Cilt 5 Bölüm 65 [ Liliana Masquerade'in Pişmanlığı ] (2/2)

avatar
3670 12

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 5 Bölüm 65 [ Liliana Masquerade'in Pişmanlığı ] (2/2)


Çevirmen : Clumsy



Bu şekilde, bu şekilde, bu şekilde, tahriktahriktahriktahriktahrik etmek için için konuşuyor!

 

Nemli gözkapaklarımı zorla ovuşturdum, tüm gücünden sıyrılan belimi ayakta durmaya zorladım. Gerçekten az önce Priscilla-sama’nın yaptığı şey, aaaa, isyan ediyorum!

 

Liliana: “P, Priscilla-sama, az önce olanlar, neyin nesiydi! Lütfen, lütfen sorumluluk al. Böyle bir şeye zorlanmışken, artık evlenemem ki—!”

 

Priscilla: “Ağızların birbirine değmesine izin vermek, benim de uygun bulduğum bir şey değil. İlk seferi imtiyazının bir bahanesi olarak kullansan da mantığını geri kazanabilmeni buna borçlu değil misin?”

 

Liliana: “Eh? Mantığımı geri kazanmak derken?”

 

Priscilla-sama bir, bir başkasının saflığını ayaklar altına aldıktan sonra bile pişmanlık bilmez bir ifadeye bürünüyor gerçekten. Bir ozana yapabileceği hiçbir şeyin sorun olmayacağını mı düşünüyor acaba? Ühü ühü.

 

Priscilla: “Ne kaba bir davranış. Hadi, kaldır kafanı da şu kişiye bak.”

 

Liliana: “Ühüühüühü-, eh?”

 

Bu sözlere itaat edecek bir kadının zayıflığıyla kafamı kaldırdım ve yerlerine dönmüş olan Priscilla-sama ile Bandaj-san’ı gördüm, yo, ha, Bandaj-san mı?

 

Yoyoyo, bu nasıl mümkün olabilir ki? Neden hiç rahatsızlık hissetmedim de o kişiye rahatça Bandaj-san dedim? Açıklanamaz, hiçbir şekilde açıklanamaz!

 

Sirius: “İkisi de kadın ama buna rağmen… gerçi bu formda olanlar da var. Herkesin sevgi formu farklı olsa da farklı yönelimleri olsa da sevgileri aynı miktarda olur. Aslında bu, insanın insanı sevişinin güzelliğini daha iyi ifade eder…”

 

Priscilla: “—Bu saçma sapan zırvaları kes. Amma yakışıksız.”

 

Priscilla-sama ve beni izleyen bandajlı manyak, ellerini yüzüne bastırmış halde uçuyor ama kelimeleri beni giderek daha memnuniyetsiz hale getiriyordu.

 

Şimdiye kadar koşulsuz şekilde güvenilir gelen o kelimeleri, o tavrı, o tarzı, bandajlı manyağın ortaya koyduğu koşulların normalliğini kabul edebilir hale geldikten sonra ansızın tersine dönmüştü.

 

Yo, karanlıkta ışık görevi görsün diye bir kuleyi ateşe vermek, o hafiften koyu kırmızıya bulanıp pislenmiş zincirleri modaya uygun görmek tamamen dehşete düşürücüydü ve son olarak sığınaklardakileri değerlendirmesi cidden mide bulandırıcıydı! Tüm bunların yaşanmasına yol açanın kim olduğunu sanıyordu!?

 

Priscilla: “Her ne kadar bu dünyada kendini zevke kaptıranların yanı sıra ekstrem sevgiler ve nüfuz eden yüzeysellik bir hayli fazla olsa da senin kendini abartışın bu kişilerin arasında bile ekstrem. Senin için bir palyaço demek baskın antipatine uymaz, ahmak demekse sana fazla güç bahşeder… süregelen hayatta kalma başarına bir değer biçmek imkânsız.”

 

Sirius: “Oh aman, oh aman aman, oh aman aman aman, öyle mi? Düşünceliliğin için teşekkürler ve özür dilerim? Minnettarlıkla özür dilerim. Sözlerimle sana ulaşmam zor görünüyor… ama, yaşanan bu.”

