Reinhard: “Ah, Subaru. Şükürler olsun ki birbirimizi kaçırmadık. Geri döndüm.”
Subaru: “Reinhard? Ne çabuk, daha yeni gitmiştin.”
Subaru ve grubu, Julius’u alışlarının ardından sığınağa dönerken aynı sığınağa yeni dönmüş olan Reinhard’a denk gelmişti.
Subaru onun hızı karşısında şaşkın bir tepki verirken de elini hafiften kaldırmış şekilde onlara doğru ilerleyen Reinhard’ın kaşları ansızın çatılmıştı. Ve Subaru’nun korkunç görünümü ile dörtlünün gergin denilebilecek tavırlarındaki huzursuzluk karşısında,
Reinhard: “Mesele nedir Subaru….. Bir sorun mu var?”
Subaru: “Kesinlikle bir sorun var….. Ama kelimelere dökmek zor. Senin de teyit etmeni istediğim bir şey.”
Reinhard: “Yardımım dokunacaksa ne istersen sorabilirsin. Buyur?”
Reinhard’ın ses tonu alçalan Subaru’ya verdiği karşılık her zamanki kadar içtendi. Bu yüzden Subaru, onun “Bağırsak Avcısı” mücadelesinden başlayarak “Açgözlülükle” verdiği savaşa kadarki tüm olağanüstülüklerine güvenmek istiyordu.
Yine de ilahi bir lütufla kurtuluşa ulaşma şeklindeki bu düşünce――
Subaru: “――Yanımda duran kişiyle ilgili herhangi bir şey biliyor musun?”
Reinhard: “……Beatrice-sama’yı kastetmiyorsun, değil mi?”
Reinhard Subaru’nun yanına sokulmuş olan elbiseli küçük kıza bakarak böyle söyledi. Subaru ise sessiz kaldı, Reinhard’ın kelimelerine karşılık vermedi. Yalnızca “Kılıç Azizine” gözlerini dikmeyi sürdürerek arzuladığı yanıtı alabilmek için dua etti.
O bakışlardaki şevk karşısında Reinhard, bakışlarını Subaru’nun yanındaki kişiye çevirdi ve düşünürcesine gözlerini hafifçe kıstı. Ancak,
Reinhard: “――Özür dilerim. Tanımadığım biri. Yine de duruşu ve görünüşüne bakılırsa savaşa katılan cesur fertlerden biri sanırım.”
Julius: “――――”
Julius’un yanakları bu yanıt karşısında kaskatı kesildi.
İkisi, Kraliyet Şövalyeleri Düzeninden yoldaş olan yakın arkadaşlardı―― Ancak “isminin” yenilişiyle bu arkadaşlık bağlantısı da kesilmişti.
Bu gerçekliği işiten Julius gözlerini kederli bir şekilde yere indirirken yan tarafından onu izleyen Subaru da hüzünlenmiş durumdaydı.
“Kılıç Azizi”, Kraliyetin en güçlü ferdi olarak Cadı Tarikatını bile parçalayabilecek kudretiyle en yetenekli kılıç ustasıydı.
Ancak Reinhard van Astrea bile “Oburluğun” otoritesinin etkisinden kaçamamıştı.
Belki de söz konusu Reinhard ise bunun mümkün olduğunu düşünmek, yalnızca temelsiz bir arzudan ibaretti.
Her halükarda o arzu acımasızca paramparça edilmiş, sığlığı onaylanmıştı.
Reinhard: “Özür dilerim. Sebebini bilemesem de beklentilerinizi karşılayamamışım gibi görünüyor.”
Julius: “……Hah, bunu söyleyen ben olmalıyım. Senin bakış açından bu soru kulağa bir itham gibi gelmiş olmalı. Böyle bir varsayımda bulunduğumuz için esas biz özür dilemeliyiz.”
Reinhard’ın özrüne karşılık verme sorumluluğunu üstlenen bizzat Julius olmuştu.
Dostu tarafından yabancı muamelesi görme şokunu maskelemiş, bu sakince sözlerle kendisini örtbas ederek sığınağa bakınmıştı. Ve sonra da,
Julius: “Önemli insanların toplanma vakti gelmek üzere sanırım. Yapılacaklarla ilgili konferansı başlatmanın tam zamanı.”
Reinhard: “……Anlıyorum. Yani orada senin hakkında da konuşacağız, haksız mıyım?”
Julius’un sözlerinin ardındaki niyeti tahmin eden Reinhard, çenesini kaldırdı. Gerçekten de verilen defansif savaşın cesur bireyleri―― Kraliyet Seçimine dahil olanlar ve Şehir Görevlileri sığınağın içerisinde toplanmaya başlamıştı.
İşte o sırada, tam da o sığınağın dışında kimonolu genç bir kadın göründü.
Anastasia: “Hmm, görünen o ki daha biz söylemeden toplanmışlar. Ne elverişli.”
Dışarıya bakınmayı sonlandıran Anastasia boynundaki atkıyı, Echidna’yı, çekiştirip gülümseyerek böyle söyledi. Ortamdaki sığınakta―― görüş alanında toplananları ve Subaru’nun yanında dikilen Julius’u görmüş olmalıydı ama ondan bahsedecekmiş gibi görünmüyordu.
Anastasia: “Emilia-san, siz ve Felt-san’la ekibi toplamaya yaklaşmışız gibi görünüyor. Sonradan Priscilla-san da eklenirse yeterli olacaktır. Öyleyse, konferansı başlatabiliriz diye düşünüyorum.”
Anastasia ellerini çırparak bu öneride bulundu.
Ve bu konuşmayı, göz ucuyla görebiliyor olması gereken en iyi şövalyesine tek kelime etmeden, dingin bir havayla tamamladı.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Kaybedilen Belediyenin yerine yeni konferans odası olarak belirlenen yer, sığınağın yakınlarında bir alandı.
Orası da bir sığınaktı ancak taşkın ihtimaline karşı yeterli korumayı sağlamayışı nedeniyle―― Pristella şehrini alarma sokan felaket esnasında kullanılmamış gibi görünüyordu.
Anastasia: “Öncelikle diğer sığınaklardaki insanların evlerine dönmeye başlaması için iyi bir vakit diye düşünüyorum, sizce de öyle değil mi? Doğrusu biz de hanımıza dönmek isterdik…. Ama henüz toparlanma işi sona ermemiş sanırım.”
Toparlanmadan kastı han mıydı yoksa hengameye dahil olan insanlar mıydı acaba?
Anastasia muhtemelen bu yorumu her iki anlama da gelebilsin, toplanma alanına gelenler adına inisiyatif alabilsin diye yapmıştı.
Anastasia: “Öncelikle, emekleriniz için hepinize teşekkür etmeme izin verin. Neyse ki Cadı Tarikatının büyük saldırısıyla doğan hasar son derece hafif…… Burada olanlar ve olmayanlar doğrultusunda inandığım şey bu. Benzeri görülmemiş bir savaştı.”
Konferanstakiler: “――――”
Anastasia: “O sert surat ifadeleriniz olmasa da anlıyorum. Yüzleriniz ‘hafif hasar’ kelimelerine ikna olmadığınızı anlatıyor.”
O şüphesiz sessiz suratlar, bazı açılardan umursamaz görünen Anastasia’nın kelimeleri karşısında sertleşmişti. Anastasia ise omuzlarını silkmiş şekilde etrafına bakınmaktaydı.
Konferansa yalnızca şehri savunma savaşını üstlenen esas üyeler değil, sonradan dahil olan işbirlikçiler de katılmıştı.
Emilia Kampından gelenler Emilia, Subaru ve Beatrice idi. Garfiel ve Otto yaralarının ağırlığı nedeniyle konferansa katılamamıştı.
Felt Kampından gelenler Felt, Reinhard ve oraya ait olmadığı hissiyle beti benzi atan Camberly idi. Gaston ve Larkins de yaraları ve bitkinliklerinden ötürü katılamamıştı.
Crusch Kampının en önemli üyesi olan Crusch hala yatak istirahatindeydi. Dolayısıyla hanımlarının yerine Ferris ve Wilhelm katılmıştı.
Priscilla Kampından gelenler sıkılmış görünen Al ve Priscilla idi. Eşlikçileri Schult da sağ salim yanlarındaydı. Ancak güvenliği teyit edilmiş görünse de Heinkel aralarında değildi.
Anastasia Kampındansa dizginleri eline almış şekilde ortada duran Anastaisa vardı. Ayrıca Tivey ve bedeni beyaz bandajlarla sarılı Ricardo da ortamdaydı. Ve Julius da onlardan uzakta, Emilia Kampına dahil şekilde oturuyordu.
