[Subaru: ––İşte burada.]
Geriye dönük bir aramayla geçirdiği bir saati aşkın sürenin sonunda tavanı yoklayan eline hava değen Subaru’nun gözleri ışıldıyordu. Ayaklanıp kollarını uzatsa ve omuzlarını dikleştirse bile tavana çarpmıyordu. Orada bir delik vardı. Hem de Subaru’nun belinin en az iki katı genişliğinde ve tüm bedeninin rahatlıkla geçebileceği büyüklükte bir delik. Başka bir deyişle, sırtını ve bacaklarını kullanıp kendini yukarı itebilirse tırmanıp çıkabilecek olmalıydı.
[Subaru: ………………….]
Delikten hoş bir rüzgar geliyordu. Subaru o ana dek yalnızca takip etmekte olduğu hedefe tutunmuştu, o da kötü kokuydu. Yukarıdaki rüzgarla birlikte Subaru’nun bulunduğu yeraltı alanına taşınıyordu. Dolayısıyla Subaru’nun emin olmak için koklana koklana tırmanmaktan başka şansı yoktu.
[Subaru: Ghh… Nhhh.. Fffff.]
Bedenini deliğe yerleştirerek sırtıyla duvarı itmeye başladı. Tabii ki duvar kumdan oluştuğu için vücut ağırlığını verdiği açıda yapacağı en ufak bir hatada duvarın yıkılma ve planının başarısız olma riski vardı. Bunu yapmamaya dikkat ederek ayaklarını da duvara doğru yerleştirdi. Ve ayaklarıyla kalçalarını kaldırarak yavaşça deliğin dışına doğru tırmanmaya başladı.
[Subaru: …………………]
Neyse ki duvarın bazı noktalarında oyuklar vardı da bu sayede tek başına tırmanırken kendisini destekleyebiliyordu. Belki de insanüstü fiziksel kabiliyette biri olsaydı ayaklarından birini oyuklardan birine yerleştirip sıçrayarak rahatlıkla delikten çıkabilirdi.
[Subaru: *Puff*]
Fakat Subaru böyle bir fiziksel kabiliyete sahip değildi, dolayısıyla ağır ağır tırmanmaktan başka şansı yoktu. Yine de vücudu anımsayamadığı zaman dilimi içerisinde gelişmiş ve bu tarz aktivitelere uygun hale gelmiş gibi görünüyordu. Tıpkı yeni bir araba sürmeye alışırmış gibi yeni bir motora sahip olan bedenine yavaş yavaş adapte oluyordu. Delikten yarı yarıya çıkmayı başardığındaysa işin usulünü iyice öğrenmiş ve epey iyi bir tırmanıcı olduğunu kanıtlamıştı.
Fakat daha gücünü tam anlamıyla sergileme fırsatı bulamadan–
[Subaru: –– Çıktım.]
Aşağı yukarı kaç metre tırmandığını bilmiyordu fakat şöyle bir aşağı baktığında yere düştüğü takdirde öleceği kadar yükseğe çıktığını görebiliyordu. Nihayet duvara tırmanma işini tamamlamıştı.
[Subaru: ……………..]
Ancak sahip olacağını düşündüğü tarzda abartılı bir duyguya sahip olmamıştı. Ve bu, “Yapmak istedin ve yaptın, hepsi bu” tarzında sıkıcı bir düşüncenin sonucu değildi.
“Bununla kıyaslanınca duvara tırmanmak çocuk oyuncağıydı.” Aklından geçen tek şey buydu.
Kendisini deliğin dışına çeken ve tazecik kumlara basan Subaru, ayağa kalktı. Sonra da önünde duran görkemli yapı karşısında yalnızca iki kelime mırıldandı.
[Subaru: –– Bir kapı.]
–– Hemen önünde, yalnızca hiçbir desteği olmaksızın öylece duran tuhaf bir kapı uzanıyordu.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
––Subaru, önündeki kapı konusunda ne yapacağını bilemez haldeydi.
[Subaru: O kadarını anlayabiliyorum.]
Anlaşılan o ki Subaru deliği aşarak yüzeye çıkmamıştı. Büyük ihtimalle hala mağaranın içerisindeydi – mağaranın farklı katları vardıysa herhalde önce B2Fye düşmüş, sonra da B1Fye çıkmıştı. Oda, geniş bir alan olarak ayrılmaktan ziyade geçici bir önlem denilebilecek bir şekilde gizlenmişti. Ne duvarı ne de zemini andıran bir şeye sahipti, yalnızca sabit bir şekilde duran tek bir kapısı vardı.
Bunun anlamına akıl sır erdirebilen biri olabilir miydi…?
[Subaru: –Benim dışımda tabii.]
Kapıya bakan Subaru, inanılmaz bir kibirle işte böyle söyledi. Elini göğsüne yerleştirir ve gözleri irileşirken ansızın karşısına çıkan o kapının ne olduğunun açıkça farkındaydı – kendisinin kapısıydı.
Tuhaf bir şekilde emindi. Bu kapının kendisinin kapısı olduğundan emindi.
Yeraltı alanına sürüklenen hava akımının rüzgarlarıyla taşınan kokuyu buraya dek takip etmişti. Her şey Natsuki Subaru’yu bu noktaya itmişti.
Ve şimdi de gözlerinin önünde duran kapı ışıldıyordu. Karanlıkta bile varlığını öne sürüyordu; Natsuki Subaru’nun eli tarafından açılacağı anı iple çekiyordu.
[Subaru: …………….]
Subaru, gidip kıymetli bir şeyi, bir sevgiliyi okşayacakmışçasına hızlıca kapıya ilerledi. Subaru’nun yaklaşık iki katı boyunda ahşap bir ikili kapıydı. Gözlerini kısan Subaru, o ikili kapının ortasında duran ve içeri girmesini sağlayacak olan kulpu görebiliyordu. Ayrıca o bölgedeki tuhaf deseni de.
–– Orada yedi cevher duruyordu.
[Subaru: ––Ne?]
Subaru, gözü cevherlerin üzerindeyken kapıya dokundu. Ve bunu yaptığı saniyede kapıdaki cevherlerin – dördü ışıldamaya başladı.
Yedi cevherin dördü ışıl ışıl parlıyor, Natsuki Subaru’ya hoş geldin diyordu –
–– Kapının sahibi, anahtarı olmayan kişilere ziyaret izni vermiyordu.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
…
–– Kaşla göz arasında gözlerini kırpıp açan Subaru’nun nerede olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu.
[Subaru: N-]
Sersemlemiş gibi bir iç çekişle bakışlarını ellerine kaydırdı. Görebiliyordu. Elbette. Burada ışık da vardı renk de. Nerede durduğunu görebiliyordu. Taş bir zemin üzerinde duruyordu – zeminin üzeri taşlarla kaplıydı.
[Subaru: ––Tch]
Bedeni kaskatı kesilen Subaru, kafası karışık halde etrafına bakındı. Etrafı kırmızımsı kahve duvarlar, duvarlar, duvarlarla kaplıydı – bunlar dairesel bir kulenin duvarlarıydı. Arkasındaki devasa kapı dışarıya açılıyordu. Kulenin içerisindeydi – Pleiades Gözcü Kulesinin beşinci katındaydı.
Büyük bir kararlılıkla ayrılmaya kalktığı yere geri dönmüştü.
[Subaru: Yok…]
…artık. Devam edemiyordu. Ağzından tek kelime çıkmıyordu. Gözlerini kırpışından sonra yaşanmış olmalıydı. Kendisini bir anda burada kaskatı dikilir halde bulmuştu. Şaşkınlığından sıyrılamıyor, başı dönüyor, ayakları yalpalamaya başlıyordu. Çıplak ayaklıydı, ayakkabıları çıkmıştı. Dişlerini birbirine sürtüyordu.
Bu mekan onu tamamen sersemletip yerine mıhlamış değildi. Hemen şu anda kaçabilirdi – Yo.
[Subaru: Neden kaçayım ki?]
Subaru, içinde kaynayıp kabaran karanlık hislerle, ekstrem bir öfkeyle bakışlarını yukarı çevirdi. Farkına bile varmaksızın, içinde erimiş magma misali yakıcı bir nefret, şevkle fıldır fıldır dönmeye başlamıştı.
Yapayalnız geçirdiği süre sona ermişti, huzurlu karanlık sona ermişti, o kokuya tutunuşu sona ermişti – Sahip olduğu her şeyin kendisinden koparılışına yönelik nefreti uyumsuz, sebepsizdi.
[Subaru: …………..]
Subaru neden kaçmak zorundaydı? Biri onu öldürmeyi planlamış ve bir değil, iki defa canını almıştı. Peki neden utanmazca iyi bir insan rolü yapan, gerçeği bir sükûnet maskesi altında gizleyen o kişinin olduğu yerde kalmayı isteyecekti?
–– Bu kulenin içerisinde yalnızca şüpheliler vardı.
Suçlunun içeride olmasını mı istiyordu? Bunu başaramadığı için mi kaçmıştı? Aptallık etmişti, aptallık etmişti, aptallık etmişti; hiçbir şey bildiği yoktu.
––Doğru şüpheli hangisi olursa olsun onu bulana dek hepsini ezip geçer, olur biterdi.
[Subaru: ……………….]
Neyse ki o piçlerin hepsi de Subaru’nun etrafında dikkatsizce hareket ediyordu. Bakalım temkinli davranan tek kişi esas suçlu mu olacaktı – gerçi suçlunun Subaru’nun kendisinden şüphelendiğini bilmesine imkân yoktu. Bu da zamanında ölmüş olan Subaru’nun avantajıydı.
Öldüğünü fark ettiği anda birinin kendisini öldürmeye çalıştığını anlamıştı. Yani yapması gereken tek şey, cinayete kalkışmadan önce katili öldürmekti.
[Subaru: Hah–]
Yüzüne çarpık bir gülümseme yerleşti ve eliyle ağzını örterek kahkahasını bastırdı. Zihninde ansızın bir haz belirmişti. Toparlanıp kendisini kurtarabilmesi için göklerin lütfunu kazanmıştı.
[Subaru: ………………….]
Öyleyse işleri hızlıca halletmek için bir silaha ihtiyaç duyacaktı.
Spiral merdivenlerden aşağı koşturmaya başladı – bir alt kat olan altıncı kata iniyordu.
Altıncı kat hafızalarında bulanık olsa da oranın kulenin en alt katı olduğunu anımsıyordu. Subaru ve diğerleri – yo, orijinal “Natsuki Subaru” ile diğerleri bu kuleye gelmek için kertenkelelerinin güçleriyle çölü aşmış ve at arabasına çok benzeyen bir şeyler kullanmışlardı. Elbette aşağıda bu tür bir şey varsa “acil durumlar” için elverişli şeyler de bulunabilirdi.
[Subaru: ……………..]
Subaru, en alt kata inerek aramakta olduğu vagonu buldu fakat o noktada adımları duraksadı. Bu şekilde tepki vermesinin sebebiyse vagonun yanında – ölü halde yatan kocaman bir kertenkele olmasıydı.
Kertenkelenin kafası yoktu. Boynundan aşağısı yerde yatıyordu. Kafasını bedeninden ayıran patlama o kadar mı güçlüydü ki? Çünkü kafa ortalarda görünmüyordu. Yalnızca koca bedenden dökülen kanlar zemini pisletiyordu. Kanın çoktan kurumuş oluşuna bakılırsa bu trajedinin meydana gelişinin üzerinden hatırı sayılır bir vakit geçmişti.
[Subaru: –– iğneler.]
O anda Subaru’nun aklına gelen şey, şu anki durumun kuleyi terk edişinin hemen sonrasında çarpıştığı toprak solucanının kafasını patlatan o gizemli iğnelerin yol açtığı duruma çok benzediğiydi. Kertenkelenin kalıntılarının burada yatıyor oluşu da izlenimiyle uyuşuyordu. Öyleyse saldırının ardında bu kuledeki biri vardı – şüphelilerden birinin saldırısının sonucu olması kuvvetle muhtemeldi. Yani kertenkelelere de tıpkı sığırlar gibi gömmeye dahi tenezzül etmeyecek kadar kötü muamele ediyorlardı–
[Subaru: ––Bu, artık gerçek yüzlerini gizlemeye çalışmadıkları anlamına mı geliyor?]
Görünen o ki rakibi hızlı öfkelenen biriydi ve Subaru’ya kaçma fırsatı tanımaktansa kesin bir darbe indirmişti. Bu gerçek karşısında ürperen Subaru, sağlam haldeki vagonun içerisine ilerledi – içerinin uyumak için kullanıldığına dair işaretler mevcuttu. Etrafı kurcalayan Subaru, valizlerden birinin içerisinde büyükçe bir bıçak buldu.
Bir amaca hizmet ettiğini söyleme cüreti gösterecek olursa; hayatta kalmak için kullanılan bir bıçak falan mıydı ki? Tam bir saldırı silahı olmaktan ziyade engelleri aşmakta iyi, büyük bir bıçağa benziyordu – her halükârda bu durumda Subaru’nun hedefini yerine getirmek için harikulade bir silahtı.
[Subaru: Düşmanın kim olduğunu bilmiyorum ama…]
––Ona gününü gösterecekti.
Bedeni karanlık hislerle yanıp tutuşan Natsuki Subaru, elinde bıçağıyla üst kata yöneldi. Yanaklarına nefretin güçlendirdiği çarpık bir gülümseme yerleşti. Kurtarılmak istiyorsa, kaçmak istiyorsa, işleyeceği her cinayetin mübah olduğuna inanmak zorundaydı; bu inançla işe koyulacaktı.
––Gülümseyen yanaklarından aşağı dökülen korku gözyaşlarının farkında değildi.
#Boşlukta tek başına duran bir kapı, üzerinde yedi cevher. Ve Subaru’nun varlığıyla dördü ışıldıyor, o kapının karşısındayken kendisini bir anda kulede buluyor. Orada da ilk iş vagonu çeken yer ejderinin cesedine denk geliyor. Ve herkesi öldürmeye kararlı halde, nefret dolu şekilde yola koyuluyor. İlginç şeyler oluyor. Cevher meselesiyle ilgili bir şeyler dönüyor kafamda ama okuyup görmeyi bekleyeceğim. Bu noktada gerçekleri bilen varsa spoiler vermesin, teorisi olana konuşmak serbest :) Hadi bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..