Auroranın yayılışı ve kudreti karşısında Julius’un da gözleri irileşmişti.
An itibarıyla daha önceki gibi davranılmasıyla nezaketsizliği davet ederek sıra dışı ölçekte bir büyüye dönüşen azami ruh sanatları sergileniyorduーー
‘ーーーー’
Tomurcuklarーー yo, örtülü armağanları ve yetenekleri filizlenen o kızlara tomurcuk demeyecekti.
Güzellikle, çekicilikle, kahramanlıkla, haysiyetle, canlılıkla yücelik olarak adlandırılabilecek bir büyümeyi gerçekleştirmiş olan o ruhlar, tomurcuk değil, genç kızlardı.
Her biri kendine has bir cazibeye sahip o kızların altısını da tekeline almak, Julius’u Günah Başpiskoposlarından da büyük bir günahkar kılabilirdi.
Fakatーー
Julius: “Sizler beni unutmuş olsanız da ben hepinizi seviyorum.”
Diyen Julius, yayılan auroraya yetişme düşüncesiyle öne çıktı.
Altı elementle sarılı gökkuşağının parlaklığı tüm kalkanları kırar ve hedefi paramparça ederdi. Bu nedenle gökkuşağı rengindeki ışıkların karşısındaki kişinin yalnızca iki seçeneği olurduーー bu meydan okumayı kabul etmek veya kaçınmak.
Reid: “ーーHah.”
Ve Reid Astrea da karakterine uygun şekilde gökkuşağının ışıltısından kaçınmayacaktı.
Reid, önünde dalgalanan gökkuşağının parlaklığına tepki olarak iriyarı kollarını kaldırdı ve imparatorluğun taahhüt ettiği kılıcının keskin ucunu savurdu.
Hiçbir özel büyüye veya İlahi Korumaya bel bağlamadığı, saf şiddet namında bir『Kılıç Hamlesi』ーー yani tek bir savuruş, işte Julius’un tüm gücüyle gerçekleştirdiği azami büyüyü ortadan kaldıran şey buydu.
Ancak ilerlemeyi sürdüren Julius bunu da hesaba katmıştı.
Yok olan aurorasının ardından ilerlerken kılıcının ve genç kızlarının güçlerinden faydalandı.
Julius: “Ia! Aro!”
O anda kırmızı ve yeşil Ruhlar çağrısına karşılık vererek güçlerini birleştirdi, rüzgarın yükselen alevlerin arasında bir girdap oluşturuşuyla Reid’in ayaklarının dibinde akkor bir hortum yaratıldı.
Ayaklarının altındaki ısı sarmalını hisseden Reid ise kavrulmadan önce çevikçe yukarıya kaçtı.
Fakat Ruh Şövalyesinin, 『En İyi Şövalyenin』bağlantısı daha yeni başlıyordu.
Julius: “Kua! Ik!”
Berrak zeminde çıkıntı yapan sarı Ruh, Julius’un bedenini daha da yukarılara itti. Aynı anda mavi Ruhun parıltısı havadaki nemi buzullaştırarak yukarıya sıçramış olan Reid’in yükselişine mani oldu.
Dilini şaklatan Reid, havayı adımlamak gibi insani sınırların açıkça ötesinde bir hareketle ayaklarını havada belirmiş olan buzdan tavana yerleştirerek tepetaklak halde Julius’a kaşlarını çattı.
Reid’in koluna sağlam bir güç akar ve yükselmekte olan Julius’a müdahale etmeyi hedeflerkenーー
Julius: “In! Ness!”
Tam da『Kılıç Azizinin』 karşı saldırısının yaklaştığı noktada, beyaz ve siyah Ruhlar da kendi güçleriyle dünyaya burunlarını soktu.
Beyaz ışık Julius’un bedenine bütünüyle güç bahşederken siyah ışık, Julius’un düşmanının kudretini az da olsa düşürdü. O saniyede doğan ufak farklılık, ardından gelecek sonuçta mühim bir rol oynayacaktı.
Reid: “ーーーー”
Basamağa dönüşen buzdan tavanın paramparça oluşuyla Reid’in ileri atılan bedeni hızı nedeniyle bulanıklaştı.
Taahhüt edilen kılıcın hünersiz duruşuyla belirli tipte ve nihai cinsten uzunlamasına ve çaprazlama bir darbe savruldu ーー bunu bir tehdit olarak algılamayan Julius ise göğsünü dik tutarak kılıçla yüzleşti.
