Dağılıyor, dağılıyor, etrafa saçılıyor.
Ufalanıyor, ufalanıyor, pul pul ayrılıyor.
Yoruluyor, yoruluyor, solup gidiyor.
Dağılıyor, ufalanıyor, yoruluyor, uzaklarda ne var ne yoksa ışıldıyordu.
△▼△▼△▼△
—Kulenin dışında, sayısız Cadı Yaratığının yol açtığı izdiham, Cadı Yaratıklarının Efendisinin tüm gücüyle verdiği mücadele sonucunda atlatılmıştı.
—İkinci katta, Roy Alphard’ın bedenini ele geçirmiş olan Reid Astrea mağlup edilmişti.
—Dördüncü katta, kadere küfreden aşağılık Oburluk Günahı Başpiskoposu yenilmişti.
—Birinci katta, Emilia’nın cesurca ve kahramanca mücadelesiyle meçhul bir Sınav geçilmişti.
Pleiades Gözcü Kulesini ele geçirme çabaları esnasında karşılaşılan pek çok engelin üstesinden gelinmişti. Bu, birbirlerine güvenmelerinin, birlik olmalarının ve iş birliği yapmalarının sonucuydu.
Emilia gibi ifade etmek gerekirse “herkesin iyi anlaşmasının” sonucuydu.
Bu sayede nihayet bu noktaya ulaşmayı başarmışlardı.
Dolayısıyla sıradaki adım—
Emilia: “—Birlikte galip gelemezsek hiçbir anlamı olmaz!”
Pleiades Gözcü Kulesine geldikleri sırada Emilia, böyle söylemişti.
Buraya daha fazla şey kaybetmeye değil, çoktan kaybettikleri şeyleri geri kazanmaya gelmişlerdi.
O sıralarda herkes Emilia’yla hemfikir olmuştu ve herkesin kum denizinden sağ salim geri dönmesi mutlak bir zorunluluktu. Onlara daha fazla kişinin katılmasının bile bir sakıncası olmazdı.
Yani Subaru, Emilia, Beatrice, Ram, Rem, Meili, Anastasia=Echidna ve Patrasche dışında fazladan bir Shaula, hiç sorun yaratmazdı. Onun yüzünden geri dönüş yolculuğu ne kadar gürültülü ve tantanalı olursa olsun mühim değildi.
Julius: “—Hadi!”
Yan yana dikilen iki Ruh Şövalyesi arasında ilk hamleyi yapan kişi elbette ki Julius olmuştu.
—Julius, birini iyileştirme sürecinde olan Kua’yı geri çekip tedaviyi geçici olarak duraksatmış ve bir kez daha altı ruhun yardımıyla auroraya bürünmüştü.
Subaru, Cor Leonis'in etkisiyle, Od'unun ışığının bu denli genişleyebilmesi için hem Julius'un hem de ruhlarının hatırı sayılır bir yük altında olması gerektiğini anlıyordu.
Bayağı havalı bir teknikti. Ama şu durumda hiç kimse uzun süreli bir mücadeleyi arzulamıyordu.
Julius: “—Kısa ve belirleyici bir mücadele.”
Julius, arkasında gökkuşağı renginde ışıklardan oluşan bir iz bırakarak kumların üzerinde uçtu.
Ve aradaki mesafeyi bir anda kapatarak kılıcını Kan Kırmızı Akrebe yaklaştırdı. Bileşik gözleriyle Julius’un hareketlerini gören akrepse bir fırtına hiddetiyle kıskaçlarını ve iğnesini savurdu. Ancak Julius’un kılıcı akrebin kabuğuna temas ettiği anda beyaz dumanlar yükselmeye başladı.
Kılıç, kabuğun erimesine sebep olmuştu.
Akrep o darbeyi yedikten sonra kendisini bile savunamamıştı, çünkü Julius’un saldırısı bir gökkuşağına dönüşmüş, Al Clarista’nın daimi kullanımı nedeniyle büyülü kılıcının etrafı altı ışıkla sarmalanmıştı.
Ayrıca Julius’un tüm bedenini kuşatan gökkuşağı renkli ışıklar da yalnızca gösteriş amaçlı değildi.
“───”
Subaru’yu düzinelerce kez öldürmüş, ayrıca Emilia ve Julius’un ölümlerine de sebep olmuş bir Ölüm silahı olarak da kullanılan, kuyruk iğnesinden yakın mesafede ateşlenen ışık huzmesi—diğer adıyla Cehennem Atışı.
Julius onu kılıcıyla saptırmamış, bunun yerine ışık aurorasının defansif kabiliyetini kullanmıştı. Tüm bedenini kuşatan Aurora, bir gökkuşağı bariyeri yaratan Al Clauselia konseptini uyguluyordu.
Böylece saldırı ve savunmayı birleştirebilen yüksek seviyeli bir kılıç ustası doğmuş ve Gökkuşağı Ruh Şövalyesi adını alabilecek hale gelmişti.
Akrep: “~~ッッ!!”
Defansı aşılıyor, tek bir hayati darbe indiremiyor, dolayısıyla Kan Kırmızı Akrep çok kötü bir vakit geçiriyordu.
Bununla birlikte son 400 yıldır kulenin gardiyanlığını yapan Cadı Yaratığının bir saygınlık duygusu vardı. Kan kırmızı kabuğu ışıldadıkça ışıldayarak ve kuvvetli kıskaçlarından büyük bir ısı yayarak Julius’a toslayışıyla Gökkuşağı Şövalyesini epeyce uzağa fırlattı.
Kıskaçları fazlasıyla sıcaktı ve sıcaklığın yoğunluğu nedeniyle etrafındaki havayı bozuyordu. Subaru o cayır cayır yanan kıskaçlara bir isim verecek olsaydı “İsa’nın Kesici Cehennem Ateşi Formu” seçimini yapardı.
Son savaşı canlandırmak adına yeni teknikler sergilemesi epey hayran olunasıydı ama gerçek şu ki Subaru, onun herhangi bir gelişme göstermesini istemiyordu. Kabuğundan çıkan bir düşman şu anda hiç ama hiç istenmeyen bir durumdu.
Julius: “MINYA!!”
Akrep kan kırmızı kıskaçlarını havada savurdu ancak yandan beliren mor kazıklar tarafından saptırılmaları, Julius’a temas etmelerini engelledi.
Subaru Julius ve Kan Kırmızı Akrep arasındaki yüksek seviye mücadeleye tek başına müdahale edecek yeterlilikte değildi. Bunun sonucunda Subaru bir şeyler yapma fırsatı beklerken Beatrice, Julius’u koruyup kolluyordu.
“───”
Bu esnada Subaru, savaşın artçı etkileriyle canından olmamak adına hasar menzilinden uzakta durduğundan emin oldu. Ardından bakışlarını, Cadı Yaratığı sürüsünü oradan uzaklaştıran kasırga tarafından harap edilen kum denizine çevirdi.
Augria Kum Tepelerinde yaşayan Cadı Yaratıklarının verdikleri hasar ve temkinli oluşları nedeniyle yolculukları esnasında Subaru ve diğerleri üzerindeki etkisi büyük olmuştu.
Bununla birlikte şu anda Gözcü Kulesinden uzak duruyor ve onu belli bir mesafeden izliyor olmaları gerçekten şaşırtıcıydı.
Emilia büyük ihtimalle birinci katta kulenin kurallarını baştan yazmış, bulutların dağılmasına sebep olmuştu.
Belki de bu, Cadı Yaratıklarını kuleden uzaklaştıracak bir önlem görevi görmüştü? Aslına bakarsanız Gözcü Kulesine hiç yaklaşmıyor gibi görünüyorlardı, yani en başta bir Cadı Yaratığı izdihamının olması da epey anormaldi.
Durum her ne olursa olsun Cadı Yaratıklarının sağda solda belirmiyor oluşu Kan Kırmızı Akrebin—Shaula’nın aklını başına getirmeye çalışan Subaru ve diğerleri için büyük bir rahatlamaydı.
Julius: “—SUBARU!!”
Subaru: “Ah.”
İdeal bir pozisyon bulabilmek adına kum denizini çaprazlama kesen Subaru, bunu yaparken birinin bağırışını işitti.
Ve tam da neler olduğunu anlamak için kafasını kaldırırken Julius’un savurduğu pek çok kılıç darbesinden kaçınan Kan Kırmızı Akrep bir şekilde yanı başına iniş yaptı.
Hemen yanında durarak elini tutan Beatrice’in çağrısını işiten Subaru, hareketi kesti. Fakat Cadı Yaratığının kuyruğu, bir böceği kovalarcasına üzerlerine doğru savruldu ve Subaru, Ölümün varlığını sezdi.
Subaru: “Azim—!”
Beatrice: “—Murak!”
Subaru ve Beatrice aynı anda bir hükme vardı ve yer çekimi etkilerinin azalışı sonucunda ikisi de pamuk şeker kadar hafifledi. Ve o saniyede Subaru’nun kırbacı Kan Kırmızı Akrebin kuyruğunun köküne dolandı.
Bir saniye sonraysa Subaru ve Beatrice kuyruğun savruluşuna bağlı olarak havaya fırladı.
Beatrice: “Ne-”
Subaru: “Pyyah!?”
Yo, havaya savrulmadılar, silkelendiler. Havada süzülüyormuş gibi bir histen sonraysa anında yere düşerek kumlarla kaplandılar.
Altlarında sert bir zemin olsaydı bedenlerinin pamuk şeker ağırlığında olmasına rağmen saf güç ve kuvvet nedeniyle paramparça olurlardı. Neyse ki kuma düştükleri için yalnızca nefesleri kesilmişti.
Subaru: “Peşinden koşmaktan vazgeçmeliyiz—!”
Akrep: “—ッ.”
Kan Kırmızı Akrep, hala kumlara gömülü olan Subaru ve Beatrice’i hedef almaya devam ediyordu. Ancak gökkuşağı ışıkları araya girerek hamle yapmasını engelliyor ve onun ısısıyla altı renkli ışıklar çarpışıyordu.
Işığın saçıldığı her seferde ardında bir yıkım denizi kalıyor ve neden olduğu şok dalgası berrak gökyüzünde bir kum fırtınası başlatıyordu. İkisinin yıkıcı gücü eşitti; Julius hız üstünlüğüne sahipti, Kan Kırmızı Akrepse bir hayli dirençliydi.
Subaru: “—*Tü* *Tü*! Kahretsin, bir şeyler yapmamız gerekiyor!”
Beatrice: “—*Tü* *Tü*! Kazanmanın bir yolunu bul öyleyse, sanırım!”
—Subaru ve Beatrice ikilisi kendilerini kumlardan çıkartarak ağızlarına doluşan parçacıkları tükürdü. Gözleri yaşlı ikili, Subaru’nun sesinin ve Julius’un gökkuşağı ışıklarının Shaula’ya nasıl ulaşacağını çözmeye çalışıyordu.
Güvenebilecekleri üç olasılık vardı—
İlki, Julius’un ansızın daha da büyük bir gücü uyandırıp Kan Kırmızı Akrebi tek hamlede mağlup etmesiydi. Bu olasılık biraz nahoştu ama hiç değilse galibiyetle sonlanıyordu.
İkincisi, Subaru ve Beatrice’in yeni büyülerini başarıyla tamamlayıp Kan Kırmızı Akrebin işini bitirmesi, takım çalışmasıyla galip gelmeleriydi.
Üçüncüsüyse Emilia’nın birdenbire sevgi ve huzurla birlikte gökyüzünden inip sevimliliğiyle dünyaya barış getirmesiydi.
Subaru: “Üçüncüsünün olmasını gerçekten dört gözle beklerdim ama…”
Daha önce de belirtildiği üzere Subaru, kendisinin başarılı bir uyanış yaşayabileceğine inanmıyordu ve Emilia’nın mükemmel zamanlamayla ortaya çıkacağını beklemek de gerçekçi olmazdı.
Hal böyle olunca en büyük umutları Julius’un bir anda güçlenmesiydi.
Subaru: “Daha önce bir kez yapmıştı, o yüzden ondan çok fazla şey bekleyemem…”
Julius ve Kan Kırmızı Akrep, Subaru’nun gözleriyle takip edemediği bir hızla çarpışmayı sürdürüyordu. Şimdi ne olacağını merak eden Subaru’ysa hemen önünde meydana gelen ve fazla yaklaşırsa kendisini küle çevirebilecek olan yıkımı izliyordu.
Neticede yapabileceği tek şey, tüm kozlarıyla savaşmaktı. Mevzu buysa tamamlanmış Natsuki Subaru olarak hiç değilse cephaneliğindeki her kozu tüketmeliydi.
Subaru: “Düşün-düşün-düşün….”
Ve beyni tam gaz çalışır, yalnızca umutsuz bir düş veya bir gözlem olmayan şeyleri gözden geçirirken anlamlı bir şey buldu. Kullanabileceği bir şeyler ararken, bir şeyin farkına vardı.
Elinde henüz kullanmadığı bir koz vardı.
Subaru: “—Beako!”
Beatrice: “Aklına bir şey mi geldi, sanırım!”
Beatrice, bunu bekliyormuşçasına Subaru’nun seslenişine hevesle karşılık verdi. Böylesine anlayışlı bir partnere sahip olduğu için şükreden Subaru’ysa bir kez daha elini sıkarak dinç bir şekilde “Evet!” yanıtını verip başını salladı.
Subaru: “—Şimdi, bu yolculuğun bana verdiği tüm gücü kullanacağım!”
△▼△▼△▼△
Dağılıyor, dağılıyor, etrafa saçılıyor.
Ufalanıyor, ufalanıyor, pul pul ayrılıyor.
Yoruluyor, yoruluyor, solup gidiyor.
Dağılıyor, ufalanıyor, yoruluyor, uzaklarda ne var ne yoksa ışıldıyordu.
Bir gökkuşağının şiddetli ışıkları gözünün önünde parlayan akrep, içgüdülerini dinleyerek ondan kurtulmak için kollarını savuruyordu.
İster kaya olsun ister çelik, var olan her şeyi yakabilecek ve tereyağını kesercesine rahatlıkla kesebilecek güce sahip iki kan kırmızı kıskaç ışıldıyordu.
Shaula: “Amaaaaaaaaaaa, “tereyağının” ne olduğundan bile emin değilim gerçekten.”
Kulaktan dolma bilgilerine dayanır halde konuşarak o parıltılı hedefi kovalamayı sürdürüyordu. Bununla birlikte burası hiçbir engelin olmadığı uçsuz bucaksız bir kum deniziydi, dolayısıyla onu köşeye sıkıştırması mümkün değildi. Ama burası kaçacak hiçbir yerin olmadığı veya belli bir mesafeden savaşmasını gerektiren bir konum olsa da bu konularda tam bir uzmandı—
Shaula: “Sonuçta keskin nişancılar daima yalnız olurlar, öyle değil mi?”
Bu da daha önce duyduğu bir şeydi. Bir keskin nişancının avının işini tamamen bitirmeden önce sabırla beklemesi gerekirdi. Ve o da beklemeyi seçmişti. Kalbinde taşıdığı keskin nişancı gururuyla, beklemeye devam etmişti.
Günler geceleri, geceler günleri kovalarken ufku izlemiş, kuleye gelmeye teşebbüs edenleri izleyerek ilelebet beklemişti.
Burada kurallar vardı; onu kuleye bağlayan kurallar.
Bu konuda canı sıkkındı ama aynı zamanda hiçbir kural olmadığı takdirde unutkan benliğinin zamanla pek çok şeyi unutacağını da düşünüyordu.
Birlikte gittikleri yerler olsun, birbirlerine kurdukları cümleler olsun, birlikte geçirdikleri vakit veya paylaştıkları hisler ve düşünceler olsun, hepsi unutulacaktı.
Shaula: “Aaaaaah… Bu çooook korkunç olurdu.”
Her şey ilerlemiş, o geride kalmıştı.
Çünkü ondan beklemesi istenmişti ve onlar ne kadar isterse o kadar bekleyebilirdi. Ama bekliyor olduğu için beklediği kişinin geri dönmesini ummadan da edemiyordu. O geri geleceği sürece, sonsuza dek bekleyebilirdi.
İşte bu yüzden—
Shaula: “Ustam geri döndüğünde çoooooooooooook sevinmiştim.”
Çünkü, herkes tek tek kaybolmuştu. O geri döndüğünde söylediği sözlere inanabileceğinden ise emin değildi.
Ona inandığı için mi beklemişti, yoksa yalnızca alışkanlığa dönüştüğü için mi? Bu soruyu bile yanıtlayamamıştı. Daha önce bu konuyu hiç düşünmemişti.
Zaten düşünmesi için bir sebep de olmamıştı, çünkü o kaybolmadan önce sözlerini yerine getirmişlerdi.
Shaula: “Aaaah, çooook mutluuyuuum Ustam.”
O yüzden onun hiç gitmemesini ummuştu. Sonsuza dek burada kalsa harika olur diye düşünmüştü. Artık tek başına olmadığı ve keskin nişancılıktan mezun olabileceği için mezuniyetine uygun bir ödül alabileceğini sanmıştı.
Shaula: “Ustam, bir dahaaaa geride bırakılmak istemiyorum… Aaaah, ayrıca…sevilmek istiyoruuuuum.”
Her şey ilerlemiş, o geride kalmıştı.
İşte bu yüzden, bu defa, nereye ve ne zaman olursa olsun onu takip etmek istiyordu.
İşte bu yüzden—
Shaula: “Umarım…beni sevebilirsin. —Ustam.”
△▼△▼△▼△
Kan Kırmızı Akrep seğiriyordu, kan kırmızı kabuğunun parıltısıysa daha da kuvvetlenmişti.
Uyarı Renginin tepkisinin artmış olması mümkündü ama Subaru’ya durum buymuş gibi gelmiyordu. Ona kalırsa o kıpkırmızı renk, Shaula’nın ağlamasından kaynaklanıyordu.
O kırmızılık, 400 yıldır duygularını hapseden ve kulede kalma sözünü tutan Shaula isimli varlığın gerçek düşüncelerinin ifadesiydi.
Kırmızı, coşkunun, tutkunun, dizginlenemez bir sevginin rengiydi. Kan Kırmızı Akrebin kırmızı parıltısıysa onun sevme ve sevdiği kişi tarafından sevilmeye duyduğu yoğun arzudan kaynaklanıyor olmalıydı.
Subaru: “—NETİCEDE, HERKES AKREP KADINLARININ FAZLASIYLA SEVGİ DOLU OLDUĞUNU SÖYLER!!”
İki ayağıyla bolca kumu tekmeleyip havalandıran Subaru, bir coşku patlamasıyla bu şekilde haykırarak geniş omuzlarıyla kırbacını savurmak adına elini kaldırdı.
“───”
Ve sırtı kendisine dönük olan ve Julius’la çarpışıp oynayan kişiyi, yani Kan Kırmızı Akrebi hedef aldı. Onun çok meşgul olduğunu görerek varlığını duyurmak, ona özlemini çektiği Ustasının hemen oracıkta olduğunu göstermek için kırbacını kullandı. Madem başka bir adama yürüyordu, öyleyse ona kötü şeyler söylemekten başka çaresi yoktu—
Subaru: “BAŞKA BİR ADAMA YÜRÜDÜĞÜNÜ GÖRMEK BENİ GERÇEKTEN ÜZÜYOR VE ERKEKSİ KALBİMİ YARALIYOR, ANLARSIN YA—!!”
Beatrice: “Subaru’nun konuşma şekli her zamanki gibi rahatsız edici, doğrusu!”
Subaru kırbacını savurdu ve Beatrice’in kafasının arkasından gelen sert sözleriyle itilerek mükemmel bir darbe indirdi—kırbacı Kan Kırmızı Akrebin kuyruğunun köküne güzelce sarıldı.
Ancak tek başına bu hamle, daha yakın zaman önce kuma gömüldükleri sırada yaşananları tekrarlamaktan öteye gitmezdi.
Kan Kırmızı Akrep -belki de halat çekme oyununu pek düşünmeyerek- Julius’la savaşına odaklanıyor, Subaru ve diğerlerini tamamıyla görmezden geliyordu.
Subaru ve diğerleri güçsüzdü. —Bu fikirden faydalanacaktı.
Beatrice: “EL VITA—!!”
Subaru: “GAAAAAH!!”
Beatrice büyülü sözleri söyledi ve etkilerinin Subaru’nun tüm bedenine yayılmasına, bacaklarının saf ağırlığı nedeniyle kuma batmasına yol açtı.
Yerçekimi etkilerini azaltan Murak’ın aksine Vita, o etkileri arttırıyordu — Subaru’nun ağırlık sınıfı sumo güreşindeki Makuuchi bölümünün Yokozuna seviyesine yükseltilmiş, Kan Kırmızı Akrebin kuyruğuyla yarışabilir hale gelmişti.
Doğal olarak tek başına bu da yeterli olmayacaktı. Yerçekimi etkilerini arttırabilse de bu artış yalnızca 100 kiloyla sınırlıydı. Yani Subaru, bir ejder vagonunu rahatlıkla kaldırıp taşıyabilen Shaula’nın hayvani gücünün yakınından bile geçemezdi.
İşte bu yüzden—
Subaru: “—Zirveye çıkma zamanı! YAP HADİ!!”
#Shaulaaa, beni üzüyorsun kırmızı akrebim. Bir sonraki bölümde olacaklardan korkuyorum ne yalan söyleyeyim. Ama neler olacağını ve Subaru’nun yaptığı planı da çok merak ediyorum. Öyleyse ben korka korka ilerliyorum arkadaşlar, orada görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..