı kararın verildiğini gösteriyordu.

 

Söylenecek pek bir şey kalmasa da Schult-kun’un hislerine saygı duyulması gerektiğini biliyordum.

 

Liliana: “Gerçekten, Priscilla-sama Schult-kun’a karşı, çok, aşırı korumacı♪ …”

 

Priscilla: “——”

 

Liliana: “Gyah!? Acıyor, acıyor, her yanım acıyor!?”

 

Yanıyor muyum!? Az önce yanmaya mı başladım!?

 

Priscilla-sama’nın beline dirseğimi değdirdiğim anda kafamın üzerinde alevler yandı!? Yanmaktan saç uçlarım kıvrıldı!? Hem de bir büyü olmadan!?

 

Ani bir gaddarlık! İçten bir panik! Unutulmaz bir kabus!

 

Schult: “O-Onee-san, iyi misin…!?”

 

Schult, kafası alev alan bana doğru şok içerisinde koşmaya başladı. Belki de alevleri anında söndürmek için yöneldiği paketten bir şişe çıkarttı, içindekileri üzerime döküp bedenimi yaşadığı zorluktan kurtarmaya niyetlendi. O anda kafam bir kez daha alevlerle sarıldı.

 

Priscilla: “Dur, Schult.”

 

Schult: “Ama, Priscilla-sama…!”

 

Priscilla: “O benim akşam şarabım. Bana ait olduğu takdirde tek bir damlası bile bir kıvılcımı bir ateş topuna çevirir. Bu kelimeler kulağa şaka gibi gelebilir ama gerçek bu.”

 

Liliana: “Ooovooo!”

 

İyice alev almadan buz gibi zeminde sağa sola yuvarlanmaya başladım. Schult ise ince boynunu eğip, ‘Şarap alev alabilir mi?’ diye sordu.

 

Utanmaz usta ve hizmetli ikilisi ben alevler içerisinde öleyim diye iş birliği yapmış… ama! Burada ölecek olsam bile bir ozanın ruhu dinlenmez, başucunuzda gece şarkıları söyler… çünkü, şarkı bu dünyanın her yerinde!

 

Priscilla: “Umursamıyorsan yapmanda sakınca yok. Bu arada, saçların yandı diye bu kadar kargaşa yaratmayı bırak da çabucak ayağa kalk!”

 

Liliana: “Eh? O lanetli alevler nereye gitti? Şimdiye kavurucu alevler tarafından çevrelenip küle dönmüş olmam gerekmiyor muydu?”

 

Ah, cidden hiç yanık yoktu. Bu da neyin nesiydi, ödüm koptu.

 

Kıyafetlerimi çıkarırken utanç kahkahaları atıyor, sorguya başlamak için çevredekilerin bakışları altında Priscilla-sama’nın yanına yürüyordum.

 

Liliana: “Peki öyleyse, Priscilla-sama! Pristella’yı kurtarmak için pat diye saldır ve Günah Başpiskoposuna incelikle dersini ver lütfen! Ben de kabiliyetimle olabildiğince destek sağlayacağım!”

 

Priscilla: “Bu başka birinin meselesiymiş gibi konuşmayı bırak. Seni yanıma alma kararını çoktan vereli çok oldu.”

 

Liliana: “Ueeeeee—!?”

 

Yer yarılıyor! Gök altüst oluyor! Güzellik hayatı çalıyor! Şu anda beni işaret etmek de neden!?

 

Liliana: “Benim gibi bir ozan yalnızca sevimli olmayı, şarkı söylemeyi ve yine sevimli olmayı bilir. Herhangi bir özelliği olmayan bir ozanı… beni yanına almakla yalnızca gözlerini ve kulaklarını tatmin edersin, bilesin.”

 

Priscilla: “Bu içtenlik hoş değil. Daha önce de söylemiştim. Seni beğendim. O şarkıyı, onu kaybedersem yazık olur. Seni insanların yanına bırakırsam her şeyin bir talihsizlikle sonuçlanabileceğinden bahsetmiyorum bile. Malum, [Güneş Diskimden] uzaklaşmış olacaksın.”

 

Liliana: “Yani diyorsun ki… öyle tatlıyım ki beni korumak istiyorsun?”

 

Priscilla: “Hoh?”

 

Liliana: “Vaah! Sinir krizi geçiren Priscilla-sama gerçekten kibarmış!”

 

Saçlarımı hiçbir belirti olmadan ateşe verdiği saldırıya kıyasla yalnızca uyarı verdikten sonra beni yakan Priscilla-sama ne kadar da kibar. Hah, göğsüm karıncalandı. Ne biçim bir his bu… kalp atışları hızlanıyor, terler dökülüyor, nefes almak zahmetli hale geliyor, surattan kan çekiliyor…

 

Priscilla: “Seni yanıma almamın başka sebepleri de var. O sinir bozucu aptal vatandaşın söylediğine göre… hükümet binasında bir büyülü cihaz vardı, değil mi?”

 

Liliana: “Ha? Ah, doğru, belediyede. Her sabah erken kalkıp, görev çağırdığı için uykulu gözleri ovuşturmak… Ah! Yani bu cümleyle uyumak istediğim için şarkı söylemeyeceğim demek istemiyorum. Daha ziyade şarkının yarısında bitkin düşüp yığılıp kalmaktansa yarı uykulu oluyorum gibi. Ama şarkı söylemek beni anında uyandırıyor! Hemen uyanıyorum!!”

 

Priscilla: “Konumu bilmen yeterli. Bana lazım olanlar o büyülü cihaz… ve de sensin.”

 

Liliana: “Beni istiyorsun…”

 

Priscilla: “Senin gırtlağını istiyorum.”

 

İfade şeklinde bir değişiklik.

 

Fakat, bu sayede, nihayet Priscilla-sama’nın tam olarak ne kastettiğini anladım. Yani, söylemek istediği şey,

 

Liliana: “Az önce bu kongre merkezinde olan şeyi büyülü cihazın yayınıyla tüm şehre yayacağız…”

 

Priscilla: “——”

 

Liliana: “Eh, umm, Priscilla-sama? Ne oldu?”

 

Priscilla: “Benden önce böyle gösterişli davranmaya cüret etmek ha, gerçek Liliana’ya ne yaptın? O kişinin bu kadar zeki olmasına imkân yok.”

 

Liliana: “Zeki ve tatlı olan ben, bir illüzyon muamelesi görüyorum!”

 

Benim hakkımda nasıl bir izlenime sahip, sahiden, amma hayal kırıklığına uğratıcı.

 

Yine de Priscilla-sama’nın düşüncelerini anlayabiliyorum. Bu kongre merkezindekine benzer karışıklıklar tüm şehirde gerçekleşiyorsa belki de benim sahne alma vaktim gelmiştir.

 

Şehri turlayıp performans gerçekleştirebilmek harika olur ama bu şekilde seyahat etmeye vakit yok ki! Böyle turlamak için çok geç! Öyleyse, karar verilmiştir!

 

Liliana: “Tamamdır, anlaşıldı! Bu durumda kendisine eşlik etmemi isteyen Priscilla-sama’nın düşüncelerinin doğruluğunu kabul ediyorum! Ayrıca belediyeye – şehrin düşünce gücünün odaklanacağı yere yaklaşmanın da! Eminim Kiritaka-san orada olacaktır, böyle bir acil durumda ona güvenilebilir!”

 

Priscilla: “Tabii ki belediyede bekleyen Günah Başpiskoposları olacaktır. O haşereleri imha etmekten kaçınılamaz. Yakalanmamaya çalışsan iyi edersin.”

 

Liliana: “Unutmuşum!”

 

Doğru ya. Az önce [Şehvet] belediyeyi ele geçirmişti. Yani belediye bir üs olarak hizmet veriyorsa savaş planı hayal edilebilirdi.

 

Liliana: “Yoamayoamayoama! O Günah Başpiskoposu şimdiye belediyeyi terk etmiş olabilir! İçeride gizlilik sağlanamayacak kadar çok oda var, o yüzden belki de orada beklenmedik bir şekilde hiç vakit geçirmemişlerdir ve [Şehvet] çoktan gitmiştir!”

 

Vayvay, sahiden, ilahi bir akıl yürütme patlaması. Bu, her sabah işten ayrılan bana ait bir fikirdi.

 

Doğrusu, orada, herkesin alelacele işe koşturduğu yerde, beni tanıyabilecek hiç kimse yoktu. Daha rakamları anlamayan bir çocuktan gitmesinin istenmesi gibi, işte böyle bir histi!