Bunun dayandığı gerçek, iki kılıç darbesi karşı karşıya geldiğinde güçlü tarafın diğerini püskürteceğiydi.
Julius bu nedenle gözlerini açtı. ーーMütemadiyen, sürekli olarak yükseldikçe yükselen o şeyi izleyen gözlerini.
Julius: “ーーーー”
Reid’in ışıltısı, bizzat ses ve ışık konseptini öldürerek havayı yarıyordu.
Bunu teyit edecekti. İster kılıç olsun ister yemek çubuğu, onların ışıltılarının yoluna çıkan şey her ne olursa olsun mutlaka kesilirdi.
Çünkü bu, tamı tamına 『Kılıç』kavramının tezahürüydü.
『Kılıç』, nesneleri kesme amacıyla yaratılmış bir şeydi.
Ve kılıç hamleleri de nesneleri kılıçla kesmeye adanmış teknikleri ifade ederdi.
Dolayısıyla dünyadaki tüm nesneleri kesen o ışıltı, 『Kılıç』ve『Kılıç Hamlelerinin』doruk noktası, nicedir kıymet biçtikleri orijinal arzularıydı.
O ışıltıyla kesilenler, kesilip geçildikleri gerçeğini ilelebet unutamazlardı.
İşte bu nedenle Julius Juukulius’un sol gözünün altında kalan yara da ilelebet silinmeyecekti.
Bu, 『Kılıç Azizinin』ışıltısını sıyrılabileceği yakınlıktan savuşturmasının bedeliydi.
Julius: “ーーーー”
Darbe karşılama duruşunu bozan Julius’un anlık bir saldırı ve savunmayla rakibinin kılıcının arasından algıladığı şey buydu.
Kesilmiş olan göz dibinden kanlar fışkırıyordu. Fakat gözlerini kapatmayacaktı. Rakibine odaklanmayı sürdürerek hızla kolunu savurdu.
Ve savunmadan sıyrılıp yüzlerce ışıltıdan oluşan bir yağmurla saldırıya geçişiyleーー
Julius: “ーーAl Clarista.”
Julius Juukulius'un şu ana kadarki en büyük kılıç darbesi, bir gökkuşağının renklerini boyadı.
Reid Astrea’nın köpekbalığı misali vahşi gülümsemesini yakalarkenーー
ーー『Kılıç Azizinin』sol gözünü örten göz bandı, şövalyenin saldırısıyla delinerek havaya savruldu.
△▼△▼△▼△
Julius: “ーーーー”
Julius, ayak parmaklarıyla berrak zemine iniş yaptığı anda korkunç bir şekilde yankılanan adım seslerini işitti.
Ve bunun bilincine vardığı saniyede göğsünün derinliklerinde atmayı unutmuş olan kalbi panik içerisinde harekete geçti.
Hemen ardından da arkasına dönerek kendisine dönük iriyarı omurgayı gördü.
Reid: “ーーーー”
Uzun kırmızı saçları savruluyor, sırtı dimdik ve hareketsiz, öylece duruyordu.
Sağ eliyle kılıcını kavramış olan ulu adamın sol eli suratına yerleşmişti. O elinin dokunmakta olduğu noktada bir göz bandı olmalıydı ancak şu anda yerinde değildi.
『Kılıç Azizinin』sol gözünü örten göz bandı, an itibarıyla Julius’un ayaklarının dibindeydi.
Julius: “……Demek oldu, ha.”
Berrak zemine düşmüş olan göz bandına ve kendi elindeki şövalye kılıcına bakan Julius’un sesi titriyordu.
Fısıltısıyla meydana gelen olayları onaylamaya çalışsa da gerçeklikle arasında büyük bir bağlantı eksikliği vardı. Tüm bunlar ona her şeyin parmaklarının arasından kayıp gideceği gelip geçici bir rüyaymış gibi geliyordu.
Ancakーー
‘ーーーー’
Altı ışık, sözlerle olmasa da Julius’un resmileşmiş başarısını övüyordu.
Kıymetlileri olan sıcacık çiçekler, Julius’un kalbindeki boşluğu doldurmayı arzuluyordu.
Ve filizlenen genç kızlarının övgülerine eşlik edenーー
Echidna: “ーーJulius.”
O yumuşak sesi işiten Julius, bakışlarını sesin geldiği yöne çevirdi.
Julius’a seslenen kişi, savaşı omurgası ona dönük ulu adamdan da övgülerini ileten genç kızlardan da farklı bir noktadan gözlemleyen açık mor saçlara sahip kadındı.
