Ardında adını bırakan Emilia, zarif bir havayla merdivenlerden yukarı koşmaya başladı. Echidna’ysa onun gözden kayboluşunu uzun mu uzun bir iç çekiş eşliğinde izledi.
Bundan böyle Emilia’nın görevi zirveye ulaşmaktı. Echidna’nın göreviyse…
Julius: [Sen bir yere gitmiyor musun? Beni savaşırken izlemeyi mi planlıyorsun?]
Echidna: [Bunu yapmama izin verirsen tabii… Yo, hayır, sanırım öyle olmayacak. Bunu yapmaya karar veren ben olacağım.]
Julius: […]
Julius duvar dibinde dikilen Echidna’ya göz ucuyla baktı ve sonra da dudaklarını büzdü. Echidna’ysa onun profilinden geçip giden türlü türlü duyguya tanık olarak hızla soluklandı.
Echidna: [Herhangi bir şey yapabileceğimden değil, ama Ana olsaydı muhtemelen böyle yapardı. Bu kulenin neresinde olursam olayım daima tehlikelere açık olacağım. Bunu hesaba katınca hür irademle senin arkanda durmayı seçeceğim. Çünkü…]
Julius: […]
Echidna: […Çünkü sen Anastasia Hoshin’in şövalyesisin. Öyle değil mi?]
Gerçek gibi gelmeyen bir şeye inanmak muazzam bir cesaret gerektirirdi.
Elle tutulur bir temeli olmayan bir şeye içinin rahatlayacağı düzeyde inanmanın ne kadar güç gerektirdiğini anlamaksa imkansıza yakındı; hiç değilse gerçekten somut bir şeye inanmaya kıyasla.
Her halükarda Echidna, gözlerinin önündeki adama bu sözleri sarf etmişti ve bu belirsizliğe inanmaya çalışırken Julius’un sırtı Echidna’ya dönüktü.
Julius: […]
Julius, uzun kirpikli gözlerini öne eğerek derin derin, uzun uzun iç çekti.
Julius: [Bana kendine biçtiğinden çok daha fazla güç verebilirsin. Yalnızca birilerinin kalkıp da artık hiç kimse olmama ihtimali taşıyan bana inanma cesaretini toplaması ve benden bir şeyler beklemesi bile yeterli.]
Echidna: [Julius…]
Julius’un kaybettiği dayanak belirsiz hale gelmişti.
Echidna’nınsa farkında olması gereken bağlar belirsizleşmişti.
İkisi de bağlı olmaları gerekenden tamamen farklı bu ilişkiyi inşa etmek için son derece sallantıda bir şeye bel bağlamak zorundaydı. Her halükarda, şu anda kesinlikle ikisi de aynı şeyi görüyor olmalıydı.
İşte bu nedenle…
Echidna: […Julius, sana iletilecek bir mesajım var.]
Julius: [Bir mesaj mı?]
Echidna: [Evet. Herkes kuleye yayılmış halde çarpışıyor, bu yüzden o sana… “Götünü yaymayıp acele et ve oradaki işleri halledip diğerlerine arka çıkmaya gel” dedi.]
Julius: […]
Echidna bunun Subaru’ya has bir cesaretlendirme şekli olduğunu anlayabilmiş, bu nedenle birebir duyduğu şekliyle iletmişti. Bu sözleri işittikten sonraysa Julius’un narin omuzları hafiften gerildi.
Ve mesajın içeriğini sindirerek kabullendi. Bunu takip eden tepkisiyse açık ve net oldu.
Julius: [Hah!]
Kulağa kısacık, keskin bir nefes almış gibi gelse de yaşananın bununla hiç alakası yoktu.
Julius’un ağzından çıkan şey bir kahkahaydı. O hırıltılı kahkahayı atabilmek için mide çukurundan tek bir nefes salmıştı.
Julius Euculius'un yüzünde bir gülümsemeyle savaştığı gerçeği, onu tanıyan biri olsaydı hayret edilesi bir şey olurdu.
Julius: […Madem o kabuğundan çıktı, öyleyse ben de burada mağlup olmamalıyım.]
Kararlı ifadesi sessiz ama bütünüyle gizli bir azimle doluydu.
Şövalye Kılıcını önüne doğru kaldırıp kılıçtaki yansımasıyla birlikte düşmanıyla yüzleşti. Reid’in yüzünde bir süredir sıkkın bir ifade vardı… Ama şimdi, bir köpekbalığı misali sırıtıyordu.
Reid: [Cidden gaza geldin, di mi, seni puşt.]
Julius: [Affedersin ama söz konusu savaşmak olduğunda her daim ciddi olurum.]
Reid: [Yoyo, kastettiiim o diildi. Anladın, di mi? Senin için dile getirmesem de anladın, seni puşt.]
Diyen Reid, yüzüne yerleşmiş bir sırıtışla sol elini kaldırdı. Ve göz bandını sıyırarak gözünü açığa çıkarttı. Böylece tüm kılıç ustalarının başını çeken adam, kusursuz bir şekilde çalışan mavi gözleri ve şen şakrak öldürme güdüsüyle kendisine meydan okuyan kişiyi hedefledi.
Kılıç ruhu öylesine ürkütücüydü ki korkak biri yalnızca gözlerindeki ışıltıyla bile canından olabilirdi. Fakat Julius o keskin ışıltıyı doğrudan karşılıyor, arkasındaki Echidna da aynı şekilde kendisini cesaretlendirerek o bakışlara direniyordu.
İkisinin de kılıç ruhunun şiddetli fırtınasına direndiğini gören Reid, kuvvetli bir şekilde dişlerini birbirine çarptırdı.
Reid: [Ben “Çubuk Sallayan” Reid. Ortadan kaybolmadan önce, yalnızca benim ismimi hatırlayın.]
Julius: […]
Savaşta kılıçları çarpıştırmadan önce isim beyan etmek, söz konusu savaşçının karşısındakini dengi olarak gördüğünü gösterirdi. Reid’in bu normu ne derece umursadığı bilinmezdi ama aklından ne geçerse geçsin bunun tadını çıkaran kişinin düşünceleri çarpıcı ölçüde değişmişti.
Julius derin bir nefes alarak kendisini hazırladı, öfkeyle dolu kalbini yatıştırdı.
Julius: [Sana bir kez daha ismimi bahşedeceğim. Benim adım Julius Euculius. Lugnica Krallığı Kraliyet Seçimi Adayı olarak boy gösteren Anastasia Hoshin-sama’nın tek ve biricik şövalyesiyim. ――Artık isimsiz bir şövalye rolü oynamaya son verme vakti geldi.]
İşte böylece, hem kendisine hem de bizzat dünyaya kazınsın diye “ismini” tüm kudretiyle ilan etti.
△▼△▼△▼△
Julius ve Echidna’yı alt katta bırakan Emilia, basamaklardan yukarı koşturmaya devam ediyordu.
Uzun bacakları olabildiğince hızlı ilerliyor, tek seferde iki üç basamak atlıyordu. İlerlediği hız aşırı olsa da düşünceleri ona daha hızlı, daha hızlı şeklinde çığlıklar atıyordu.
Emilia: […gnh]
Kuvvetle dişlerini sıktı; güzel yüzünü profilden süsleyen şey, çaresizlik dolu bir ifadeydi.
Merdivenlerin altında, ikinci katta bıraktığı ikili için endişeliydi. Reid fazlasıyla güçlüydü, ağzı bozuktu ve tam bir hayduttu. Onunla baş eden ikili, hem fiziksel hem de zihinsel olarak kolaylıkla yara alabilirdi.
Doğal olarak Emilia’nın endişeleri Julius ve Echidna’yla da sınırlı değildi. Subaru, Beatrice ve Meili Shaula’yı kontrol altında tutmayı başarabilecek miydi? Ram payına düşen rolü oynayabilecek miydi? Patrasche Rem’i kollayabilecek miydi?
“İsminin” yenilişiyle hepsiyle yeniden ilişki kurması gerektiği şeklindeki gerginliklerinin de sonu yoktu. Bir an duraksayacak olsa gözyaşlarına boğulacakmış gibi geliyordu.
Ancak durmadı. Gözyaşlarına da boğulmadı. Boğazının ardındaki gıcıklanmaya direndi.
Emilia: [Henüz hiçbir şey sona ermedi sonuçta…!]
Emilia’yı desteklen şey bütünüyle ona inanmış, inanabilmiş oldukları gerçeğiydi.
Endişe ve gerginlik doluydu ama aynı zamanda bu duygulara galip gelen “sana inanıyorumlarla” da.
Emilia: […hk! Orada bir ışık var!]