 

Ve bu yüzden, belediyenin tamamen boş olacağı kesin…

 

Capella: “Yaho. Yaho~. Yahoho~.”

 

İşte o anda ikinci defa yayın sesi yükseldi.

 

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※

 

İkinci yayını dinledikten sonra depresif bir şekilde kongre merkezinden ayrıldık (Priscilla ve Schult depresif görünmüyordu).

 

Kongre merkezinden ayrılmak biraz vakit aldı, çünkü ikinci yayından sonra insanlar tekrar gerildi ve benim de onları şarkımla sakinleştirmem gerekti.

 

Açıkçası bu performansa yalnızca kasıtsız denilebilirdi.

 

Ne söylenirse söylensin nedeni olmayan herhangi bir davranış performansa dahil edilemezdi. Bunun yanı sıra, temelde, şarkıya konu dışı bir kirlilik eklenmesine de izin verilemezdi.

 

Şarkıyla kendimden geçmek, şarkının içine dalmak, bu hislerle söylemekti niyetim. Şarkıyı huzursuz insanlara uygulanan bu psikolojik saldırıya bir karşılık vermek için kullanmak gibi bir niyetimse yoktu. Ama neticede şarkı söylemek bir çeşit önlem haline gelseydi, bu şekilde şarkı söylemek istemeseydim, şarkının özgünlüğü kaybolsaydı ve şarkı yine de insanların kalplerine ulaşabilseydi… belki de bu düşünceler var olmazdı.

 

Priscilla: “Kontrol kulelerini ve ana su kapısını ele geçirip bir dizi talep sıralamak…”

 

Kongre merkezinden çıkışımızın ardından o her zamanki gibi kendinden emin halde ilerliyor, ben de sallana sallana arkasından ilerliyordum. Buna güven kaybından ziyade kimlik kaybı mı demeliydi?

 

Şarkı söylemek için var olduğuma şüphe yok ama bu şartlar altında ben mi şarkı söylemek istiyorum yoksa şarkı mı söylenmek istiyor yoksa sonucun işi mi?

 

Üçü de benden geçse de hiçbirini anlamış değilim.

 

Hangisi olduğunu çözemiyorum.

 

Priscilla: “Üçüncü yayın gerçekleşmek üzere, biz belediyeyi ve büyülü cihazı almadan önce başlar.”

 

Schult: “Neden ki?”

 

Priscilla: “Cadı Tarikatının büyülü cihazı kullanması ve üçüncü bir talepte bulunması lazım. Sonrasında dört kontrol kulesini denetlemek an meselesi olacak, konumlarını açıklayarak avantajlarını yitirebilecekleri durumdan çok uzakta olacaklar. Yine de onların çarpık oyununu oynama uğruna büyülü cihazı ele geçirme olasılığı olabilir.”

 

Schult: “Cihazı kullanamaz mıyız?”

 

Priscilla: “Büyülü cihazı kullanan kişi [Şehvet] olduğu sürece, bana verdiği his… Oldukça fena bir ten taşısa da altında yatan şeyin son derece kurnazca olduğu. Fırsat verilen akıllı bir deli tam da böyle görünürdü.”

 

Benim ifadem hala sertken Schult Priscilla sorgulamalarında başı çekmişti. Schult Priscilla-sama’yı kızdırmamanın sırrını anında çözmüştü (belki de o kişi bunun farkında bile değildi!). Ve çok samimi olduğu için Priscilla-sama onun kendisine sorduğu her şeyi ciddiyetle yanıtlıyordu.

 

Bir çocuğa yönelik açıklamalar olduğu için ben de rahatlıkla anlıyordum.

 

Yani sonuç olarak işler Cadı Tarikatının arzuladığı gibi mi gelişecekti?

 

Priscilla: “Ve üçüncü yayının sonrasında, talepleri verildiğinde büyülü cihaz işliyorsa senin şarkın oyun alanına katılacak. Şehir kargaşa halinde olursa aslanların arasındaki haşereler kim bilir nerede toplanır.”

 

Schult: “Karmaşık bir şeyler olmadan önce Priscilla-sama’nın o görkemli kılıçla Cadı Tarikatının işini bitirmesi mümkün mü?”