 

Priscilla: “Oldukça makul. Acele etmeye razı gel ve boynunu sun artık.”

 

Sirius: “Tabii, aynen öyle. Karşılıklı anlayış hatırına konuşmaları tüketmek de insanlar arası ilişkilerde önemli bir seremonidir. Benzer şekilde çok geçmeden kalpler yumuşar ve kaynaşıp bir olur. Sevgi böylece bir olacak, bir bütün olacak, bir bütün olmak için çaba harcayacak. Sevgi saygıdeğerdir, bana oldum olası bu öğretildi ve ben de oldum olası bu doğrultuda yaşadım!”

 

Liliana: “Uaaah! Bu farkındalığa biraz geç ulaşmış olsam da az önce ilk defa biriyle bir öpücük paylaştım!”

 

Priscilla: “Yalnızca beni karşılamak için var olan bu yanan kule, övgüyü hak ediyor.”

 

Vaay! Benim için birazcık kafa karıştırıcı olsa da az önce en ufak bir diyalog bile kurulmadı!

 

Başından beri mantığını dinleme kapasitesine sahip değilmiş gibi görünen bandajlı manyağa seslenen, kendi yolunu çizmek için ilerleyen Priscilla-sama ve dudaklarıma gerçekleştirilen saldırı yüzünden kafası karışan ben! Hey, ben tamamen gereksiz değil miyim?

 

Priscilla: “Sana bundan sonra ihtiyaç duyulacak. Ağızdan ağza temas da o yüzdendi.”

 

Liliana: “Lütfen bana şunu hatırlatmayı bırak! Ayrıca, bu şekilde de bakmamaya çalış lütfen. Priscilla-sama bana bakınca göğsüme bir şeyler oluyor gibi geliyor…”

 

Priscilla: “Sonucun çok etkili olması da bir problem olarak değerlendirilebilir. Güzelliğim sahiden bir günah.”

 

Göğsümün kabarışına direnmeye çalışan beni bir kenara atarsak Priscilla-sama endişelerinden rahatsızmış gibi iç çekiyordu. Bu profil acı verici noktada hoş görünüyordu… eeeeeeh, şimdi böyle şeyler söylemenin zamanı değil. Priscilla-sama başından beri azim doluydu ama karşısındaki bandajlı manyak da en ufak bir geri çekilme belirtisi göstermiyor, yani bir savaş olacağı kesin! Ve burada kalacak olursam benim de bir sorumluluğum olacak.

 

Liliana: “Benim, benim birazcık geri çekilmem daha iyi olmaz mı?”

 

Priscilla: “Ehh, öyleyse…”

 

Hey, biriyle neden böyle dalga geçiyorsun ki?

 

Fakat ben tam da böyle düşünürken bir şey yaşandı. Keskin ve göz alıcı kulaklarım bir ses yakaladı. Adım sesi mi ki? Evet evet, hiç şüphesiz ki adım sesi. Ve yine hiç şüphesiz ki o sesler tek kişiye ait değil, çok kişiye ait… yo, çoktan ziyade aşırı! Aşırının da aşırısı!

 

Priscilla: “Demek öyle, yakınlardaki tüm insanları topluyor ve buraya çekiyorsun.”

 

Sirius: “Tüm o insanlar sevgimle uyum içerişinde olanlar. Bazen senin gibi inatçılar da çıksa da söylendiği gibi [yağmur suyu kanala düşünce tüm farklılıklar kaybolur]. Kalpler teslim olacak olursa bakış açıları da değişmez mi?”

 

Yağmur suyu gibi bir şey karışacak olursa beklenmedik bir şekilde bir kirlenme gerçekleşirdi — atasözü böyle bir şeyi ifade etse de şu anda böyle boş işlerin zamanı değildi!

 

Kontrol kulesi yanıyor! Her taraf kanallarla çevrili! Biz kontrol kulesine bakan avludayız! Ve kanalın öbür tarafından bizi büyük bir kalabalık gözlüyor!

 

Gerçekten çok büyük. Kongre merkezindeki yüz, iki yüz kişi kadar olmadığı kesin! Bin mi, ya da belki de daha çok? Sahiden de onca kişi etrafımızı sarmış ve bunu söylemek çok kabaca olsa da bize felaket getirici bakışlar atıyorlar!