Son olarak Kiritaka, Liliana ve sürece dahil olan “Beyaz Ejderin Pulları” üyeleri de konferansa katılmıştı.
Öyle ya da böyle savaşın bir parçası olan 20ye yakın kişi, defansif savaşın ardından bir konferans gerçekleştirmek adına toplanmıştı.
Ve Anastasia’nın başlangıç konuşmasına karşı çıkarak önayak olan ilk kişi, huzursuz tavrıyla Ferris oldu.
Sarı gözleri rahatsız bir şekilde titreşir halde elini kaldırarak,
Ferris: “Savaş sonrası konferans gerçekleştirmek önemli…… Bunu anlıyorum. Anlıyorum ama Günah Başpiskoposuyla nasıl baş edeceğimizi konuşmayı diliyorum. Neticede Cadı Tarikatının en yüksek rütbeli üyelerinden biri canlı yakalandı, haksız mıyım? Ona sormamız gereken pek çok şey var. Bu konuda acele etmek istiyorum.”
Anastasia: “……Eh, Ferris-san’ın böyle söyleyeceğini biliyorum. Bu arada Crusch-san’ın şu anki durumu nedir? Herhangi bir değişiklik oldu mu?”
Ferris: “――Yalnızca stabil olduğunu söyleyebilirim. “Şehvetten” herhangi bir bilgi alamadık, bu yüzden an itibarıyla benim şifa büyüm ve kendi iradesiyle gücünü toplamaya çalışıyor. Subaru-kun’un yardımıyla semptomları bir an için hafifledi ama…..”
Hayal kırıklığına uğramış olan Ferris’in göz ucuyla bakmakta olduğu Subaru, gözlerini kendi avcuna dikti. Avcunun bir kısmı siyaha dönmüştü ve bir yanık veya doğum lekesi gibi tenine yakışmayan bir manzara sergiliyordu.
Pantolonunun örttüğü sağ uyluğunda da benzer bir değişim söz konusuydu. O alanda herhangi bir yabancı hissiyat veya acı duymuyordu ama Crusch için durum öyle değildi. Kadının gücünü yiyip bitiren şeyi ortadan kaldırmak, hayatını kurtarmak için kesinlikle maksimum önem taşıyordu.
Bunun yanı sıra bir kadın için tenine yayılan siyah damarların görüntüsüne katlanmak da oldukça zordu. Crusch gibi güzel bir kadının böyle bir şeyden mustarip olması tüm bunları daha da acı verici hale getiriyordu.
Anastasia: “Dürüst olmam gerekirse o Günah Başpiskoposunu hayatta tutmaktan yana değilim. O şey yalnızca bela getirir. Eğer mümkünse onu bir an önce öldürmemiz kesinlikle en iyi seçim olacaktır.”
Ferris: “――! Ama bu durumda elimizde hiçbir rehber kalmaz!”
Subaru siyah damarlar için endişelenirken Anastasia ve Ferris arasındaki tartışma, kaynama noktasına ulaşmaktaydı.
Yakalanan Günah Başpiskoposuna――Sirius’a ne yapılacağı konusunda Ferris, Anastasia’nın idam önerisine şiddetle kafasını sallayarak karşılık veriyordu. Onun açısından bakılınca bu tavır gayet doğaldı.
Fakat Anastasia da giderek hiddetlenen Ferris’e kafasını sallamaktaydı.
Anastasia: “Crusch-san’ın başına gelenleri üzücü buluyorum. Ama bunlar farklı meseleler. Ayrıca “Öfke” “Şehvet” hakkında ne biliyor olabilir ki…… Yo, uzun vadede bir bağları olduğunu sanmıyorum. Bana kalırsa Cadı Tarikatı üyelerinin işbirliği içerisinde olması son derece düşük bir ihtimal.”
Ferris: “Bağları yok diyorsun, öyleyse neden!? Neden bugünkü gibi bir şey yaşandı!? Tüm Günah Başpiskoposları gelip bu şehre saldırdı ama işbirliği içerisinde değiller, öyle mi!?”