 

Priscilla: “Kontrol kuleleri dört noktada, yani herhangi bir su kapısı açılacak olursa şehir sel altında kalır. Ben bile tek bir kişiden ibaretim. Bir karşı saldırı için harekete geçmem etkisiz olur. Bu şehirdeki iş görür bir iki kişi de… büyülü cihazı ele geçirmeyi deneyecektir.”

 

Priscilla-sama’nın bahsettiği işe yarar kişiler, Cadı Tarikatıyla savaşta karşılaşabilecek kişilerdi.

 

Bildiğim kadarıyla şehirde Cadı Tarikatını mağlup etme tecrübesi olan kişiler vardı. Aynen öyle, [Loli Kullanıcısı] Natsuki Subaru-sama ve ona eşlik eden [Gümüş Saçlı Cadı] Emilia-sama!

 

Liliana: “Oh, anladım! Belediyeye gitmeden önce üçüncü yayını bekliyoruz.”

 

Yumruklar sıkılmış, nefesler istemsizce çılgınca bir hal almıştı.

 

Tüm dürüstlüğümle söylüyorum ki buna karşı çıkamamak birazcık cesaret kırıcıydı. Bununla birlikte belediyeye gidememek Kiritaka-san’ın güvenliğini garanti altına alamamak demekti… ya da daha doğrusu Kiritaka-san’ın güvenliğini garanti altına almak bile savaşta fayda sağlamayacaktı…

 

Yine de yalnızca o kişinin hatırına bile olsa şarkı söylemeden edemezdim.

 

Liliana: “Öyleyse, bundan önce…”

 

Schult: “Liliana-sama’yla birlikte git ve bir sığınağa gir!”

 

Liliana: “Evet evet, beni bir sığınağa götür ve – bir dakika, ueeeeeeh!?”

 

Schult delice bir heyecanla cevap vermişti, bu da neyin nesiydi!?

 

Priscilla-sama tatminkâr bir şekilde başını sallayıp onay verdi. Bunu gören ve suratı kıpkırmızı kesilen Schult ise sevindi, benim ismim açıkça verilmiş olsa da beni bir başıma bırakmıştı.

 

Benim tarafımda olduğu belliydi ama bir şekilde kendimi yalnız hissediyordum.

 

Priscilla: “Şarkının bu huzursuzluk dalgası üzerindeki etkisinin farkında olsam da senden bir performans sergilemeni istemeden önce senin ruh halin yatışmalı… o zaman ne yapacağını bilemez halde olsan da şu anki senin böyle sıkıntılara ayıracak vaktin yok.”

 

Liliana: “Ama bunun sığınaklar konusunda bir şey yapmakla ilgisi var mı ki!?”

 

Priscilla: “Büyülü cihazı kullanarak bu laneti dağıtmak senin görevin olsa da belediyeyi ele geçirmeden önce senin için boş zaman kalacak ve aynı zamanda bir kenara bırakılan vatandaşların kalplerine huzursuzluk hakim olacak.”

 

Liliana: “Ah…”

 

Priscilla: “Büyülü cihazın önündeki yerini alabilmenden önce senin şarkına ihtiyaç duyanlar sayılamayacak çoklukta. Buna mani olmak için ihtiyaçlarını karşılamak zorundasın.”

 

Priscilla-sama’nın teklifi, nihayet rahatlıkla anlaşılabilmişti.

 

Şarkılarımın erişebilmesinden önce kongre merkezinde olduğu gibi bir sürü kişi birbirini yaralayacaktı. O zamana belki de şarkının en değerli kurtarıcı lütfu için iş işten geçmiş olacaktı.

 

Hepsinin kurtarılamayacağı kesindi. Ama kurtarılabilir olanlara el uzatmak kesinlikle nafile bir görev değildi.

 

Priscilla: “Benim gözümde sahnedeki cesaretin azımsanacak gibi değil. Ama şu anki bu tereddütlü halin tehlikeli. Belki de kritik bir anda kendisini gösterecektir. Bu yüzden sahnedeki tecrübelerinin sayısını arttırmalısın.”

 

Liliana: “Sahnedeki tecrübelerimin sayısı… öyle mi?”

 

Sahnedeki tecrübelerinin sayısı, şimdiden sayılamayacak kadar çoktu. Daha önce hiç “sahnedeki cesaret” gibi bir tabir kullanılmamış olsa da sahnede hiç utandığı da olmamıştı.

 

Priscilla-sama’nın esas kastettiği şey —

 

Priscilla: “Sıkıntıların meçhul. Ama şu anda istenen şey kendin için değil, başkaları için şarkı söylemen. Şarkılarının başkalarının iyiliği için olduğunu anla. İşte bu yüzden, sahnede geçirdiğin vakitlerin sayısını arttırmalısın.”

 

Liliana: “——”

 

Priscilla: “Benim tarafımdan bu derece teşvik edilmek cidden kibirdir. Getireceğin sonuçlarla pişmanlığını ifade et.”

 

Böyle diyen, kararını vermiş görünen Priscilla-sama iki elini gövdesinin üzerinde birleştirip göğsünü şiddetle kabarttı — o iri memeleri bir hışımla zıplarken de elleri beline doğru indi.

 

Şarkı, benlikten farklı bir varlıktı. Böyle bir şekilde şarkı söylemek—

 

Schult: “Priscilla-sama tam da beklenildiği gibi nazik! Gerçekten anlıyorum!”

 

Priscilla: “Çok gürültücüsün, Schult.”

 

Birazcık alaylı olduğunu düşünmeden geçemeyeceğim bir etkileşimdi ama bununla durumu düzeltecek, performansımı sergilemek için her sığınağı gezeceğim bir savaş başlatacağım.

 

Öncelikle Priscilla-sama’nın sözlerinin, sonra da bir şarkı ve dans ozanı olmanın hakkını vermek için — Liliana’nın geleceği! ———

 

—.

 

————.

 

——————.

 

Ehh, tam da ben bu tutkuyla sığınakları turlayacak, çaresizlik ve öfkeye yenik düşenleri kontrol edecekken üçüncü bir yayın oldu…

 

Priscilla: “Hmm… ilk önce bir başkası davrandı. Amma can sıkıcı.”

 

Priscilla-sama kafasını solgun göğe doğru kaldırarak kendi kendine bu şekilde mırıldandı.

 

O hislerin neye yönelik olduğuna gelince, tabii ki o şeyi ben de işitmiştim.

 

Natsuki Subaru-sama büyülü cihazla bir yayın yapmıştı.

 

Sözleri beceriksizce olmasa da ilham verici oldukları da söylenemezdi ama belki de şehir halkının kalplerinde, huzursuzluk ve korkunun dışında başka bir şey daha yüzeye çıkabilirdi.

 

Bizim şarkı söyleme arzumuzla, aynı şey.

 

Öyleyse kim yaparsa yapsın, iş görürdü.

 

Liliana: “İlk önce bir başkası davranmış olsa da -tam da söylediği gibi- belediye temizlenmiş görünüyor. Şimdilik milletle buluşalım ve şehri geri alma savaşını başlatalım!! En iyi performansımla şarkı söyleyeceğim!”

 

Priscilla: “Böyle tasasız bir tavır sergileme.”

 

Liliana: “Yo, yo, yo, bu kibir gibi bir şey değil.”

 

Bir nebze güven hissi olsa da daha ziyade utanç hissiydi.

 

Şansım elimden alınmış, [Şarkıcı] olma fırsatım kaçmıştı.

 

Ama onun yerini, bir [Kahramanın] doğduğu bu yerde dik durabilmek almıştı, bu da bana büyük bir tatmin veriyordu.

 

— Bu tatmin, bu kahramanın düşüncesizce Priscilla-sama’yla ilişki kurmaya karar verdiği bu yerde, öylece dağılıp gider miydi!

 

Yeey! Hala şarkı söyleme fırsatım var! E iyi öyleyse!

 

#Liliana’nın iç sesiyle geçen bir bölümün daha sonuna gelmiş bulunmaktayız. Bu bölümlerin en büyük artısı Priscilla hakkında daha çok bilgi ediniyor olmamız. Doğru yolları seçme konusundaki inanılmaz başarısı, güneş diski denilen ve kendisi ile çevresindekileri etkilenmekten korumasını sağlayan yeteneği ve şimdi de bu Liliana’nın bir anda yanma ama aslında yanmama muhabbeti çıktı :/
Bakalım daha neler öğreneceğiz! Sıradaki bölüm çılgınca uzun olduğu için ikiye böleceğim, orada görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr