Cilt 6 Bölüm 89 [ Shaula ] (2/2)

avatar
1555 27

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 6 Bölüm 89 [ Shaula ] (2/2)


Çevirmen : Clumsy



İki eliyle kırbacını sımsıkı çeken ve ayaklarını yere iyice bastıran Subaru kuvvetle bağırdı. Bir an sonraysa Kan Kırmızı Akrebin kuyruğunun uyguladığı kaba kuvvetle çekilen bedeni yere geri döndü.  

 

Bunun bariz nedeni, Kan Kırmızı Akrep ve Subaru’nun—yo, Subaru ve diğerlerinin—kuvvetinin denk olmasıydı.

 

Akrep: “—ッッ.”

 

An itibarıyla hala sımsıkı yerinde duran Subaru’nun önünde, halat çekme oyunlarına devasa, tuhaf görünümlü bedeniyle dahil olmuş Aç At Kral yer alıyordu. Üstelik bu eşi benzeri görülmemiş oyuna dahil olan tek canlı Aç At Kral da değildi.

 

Courtesan ayıları, kanatlı köstebekler ve şüpheli yılanlar da mücadeleye katılmıştı. Subaru’nun düşmanı olması gereken tüm bu Cadı Yaratıkları, ona mücadelesinde yardım ediyordu.

 

Bu manzaranın sebebiyse tabii ki—

 

Meili: “…Gerçekten, köle gibi çalıştırıyorsun yaaa!”

 

Bitkin ve mutsuz bir havayla çevrelenmiş bir kızın sesiydi. Bu sesin sahibiyse yanaklarındaki kan çekilmiş olan ve nefes almakta zorlanan genç kız—yani Meili’ydi.

 

Güzel yüzü gerilmiş halde uzun, zorlu bir nefes verdi. Ve sonra da “Hoorah!” diye bağırıp yüksek sesle el çırparak—

 

Meili: “Tamamdır! Buraya gelin, millet. Kenardan izlemeniz israf oluuuuuuur.”

 

Tek bir el çırpışının hemen sonrasında kum denizi çalkalanmaya başladı. Mütemadiyen o noktaya akın eden Cadı Yaratıklarının adım sesleri ve kükremeleri işitiliyordu. Bu ortam Cadı Yaratıklarına çok uygundu ve bunun kontrolünü ele geçiren kişi de Cadı Yaratığı Efendisiydi—yo, ona artık böyle söylenemezdi.

 

Meydana gelen bu devasa fenomene yalnızca bir Cadı Yaratığı Efendisi neden olmuyordu. Meili Büyü Manipülasyonu İlahi Korumasını kullanarak Augria Kum Tepelerindeki Cadı Yaratıklarına rehberlik ediyor ve kontrollerini ele geçiriyordu, yani artık Cadı Yaratığı Efendisi unvanı ona yakışmıyordu.

 

Güney imparatorluğunda bir yıkım izi bırakan Cadı Yaratıklarının Anası geri dönmüş gibiydi. Meili izdiham yaratmak adına bir kez daha becerilerinden faydalanıyor, olayı topyekün bir savaşa dönüştürüyordu.

 

“───”

 

Yüzündeki acılı ifadeye rağmen bilincini korumayı başarıyordu ve son savaşta yerini alacak kadar toparlanmıştı. Elbette ki bunun ardında ufak bir numara vardı.

 

Subaru doğal olarak Meili’nin aldığı hasarı bir başkasıyla paylaşmak için Cor Leonis’i kullanıyordu. —Bu paylaşım, elindeki son kozdu.

 

Paylaştığı kişiyse ne Emilia ne Beatrice ne de Ram’dı. Julius, Echidna, Patrasche, Meili veya uykudaki Rem de değildi. Augria Kum Tepelerini fethetmek için onlarla gelmiş olan son müttefikleriydi—

 

Subaru: “—Seni de bu işe dahil ettiğim için üzgünüm, Gyan! Yardım eli uzat lütfen!!”

 

Uzaklardaki Gözcü Kulesinin altıncı katında bırakılmış olan yer ejderi Gyan da Cor Leonis’in etki alanı içerisindeydi, dolayısıyla Subaru, Meili’nin yükünü o yer ejderiyle paylaşma kararı almıştı.

 

Bu kararı almak Subaru için yürek parçalayıcı olsa da Gyan’ın Cor Leonis’in yük paylaşmayı kabullenme koşulunu karşılaması daha da yürek parçalayıcıydı.

 

Yani tıpkı Beatrice ve diğer arkadaşları gibi Gyan da Subaru’nun eylemlerini desteklemek istiyordu. Gyan'ın teatral versiyonunun cesaretine minnettar olan Subaru, Meili’nin yükünün büyük bir çoğunluğunu kendisi aracılığıyla yer ejderine aktarıyordu. İşte Meili’nin oyuna geri dönmesini sağlayan numara buydu.

 

Kan Kırmızı Akrebin güç mücadelesinde yenik düşmesinin ana sebebi de buydu. Ve ayrıca—

 

Subaru: “—Mağlubiyet sebebin de bu olacak, Shaula.”

 

Subaru savaşın komutasını almıştı ve hatta Cadı Yaratıklarıyla yer ejderinin gücünü kullanıyordu, o bu sözleri söylerken ise Kan Kırmızı Akrep bacaklarını yukarı kaldırdı.

 

En İyi Şövalye de bu fırsatın boşa gitmesine müsaade etmedi. Bir gökkuşağı kesiği kullanarak onlara karşı bir güç mücadelesi veren Kan Kırmızı Akrebin kuyruğunu kesip attı.

 

Kesilen kuyruk tıpkı önceden olduğu gibi patlayarak bölgeye bir yıkım yaydı ancak gökkuşağı ışıklarını aşamadı. Kozunun engellenmesi sonrasıysa akrep, iri kıskaçlarını tüm şiddetiyle Julius’un sırtına doğru savurdu.

 

Ancak bu saldırının güç mücadelesini kaybetmesi ve kuyruğunun kesilmesinden kaynaklanan sabırsızlığı ve acısından doğduğu anlaşıldı. Bunun sonucunda da ilk Kılıç Azizini mağlup edip sınırlarını aşmış olan şövalyeye üstün gelemedi.

 

Akrep: “—Tısss…!”

 

Bir kesik havada yay çizerek sol kıskacın hassas eklemini bir güzel dilimledi. Sol kıskacının dilimlenmesi sonrası dengesini kazanmaya çalışan akrep ise geride kalan sağ kıskacıyla Julius’u ikiye bölmeye çalıştı.

 

Julius’un ince bedenini belinden bölmekle tehdit eden kıskaç kapanmak üzereydi—

 

Julius: “—Al Cranvel.”

 

Buna ramak kala, Julius’un tüm bedeni ansızın ışık aurorasıyla kuşandı. Ve gökkuşağı zırhını devre dışı bırakır bırakmaz o aurora, kapanmak üzere olan kıskacın içinde bir patlama meydana getirdi ve onu parçalara ayırdı.

 

Akrep: “—ッッ.”

 

Patlamanın şok dalgası tarafından itilen Kan Kırmızı Akrebin devasa bedeni havaya uçtu. Evet, Cadı Yaratığı uçtu, döndü, nihayet kumlara devrilmeden önce kuyruğuyla kollarını yitirmiş, yaralarla kaplanmış haldeydi.

 

Diğer Cadı Yaratıkları hızla etrafını sararak sekiz bacaklı Kan Kırmızı Akrebi olduğu yere sabitledi. Akrepse kaderine direnmeye devam ederek koca kafasını çevirdi, keskin dişlerini gösterdi.

 

Kan Kırmızı Akrebin direnci hesaba katılınca tam da o anda ansızın yeni bir hamleyle gelmesi, mevcut şartlar nedeniyle yeni bir büyüme gerçekleştirmeye teşvik edilmesi şaşırtıcı olmazdı ama—

 

Subaru: “—Sona geldik, Shaula.”

 

Subaru, kıvranıp mücadele eden Kan Kırmızı Akrebin bileşik gözleri kendisini tamamen görebilsin diye hemen önüne geçti. Hiçbir silahı kalmamış ve bacakları bastırılmıştı, epey üzücü bir durumdaydı. Şu anda işini bitirecek darbeyi indirmek kolay olurdu ama Subaru’nun istediği şey bu değildi.

 

Subaru, işler bu noktaya gelse bile doğru yanıtın bu olduğundan emin olamıyordu—

 

Subaru: “Meili.”

 

Meili: “…Ben olmasaydım sen ve geri kalan herkes ne yapacaktı acabaaaa, onii-san.”

 

İsmiyle seslenilen Meili, iç çekerek Kan Kırmızı Akrebe doğru yürüdü. Ve Subaru’nun yanına geçip bir iç çekiş eşliğinde parmaklarını şaklattı. Sonra da akrebin bileşik gözlerinin kendisine odaklanmasını sağladı.

 

Meili: “Kimsin sen? Kan kırmızı, korkutucu Akrep Hanım mısın? Yoksa…”

 

Akrep: “───”

 

Meili: “Yoksa başka biri misin, acaba?”

 

Böyle bir soru yöneltilen Kan Kırmızı Akrebin bileşik gözleri yavaşça ağırlaştı. Meili’ye bakan gözleri, Subaru’ya dönmeden önce yaşarma belirtileri gösterdi. Ve o agresif, bileşik kırmızı gözler ağır ağır renk değiştirmeye başladı.

 

Subaru: “Shaula.”

 

Kabuğunun kırmızı tonu adım adım silindi. Gözleri yeniden yeşile döndü, kabuğu siyah haline çevrildi, yavaş yavaş sakinleşti ve sonunda—

 

Subaru: “—Shaula!”

 

En sonunda—

 

△▼△▼△▼△

 

Dağılıyor, dağılıyor, etrafa saçılıyor.

 

Ufalanıyor, ufalanıyor, pul pul ayrılıyor.

 

Yoruluyor, yoruluyor, solup gidiyor.

 

Dağılıyor, ufalanıyor, yoruluyor, uzaklarda ne var ne yoksa ışıldıyordu.

 

Dağılıyor, ufalanıyor, yoruluyor, ne var ne yoksa uzaklarda ışıldıyordu.

 

O geride bırakılmış olsa ve hatıraları bir şekilde silinse de onlar hala kuvvetle ışıldıyordu.

 

Kendisi için çok kıymetli olmaları nedeniyle onları çaresizce korumaya çalışıyordu.

 

 

 “───”

 

Shaula: “Ustam, hala hatırlıyor musun? Bana, ‘Kesinlikle geri döneceğim, o yüzden beni burada bekle’ demiş ve sonra da ortadan kaaaaybolmuştun.”

 

Shaula oturur pozisyonda dizlerine sarıldı, başını eğdi ve bu soruyu sordu.

 

Subaru’ysa geçmişine dair nostaljik hatıraları düşünüyormuş gibi görünen Shaula’yı kafasını sallayarak yanıtladı.

 

Subaru: “Hatırlamıyorum. Ve sana bilmediğimi daha önce de söylemiştim, haksız mıyım? Bana kendimi tekrarlatma!”

 

Shaula: “Eeeeeeeeeeh, yapacak bir şey yok öyleyse. Sonuçtaaaaaa Ustam bir şeyleri unutmakta benden çok daha iyi. Ustam ve ben geeeeeeerçekten birbirimize benziyoruz.”

 

Subaru: “Bu tüylerimi ürpertiyor! Yo, konuşma tarzımızın benzediğini kabul ediyorum gerçi.”

 

Lafı açılmışken Subaru’nun Shaula’ya bilinçsizce bir yakınlık duymasının tek nedeni Subaru’nun dünyasına ait kelimeler kullanmasıydı. Subaru Shaula kadar çekici, tatlı veya heyecanlı değildi. Kendisini terk eden birini 400 yıl beklemeye de razı gelmezdi.

 

Subaru: “Neticede ben hemen sonuç almak isteyen sabırsız bir herifim. Şey, gerçi yanımda biri daha olsaydı dayanabilirdim belki…”

 

Shaula: “Aaaaaaaaah, Ustam, böyle olmaz ki! Hazır mısın? Bu duruma uygun bir söz var: ‘Sevginin anahtarı sabırdır!’”

 

Subaru: “‘Modanın anahtarı sabırdır’ sözüyle karıştırıyor olmayasın!? Sadık bir kadından ziyade haraç olarak verilen bir kadının sloganı gibi!?”

 

Shaula: “Her şey kalbimin derinliklerinde fıldır fıldır dönen sevgiyi fark etmenle ilişkili. Bu üzgün, acınası kadına gülebilirsin bile. O gülümseyen surat da çooook çekici oluyoooor…mmm.”

 

Subaru: “Hayır, hiç gülmüyorum. Baksana, gözlerim yaşarmaya başlıyor.”

 

Shaula: “Bakayım, bakayııııımmmm.”

 

Subaru yüzünü işaret edip böyle söylerken Shaula ayağa kalkarak ona doğru yürüdü. Subaru’ysa o coşkuyla ilerleyip nefesini hissedebileceği bir yakınlığa ulaştığında o yakınlıktan kızın güzel yüz hatlarını bir kez daha inceledi.

 

Işıldayan gözleri iri iriydi ve aralarında şekilli, güzel bir burun yer alıyordu. Uzun, kıvrık kirpiklere sahipti ve teni öylesine yumuşacık ve pürüzsüzdü ki bunca zamandır kum denizinde yaşadığını hayal etmek zor geliyordu. Coşkulu ve çeşitli ifadelerinin ardına gizlese de bedeni bir bütün olarak tatlıdan ziyade güzeldi.

 

Adını bir yıldızdan almış, kaderine sevdiği kişi geri dönene dek burada beklemek yazılmıştı.

 

Shaula: “Ha? Ustam, senin gözlerin mi parlıyor yoksa azıcık ağlıyor musun?”

 

Subaru: “…Senin Ustan…bir bok parçası. Fırsatını bulursam suratının ortasına yumruğumu geçireceğim.”

 

Shaula: “Öyleyse buna acaaayip acaaayip karmaşık hislerle tanık olmak zorundayım! Ustamın Ustamı nakavt etmesi ne korkunç bir durum olurdu acaba!… Tanrııım.”

 

Dudakları titreyen Subaru, gözlerini sımsıkı kapattı. Kavurucu duyguları yükseldi, gözkapaklarını aşan yaşlar yanaklarından aşağı süzüldü. Ve o yaşların düşüşünü gören Shaula, usulca “Tanrım” diye fısıldadı.—

 

“───”

 

Gözleri kapanan Subaru’nun yanakları ansızın ıslak bir hissiyatla buluştu. Ve gözlerini açtığında Shaula’nın suratının kendininkinden uzaklaştığını gördü. Parmak uçları dudaklarındaydı ve kırmızı dilini dudaklarının arasından hafifçe çıkarmış şekilde muzipçe gülümsüyordu.

 

Shaula: “…Ustamın vücut sıvıları…tatlı ve tuzlu.”

 

Subaru: “Bu şekilde dile getirince…”

 

Shaula: “Dile getirme şeklim…hiçbir şeyi değiştirmez. Ah, ben hislerimi daima tüm ruhum ve bedenimle ifade ederim, bunu biliyorsun. Ustam, seni seviyoruuuum.”

 

Seni seviyorum. Bunu Subaru’ya sık sık söylüyordu. Bir kez içeriğini anlayınca bunun anlamsız bir ifade olduğunu söylemek Subaru için imkansız hale gelmişti. Shaula fırsat buldukça “seni seviyorum” diyordu, çünkü kalbi sevgiyle dolup taşıyordu.

 

İletmek istediği sözcükler daima ama daima içinden taşıyordu. 400 yıldır bekliyordu, onu sevmeyi, onun tarafından sevilmeyi bekliyordu.

 

Shaula: “Seni seviyoruuuum, Ustam.”

 

Subaru: “…Ben…sana seni seviyorum demeyeceğim.”

 

Shaula: “Biliyorum, biliyoruuuum. Çünkü Ustam kötü biri, hassas ve utangaç biri, ama ben de sende bunu seviyorum zaten. Sana deli oluyorum. Yalnızca sana.”

 

“───”

 

Zaman onu terk etmiş ve ona atanan rol, onu zincir misali bağlamıştı. Sevdiği birini aldatmasına ramak kaldığında ağlamış ve ölmek için yalvarmıştı. Ona kendi elleriyle zarar vermektense her şeyi kaybetmeyi yeğlemişti.

 

Peki Subaru, gözyaşları içerisindeyken ona ne demişti? Böyle ağlamaya devam etmene asla müsaade etmeyeceğim demişti.

 

Subaru: “Ben…sana…seni seviyorum…gibi şeyler söylemeyeceğim.”

 

Shaula: “…Sorun değil. Ben Ustamın söylemeyeceği şeyleri söylemeye devam edeceğim. Ustam da bir gün mutlaka bana aynı şeyleri söylemek isteyecek.”

 

Subaru: “Bir gün mutlaka ha… Bu baaaayağı uzun bir zaman dilimi. 400 yıllık bekleyiş…bunu gerçekten yapabilir misin?”

 

Shaula: “Öyle mi diyorsun? 400 yıl çoook hızlı geçti.”

 

Öyle uzun süre beklemişti ki bir keresinde bu gerçeğin verdiği acıyla feryat etmişti. Zaman akıp giderken geride bırakılmış aşkı onu rehin almış ve ne kadar yalnız olduğunu haykırmıştı.

 

Şimdiyse bir zamanlar kalbini döktüğü bir dünyanın var olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. Öyleyse, kalbinin içerisinde canlı tavırlarının ardına gizlediği ne kadar duygu yer alıyordu?

 

Subaru, onu asla ağlatmamaya yemin etmişti. Ve şu anda bile o yemininden dönmeyecekti. Bu yüzden—onun ağlayabilmesini umuyordu. Onun ağlamasını diliyordu. Ama artık, bu yeterli olmayacaktı.

 

Bağırdığı, gözlerini yumduğu, ağladığı, haykırdığı sürece, onun Ustası veya herhangi bir şeyi olmayan Natsuki Subaru, tüm kalbi ve ruhuyla onun yanına koşacak ve gözyaşlarına bir son verecekti.

 

Ama gelin görün ki—

 

Shaula: “Sadece 400 yılcık…yaaaarından sonraki gün gibi bir şey.”

 

Kan Kırmızı Akrep ortalıkta görünmüyor, onun yerine güzel bir kız gülümsüyordu.

 

Öylesine güzeldi ki Subaru, nutkunun tutulmasının önüne geçemiyordu. Öylesine faniydi ki dokunsa yere yığılacakmış gibi geliyordu. Aşık bir genç kızın bakışlarıyla “çünkü” derken yumuşacık yanakları kızarıyordu.

 

Ve o aşık genç kız, “çünkü” kelimesinin devamını getirerek—”

 

Shaula: “—Çünkü, ben seni beklemeyi de sevdim.”

 

Subaru: “───”

 

Shaula: “Hey, Ustam. İşte bu yüzden…bir gün…yeniden—”

 

△▼△▼△▼△

 

Dağılıyor, dağılıyor, etrafa saçılıyor.

 

Ufalanıyor, ufalanıyor, pul pul ayrılıyor.

 

Yoruluyor, yoruluyor, solup gidiyor.

 

Dağılıyor, ufalanıyor, yoruluyor, uzaklarda ne var ne yoksa ışıldıyordu.

 

Dağılıyor, ufalanıyor, yoruluyor, ne var ne yoksa uzaklarda ışıldıyordu.

 

Subaru: “—Shaula.”

 

Kabuğunun bir kısmı düşmüş, ufalanıp pul pul ayrılmış ve küle dönmüştü. Bununla da kalmamış, her yere yayılmış, tüm bedeni soyulup un ufak olmuştu.

 

Kesilmiş olan kuyruğu ve kıskaçları, Cadı Yaratıkları tarafından bastırılan sekiz bacağı ve Natsuki Subaru’nun kollarında tutmakta olduğu kafası, her şeyi—

 

Beatrice: “…O…amacını yerine mi getirdi, doğrusu?”

 

Subaru, Shaula’nın varlığının yiten tüm parçalarını kolunda birleştirmeye çalışırken Beatrice, kısık bir sesle böyle söyledi.

 

Sevimli ruh, ilgisizce, Cadı Yaratığının güçsüzce ufalanıp gidişini izliyordu—yo, o yaratık, kaderin bahşettiği role hayatını adayışıyla tıpkı kendisine benziyordu.

 

Subaru’nun beyniyse Beatrice’in söylediklerini algılamayı reddediyordu. Ama içgüdüsel olarak anlıyordu. —Bu Ölüm değildi.

 

Bu, Pleiades Gözcü Kulesinin Yıldız Bekçisi olarak görevlendirildikten sonra bugün karşılaştığı kaçınılmaz sondu.

 

Subaru: “Öyleyse…biz…”

 

Onlar buraya gelmiş olmasaydı, Shaula ebediyen burada var olabilirdi. Sonsuza dek, bu kum kulesinde, asla dönmeyecek birini bekleyebilirdi—

 

Julius: “—Subaru, bu varsayımın…onun için hakaret niteliğinde olduğunu anlamalısın.”

 

Subaru: “───”

 

Julius: “Ve bu yüzden, yapman gereken şey…pişmanlık içinde yaşamamak.”

 

Şövalye kılıcını kınına yerleştiren şövalye, kum ve kanla lekelenen üstünü başını silkeleyerek böyle söyledi.

 

Böyle söylemek kabalık olabilirdi ama söylediklerinde haklıydı. Bunu bilen Subaru dişlerini sıktı ve o sözlerin doğru olmasından nefret ettiği gerçeğini gizlemek adına derin bir nefes aldı.

 

Sonra da onca zamandır yalnız olan o kişiyi daha da sıkı kucakladı. Geride bırakılmış ve onca zamanı burada geçiren o kişi. Ağır ağır, yalnız kalmayarak, sevdiği tek kişi tarafından uğurlanıyordu.

 

Subaru, Beatrice, Julius, Meili, hepsi oradaydı.

 

Belli bir mesafeden, kuleden oraya doğru koşturan kişiler görünüyordu. Onlar da diğer yoldaşları olsa gerekti. Herkes, onca zamandır yalnız olan o kişi için toplanıyordu.

 

Shaula: “Ama, sadece Ustam olsa bile, bana yeterdi.”

 

Onun hiç de talepkar olmayarak bu sözleri sarf eden görüntüsü, Subaru’nun yavaş yavaş yaşlar biriken gözlerinin önünde belirdi. Cadı Yaratığının dişleri, Subaru’nun yanaklarından süzülen yaşları kibarca okşadı.

 

Her şeyi yok edebilirmiş gibi görünen o keskin dişler, en kırılgan şey olan Subaru’yu samimiyetle, şefkatle, hassasiyetle okşadı. Ve sonra da—

 

Subaru: “—Ah.”

 

Onu saran kollar, artık Shaula’yı hissetmemeye başladı. Ağırlığını yitirmiş olan Kan Kırmızı Akrebin kabuğu, un ufak olarak küle döndü. Siyah zerrelerin kum denizine saçılışını izleyen Subaru’ysa ağzını olabildiğince açtı.

 

Subaru: “Shaula…”

 

Shaula: “Evet, Ustam.”

 

Subaru: “Shaula…Shaula…Shaula.”

 

Shaula: “Bana mı seslendin? Ustam.”

 

Subaru: “Shaula, Shaula…”

 

Shaula: “Mmmmm, ahhhhh, Ustam tarafından bu kadaaaar çok sevilmek beni çoook utandırıyoooooorrrr!”

 

Gözlerini kapatan Subaru’nun kulaklarında, Shaula’nın seslenişine verdiği karşılık çınladı. Ama gelin görün ki Shaula, artık ortalıkta yoktu.

 

Subaru: “—Ah.”

 

Subaru, olduğu yere çökerek önündeki kum denizini tırnaklarıyla eşeledi. Birinin sesi kulaklarına ulaşıyordu. Onun kimin sesi olduğunu bilmiyordu. Kimliğini teyit etmeye ayıracak vakti yoktu ama yalnızca geldiği yöne bakışıyla gözleri irileşti.

 

Hala siyah zerrelerle kaplı olan bir kum yığını hafifçe sarsıldı ve içerisinden bir şey çıktı. Oldukça küçüktü, avuç içi kadardı. Kan kırmızı kabuklu küçük yaratık, kumları aşmak için iki kıskacını savuruyordu ve sonra da kuyruğunu kullanıp bedenini ustalıkla kumların arasından çıkartarak—

 

“───”

 

Dizlerinin üzerine çökmüş olan Subaru’ya doğru sıçradı ve kumlu ellerine sürtündü. İşte o basit sürtünme eylemiyle, ardında cazibesinden bir iz bırakmış gibi görünüyordu.

 

△▼△▼△▼△

 

Dağılıyor, dağılıyor, etrafa saçılıyor.

 

Ufalanıyor, ufalanıyor, pul pul ayrılıyor.

 

Yoruluyor, yoruluyor, solup gidiyor.

 

Dağılıyor, ufalanıyor, yoruluyor, uzaklarda ne var ne yoksa ışıldıyordu.

 

Dağılıyor, ufalanıyor, yoruluyor, ne var ne yoksa uzaklarda ışıldıyordu.

 

—Sen orada olduğun için, her şey ışıldıyordu.

 

Shaula: “Sadece 400 yılcık…yaaaarından sonraki gün gibi bir şey.”

 

 “Çünkü, ben seni beklemeyi de sevdim.”

 

“Hey, Ustam. İşte bu yüzden…bir gün…yeniden…”

 

“Bir gün benimle yeniden buluşmanı umuyorum.”

 

Subaru: “Bu defa…seni bekleme sırası bende mi? Kovalayan kadın yerine, kovalanan kadın olacaksın.”

 

Shaula: “Ustam, bu söz…çok ama çok önemli.”

 

“Bu defa…unutma lütfen.”

 

“—Seni seviyoruuuum, Ustam.”

 

△▼△▼△▼△

 

Subaru: “Sen bir…aptalsın.”

 

Sesi titreyen Subaru, bunu asla unutamayacağını anlatırcasına bu şekilde mırıldandı.

 

Sonra da elinin tersini gıdıklayan varlığı kaldırarak iki eliyle kavradı.

 

Minik akrep ise birazcık utanmışçasına titreyerek onun bu hareketini kabullendi.

 

Kabuğu kırmızının parlak bir tonuydu, öylesine canlıydı ki insanın gözünü yakabilecekmiş gibi geliyordu—ah, öyle bir kırmızıydı ki!

 

—400 yıllık bir zaman diliminin bile silemeyeceği bir şeydi, o ton, Aşkın rengiydi.

 

#Bu bölümü, özellikle de son kısımları göğsümde bir yumru ve gözlerimde yaşlarla çevirdim. Shaula benim içimde çok fazla duygu uyandıran bir karakter oldu. Onu her haliyle gördükten sonra bu vedaya hüzünlenmemek elde değildi. Umarım bu kadar duygulanan tek kişi ben değilimdir :D Bu bölümden sonraysa sırada çılgınca bir uzunlukta olduğu için altıya bölmek zorunda kaldığım ve cildin son bölümü olan ‘Kahraman’ isimli bölümümüz var. Orada görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44332 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr