Yeniden merdivenlerden yuvarlanacaktı. Bu manzarayı zihninde canlandıran Subaru, içgüdüsel olarak tırnaklarını yere sapladı. Korkunç tizlikte bir sürtünme sesiyle birlikte sağ elinin orta ve yüzük parmak tırnakları köklerinden koptu. Altlarındaki sinirler açığa çıktı ve kanının kırmızısı yerleri ıslattı fakat bir şekilde kendisini düşmekten alıkoymayı başardı.
[Subaru: GH, GHHHHH…..!]
Kısa bir rahatlama anının ve düşmekten kurtuluşunun hemen ardından tırnaklarından yayılan kavurucu bir ısı hissiyatının saldırısına uğradı. Keskin bir acı duyduğu eline baktığındaysa tırnaklarının açık bir kutunun kapağı gibi kalktığını gördü; serçe parmağının tırnağı da gevşemişti. Bunu görmek, acı hissinin beyninde iyice kuvvetlenmesine neden oldu.
[Subaru: Acıyor… acıyor, acıyor, acıyor…]
Sol eliyle tırnakları çıkmış olan sağ elini tutarak acıyı azıcık da olsa hafifletmek için baskı uyguladı. Yaralarından damlalar halinde dökülen kan bileklerinden süzülüyor ve kendisini kaldırmaya çalıştığı merdivenlerde kandan bir iz bırakıyordu.
Artık arkasına bakacak cesareti kalmamıştı. O merhametsiz yaratığın dikkatini üzerine çektiğine dair hiçbir işaret yoktu. Ve onu göz ucuyla dahi görecek olduğu takdirde buna dayanamayıp bu defa merdivenlerden düşeceği kesindi.
En kötü senaryodan kaçayım derken kendisini en kötü ikinci senaryoda bulmuştu. Ee, peki şimdi ne yapacaktı?
[Subaru: Ned…en?]
Neden bu noktadaydı?
Nasıl kaçacağını unutmuş, kalp atışları dehşet tarafından yutulup felç olmuş ve nihayet aklı, neden burada olduğuna dair bir meraka ve saçmalıklara kaymıştı.
Ezilip parçalanmış olması gerekirken buradaydı. Kavurucu bir ısıyla sarmalanıp yok olmuş olması gerekirken hala buradaydı.
Her şey bir rüya ya da bir illüzyon ya da öyle bir şey olsaydı ne hoş olurdu.
[Subaru: Önsezili… rüyalar…]
Yaşadığı şeyin bu olduğunu varsaymıştı. Gördüğü manzaralar, konuştuğu kişiler, aralarında geçen konuşmalar tamı tamına anımsadığı gibiydi, olaylar tamı tamına olması gerektiği gibiydi… çünkü onları bizzat kendi gözleriyle görmüştü.
Bu yüzden bunun nedenine dair kendince bir teori geliştirmiş, bunu bir düzene koymaya çalışayım diye düşünmüştü.
Elbette bunu bazı açılardan kendisini hiç ilgilendirmezmiş, bununla hiç işi olmazmış gibi bir belirsizlikle aklından geçirdiği bile olmuştu.
Ancak böylesine yüzsüz ve sığ fikirli olmanın ödülünün böylesine yoğun bir acı tatmak olduğunu bilmiyordu.
[Subaru: ………………]
Olduğu yere çömelip kalmış olduğunu fark eden Subaru, bedeninden kanların damladığını ve ayaklarının altındaki merdiven basamaklarını kırmızı bir tona bürüdüklerini görebiliyordu.
Boşa çaba harcama hissiyatı, yitiklik, bunalım… genel olarak kafasında pek çok negatif düşünce dönüyordu. Kafasında dönüp duran o sonuçları incelese bile hepsinin aynı düşünceye bağlandığını görecekti – Tüm bunları neden tecrübe ettiğini bilmiyordu.
[Subaru: ………………]
Daha birkaç saat önce sıkıcı gündelik hayatının tadını çıkartıyordu. Orada hiçbir tehlike yoktu, başına gelen en kötü şey, geleceğinden endişe duymasıydı. Ama onu tehdit eden herhangi biri veya ciddiye alınacak herhangi bir şey yoktu.
–– En fazla anne babasının bakışlarıyla yüzleşmesi gereken bir yerdi.
Bu o kadar mı yanlıştı, diye düşünüyordu.
Annesi ve babasına rahatsızlık vermeye devam etmişti. Onları hayal kırıklığına uğratmaya devam etmişti. İyi bir oğul olmamıştı. Ve bu yüzden ölüm acısının tadına bakmıştı. Hal böyleyken şimdi de ölmediği bir duruma sürüklemişti. Kopmuş tırnakları canını yakıyordu, garip bir adamın işkencesine uğramıştı, bu merdivenlerde bir başına bırakılmıştı… ağlıyor muydu o?
Geriye dönüp bakınca, üzerine düşünmüş olsaydı… İşleri daha düzgün yürütebilirdi.
[Subaru: … Hiç değilse “Sonra görüşürüz” demeliydim.]
Pişmanlıklarla dolu bir hayattı. Her şey yanlış gitmiş, yalnızca başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Tekrar düşününce bir zamanlar yeniden yapmak istediği şeyler şimdi kendi el ve ayaklarıyla yapılması imkansızmış gibi geliyordu. Ve ilk defa aklına geldiği üzere…
—Evden çıkarken annemin bana “Kendine iyi bak” dediğini duydum ama yanıt vermedim. Peki neden?
—Çünkü lavaboda bıraktığım bardakları yıkamamıştım.
[Subaru: Gh, ff…]
Bardakları yıkamamıştım. Sıcak çikolata içtikten sonra diplerine yapışıp kalan kahverengi lekeleri çıkartmak umurumda değildi. Annemin seslenişine yanıt verseydim aramızda bir konuşma başlayabilir ve bana o bardakları yıkamam söylenebilirdi.
Sırf bardakları yıkamak istemediğim için annemin söylediklerini duymazdan geldim. Hiçbir şey söylemedim. Tek kelime etmeden evden ayrılıp markete gittim ve kendim kazanmadığım parayı harcadım. Sonra da kendimi burada bulduğumu fark ettim.
Anneme veya babama hiçbir şey söylemedim, bulaşıkları yıkamadım ve kendimi burada buldum.
Bulaşıkları yıkamadan, iyi kalpli anneme tek kelime bile etmeden burada ölebilirim. Öleceğim, daima sorun yaratmış biri olarak, karşılığında hiçbir şey sunmadan, birkaç bardak bile yıkamadan öleceğim.
Ölecek, öleceğim. Öleceğim. Kesinlikle öleceğim. Bu yükseklikten düşersem kurtuluşum yok. Kesinlikle öleceğim.
[Subaru: …Ben, öleceğim.]
Öleceğim. Yaşayan her şey er ya da geç ölür ve ben de burada öleceğim. Burada bir başıma. Annem veya babam olmadan, tamamen yabancı kişilerle çevrelenmiş şekilde, pis, kanlı bir püreye dönüşüp öleceğim.
[Subaru: Öleceğim. Öleceğim. Ben… öleceğim. Ölecek, ölecek, ölecek…]
Bu şekilde mırıldanıyordu. Ve tuhaftır ki mırıldandıkça araya birazcık daha mesafe koyuyor gibi geliyordu. Geçici bir huzura eriyordu. Dikkati dağılıyordu. Tabii bunu kelimelere döktüğünde çarpıcı bir değişim gerçekleşiyor değildi.
“Ölüm” değişmeyecekti, Subaru’nun kaderine yetişmek için gülümseyerek ortalıkta dolaşıyordu.
Az önce bir insan şekli almış gibiydi. Karanlık bir gölge yükselmiş, alay edercesine yüzüne gülmüştü.