Anastasia: “Tabii ki ben bile eylemlerinin tesadüfen örtüştüğünü söyleyemem. Ama amaçları, geri çekilme zamanları ve dağılımları uyuşmazken buna işbirliği demek biraz tuhaf olur…… Cadı Tarikatının işbirliği gibi şeylere yönelik bir farkındalığı yok.”
Ferris: “Bu yalnızca bir çıkarım, haksız mıyım!?”
Sesini yükselten Ferris, Anastasia’nın sözlerine tamamen karşıydı. Anlaşılan Anastasia da kabul edilmesi zor bir öneride bulunduğunun farkındaydı ve Ferris’in duygusal sözleriyle yaptığı inkara karşılık verecek gibi görünüyordu.
Bunun üzerine Subaru yavaşça elini kaldırdı.
Subaru: “Bir şeyler söyleyebilir miyim? Benim de bir fikrim var ama Ferris’inkine yakın bir fikir. “Öfkeden” bilgi almaya çalışmanın anlamsız olduğunu düşünmüyorum.”
Ferris: “……Ne demek istiyorsun?”
Subaru: “Gurur duyduğum bir hikaye değil ama kısa bir süre önce “Öfkeyle” bir müddet konuşmama müsaade edildi, ben de ondan “Oburlukla” ilgili bir şeyler duyma fırsatı buldum. Yalnızca ilişkilerinin uzunluğu, derinliği ve yakınlığıyla ilgili olsa da onlardan hiçbir bilgi alamayacağımızı söylemekle çok aceleci davranmış oluruz.”
İşin doğrusu “Öfke”, Subaru’ya “Oburlukla” ilgili uyarıya benzer kelimeler sarf etmişti.
Bu sayede Subaru’nun bir parçası “Oburluğun” birden fazla bireyden oluşması olasılığının farkına varmış ve sığınaktan uzaklaşmaya çalışan Julius’u gözden kaçırmamıştı. Bu duruma kayıtsız kalamamıştı. Her halükarda gerçek hislerini açığa vuracak olursa, bir parçası da Anastasia’ya katılıyordu.
Subaru: “Ama onları bilgi kaynağı olarak kullanıp kullanamayacağımızı bir kenara bırakırsak onları esir tutma konusunda da içimde kötü bir his var……Gerçi bu tüm Günah Başpiskoposları için geçerli.”
An itibarıyla buradakilerin konferansta yer alabilmesi adına Sirius’u kollama görevi “Beyaz Ejderin Pullarına” emanet edilmişti.
Sirius hareket imkanı olmadan zincirlerle bağlı haldeydi ve konuşamasın diye ağzı da kapatılmıştı. Onun yanında fazla uzun süre kaldıkları takdirde kalplerinin etkilenmesi ihtimalinden ötürü dönüşümlü olarak nöbet tutuyorlardı. Yani konferans esnasında hiçbir sorun çıkmamalıydı ama yine de Subaru’nun stresi sona ermiyordu.
Subaru: “Canlı halde rehin alındıkları sürece bu gerginliği hissetmek gerekli. Bu konuda ne yapacağımızla ilgili koşulsuz bir karar veremem.”
Ferris: “Kimin tarafındasın sen……!?”
Ferris’in tarafsızlığını koruyan Subaru’ya diktiği gözleri nefret doluydu. O bakışların yoğunluğuyla suratı ekşiyen Subaru,
Subaru: “Kimsenin tarafında değilim. Dürüst olmak gerekirse ikinizi de haklı buluyorum…… En kötü senaryoda benim bedenimin henüz siyaha dönmemiş kısımlarını kullanarak Crusch-san’ın bedenindeki siyah damarlarla ilgili bir şeyler yaparım, bununla meseleyi çözebilirsek sorun kalmaz sanırım.”
Ferris: “――Ha”
Emilia: “Subaru”
Subaru’nun Crusch’ın kara damarları konusundaki muhakemesi bir hayli ekstremdi. Bu sözleri işiten Ferris serseme dönerken Emilia, Subaru’ya azarlayıcı bakışlarla karşılık verdi.
Geri kalanlar da Subaru’ya gözlerinde karmaşık duygular ve şokla bakmaktaydı.
Emilia: “Bu meseleyi ben de işittim ama bu sahiden yapılacak son şey, haksız mıyım? Şu anda hiçbir şey yapılmadığı takdirde neler olacağını bilmiyoruz ama bu normalmiş gibi davranmak da…….”
Subaru: “Ehh, ben de o sağlıksız mürekkebi bedenime eğlence olsun diye koymak istiyor değilim. Ama elimizde Crusch-san’ın semptomlarını bir nebze hafiflettiğine dair bir örnek var.”
Emilia: “――――”
Subaru: “Söylemek istediğim şey şu: sonuca varmak için acele etmeyelim. Sabırsızlığa kapılmanı anlıyorum ama sırtım veya popom siyaha dönse bile, kimse görmeyeceği için, yardım etmekten yana çekincem yok. Bundan bahsediyorum.”
Bir şeyler yapabilmesinin bir yolu varken kendi şirinliği azalacak diye bundan vazgeçmek midesini bulandırırdı.
Crusch, yardımını gördüğü değerli biriydi ve daha da önemlisi, ortada ne kendisinin ne de başkalarının hayatını tehdit eden bir yol söz konusuydu. Bu yüzden görünmeyen yerlerini karartarak yardımcı olması mümkünse, bunu elinden geldiğince gerçekleştirmekten yanaydı.
Wilhelm: “Ferris, otur yerine. Şu an için Subaru-dono haklı.”
Ferris: “…… Biliyorum. Gerçekten biliyorum.”
Sessiz kalan Ferris’i kolundan tutup çekerek sakinleştiren kişi Wilhelm oldu. Ferris de kafasını eğip Subaru’ya bir şeyler söylemeye çalışsa da neticede tek kelime etmeyerek yerine oturdu.
Onun bu halini gören Subaru ise iç çekti, derken toplantı alanının gerginleşen havası yeniden normale döndü. Tabii aynı konu hala devam ediyordu.
Anastasia: “Öyle ya da böyle Günah Başpiskoposuna ne yapacağımız konusunda herkesin farklı fikirlerde olmasını anlıyorum. Onu hayatta tutmak endişe verici ve ne benim ne de Natsuki-kun’un içgüdülerinin sınırları kendisini gösteriyor…… Açıkçası onu yakalamak yerine öldürmüş olsalardı sohbetimiz çok daha hızlı ilerleyebilirdi.”
Priscilla: “――Ne oldu, değersiz konuşman sona mı erdi? Bana ne kadar bakarsan bak o değersiz gösterine bir ödül verilmeyecek. Şu dilenci bakışlarına hemen bir son ver.”
Priscilla, Anastasia’nın bakışını bu alayla, esneyerek karşıladı.
Bu yersiz yanıt, Priscilla’nın şu ana kadarki konuşmaları adamakıllı dinlemediğinin kanıtıydı. Anlaşılan bu konferansa katılmış olması da anlık heveslerinden birinin sonucuydu.
Anastasia: “Böyle kurnazca konuşmasana. Bu tavrın Cadı Tarikatını canlı yakalayan kişiye hiç yakışmasa da, her şeyden önce, onu nasıl yakaladın? Bu tuhaf olaylara yol açan şey nedir?”
Priscilla: “Sanki yaşayıp yaşamayacağını biliyordum da. Son darbemi indirdiğimde Yang Kılıcı bulanıklaştı ve keskinliğini yitirdi. Bu sayede hayatta kaldı. Onu kanaldan çıkaran, şarkıcıyı ararken suları kurutan ayaktakımından biriydi. Benimle hiçbir ilgisi yok.”
Anastasia: “Öldürmeye çalıştığın kişinin ölmemiş olması seni hiç rahatsız etmiyor mu?”
Priscilla: “Aksine. Kılıcımı yalnızca öldürme amacıyla çektim. Eğer bu yolla ölmediyse onu yeniden öldürmek gibi bir arzum yok. Benim elimde ölmüş olmasa da bana kalırsa böylesi daha uygun oldu.”
Anastasia: “Haa, anlamadım ama neyse.”
Anastasia her zamanki gibi esrarengiz bir teori ortaya atan Priscilla’yı anlamaya çalışmaktan vazgeçmiş gibi görünüyordu. Subaru da onun ne kastettiğini bilemiyor ama Priscilla’nın düşünme şeklinin herhangi biri tarafından anlaşıldığını düşünmüyordu.
Onun yanı başındaki Al ve Schult’un bile bu meselenin ucunu bucağını anlayabilmiş olması şüpheliydi.
Reinhard: “En azından ben, “Öfkeyi” burada yargılamaya karşıyım. Tabii ki Ferris’in hislerine saygı duymak isterim ve bu, Kraliyet için de eşsiz bir fırsat. Onu daha katı bir şekilde kollamanın yanı sıra bildiklerini öğrenmenin bir yolunu bulmak için de çaba sarf etmeliyiz diye düşünüyorum.”
Felt: “……Bence onu öldürsek daha iyi. O Günah Başpiskoposlarını hatırlamak bile midemi bulandırırken ağzından azıcık anlam ifade eden herhangi bir şey çıkacağını sanmıyorum. Sorunlu bir duruma düşmeden önce öldürülmesi daha iyi, böylece gelecekte de sorun yaratamaz, muhtemelen.”
Reinhard: “Felt-sama……”
Felt: “Bilgin olsun ki bu defa senin sinirini bozmak için böyle söylemedim.”
Ve farklı bir noktadan, bir efendiyle hizmetkarının birbiriyle çelişen fikirleri yükselmişti.
“Öfkenin” canlı tutulmasını destekleyen Reinhard ve buna karşı çıkan Felt. Gerçi Felt’in fikrinin pek sağlam bir dayanağı yoktu.
Felt, kendi fikrinin kabul edileceğini düşünmüyor gibiydi. Neticede “Öfke” kişisi Kraliyetin nezaretine verilecekti, işler böyle sonlanacak gibi görünüyordu. Ve en kötü senaryoda er ya da geç bir mahkumiyetin gerçekleştirilmesi gerekecekti.
Anastasia: “Söz konusu uygunluk olunca uyumlu davranabiliyormuşsun gibi görünüyor. Peki bu durumda Felt-san da seninle başkente gidecek mi? Yoksa efendi ve hizmetkarı ayrı yollara mı gidecek…..”
Felt: “Reinhard giderse ben de giderim. ――Bu defa yapacak bir şey yok.”
Felt’in sözlerinin doğurduğu hayretle Reinhard’ın yüz ifadesi değişirken ona kaçamak bir bakış atan Felt, tatlı suratında koca bir somurtuşla,
Felt: “Yanlış bir fikir edinme. Sana katlanamadığım gerçeği değişmedi. Değişmedi ama bunlar buna göre hareket etmeyeceğim zamanlar.”
Reinhard: “Buna göre hareket etmeyeceğin zamanlar mı var?”
Felt: “Bilmiyorum. Bu soruyu kendi göğsüne sormaya çalış. Benim göğsüm sana yanıt verecek kadar yumuşak değil.”
Yaşına göre gelişmemiş olan göğsünü kabartan Felt, Reinhard’a bakarak dil çıkarttı. Reinhard ise efendisinin bu tavrı karşısında gözlerini kaçırdıktan sonra sessizce çenesini kaldırdı.
Efendiyle hizmetkar arasında var olan hisleri yalnızca kendileri biliyordu. Her halükarda Felt Kampı da bir yıl öncekiyle aynıymış gibi görünmüyordu.
Camberley: “Ş-şey, öyleyse ben……”
Reinhard: “Camberly, sen Gaston ve Larkins’in yanına git. Hareket edebilir hale geldiklerinde önden köşke dönebilirler. Yalnızca İhtiyar Rom’la temasa geçmelerine müsaade et.”
Camberley: “E-evet efendim, anlaşıldı.”
Huzursuz görünen Camberley’in yüzüne bu emirlerle birlikte bir rahatlama yerleşti.
Şimdilik Reinhard’ın gönüllü oluşu sayesinde “Öfkeye” eşlik edilmesi meselesinde içleri rahat edebilirdi. Sonrasında Sirius’tan elde edilebileceklerin sorumluluğu Kraliyet uzmanlarının olacaktı.
Kiritaka: “Öyleyse sıradaki meseleye geçebilir miyiz? Bayanlar ve baylar.”
“Öfke” konusunda ne yapılacağının kararlaştırılışının ardından elini kaldıran kişi Kiritaka oldu. Hafiften dağılmış saçlarını elleriyle kurcalarken herkesin yüzüne baktıktan sonra,
Kiritaka: “Öncelikle, bu şehri koruma savaşı konusunda….. tüm vatandaşların adına hepinize teşekkür etmek isterim. Sizler olmasaydınız Pristella şehri büyük ihtimalle Cadı Tarikatının şeytani pençelerine düşmüş olacaktı. Bu konuda en içten minnettarlığımı sunarım.”
Kiritaka başı ve bedeni eğik halde şehrin geneli adına konuşma sorumluluğunu üstlenmişti. Yanındaki Liliana da panik dolu bir surat ifadesiyle Kiritaka gibi kafasını eğmiş durumdaydı.
Kiritaka bir kenara bırakılırsa Liliana’nın bu içten tepkisi hiç de ondan beklenir bir şey değildi. Belki de “Öfke” ile yaptığı mücadele veya sonrasında yaşanan bir şeyler, tavırlarında bir değişikliğe sebep olmuştu.
Her halükarda,
Subaru: “Biz de şehrin içindeydik ve bu olayın bir parçasıyken bir gözlemci olarak arkamıza yaslanıp izlemek gibi bir şansımız yoktu, o yüzden bize böyle gösterişli bir şekilde teşekkür etmenize gerek yok. Sizce de öyle değil mi?”
Emilia: “Evet. Ayrıca hedeflerini düşününce Cadı Tarikatının şehri gele geçirmesi yalnızca bir bonus olabilir. Biz mi onları kurtardık, onlar mı bizi kurtardı, belki de bu sorunun cevabını bilmiyoruzdur.”
Emilia ve Subaru, Cadı Tarikatının saldırısı karşısında övgü üstlenmelerinin zor olduğunda ısrarcıydı. Cadı Tarikatını püskürtme başarısının büyük bir çoğunluğunun burada toplananlara ait olduğu kesindi. Ancak daha en başta Günah Başpiskoposlarının hedefleri “Emilia”, “Yapay Ruh” ve “Bilgelik Kitabı” idi.
Tüm bunlar şehre dışarıdan getirilmiş şeylerdi ve hepsinden de Emilia Kampı sorumluydu. Haliyle övgüleri içtenlikle kabul etmeleri mümkün değildi.
Felt: “Bir dakika. Oy birliğine varılmışçasına böyle söylemeniz beni rahatsız ediyor. Gerçekten biz olmasaydık o Cadı Tarikatı denen tiplerin yüzüne kapıyı çarpacaklarını mı söylüyorsunuz yani? Bu konuda daha net konuşmamız gerektiğini düşünüyorum.”
Priscilla: “Üzücü olsa da o dilenci kızla aynı fikirdeyim. Bizi de siz sıradan vatandaşların kendisine yakıştırdığı çekingenliğe sürüklemeyin. Bu kadar mağrur olmayın, yarı cadı ve cahil ikilisi.”
Ancak bu haşin ikili, Subaru ve Emilia’nın sözleri karşısında kendi katı fikirlerini beyan etmişti.
Felt ve Priscilla konuşmayı bitirir bitirmez birbirlerine bakıp hemen ardından gözlerini kaçırırken ikisi de rahatsız görünüyordu. O ikisi başından beri iyi anlaşamıyordu. Zaten yalnızca kendi grubundakiler Priscilla’ya yakınken bu, çok normal bir tepkiydi.
Kiritaka: “Lütfen sakin olun. Emilia-sama’nın söyledikleri beni mutlu etse de Felt-sama ve Priscilla-sama’nın da söylediği gibi şehrin defansı tamamen sizin başarınızdı. Buna şehrin bir temsilcisi olarak yemin ederim. ――Bu sırada, gücünüzden bir müddet daha faydalanmak isterim.”
Subaru: “Güç derken…. Daha önce bahsettiğin diğer meseleyi mi kastediyorsun?”
Kiritaka: “Aynen öyle. O çarpık güçle dönüştürülen vatandaşlardan bahsediyorum.”
#Günün ikinci bölümü de
geldi, benden size minik bir sürpriz olsun.
Çok karakterli bölümler bayağı hoşuma gidiyor. Bu serinin karakterleri de gerçekten
çok incelikli ve birbirinden çok farklı olduğu için konuşmaları insana bin bir
duygu yaşatabiliyor. Bolca savaşmalı bölümlerden sonra artık işleri konuşarak yoluna
koyma zamanı. Meselelere bulunacak çözümleri ve izlenecek yolları çok merak
ediyorum. Öyleyse ben ilk fırsatta çevirmeye, siz de okumaya devam!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..