 

Peki bu şey, Subaru-sama’nın tarif ettiği gibi insanların ruhunun [Öfke] tarafından tamamen ele geçirilme evresi mi?!

 

Priscilla: “Öncelikle söylemem gerekir ki az önce sen de oradakilerle aynı ifadeye bürünmüştün.”

 

Liliana: “Ueeeeh, gerçekten mi!? Ne korkunç! Ah! Amaama, öyleyse Priscilla-sama gidip hepsini öpecek olursa hepsi bilincini geri kazanır, haksız mıyım!? Priscilla-sama’nın dudakları bakımsızlıktan şişer mi, aaaa!”

 

Priscilla: “Karşıdakinin kim olduğuna bakmaksızın hayır işi yapacak olan da kimmiş? Arkandan başlayarak yanmak ister misin acaba?”

 

Arkadan yanmakla sonuçlanan olaylar silsilesi! Yanlış yanıtı vermek ölüm demek olur! Bu koşul benim gibi çoğu zaman düşünmeden konuşan biri için saçmalık derecesinde sevimsiz!

 

Priscilla: “Her halükârda, bu senin rolün. Seni buraya neden getirdim sanıyorsun? Görevlerinden vazgeçmek ve benden yardım dilenmek utanç verecek olmalı.”

 

Liliana: “Yo ama, bu, sebebi anlıyorum ama—”

 

Duyarlılığını yitirmiş olan bu kalabalığa yeterli hazırlık bile olmadan ne şarkısı söylenebilir ki! Ve performans onun önünde gerçekleştirilirse o bandajlı manyağın buna bir son vermeye çalışması da mümkün.

 

Priscilla: “Bu yüzden, sahneyi ben alacağım.”

 

Ben kıvrana kıvrana geri çekilirken Priscilla-sama, tiksintisini sergiler gibi böyle söyledi.

 

Yo, Priscilla-sama’nın harika olduğunu kabul etsem de böyle bir kalabalık karşısında… hah bekle, az önce [Priscilla-sama harika!] fikrine kapıldım, ama Priscilla-sama gerçekten o kadar harika mı ki?

 

Avcunun oldukça fit genç bir adamı çarpıp uçuruşuna tanık olsam da bunun dışında bir başarısına dair herhangi bir anım yok! Eeeh, öyleyse tek rakip [Öfke] olsa bile, bu işe devam etmek gerçekten doğru karar mı?

 

Sirius: “Yapmamalısın. İkinizin arasındaki ilişkinin bir öpücük paylaşma noktasına varacak kadar yakın olduğu belli, daha büyük bir yakınlığa ve karşılıklı anlayışa ulaşmak içinse sarf edilecek çabaların çoğaltılması gerekir. Arzular bir olduğu takdirde düşünceler de bağlanacaktır. Aynı bu avluyu kuşatanlar gibi, çoğunluk gibi, bir olacaktır!”

 

Bandajlı manyak bir adım geri çekilirken avluyu kuşatanlar da aynısını tekrarladı. Bin küsür kişinin en ufak bir düzensizlik olmadan tekrarladığı bir davranış, yalnızca yankılanma olarak tarif edilebilirdi.

 

Avluyu titreten, suyun yüzeyini sarsan, halihazırda yanmış olan kuleyi eğen bir güçtü… bunun sevgi olup olmadığı tartışılır ama bir tehdit olduğuna dair en ufak bir şüphe yok!

 

O kalabalık topluluk bizi yakalamaya teşebbüs etmek için hep birlikte yaklaşacak olursa—

 

Sirius: “Gelin, siz de sevgiyle sarmalanın, bir olmanın heyecanını tecrübe edin—!”

 

Eh, gyaa! Söylendiği anda gerçek oluyor! İşimiz bitti!

 

Bine karşı iki, gerçek bir kahramanın bile görmezden gelemeyeceği bir sayı farkı!

 

Öfke kükreyişi gibi bir sesle kalabalık sürü halinde hücuma geçti. Kanal gibi şeyleri hiçe sayan beden sürüsü, bakire bedenlerimiz için geliyordu—!