O surat, karanlık bir gölgenin içine sıkışıp kalmış o surat tanıdık gelmişti. Burada kimin suratını tanıyordu ki? Bunu düşünürken farkına vardı…
“Ölüm”, üzerinde kendisinin yüzünü taşıyarak kendisini işaret ediyor ve o tir tir titrerken kahkahalarla gülüyordu.
[Subaru: Gülme.]
Gözlerini gölgeye dikti ve yoğun bir nefretle böyle söyledi. Gölgeyse gülümsemeye devam etti. Onu parmağıyla işaret etmeyi kesmedi.
[Subaru: Gülme. Bana gülme! Burada gülünecek bir şey yok…!]
Ayaklanıp dişlerini sıkarak duvarın yanında durmakta olan gölgeye yaklaştı. Gölge gülümsemeye devam ediyordu. Parmağıyla kendisini işaret etmeyi de kesmemişti.
[Subaru: Gülmeyi kes. Öleceğim. Ama senin elinden değil. Beni sen öldürmeyeceksin.]
“Ölümün” somut halinin yüz ifadesi ilk kez değişti. İşinin söylediği şekilde gerçekleştirilmemesine öfkelenmiş gibi bir hali vardı. Görünüşe göre bu, gölgenin zayıf noktasıydı ve Subaru, ona karşı ardı arkası kesilmeyen bir saldırı başlatacaktı.
[Subaru: Senin tarafından öldürülmeyeceğim. Öleceğim. Öleceğim kesin bir şey! Öleceğim! Ölüyüm ben. Çoktan ölmüşüm! Öldüm ve buraya geri döndüm ama ben–]
––senin tarafından öldürülmeyeceğim.
İşte o kelimeleri açıkça söylemeye çalıştığı anda…
[Subaru: ……………………]
Dudakları iradesine uygun şekilde hareket etmeyi kesti. Fark ettiği ikinci şey, gölgeye bakmakta olan gözlerinin donup kaldığı, bedeninden tamamen ayrılma hissiyatı yaşadığıydı. Neden? Sorgulama yeteneği bile mühürlenmiş, yalnızca bedenindeki bu ani dönüşüme yenik düşmüştü.
Kımıldayamıyordu. Bedeni… Yo, kımıldamayı kesen kendi bedeni değildi. Etrafındaki dünyaydı. Önündeki karanlık gölge de kımıldamayı kesmiş, çarpık öfke ifadesi yüzünde donakalmıştı.
İşte Subaru’nun kımıldayamadığı bu dünyada, kımıldayan tek bir şey vardı. Ve o da –
[???: – Seni seviyorum.]
– Siyahlı bir kadını andırıyor olabilirdi.
Karanlıktı, tüm bedeni bütünüyle siyaha bürünmüş, ince uzuvlara sahip bir kadındı. Subaru, bu kadının bedeni karanlıktan mı yapılmış yoksa yalnızca baştan ayağa siyah mı giyinmiş bilemiyordu. Hangisi olduğundan emin değildi – ikisinden birini seçmenin bir anlamı olacakmış gibi de görünmüyordu. Siyah bir gelinlik giyip içini dışını görmeyi imkansız kılan siyah bir duvak takmış gibiydi. O siyah duvak, yüzünü tamamıyla gizliyordu.
[???: – Seni seviyorum.]
Bununla birlikte karanlığa bürünmüş kadının dudaklarından çıkan kelimeler, akla hayale gelmez derecede güçlü duygular barındırıyordu. Subaru’nun o dudaklardan sızan kelimelerle yakınlık kurabilmesi için tam olarak kaç duyguya konsantre olması gerekiyordu?
O kelimelerde nitelik vardı, nicelik vardı, geçen zaman hissiyatı vardı, ağırlık vardı, değer vardı ve bu yalnızca genel kavramlardı. Subaru, bu dünyada aşağı yukarı kaç kişinin “Seni seviyorum” demiş olduğunu bilmiyordu – fakat tüm bu “Seni seviyorumları” toplayıp bir araya getirseniz ancak bu kadının “Seni seviyorumuna” eşit olabilirdi.
