Kendi hayatı, Rem’in hayatı, Abel’in hayatı ve Shudraq Halkının hayatları. Subaru, hiçbirini yitirmek istemiyordu.
İşte bu yüzden ayağa kalkacak ve içerisinde bulunduğu çıkmazdan kurtulmanın bir yolunu bulacaktı.
Abel: [İşe yaramayacağını anlamıyor musun? Senin gücünde biri için bir açıklık bırakacak kadar yetersiz bir grup değiller. Hele de bu kadar yaralıyken bir şey yapman imkansız. Neden tek bir kadın için kendini bu kadar yıpratıyorsun?]
Abel, hala bir gayretle direnen ve parmaklıkları zorlamayı sürdüren Subaru’ya öfkeyle böyle söyledi.
Bu kelimelerse Subaru’nun içerisinde bir ateş yaktı.
Subaru: [O benim gözümde tek bir kadından ibaret değil. Bu tabir onu tarif etmenin yakınına bile yaklaşamaz. Onun yeri doldurulamaz. Rem, tek ve biricik, başka bir Rem olamaz.]
Abel: [――――]
Subaru: [Ve sen. Sürekli bana sataşacak kadar vaktin var mı gerçekten? Neden burada olduğunu bilmiyorum ama yakalandıktan sonra “Tamamdır, işim bitti, benden bu kadar” dememişsindir herhalde?]
Abel, ilk karşılaşmalarında gizlilik pelerinine bürünmüştü ve ormana bir görev yerine getirmek için gelmiş gibi bir hali vardı. Durum böyle olmasa bile bir başkasına kolayca bıçağını verebilecek bir tipti. Ve Todd’a göre o bıçak yalnızca bir İmparatorun hediye edebileceği cinstendi.
Yani Abel’in ortada hiçbir sebep olmaksızın orada bulunduğunu hayal etmek zor, hatta düpedüz inanılmaz olurdu.
Subaru: [Orada, soğuk zeminde oturarak ne yapmaya çalışıyorsun?]
Abel: [――Yalnızca bir fırsat bekliyordum.]
Abel, Subaru’nun sorusunu ölümcül bir sessizlikle yanıtladı.
Bu karşılığı, önceki kışkırtıcı ve alaylı yorumlarından farklıydı. Daha değişik bir ses tonuna bürünmüştü, gerçek hislerini kelimelere döküyor gibiydi.
Subaru: [Bir fırsat mı bekliyorsun? Yani, şans gibi mi? Ne şansı bekliyorsun ki…]
Abel: [Bahsettiğin bu şansla ne kastettiğini bilmiyorum ama parçaların yerine oturmasını bekliyordum. Onlar örgütlenene dek gerçekleştireceğim gereksiz her eylem yalnızca suları bulandırır. Bu yüzden gözlemlemek zorundayım. Aslına bakarsan ormanın dışındaki grubun ilk hamleyi yapmasının doğru olacağına inanıyordum ama…]
Subaru: [――――]
Abel: [Bu ormanı yakmaya razı olacaklarsa sonsuza dek burada oturup kalamam.]
Diyen Abel, bağladığı kollarını çözerek yavaşça ayaklandı.
Onun uzun ve ince bedenine bakan Subaru’ysa sözlerinin doğurduğu şaşkınlıkla kaskatı kesildi.
Abel: [Mesele nedir? O sersemlemiş surat ifadesi, bana sergilediğin bu ifade çok saygısızca.]
Subaru: [Say-saygısızcayı bilmem ama… Sen, söylediklerime inandın mı? Çünkü, Shudraq Halkı…]
Abel: [Söylediklerine inanmadım. Gururlarını kirlettin, büyük bir saygı besledikleri asırlık sözlerini hiçe saydın, hiçbir anlamı olmadığını söyledin. Gerçekten benzeri görülmeyecek kötülükte bir müzakereydi.]
Subaru: [Uguu…u]
Subaru, seçtiği kelimeleri hiçbir şekilde savunamayacağını biliyordu, bu yüzden Abel’in değerlendirilmesiyle yerden yere vurulmaktan başka şansı yoktu.
Onun kaşları çatılırken de Abel, “Ama…” diyerek konuşmasına devam etti. Ve sonra da maskesinin ardından, kafasını kaldırmış olan Subaru’ya bakarak――
Abel: [Ben Shudraqların bir parçası değilim. Onların gururları ve anlamlı kontratları beni ilgilendirmez. Gereken şey, tüm yalanlardan arınmış şekilde ortaya çıkarılmış bir gerçek.]
Subaru: […Peki yalan söylüyorsam ne yapacaksın?]
Abel: [Çok açık. ――Bedelini canınla ödeyeceksin.]
Sözleri ağırdı, ölümden şaka yollu bahsedenlerle arasında bariz bir ayrım vardı.
Abel, Subaru’ya tüm ciddiyetiyle, yanlış bir şey yaptığı takdirde canını vermesi gerekeceğini söylüyordu. Bu ne bir oyun ne de bir hevesle söylenmiş bir şeydi, Subaru’nun sahici kararlılığını test etmeye yönelik bir sahneydi.
Abel’den bu hissi alan Subaru, istemsizce sırtını dikleştirdi.
Ve farkına bile varmadan parmaklıkları dövmeyi bırakarak hemen önündeki Abel’le göz göze geldi. Subaru’nun kara gözlerinin içine bakan Abel’in delici ışıltılar taşıyan gözlerinin barındırdığı tehditkar bakış yoğunlaştı.
Abel: [Ağzından çıkacak her bir kelimeyi özenle seçmek zorundasın, Natsuki Subaru. ――Kurtarmayı arzuladığın şey uğruna her şeyi feda edecek kararlılığa sahip misin?]
Subaru: [――――]
Sorusu gayet açıktı, cevap verme konusundaki herhangi bir tereddüt veya yalan karşısındaysa affı olmayacaktı.
Subaru bu soruyu gerçekle kurguyu iç içe geçirerek yanıtlarsa ölü bir adam olurdu. Evet, Abel denen adamın sesinde Subaru'nun ona güvenmesini sağlayacak yeterlilikte, belirgin bir güç vardı.
Bu yüzden Abel’in sorusunu tüm içtenliğiyle karşıladı.
Geri kalan her şeyi feda etme pahasına kurtarmak istediği şeyi kurtaracak kararlılığa sahip miydi?
Bu soruya vereceği yanıt――
Subaru: [――Böyle bir kararlılığa sahip değilim.]
Abel: [――――]
Subaru: [Tek önerebileceğim şey kendimim. ――Yalnızca bu yeterli gelirse, her şeyimi ortaya koyabilirim.]
Subaru, bıçaklanan sağ kolu yerine sol elinin kırık parmaklarını göğsüne koyarak Abel’in sorusunu bu şekilde yanıtladı.
Abel’in sorusuna vermiş olduğu, en ufak bir sahtekarlık içermeyen yanıt buydu.
Ona geri kalan her şeyi ve herkesi feda etmesi söylenirse bunu kabullenmesi asla mümkün olmazdı.
Bu dünyada bunu yapamayacağı kadar çok kıymetlisi ve henüz tanık olmadığı pek çok parlak şey vardı.
İşte bu yüzden――
Abel: [Cüretkar bir cevaptı, seni sinir bozucu şakacı şey.]
Subaru: [――――]
Abel: [Ama yalan söylemedin. Bu yüzden yakılıp kül edilmeyeceksin.]
Subaru, Abel’in verdiği yanıtı duymasının ardından verdiği tepkiyle hayatının bağışlanmış olduğunu fark etti.
Hayatının Abel’in avuçlarında olduğunu anladığı andaysa tüm bedeninden soğuk terler dökmeye başladı.
Subaru’nun daha önce çayırlıktaki ilk karşılaşmalarında da değerlendiği üzere Abel, olağanüstü güçte değildi.
Maskeli adamı, geçmişten bugüne gördüğü güçlü kişilerle kıyasladığında gücü, sıradan insan sınırlarının ötesine geçmiyordu. Ama bu düşüncesine rağmen ölümden kıl payı kurtulduğunu hissediyordu.
Abel’in içinde saf fiziksel güce veya kılıç becerilerine benzemeyen bir güç yatıyordu. Subaru böyle düşünüyordu.
Abel: [Öyleyse, bu bize zaman kazandıracaktır. ――Hey, sen. Oradaki kız.]
???: [Ukyan!?]
Hayatı bağışlandığı için ağır terler döken Subaru’yu yok sayan Abel, ansızın başka birine seslendi. Ve aynı saniyede ses tonuna tepki olarak gölgelerin arasından ufak bir çığlık yükseldi.
Şaşkınlık içerisinde etrafına dönen Subaru, Abel’in görüş açısındaki bir ağacın gölgesinden utangaç bir şekilde onları izleyen bir kız gördü.
Saçlarının ucu pembeye boyanmış olan kız, Subaru ve Abel’in bakışlarından telaşla kaçmaya çalışsa da――
Abel: [Kaçarsan fırsatı yitirirsin, küçük kız. Niyetinin bu olmadığına eminim.]
Kız: [Ough…]
Abel’in alt ettiği kız, hafifçe homurdandı. Ve utangaç bir yüz ifadesiyle, neşesiz adımlarla yaklaştı.
Sonra da dudakları titreyerek, “Uu, Uu…”
Kız: [Mii’ye erkekleri dinlememesi söylendi. Ama Uu merak ediyor. Seni merak ediyor.]
Subaru: […Beni mi?]
Kendisine “Uu” diye hitap eden kız, bu sözlerle birlikte bir parmağıyla Subaru’yu işaret etti. Merak uyandırdığına dair beklenmedik bir bilgi edinen Subaru’nun gözleri irileşirken de genç kız, başıyla onay verdi.
Kız: [Sen elinden geleni yapıyordun. Başımız dertte. Ama Mii seni dinlemeyecek.]
Subaru: [Ah…]
Kız: [Neden bu kadar çabalıyordun? Bizimle hiçbir ilişkin yok ki.]
Neden onlarla hiçbir ilişkisi olmamasına rağmen müdahale ediyordu?
Bir an için Subaru’nun nefesi kesildi ve her işe burnunu sokuşundan mı bahsediliyor diye meraklandı. Ama kızın sözleri bu amaca hitap ediyormuş gibi görünmüyordu. Gerçekten de merak ediyordu.
Subaru neden yalnızca kendisi için değil, Shudraq Halkı için de çaresizce çabalıyordu?
Bu sorunun yanıtı Subaru’nun kendisinde bile yoktu, ama――
Subaru: […Sanırım, yüzünde öyle bir ifade olmasını istemiyorum.]
Kız: [――?]
Subaru: [Senin… nefrete yenik düşmeni, düşmanlarından tiksinme hissini tatmanı istemiyorum.]
Rakibini zehirli bir okla vuran kız, onun sonuyla buluşmasını nefret dolu gözlerle izlemişti.
O kızı o noktaya iten ekstrem olayların doğurduğu suçluluk duygusu da genç kızın nefreti de Subaru’nun zihninde hala tazeydi. İçinde yükselip fırıl fırıl dönüyorlardı. Dikenlere dönüşerek Subaru’ya acı çektiriyorlardı.
Bu acılar… üst üste yığılmamalıydı. Asla tekrarlanmamalıydı.
Ölümden Dönmemekten daha iyi bir şey olamazdı.
Ama hayatını kaybederek yeniden başlaması gereken bir dünyada ilişkili olduğu kişileri daha iyi bir yola sokması mümkünse――
Subaru: [Galiba… tüm gücümle çabalama amacım burada yatıyor.]
Kız: […Uu anlamıyor.]
Yanıtını duymuş olmasına rağmen gerçekte ne kastettiği kıza aktarılamamıştı. Bu da çok doğaldı. Ölümden Dönüşü bilmeyen biriyle konuşursa elbette ki hiçbir şey anlamazlardı.
Ve Subaru da onun bunu anlamasını sağlamayı düşünmüyordu. Böyle bir gerçekliğin var olduğunu bilmek, kızın hayatına gereksiz bir ekleme olurdu.
Abel: [――Tatmin oldun mu? Uzun bir sohbete ayıracak vaktimiz olmaması ikimizin ortak noktasıdır herhalde.]
Subaru: [E… evet, pardon.]
Subaru’yla kız arasındaki konuşmaya hiç ilgi duymayan Abel, tereddüt etmeden konuşmalarını böldü.
Yüzünü kıza döndüğündeyse genç kız, belki de Subaru’nun az önce hissettiği baskının aynısını algılayıp gerilerek karşılık verdi.
Abel: [Seninle boş konuşmalar yapmayı planlamıyorum, küçük kız. Az önceki kadın… Mizelda’ydı, değil mi? Onu getir. Kabile şefi o, değil mi?]
Kız: [Mii? Mii’yle ne konuşacaksın?]
Abel: [Önemsiz bir şey. Yalnızca bir önerim olacak.]
KIz: [Öneri mi?]
Kafalarını kaldıran Subaru ve genç kızın bakışlarıyla karşılaşan Abel, başını uzun uzun salladı.
Ve sonra da maskesinin altından anlaşılamayacak olsa da tam da Subaru’nun beklediği üzere gülümseyerek,
Abel: [――Ona Yaşam Kaynağı Ritüelini gerçekleştireceğimizi söyle. Onları ikna etmenin en hızlı yolu bu.]
Öylece bu cümleleri kuruverdi.
#Abel’in nasıl bir karakter olduğunu çok merak ediyorum, bir olayı varmış gibi duruyor. Bu arada bu ritüel de nereden çıktı, neyin nesi acaba? Yine merak uyandırıcı şeyler oluyor. Öyleyse okumaya devam!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..