 

Uaah! Baba-sama Anne-sama Kiritaka-san, özür dilerim! Liliana’nın dudakları dışındaki yerlerin de saflığı bozulacak!

 

Liliana: “Bunun olacağını bilseydim Kiritaka-san’la sınırsızca…”

 

Priscilla: “Karamsar olan sen ve iyimser olan kalabalık, siz her biriniz benim kim olduğumu sanıyorsunuz?”

 

Liliana: “Eh?”

 

Çaresizliğe kapılan benliğimin önündeki Priscilla-sama harekete geçti. Farkına bile varılmadan eline kan kırmızı kılıcını kuşanmıştı — Yang Kılıcını. Gün içerisinde kongre merkezinde göründüğünde bile yeterince parlak olan kılıç, güneşin söndüğü bu gece vaktinde insanı ürperten bir güzellik sergiliyor.

 

Adeta alçalmış olması gereken güneşi geri getirmiş gibi—

 

Priscilla: “Göze çarpan kılıcım karşısında titremekte haklısın. Bu başlangıcın alevi, imparator tahtını aydınlatan ilk alev — gerçi benim inancım bu kızıl parlaklığın sizin bildiğinizle aynı olduğu yönünde.”

 

“——”

 

Priscilla-sama ciddiyetle bunları belirtirken Yang Kılıcını kuşanmış halde yukarı doğru uçmaya başladı.

 

Bu yalnızca uçmak şeklinde tasvir edilebilecek bir eylemdi. Bariz şekilde yalnızca hafif bir sıçramadan ibaret olsa da rüzgarla bir olmuş gibi bir çeviklikle gerçekleşmişti. Kalabalık çılgınca akın edemeden önce kanalın kıyısına ulaşan Priscilla-sama, Yang Kılıcının ucunu kanalın yüzeyine doğrulttu.

 

Ve hemen sonrasında...

 

“——!?”

 

Gözlerimin önünde kan kırmızı bir duvar yükseldi— yo, yükselen alevlerdi, alevlerden bir duvar.

 

Yükselen alevler kan kırmızı bariyeri aşarken beyaza dönmüş görünüyordu. Herhangi bir ‘dalgalanma’ tanımını reddeder gibi hazin ışıklar yayılıyor, bu sıcaklığın dehşeti kanıtlanıyordu.

 

Kanalı, suların kendisini bile kavuruyordu. Ateşe karşı etkili olması gereken suları, ateşin doğal düşmanı olan suları kavuruyordu — bu tüm doğa kanunlarını altüst eden bir manzaraydı.

 

Priscilla-sama’nın Yang Kılıcının alevleri suyu bile yakabiliyordu.

 

Ve bunun yanı sıra — avlunun etrafında kanalları kuşatan her şeyi!

 

Sirius: “Bu…”

 

Bu dünyaya ait olamayacak bir manzaranın karşısındaki bandajlı manyağın — yo, buna bir son verelim artık. [Öfkenin], aynen öyle, [Öfkenin] bile nutku tutulmuştu.

 

Bu için için yanan ancak var olan bir alev şeklinde tarif edilemezdi. Kanalı açmaya teşebbüs eden kalabalığın adımları yerine mıhlanmıştı.

 

E çok normaldi. Kanatlıların ateşin etrafında toplanması doğanın kanunu olsa da insanlar buna direnebilecek bir akıl ve içgüdüye sahipti.

 

Priscilla: “Sadece bu formda olsa bile buna egemenlik demek için sevgiyi bahane göstermen kritik bir zayıflık teşkil ediyor. Bu, itaatkarlığın içgüdülere bile üstün gelebileceği bir güç olsaydı böyle bir şey onların adımlarını asla durduramazdı.”

 

Yang Kılıcıyla yeni bir duruşa geçen Priscilla-sama, sessizleşen [Öfkeyle] bu şekilde alay etti.

 

Alay, dalga, küçümseme, hor görme — yalnızca böyle ifade edilebilecek kötü niyetli bir güzellik ifadesiydi.

 

Aah, bu kadar önemli bir şeyi göz ardı etmişim.

 

Başından beri yalnızca Priscilla-sama’nın göz alıcı ciddiyet ifadesini izliyordum ama kendince bir güzelliği olsa da bununla kesinlikle kıyaslanamazdı.