Derken sevgi sözcüklerini kibarca fısıldayan kadın, siyah kolunu ağır ağır Subaru’nun göğsüne yaklaştırdı. İncecik parmakları Subaru’nun göğsünü, tenini, etini aştı ve kemiklerinin arasında atmakta olan kalbini okşadı.
[Subaru: …………………]
Birkaç dakika, düzinelerce dakika, ne kadar vakit geçtiğini bilemiyordu. Subaru’nun kalbi uyandı uyanalı o kadının varlığından haberdardı – ama o ana dek onun varlığını sinir bozucu bulduğunu bir kez olsun düşünmemişti. Çünkü–
[???: – Seni seviyorum.]
Kadın, Subaru’nun kalbini fısıltılarındaki o tutkuyla okşuyordu. İşte o saniyede Subaru’nun içine büyük bir şok nüfuz etti ve acıdan korkan bedeni, o şoka tamamıyla yenik düştü. Düşüşüyle parçalanan bedeni, yanıp kavrularak varoluştan silinen ruhu, hatta annesini düşündüğünde kalbinde duyduğu suçluluğun acısı bile – tüm o acılar bu acıya kıyasla bir hiçti.
Kadının çığlık atmasına izin vermesini istiyordu. Boğuk bir sesle bağırabilirse acısını birazcık hafifletebilirdi. Yalnızca acıyla yüzleşmektense içerisinde bulunduğu acıdan başka bir şeyleri düşünerek o acının bir kısmından kaçabilirdi. Ama şu anda bunu yapamıyordu. Yalnızca acısıyla yüzleşebiliyordu.
[???: – Seni seviyorum.]
Kadının sevgisi, Subaru’nun kalbinin peşini bırakmayacaktı. Adeta dikkatinin kendisinden başka hiçbir şeye kaymasına müsamaha etmeme şeklinde sonsuz bir arzuya sahipmiş gibiydi.
–– Onun etrafındaki her şeyi kıskanıyormuş gibiydi.
[Subaru: – Haa]
Derken Subaru, ansızın özgür kaldı.
[Subaru: ……………]
Soluk soluğa olduğu yere çöktü. Gözlerinden yaşlar taşıyor, kendini tutamıyordu. Kasıklarının etrafında sıcak, ıslak bir his duyuyor ve merdiven basamaklarına idrarı damlamaya başlıyordu. Öncesinde durmuş olan karanlık gölgeyse bu utanç verici manzarayı parmağıyla gösterip sesli kahkahalar atmaya geri dönüyordu.
İşte kendisine gülen o figürü izleyen Subaru, oyuna getirildiğini fark etti. Zayıflık göstereceği tavırlar sergilediği için dokunmaması gereken bir noktaya dokunmaya itilmiş, kandırılmıştı.
[Subaru: Ben…]
Sözlerinin devamını getiremiyordu. Aklı tamamen durmuş şekilde kafasını tutuyordu. Tırnaklarının koptuğu yerlerdeki yaralarından hala kanlar akıyordu. Gözyaşları ve damlayan idrarı bile zayıflığının ve aptallığının cezasıymış gibi görünüyordu.
–– Hadi öldür gitsin beni.
Kafasının içerisinde bu cümleyi kurdu. Öldürülmeye gelince, gerçekten “ölecek” miydi ki?
Merdivenlerden yükselen adım seslerini ve bulunduğu noktaya hızla yaklaşan tedirgin sesleri işitti. Ve o sesler kendisini bulana dek aptal bir çocuk gibi kendi pisliğine ve hayal kırıklığına bulanmış şekilde ağlamaya devam etti.
Evet, Natsuki Subaru’nun kalıntıları ağlamaya devam etti.
#Resmen hiçbir şey bilmeyen, her şeyden ve herkesten bihaber korkak Subaru’ya geri döndük. Onun yeniden bu hale gelmesi de çektiği acılar da diğerlerinin ne kadar afallayacağını düşünmek de beni üzüyor. Bakalım bu meseleleri çözümlememiz kaç bölüm alacak, hadi okumaya devam!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..