Kalbini ve ruhunu katarak merdivenlerde koşturan Emilia’nın ametist gözleri, görüş alanının en uç noktasındaki beyaz bir ışıltıya takıldı. Ve o ışıltının fazlasıyla uzun merdivenlerin sonundan geldiğini, bilinmedik birinci kata açıldığını fark etti.
Bunu anladığı anda da ayağını sertçe yere geçirerek daha da hızlandı.
Ve nihayet…
Emilia: […Başardım!]
Emilia ışığı, merdivenlerin önünden silindiği noktayı aştı. O anda gözlerinin önünde beliren şey ise “zemin” denilebilecek bir alan olmadı.
Emilia: [Ha…?]
Tamamen afallamış halde adımlarını durduran Emilia, yüzleştiği manzaradan duyduğu şaşkınlığı istemsizce dile getirdi. Ametist gözlerine yansıyan şey, beklediği üzere tanıdık Gözcü Kulesinin bir sonraki katı değildi.
Duvarlar ve de tavan ortadan kaybolmuştu; canlı, masmavi bir gökyüzü dört bir yana yayılmıştı―― Emilia binanın içinde değil, dışındaydı. İkinci katın merdivenlerini koşarak çıktıktan sonra kulenin tepesindeki çatıda belirmişti.
Emilia: [Birinci kat dışarıda mı…? Burası bulutlardan bile yukarıda…]
Kulenin zirvesinde, kenarında tırabzana benzeyen başka bir bölme ya da herhangi bir şey olmayan geniş, dairesel bir zemin vardı. Dolayısıyla zeminin kenarına ilerleyerek kolaylıkla aşağıya bakabiliyordu.
Göğün çok yukarılarında olması gereken bulutlar kuleye değiyordu. Bulutlara, hatta belki de daha da ötesine dek ilerlemiş olduğunu fark eden Emilia’nın nefesi kesildi.
Bu denli yükseğe çıktığı ilk seferdi. Fakat yaşadığı bu şoka rağmen başka bir derin şokun dikkatini dağıtması çok sürmedi.
???: […]
…Orada, hareketsiz ve asil duruşu nedeniyle ilk etapta fark edemediği bir şey vardı.
Emilia: […Ah]
Emilia nerede olduğu, bulutların yüksekliği, ilk kattaki durum gibi şeylerle meşguldü. Bu yüzden gözünün ucundan gelip geçen varlığı fark etmekte gecikmişti. Yavaşça arkasını döndüğündeyse fena halde nefesi kesildi.
“İsminin” elinden alınışıyla dünya tarafından unutulması gereği çaresizliğe düşmeye çok yaklaşsa da kalbi hala sapasağlamdı. ――Ama bu haliyle bile katıksız bir huşuya kapılmış, ne diyeceğini bilemez hale gelmişti.
Gözlerinin önünde beliren “varlık”, hayallerinin tamamıyla ötesindeydi.
Çünkü o varlık…
Emilia: [Sen…]
???: [――Ey, kulenin tepesine ulaşmış olan sen. Birinci katta ilerle, her şeye kadir arzuhal sahibi.]
Ses tonu ciddiydi ve doğrudan ruhunun içerisinde kükrüyormuş gibi geliyordu. Emilia, kendi sesinin titremekte olduğunu fark etti.
Peki Emilia’yı suçlayabilecek ve ona iradesiz diyecek biri olabilir miydi? Bunu hiç kimse yapamazdı. Bu imkansızdı. Çünkü yaşayan hiçbir canlı, bu varlığın karşısında secde etmekten öteye gidemezdi.
Çünkü bu varlığın ismi…
???: [――Benim adım, Volcanica. Kadim antlaşma uyarınca zirveye ulaşan kişinin arzusunu talep ediyorum.]
Parıldayan mavi pullarla kaplı devasa bedeniyle “Kutsal Ejderha” Volcanica, Emilia’ya tepeden bakmış ve onun ruhunu dahi varoluştan silebilecekmiş gibi görünen bir varlık sergileyerek bu beyanda bulunmuştu.
△▼△▼△▼△
Kulenin dışında, devasa akrebe dönüşmüş olan Shaula ile Subaru ve diğerlerinin mücadelesi başlamıştı.
Kulenin ikinci katında, şiddetin sırıtkan hakimi Reid Astrea ve Julius’un kılıç oyunu yeniden seyirciye açılmıştı.
Kulenin birinci katında, Emilia orada bekleyen kudretli bir varlıkla öngörülmedik bir karşılaşma gerçekleştirmişti.