El üstünde tuttuğu, kılıcını adamaya yemin ettiği lorduyla tıpatıp aynı surata sahip olan, bilmeksizin karşılıklı birbirini yaralamaya dayalı bir ilişki içerisine girmiş olduğu ve ömrü ilelebet süregelecek Yapay Ruhーー
Julius'a duyduğu ilginin nedeninin Anastasia'ya değer vermesi mi yoksa Julius’un『Ruh Çağırma İlahi Koruması』mı olduğu belirsizdi.
Her halükarda Julius Juukulius’un kararlılığını izleyen birilerinin olması kalbini öylesine yatıştırmıştı ki şövalye kılıcını minnetle kaldırabilmişti.
Julius: “ーーーー”
Tek kelime etmemiş, şövalye kılıcını göklere yükseltmişti.
Aurora ile süslenmiş kalıntılar parıldamış, kılıcın yolu kelimesi kelimesine bir gökkuşağını tasvir etmişti.
Bunun Julius Juukulius isimli şövalyenin kutsanışı gibi bir şey olduğu kesindiーー
Reid: “ーーBu lanet olasıca boktan bi『Sınav』olsaydı bu hamleyle galip geliceeğin kesindi.”
Bunu dile getiren ulu adam, ayağını teğet olacak şekilde yere geçirdi.
Önünü döndüğünde suratında bariz bir yara görünmüyordu. Yani Julius’un kılıcının ucunun değdiği şeyin yalnızca göz bandından ibaret olduğu belliydi. Fakat Reid bile abartıp da kılıcın bana değmedi ki diyecek kadar utanmaz değildi.
Her şeyden önce, az önceki sözleri yenilgiyi kabul etme konusundaki isteksizliği değil, gerçeklerdi.
Eğer gerçekten de Pleiades Gözcü Kulesinin ikinci katı『Electra’daki』Sınava devam ediyor olsaydılar Julius, tek bir başarılı darbe koşulunu sağlayarak sınavı geçmiş ve üst kata ilerlemeye hak kazanmış olurdu.
Fakat Julius ve Reid arasındaki mücadele, bir『Sınav』olmaktan çıkmıştı.
Onlar, bir şövalye ve bir kılıç ustası olarak erkek erkeğe, aralarındaki meseleyi çözmek için çarpışıyorlardı.
Reid: “ーーーー”
Göz bandını yitirmiş olan Reid, iki gözü de açık halde kılıcını iki eliyle tutmuştu.
Kabzasını kavramış, gözü hedefinde olacak şekilde kılıcını hazırlamıştı. ーーEvet, 『Kılıç Azizi』hazırlanmıştı.
Öyle doğalca çubuk sallamaya hazırlanmamıştı, düşmanını katiyetle kesmek için kılıcını hazırlamıştı.
Reid: “Yok olacak olsan bile şikayet edeyim deme.”
Julius: “Şikayet etmek istesem bile şikayet edebilecek bir ağza sahip olmadığım takdirde bunu başarmanın bir yolunu bulmam zor olurdu.”
Reid: “Hah! Kerata, şakalara gülcek halde diiliz, lanet olasıca. Hey, ismin ne demiştin?”
Julius, bir efsane tarafından isminin sorgulanması üzerine kaşlarını kaldırdı.
Şimdiye dek sayısız örnekte ismini bolca vermiş olsa da hatırlayamıyordu. Ancak hatırlayıp hatırlamamasının bir önemi yoktu.
Çünkü Reid, bu soruyla birlikte ilk defa Julius’u kabul ettiğini tartışmasız olarak gözler önüne sermişti.
Julius: “Julius Juukulius. Unutulması kolay bir isim olduğu için hatırlamanı rica ediyorum.”
Daha az önce mizah olarak algılanamayacak gereksiz bir açıklama yapmış olan Julius da bu sözlerle birlikte şövalye kılıcının ucunu Reid’e doğrulttu.
Ve bir kez daha onun adına çalışmaktan başka hiçbir şey yapmamış olan altı Ruhtan yardım istedi.
Şu anki benliği ve o kızlarla gökkuşağının aurorasını daha da yükseklere taşıyacağı kesindi.
Al Clauseria ve Al Clarista.
Altı Ruhun gücünü ödünç alan gökkuşağının aurorası altı elementin gücünü sarıyordu. ーーAzami büyüyü ateşleyen Clauseria ve onu şövalye kılıcına yerleştiren Clarista.
Deneyimsizliği nedeniyle bir zamanlar başaramadığı, daha da üst seviye gizli bir ritüelーー
Julius: “ーーBu vesileyle hakkından geleceğim.”
Reid: “ーーHadi gel.”
O anda beyaz alan aurorayla kaplandı ve gökkuşağı şeritleri ulu, kızıl adamı yakaladı.
Bu, Julius Juukulius tarafından tasarlanan orijinal gökkuşağı ruh sanatlarının sırları arasındaki bir sırdı.
Yöntemi ne altı elementi saran gökkuşağı ışıklarını fırlatmak ne de kılıcın üzerine çökmesini sağlamaktı, kendisini o gökkuşağının arasına sokup rakibi auroranın ta kendisi olarak imha etmekti.
Julius: “ーーAl Clanveir.”
İşte Ruh Şövalyesinin bu üstün saldırısı, net, beyaz bir ışıltının doğrudan saldırısıyla karşılandı.
△▼△▼△▼△
Saldırı ve savunmanın aşkın boyutu, başından sonuna dek eğitimsiz gözlerin algılayabileceği sınırların fazlasıyla ötesindeydi.
Çarpışan kılıç darbelerinden bahsetmeye dahi gerek yoktu, yalnızca pozisyonların ve ayak hareketlerinin şaşırtıcı etkileşiminde hangi tarafın üstün olduğu, hangi tarafın altta kaldığı bile soluk gök mavisi gözler tarafından algılanamıyordu.
Bu, o fiziksel bedenin esas sahibi olmayışıyla bütünüyle alakasız bir durumdu.
Yalnızca karşısındakiler o boyutta bir ölüm kalım meselesi içerisindeyken onlara kıyasla kendisinin içerisinde yaşadığı dünya çok daha küçük bir boyuttaydı, gerçek buydu.
Canlı varlıkların değer duygusu ve değerleri, yine canlı varlıklar olarak sahip oldukları güçle karşılanıyorsa onun kırılgan benliği değersizliğe yatkındı.
Dahası bu, benliğinin birkaç yüzyıla denk gelen vakti boşa harcadığının, kendini geliştirme ve yüceltme yoluna sırtını döndüğünün de kanıtıydı.
Kendi benliğinin farkına varmasından bu yana bir önseziye sahipti.
O da kendisi olan o yapay varoluşun doğduğu anda amacını yerine getirmiş olduğuydu.
Doğmak onun amacıymış, bu olay gerçekleştiği anda amacı yerine gelmişti adeta. Sonrasında da birkaç yüzyılı dünyada amaçsızca dolaşarak, boşluk hissinden kaçınamayarak geçirmişti.
Ölse bile umurunda değildi. Bununla birlikte ölmek için de bir sebebi yoktu.
Bu nedenle hareketsizlik içerisinde ölümünü de çok uzun süreliğine ertelemiş, tembelliğe kapılmıştı.
Ve bu uzatma sürecinde o genç kıza denk gelmişti.
Onun izlediği canlı, hareketli yaşam tarzının büyüsüne kapılmış, buz kesmiş hayatına bir sıcaklık gelmişti.
Minicik bir cüsseye sahip olan ama akıl almaz büyüklükte laflar eden o kız nasıl birine dönüşecek ya da dönüşemeyecek diye merak etmiş, buna kendi gözleriyle tanık olmak istemişti.
Ve kimseler farkına varamadan bu tür entrikaları ve ilgisi önemsiz hale gelmiştiーー
“ーーSeni ya da değer verdiğin çocukları kaybetmek istemiyorum.”
Zamanın akışı olarak adlandırılan şeyin nazik ama aynı zamanda acımasız da olduğunun farkındaydı.
Zaman yaraları iyileştirse de duyguları da demode hale getirirdi.
Uzun, devamlı bir sürecin sonunda yeni yeni düşünmeye başlamıştı. ーーBunu geçmişe bırakıp yitirmek istemiyordu.
“Bu da imkansız bir arzu gerçi.”
Durması için yalvarıp yakarsa bile zaman durmadan akıp gidiyordu.
Küçücük, zayıf hayatlara sahip olmaya mahkum bireyler zaman içerisinde her türlü değişimi gösteriyordu.
Tıpkı『İsmi』yağmalanan ve hiç kimsenin hatıralarında kalmayan isimsiz şövalyenin Julius Juukulius isimli tekil bir insan olduğunu kanıtlaması gibi.
ーーGökkuşağının parlaklığına bürünen şövalye doğrudan beyaz ışıltıya dalmıştı.
Kumarını oynayan ve gizli ritüelini sergileyen Julius’un karşısındaki Reid Astrea’nın hareketleriyse korkunç basitlikteydi.
Elindeki kılıcı aşağı doğru savurmakla, belki de bu dünyada en sık tekrarlanan kılıç hamlesiyleーー dünyayı eğik bir şekilde ikiye bölmüş, yoluna çıkan her şeyi mahveden bir ışığa dönüşmüştü.
Ne özel bir büyü ne de özel bir hamle.
Basit bir kılıç savuruşuyla ışıklar dünyayı kavurmuştu. Akıl alır gibi değildi.
Reid Astrea mı normların ötesindeydi, yoksa tüm『Kılıç Azizleri』mi?
Bu kadarı meçhul olsa daーー
“ーーJulius.”
Aurora o absürt beyaz ışık tarafından bastırılmasın diye gücünü adamak istemişti.
Hiç kuşkusuz ki samimi amacı buydu, fakat o mücadeleye doğrudan dahil olmak şeklinde bir eylem intihara meyilli olmaktan önce kabalık olurdu ve o günah, tövbeleriyle ruhu paramparça olsa dahi kendisine şikayet etme hakkı tanımazdı.
Ve genç kızーー Echidna, kendisinin hiçbir şey yapamayacağının da bilincindeydi.
Eğer bu yerde, auroraya dönüşmüş Julius Juukulius için yapabileceği bir şey varsa…
“ーーーー”
Eli ince göğsünün üzerindeydi, o göğsün derinliklerindeki varoluşu hissedebiliyordu.
Echidna’nın kum denizindeki bu kulede aradığı şey, bu fiziksel bedenin orijinal sahibinin derin uykusundan uyanamama sebebiydi. ーーFakat bu bir aldatmacaydı.
Echidna, onun uyanmama sebebini zaten biliyordu.
Açgözlülüğünü ilan eden, her şeyi elde etme arzusuyla böbürlenen o kız.
O, bir kez çantasına koyduğu hiçbir şeyi bırakmak istemezdi, çünkü bir şeyleri bırakmak zorunda kalmaktan, bir şeylerle yollarını ayırmaktan nefret ederdi, dolayısıyla hesaba katabileceği tek bir sebebi vardı.
“Bedeni bana teslim ettikten ve Od’unda geçici olarak uykuya daldıktan sonra dış dünyadan herhangi bir müdahale göremeyecek hale geleceksin. ーーÇünkü Od da bir nevi öz-dünya.”
Hür iradesiyle kendisini oraya kapatmıştı.
Sebep barizdi. ーーDışarı çıkarsa etkilere maruz kalacaktı. 『Oburluk』Günahı Başpiskoposunun mide bulandırıcı Otoritesinin etkilerine maruz kalacaktı.
Asla unutmak istemeyeceği kişiyi unutacak, asla vazgeçmek istemediği kişiden vazgeçecekti.
Anastasia Hoshin, Julius Juukulius’u unutacaktı.
Yani amaç buydu. Ancakーー
“Görünüşe göre bu kuleye gelenlerin hepsi güvenilir mankafalar. ーーHepsi de bir şeyleri kaybetmemek için ölecek kadar sevimsiz.”
Yaklaşık iki ay boyunca onun gibi yapmaya çalışmış ama artık doğru zaman gelmişti.
Ayrıca onun olumlu ve olumsuz yönlerini, isimsiz bir şövalye olan telaşlı benliğini yakından gözlemlediği için artık o kız unutsa bile ona anlatabilirdi.
“Ah, demek öyle.”
Hiçbir amacı olmayan, doğum anında görevini yerine getirmiş olan Yapay Ruh.
Hakkında verilen hükümle yalnızca bu nahoş görevi üstlenmiş ancak beklentilerin aksine her şey bununla sınırlı kalmamıştı.
Sevdiği genç kız ve sevdiği şövalye arasında aracılık eden bir köprü şeklinde hareket etmişti.
Bu yükümlülük, hayati önemde bir görev değil miydi?
Doğumunun amacının bu olduğunu düşündüğünde gülümseyebiliyor olması, hayati önemde değil miydi?
İşte bu yüzdenーー
Echidna: “ーーEn havalı şövalyenin sende olduğunu görememek, böylesine müsrif bir hareket, senin cimri benliğine yakışmaz ki.”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..