 

İnsanı ürperten bir güzellik doğuran bu kötülükten daha güzel bir şey olamayacağı belliydi.

 

Priscilla: “Özgür irade engellense bile içgüdüler kısıtlanmadıkça görünen tam olarak bu olur. Görünüşe göre hiç kimse bahsettiğin sevginin ifadesi olarak alevler tarafından tüketilmeye razı değil.”

 

Sirius: “——”

 

Priscilla: “Bağırıp durduğun o ucuz sevginin sonucu bu işte. Böyle bir manzara tam da Günah Başpiskoposunun saçma sapan tanımı oluyor. Bu abartılı unvanla boy ölçüşmekten ne kadar da acizsin.”

 

Akışa kapılıp bir kez daha dalgasını geçen Priscilla-sama, ses çıkartmayan [Öfkeyi] yerden yere vurmaya devam ediyordu.

 

Ellerim istemsizce terliyor, bakışlarım manzaraya doğru kayıyordu. Şu ana dek var olan Priscilla-sama gerçekten bu kadar inanılmaz mı değil mi düşüncesi tamamen ortadan kalkmıştı.

 

Priscilla-sama harikaydı! Priscilla-sama güçlüydü!

 

Priscilla: “Neticede sevginin bir olması gibi kelimeler yalnızca yüzeysellikten ibaret. Benim emsalsiz benliğim zirvede ve bu yüzden senin gibi sıradan vatandaşlar ne kadar mücadele ederse etsin benimle asla bir olamaz.”

 

Vuaaa, Priscilla-sama bir harika! Evet harika, ama hah, bu durum tuhaf değil mi?

 

Priscilla: “Bana yaklaşabilsen bile yetişebilmen hiçbir şekilde mümkün değil. Bahsettiğin sevgi çoktan mağlup edildi. Ve bu yüzden bir olmaktan bahsetmen boş ve çılgınca kelimelerden ibaret.”

 

Liliana: “Uhm, Priscilla-sama, artık vakit…”

 

Priscilla: “Bir olma yanılgısı bile fazlasıyla hatalı. Başka bir şey olarak doğup bir olmayı arzulamak benliğin inkarıdır. Neden senin eksikliğini çektiğin bir şeyin yakınlıkta herhangi bir değeri olsun ki? Kusur tüm önermede ve bu yanlışlığa göre hareket etmek bayağılık içerisinde var olmaktır. — Çok, kaba bir şey.”

 

Liliana: “Uvaaah! Böyle mutlak bir ret de neden!?”

 

Böyle bir şey! Beynine kan hücum ettiği kesin! Kesin!

 

Priscilla-sama’nın kanı beynine hücum etse bile hala bir miktar hareket payı olabilir ama benim gibi önemsiz birinin yapacağı seçim, saygıdeğer benliğinin bunu yapmaktan kaçınması ve bu işe bir an önce bir son vermesinden yana olur!

 

Belki de bunu gördüğü için Priscilla-sama’nın sözleriyle yüzleşen [Öfke] çıt çıkarmadan başını eğmiş, sessizliğe gömülmüştü. Ehh, böyle kibirli kelimeler karşısında kim olsa öfkelenirdi. Ve bir şeyler söylemenin karşılığında yeni kelimeler geleceği için de öfkeli sessizlik devem ederdi.

 

Tamamen rahatsız bir ortam oluştuğu söylenebilirdi, o yüzden mümkünse Priscilla-sama [Öfke]-san’ı yenip geçsin de bu işe galibiyet deyip rahatlayalım artık.

 

Priscilla: “Ahmak. Bunu yaparsam ben hariç herkes ikiye bölünür, haksız mıyım? Kırmızıya bulanmış bir şehir manzarası cezbedici olsa da bu manzarayı benim bulunduğum topraklara taşımaya gerek yok. Bu yüzden bu fırsat şimdilik geciktirilmeli ve sen de işe yararlığını göstermelisin.”

 

Ah — doğru ya, durum buydu. Neticede benim görevim de tam olarak bundan kaynaklıydı.