Ve kulenin dördüncü katıyla beşinci katını bağlayan spiral merdivenlerdeyseーー
???: [A~h, lanet olsun ~tsu! Onu çalıp ettikten sonra doğru düzgün kullanamamışız gibi geliyor, öyle değil mi, tanrı ~m, biz!]
Sinirli bir şekilde bu sözleri saçan genç oğlan, koyu kahve saçlarını ayırarak dilini şaklattı. Başını kaşıdığı elini indirdiğindeyse içerisinde buzla şekillendirilmiş güzel, süslü bir kılıç belirdi.
Bu, çaldığı “İsmi” temel alarak yeniden inşa ettiği bir özel güçtü ama görünüşünün aksine Manayı düzene koymak fazlasıyla uğraştırıcı ve diğer “Hatıralarla” birlikte kullanmak da bir hayli zordu. Her şeyden önce, birden fazla kişinin becerilerini birleştirmek uygun bir duyu gerektiriyordu ki bu da Roy ve Louis’in beceremediği bir şeydi.
???: [Ee~h, elimizden geldiği için bu işte sivriliyoruz ama, anlarsı~n ya.]
“Oburluk” Otoritesine sahip üç kardeş arasında bile her birinin Otoriteyi kullanma şekli hafif bir farklılık gösteriyordu. “Gurme” olmaktan gurur duyan kardeş olarak kız ve erkek kardeşinin izledikleri yollarda itiraz etmek istediği noktalar az değildi. ーーBu, üstünlük duygusuna bağlı bir güçlü yöndü. Nasihat vermek gibi bir şey ona yakışmazdı.
???: [Bu mesaj sevgili tatlı Louis’e veya o çatlak Roy’a ulaşmaz…… a~h, yapacak bir şey yok ~tsu! O ikisi bir şey yapılamayacağını söylüyorsa yapacak bir şey yok! Bu da bizim bu kulenin içerisindeki ziyafetleri iliklerine dek güzelce yalayabileceğimiz anlamına gelir ~tsu! Ne iyi, amma iyi, epey iyi, çok iyi, iyi olduğu için, kesinlikle iyi, elbette ki iyi, elbette ki iyi olmalı, iyi olması gerektiği için! Oburca içmek ~tsu! Oburluk ~tsu!]
Elindeki buzdan kılıcı çıtırdatarak keskin dişlerini sergileyen “Oburluk” ーー Ley Batenkaitos, geriye tek bir tane bırakmaksızın bu kulenin içerisindeki tüm hedefleri kendi tabağına sıralamaya karar vermişti.
Neyse ki mevcut durum da ona hizmet ediyordu. Şimdi geriye kalan şey, sıralamayı ve ana yemeğin ne olacağını belirlemektiーー
???: [ーーBunu seçme ayrıcalığına sahip olduğunu mu zannediyorsun? Şu kolaycılığa bakın.]
Ley: [ーーーー]
Spiral merdivenlerden alçalan bu ses üzerine Ley, buzu çiğnemeye ara vererek kafasını kaldırdı. Yukarıda, dördüncü kattaki birinin açık kırmızı gözleri, dördüncü kat ile beşinci kat arasındaki merdivende dikilen Ley’i izliyordu.
Kanla veya alevlerle aynı ışıltıya ve korkunç bir soğukluğa sahip o gözler, Ley’in vahşi açlığına acırcasına tepeden bakıyordu.
Veーー
Ram: [Duyduğum kadarıyla Ram ve Rem’in arasındaki kardeş sevgisini paramparça eden kişi senmişsin, öyle mi? ーーBir domuz gibi ciyaklayarak geber lütfen.]
#Eveet, böylece tüm cephelere ufak da olsa bir göz atmış olduk. Diğer rakipleri ve olabilecekleri biliyorduk ama en üst kata koşturan Emilia’nın karşısında meşhur Kutsal Ejderhayı bulacağı hayatta aklıma gelmezdi. O da Reid gibi bir durumda mı yoksa tüm gerçekliğiyle orada olabilir mi acaba? Bunun cevabını bir sonraki bölümde alabilecek miyiz yoksa bir süre Ram-Oburluk savaşında mı olacağız? Elimizdeki cepheler arasında gidip gelirken şaşırtıcı olaylar ve üzücü kayıplar yaşayacak mıyız? Tüm bu soruların cevapları için okumaya devam!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..