 

[Öfkenin] etkisinden nasiplenmek, o kişinin acısını ve hatta yaralarını bile paylaşmak anlamına geliyordu. Benim şarkım da tamı tamına bu şartlardan kurtulmak için gerekliydi.

 

Liliana: “Bu manzarayı gördükten sonra bayağı huzursuz oldum, yani şarkım işe yarar mı yaramaz mı kim bilir!”

 

Priscilla: “Razı olmazsan senin kellen de o kalabalıktakilerin kelleleri de o yaratığınkiyle birlikte özgürce yere serilebilir. Bu sahneden kaçınmanın en iyi yolu başarısız olmadan şarkını kalbine yerleştirmen.”

 

Lu-liri tutmaya devam ediyordum ama üzerime yüklenen sorumluluğun yüksekliği yüzünden büzüşüp kalmıştım.

 

Yanan kanal suları kalabalığı uzakta tutsa da kalabalık rehineydi, onları özgür kılma yöntemiyse benim şarkımdı! Peki Priscilla-sama’nın görevi—?

 

Liliana: “Yani diyorsun ki diyorsun ki, ben şarkımla büyülenen kalabalığı sarsana kadar Priscilla-sama’nın görevi beni ölmekten alıkoymak, kulağa öyle gelmiyor mu!?”

 

Priscilla: “Sen ölürsen, eh, geriye yalnızca kafalarını bir an önce kesmek kalır. Yani hepsinin canlarının senin boğazında yattığını düşünebilirsin.”

 

Liliana: “Ukya—!”

 

Priscilla: “Amma da yavaş anlıyorsun. Öyleyse hadi… mm.”

 

Ben tiz bir çığlıkla suratımı örttükten sonra Priscilla-sama’nın ifadesi değişti. Şu ana dek sessizliğini koruyan [Öfkeye] dönerek kaşlarını çattı.

 

Ben de huzursuz edici bir önseziyle parmaklarımın arasından o yöne doğru baktım.

 

Sirius: “—Ne kadar, harika.”

 

Liliana: “Eh?”

 

Sirius: “Ne kadar harika, nasıl da sevindirici. Belki de buna bir zevk demeli. Yo, belki de kalbimde yükselen bu duyguya bir isim vermek mümkün değildir.”

 

Kısık bir sesle, aygın baygın bunları söyleyen [Öfke] suratını kaldırdı. Bandajların örtüp gizlediği o suratın şevkini beyan eden gözleri sağı solu tarıyordu.

 

Priscilla-sama’ya bakıyor, ateş duvarına bakıyor, bana bakıyor, yo bekle bir dakika lütfen bana bakma.

 

Sirius: “Pardon, bir an için dalmışım. Ama teşekkür ederim. Şimdi uyandım. Böyle zahmetsizce bir şeyleri anlama arzusuna yönelik sözler haddinden fazla bencilce.”

 

Kahkaha mıydı o?

 

Canavarın ağzı yatay bir şekilde açılmış, o canavar beyaz dişlerini sergileyen bir gülüşle kahkaha atmıştı.

 

Samimiyetle, bir arkadaşı veya aile üyesini karşılar gibi, bu şekilde reddedilir gibi, gibi gibi!

 

Sirius: “Müsaadenizle kendimi bir kez daha tanıtayım lütfen. Ben Cadı Tarikatının Öfkeyi temsil eden Günah Başpiskoposu, Sirius Romanee-Conti’yim. Söz ve eylemlerimi ciddiye almanızı umut ediyorum.”

 

Diyerek eğildi, kibarca selam verdi.

 

Ve sonra da bandajlı manyak — canavar Sirius, kollarındaki zincirleri çözdü. Bileklerini döndürdü, esaretinden kurtuldu, zincirlerin erişim alanını yükseltti, zincirleri döndürdü, üst üste binen metal katmanların sesi kötülüğün ta kendisi olarak atmosferi yarıp geçti.

 

Canavar buna rağmen gülümsemeyi sürdürüyordu.

 

Sirius: “Bu bir [Sınav]! Evet, hiç şüphesiz ki bir [Sınav]! Kocamla bir kez daha karşılaştığım bu şehir için, onunla bir kez daha karşılaşmak, ona olan sevgimi kelimelerle ifade edebilmem için bana düşen bir [Sınav]! O kişiyle bir kez daha karşılaşmamı kaçınılmaz kılan sevgimin ifadesi! Siz de yoluma çıkan bir [Sınavsınız]!!”

 

Çınlayan bir sesle, aşık bir kadının abartılı jestleriyle dur durak bilmeksizin zincirlerini sallayan canavar tek nefeste aradaki mesafeyi kısaltmıştı. Oh yo oh yo, o zincirlerin bana değmesi bile benim için ölüm demek olur.

 

Priscilla: “Kalabalığı yatıştırdıktan sonra, o yaratığın rakibi ben olacağım. Mantıksız hareketlerde bulunma.”

 

Liliana: “Ueeh? Priscilla-sama!?”

 

Priscilla: “Sen şarkını söylemeye hazırlan. — Yang Kılıcıma gölge düşecek olursa her ne olursa olsun o iğrenç mahlukun kafasını keseceğim. Hadi, bu olmadan önce başla.”

 

Senin tarafından keyfi bir sınır koyulsa bile—!

 

Sözlerimin en ufak bir zerresi duyulmuyormuş gibi Priscilla-sama ve o canavar Sirius açılış darbelerini gerçekleştirmiş, savaşları başlamıştı!

 

Zincir ve kılıcın şiddetli çarpışmasını dinlerken, ben de hiç değilse bir şeyler yapmalıyım diye düşündüm.

 

Bir sorumluluk duygusu demekten ziyade belli belirsiz bir hisle çabucak kanalın üzerindeki alev duvarına doğru koşturmaya başladım. Umutsuzca.

 

Daha hızlı koşmalıyım! Lanet olsun, hiçbir şey düşünememek değil miydi bu!

 

Liliana: “Ve şimdi, bir dakika dinleyin lütfen. —Yabanların Hoshin’i haaaah sıcak!?”

 

Kanalın sınırlarına yaklaşırken işitme menzilindekileri bir şarkı girdabıyla kendine getirmeye hazırlandım ama yaklaşır yaklaşmaz suratım alevler yüzünden mahvoldu!

 

Olamaz! Gerçekten olamaz! Kendimi bir gösteri havasına sokmaya zorlasam da Priscilla-sama’nın alev duvarı sıcaktan da öte! Aşırı sıcak! Normalden daha sıcak!

 

Ama bu kadar yaklaşmadan hiç kimse göremez ki!

 

Liliana: “Uuuooo, sıcaksıcaksıcak—! Ellerim kavrulacak! Boğazım veya ciğerlerim yanacak olursa bu savaşı kaybetmeye mahkumuz demektir… bekle, ha?”

 

Tam da bir ateş parçası bana dokunur ve tamir edilemeyecek ölçüde kavrulması gereken yüzüm için aceleciliğime lanetler okurken alevler tarafından yutulması gereken ellerimin zarar görmediğini keşfettim… ya da daha ziyade, ahşap lu-lirimin bile alevler tarafından yok edilmediğini. E bu da ne demek oluyordu?

 

Liliana: “Bu, sıradan bir ateş değil mi…?”

 

Yoyo, en başından beri sıradan bir ateş olmadığı belliydi ama ateş gibi görünmesine rağmen yanmıyor muydu? O kavurucu sıcaklığa rağmen yanmıyor muydu?

 

Öyleyse bu! Hiç vakit kaybetmeden aşılamaz mıydı! Bu da neyin nesiydi! İnsanları korkutma amaçlı sahte bir ateş taklidi miydi!?

 

Buna göre hareket etmenin başarısız bir karar olacağı kesindi!

 

#Hepsi de abuk sabuk konuşan üç kadınla Liliana’nın iç sesinin hakim olduğu bir bölüm çevirmek, bir de bunu kötü bir İngilizce çeviriden yapmak gerçekten büyük zulüm. Önümüzde iki Liliana bölümü daha var, onlardan sonra Oburluk cephesine geçeceğiz. Maalesef sıradaki iki bölüm de bayağı uzun, yani onları tek seferde çevirmeye sabrımın yeteceğini sanmıyorum. O yüzden ikiye böleceğim gibi görünüyor. Sıradaki bölümde görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44312 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr