Subaru’nun ejderha kanına bulandığı vukuattan bu yana yaklaşık üç ay geçmişti.
Sonrasındaysa Augria Kum Tepeleri yolculuğunda ve Pleiades Gözcü Kulesindeki ölümcül mücadele esnasında Subaru, yaşamla ölüm arasındaki çizgide her zamankinden de sık yürümüş ve neticede İmparatorluğa giriş yapmıştı.
Bu süreçte kelimenin tam anlamıyla ölümcül çokça durum yaşamış ama yaralarını iyileştirecek elverişli bir şeyle karşılaşmamıştı.
Peki öyleyse, şu anda neden――
Subaru: […Anlamadığım şeylere kafa yormanın bir anlamı yok. Ayrıca, sağ elim dışındaki yaralarım hiç iyileşmemiş.]
Tüm bedenini kontrol eden Subaru bu şekilde homurdandı. Sol elinin kırık parmakları, kürekkemiğindeki yara, ensesinde üst üste binen tuhaf yanıklar ve daha nice yara beresi aynen duruyordu.
Dürüst olmak gerekirse sadece sağ elinin iyileşmiş olması, tüm talihsizliğine rağmen sebebin kara lekeler olma ihtimalini arttırıyordu.
Subaru: [Ve sağ elimdeki şeyler ortadan kayboldu, yani muhtemelen elim bir daha iyileşmeyecek… Test etmek için elimi kesmemi söyleseniz de yapamam.]
Abel: [Nihayetinde dile getiremeyeceğin bir durum olduğunu söylüyorsun. Anlaşılan epey bir sırrın var.]
Subaru: [Yüzünü gizleyen adamdan bunu duymak istemem…]
Subaru, acı bir surat ifadesine bürünüp Abel’i yanıtlayarak “ah” şeklinde bir nefes verdi.
Sağ elindeki tuhaflığı sakin sakin düşünüyor ve Abel’in güvende olduğundan da emin oluyordu ancak bu esnada, öncelik vermesi gereken başka bir şey olduğunu anımsadı.
Yaşam Kaynağı Ritüelini gerçekleştirmişti ve ritüel o ölmeden sona erdiyse Subaru bilinçsizken bile zaman akmaya devam etmiş demekti.
Yani üzerinden saatler geçmişti――
Subaru: [――Rem. Doğru ya, Rem! Bu şekilde oturamam, benim yapmam gereken şey…]
Subaru’nun başından beri amaçladığı şey, geride bıraktığı Rem’i getirmekti.
Bu sebeple Yaşam Kaynağı Ritüelini gerçekleştirmişti ama üzerinden Rem’in kurtarılamayacağı kadar çok vakit geçtiyse Subaru’nun hayatını riske atacak bir mücadele vermesinin anlamı kalmamış demekti.
Utakata: [Ah! Suu, aptal olma! Öleceksin!]
Subaru: [Siktir et! Ben ölmesem bile Rem ölecek olursa hiçbir――Gghh]
Yüreğindeki endişeyle buna mecbur bırakılan Subaru, yataktan çıkmak için doğruldu.
İşte o anda yatağının bariz tuhaflığını fark etti ――Bir binadan sökülmüş gibi görünen çaprazlama kütüklerden oluşmuş, türbeye benzer portatif bir kutuda uyuyordu.
Oradan büyük bir güçle atlayan Subaru, tüm bedenine saplanan acıyla homurdanmaya başladı.
Subaru: [Gah, haah… hh]
Abel: [Aptallığa bak. Sırf sağ kolun geri geldi diye ölüm döşeğinde olmaktan kurtulduğunu mu sanıyorsun gerçekten? Sana söyledim ya. Son nefesini vermek üzere oluşunu izledim. Bir muhakeme hatası yaptığımı mı sanıyorsun?]
Subaru: [Bu…]
Acı içerisinde yere yığılan Subaru’ya bakan Abel’in soğuk sesi yağmur misali alçaldı.
Ve Subaru, onun sözlerini teyit edercesine, vücudunun derinliklerinden ağır ağır dışarı sızan bir şeyler olduğu hissini duydu.
Defalarca ölümcül yaralanmalar deneyimleyen Subaru, bunun kötüye işaret olduğunu biliyordu.
İçerisinde su, hava ya da başka bir şey barındıran ve olmaması gereken yerde bir delik taşıyan bir balon ya da kova gibi, kendisini şişiren şeyin dışarı döküldüğü hissini taşıyordu――
Subaru: [Ama, Rem’in ihtiyacı…]
Abel: [――. Bu durumda bile kendindense o kadın için mi endişeleniyorsun? Eh, iyi. Böyle olacağını biliyordum. Madem sağ elin pahasına olsa bile bunu arzuluyorsun...]
Subaru: […Aaah?]
Abel: [Bu taraftan.]
Subaru, kendi canındansa orada olmayan Rem’in güvenliğini umursuyordu.
Abel, onun sözleri karşısında öfkeli bir iç çekişle birlikte çenesini kaldırdı. Ve Subaru’ya ikinci bir bakış dahi atmadan harekete geçti. “Beni takip et” der gibi bir hali vardı.
Utakata: [Suu, yürüyebiliyor musun? Omzumla destek olayım mı?]
Subaru: [I ıh, yürüyebiliyorum… Omzuna yaslanırsam boy farkı işi iyice zorlaştıracaktır.]
Utakata’nın ifadesini ve kendisi için endişelendiğini gören Subaru, onun hatırına zor da olsa gülümsedi.
Ve sonra da derin bir nefes alıp bir şekilde ayaklanmayı başardı. Aksaya aksaya önünde yürüyen Abel’in peşine takıldı.
Abel: [――――]
Abel biraz ileride, Subaru’nun kendisine yetişmesini bekliyordu.
Yeşil çimenlerle kaplı kayaları dayanak olarak kullandığı için uçurumun kenarından güzel bir manzarayla dışarıyı seyredebiliyordu. Büyük bir çaba harcayan Subaru da büyük kayalara tırmanarak yanında durdu.
Ve en sonunda――
Abel: [――Bak.]
Subaru, bir kez daha Abel’in çenesinin hafif hareketini takiben bakışlarını yukarı çevirdi.
Böylece görüş alanı genişledi ve yükseklerden kesintisiz manzarayı tarayarak ağzını açtı.
Sebep şaşkınlığıydı. Çünkü gördüğü şey――
Subaru: [――Ah?]
Üzerinden kara dumanlar yükselen, alevlere boğulmuş kamptı ――İmparatorluk Askerlerinin kampı yanıyordu.
△▼△▼△▼△
――Savaş nidalarını duyabiliyordu. Zafer şarkılarıyla birlikte havada yankılanıyorlardı.
Subaru: [――mh!!]
Savaş nidaları atan ya da Subaru'nun daha önce hiç duymadığı bir şarkıyı yüksek sesle söyleyen o kişiler, bir grup zeytin rengi tenli kadın savaşçıydı. Sırtlarında yaylar taşıyarak savaş alanında özgürce koşturuyorlardı.
Shudraq Halkının sürpriz saldırısı nedeniyle İmparatorluk Ordusunun kampı harap duruma düşmüştü. İmparatorluk Askerleri karşı saldırı kabiliyetini yitirmişti ve tek umutları kaçıp kurtulmakken ardı ardına vurulmuşlardı.
Subaru: [Bu, şey…]
Abel: [Saldırıya geçtiler, silahlarını çaldılar, ilaçlarını yaktılar ve hakimiyetlerinde bir boşluk yarattılar. Parmaklarını ve kafalarını kaybettikten sonra tek yapabilecekleri nasıl göründüklerini düşünmeksizin arkalarını dönüp kaçmak. ――Sözüm ona Kılıç Kurtları için ne kadar da nahoş.]
Subaru: [――――]
Aşağıda, İmparatorluk Askerlerinin kara dumanlar ve gerili yaylarla kovularak koşuşturuşu görülebiliyordu.
Ancak geçim kaynakları ormandaki hayvanları avlamak olan Shudraqlardan kaçmaları imkansızdı. Çok uzaklara ulaşabilen okları, kaçmakta olan askerlerin sırtlarına saplanıyor, ölümcül bir isabetle kalplerini deliyordu.
Kaç tanesi kaçmayı başarmıştı? Kaç tanesi hayatta kalmayı başarmıştı?
Tam olarak kaç kişi ölmüştü?
Subaru: [Bu…]
Abel: [Neden şaşırmış görünüyorsun, Natsuki Subaru? İstediğin şey buydu. Verdiğin bilgiler yoldaşlarının savaşta bu sonuçları elde etmesini sağladı. Şimdi değilse ne zaman güleceksin?]
Savaş alanına dönüşen kamp alanına bakan Subaru, bitkin düştüğünü hissetti. Üstüne üstlük Abel, durumun gerçekliğini şiddetle Subaru’nun yüzüne vurarak bunun Subaru’nun arzuladığı şey olduğunu ilan etti.
Bu söylenenlere katlanamayan Subaru, büyük bir güçle ayağa kalkarak Abel’i yakasından yakaladı.
Ve yeni iyileşmiş sağ koluyla sıkarak gözlerinin içine baktı.
Subaru: [Ben bunu mu istemişim? Bunu mu, bu manzarayı mı!? Aptal olma…]
Abel: [――Yani arzunun hiç kan dökülmeden gerçekleşeceğini mi zannediyordun?]
Subaru: [――mh]
Abel, Subaru’nun öfkeli çıkışına bu karşılığı verdi. Ve onun keskin diliyle haddi bildirilen Subaru, cevap veremedi.
Subaru: [――――]
Evet, arzusunun hiç kan dökülmeden gerçekleşeceğini düşünüp düşünmediği sorusuna verebileceği bir cevap yoktu.
Kan dökülmeden başarılabileceğini düşünmüştü. Bunun mümkün olduğunu zannetmişti.
Çünkü――
Abel: [Müsaadenle başka şekilde ifade edeyim, Natsuki Subaru. ――Arzunun seninki hariç hiç kan dökülmeden gerçekleşebileceğini zannetmiştin.]
Subaru: [――a]
Abel: [Bu düşünce şekli aptallık. Aptalca ve ıslah olmaz bir varsayım. Gerçekten senin kanının dökülüşüyle üçüncü tarafların savaşı durur mu sandın? Tutunmaya çalıştığın bu kahraman mantalitesi gülünç ve negatif bir nitelikten ibaret. Yalnızca kahramanlık yanılsamaları.]
Subaru: [――――]
Abel: [Sen bir insansın, Natsuki Subaru. Ne bir Kahramansın ne de bir Bilge. Ve senin gibi insanlar daima kan kaybeder, ölür, ele geçirir ve ele geçirilir.]
Hala yakası tutulmakta olan Abel, Subaru’ya mecazi darbeler yağdırdıkça Subaru’nun tutuşu ağır ağır gevşedi.
O sözlere maruz kaldıkça çenesi titredi. Gönülsüzce kafasını salladı.
Bu muhtemelen doğruydu.
Subaru’nun inkar edemeyeceği bir gerçeklikti. Bunu anlıyordu. Ama buna rağmen kabullenemiyordu.
Şu ana dek bu dünyada böyle şeyleri kabullenerek yaşamamıştı.
Natsuki Subaru’nun ahlaki değerleri, bu dünyaya geldikten sonra bile bir Japon lise öğrencisininki gibi olmayı sürdürmüştü.
Savaş alanının ilkelerini ve sağduyusunu apaçık, gündelik gerçekler olarak kabul edememişti.
Abel: [Ben bir Kahraman olmayı arzulamıyorum. Kahramanlara tutunmuyor, güvenmiyor veya bel bağlamıyorum da. Çeşitli meseleleri sırtlanmak ve bereketli bir geleceğe ilerlemek. ――Bir Kahraman bunu yapamaz.]
Subaru: [N, ne… Sen, sen ne istiyorsun…]
Gücünü yitiren Subaru, Abel’in ne söylemeye çalıştığını anlayamayarak bir kez daha dizlerinin üzerine yığıldı.
O, Subaru’nun birlikte Yaşam Kaynağı Ritüeline meydan okuyup galibiyet elde ettiği kişiydi. Beklenmedik bir şekilde aynı frekansta buluşmuşlardı ve Subaru, aralarında iyi bir uyum olduğunu düşünmüştü. Ama şu anda Abel’in aklından neler geçtiğini anlayamıyordu.
E tabii ki anlayamazdı. ――Yüzünü göstermeyi reddeden birini anlamak nasıl mümkün olabilirdi ki?
Subaru: [Yüzünü bile göstermeyen biri olarak, ne…]
Abel: [Mesele yüzüm, öyle mi? ――İyi, öyleyse sana yüzümü göstereyim.]
Subaru’ya sözlerinin devamını getirme fırsatı bile tanınmadı.
Ve Subaru’nun cılız, çaresiz isyanını işiten Abel, ellerini yüzüne yerleştirdi. Oraya sarılı maskesinin yıpranmış düğümlerini parmaklarıyla çözerken bir rüzgar esti.
O güçlü rüzgarla hızlıca açılan maske uzaklara uçtu.
Uçtu, uçtu, savaş alanına dönen kampı aştı. Esen rüzgarlar onu başka bir yere, herhangi bir yere, buradan çok daha ötelere götürebilirdi――
Abel: [İmparatorluk Başkentine gideceğiz. ――Benim oturuyor olmam gereken tahtın bulunduğu Başkente.]
Subaru: [――――]
Uçuşan paçavraları izleyen Abel’in ağzından bu abartılı kelimeler döküldü.
Yüzü açığa çıkan adamdan gözlerini ayıramayan Subaru’nunsa nefesi kesildi.
Karşısında akılda kalan ince gözlere sahip, siyah saçlı, çekici, genç bir yetişkin duruyordu.
Yirmi üç yirmi dört yaşlarındaymış, Subaru’dan bir iki yaş büyükmüş gibi görünüyordu. Bakışları üzerine çekecek kadar çekici yüz hatlarına sahipti. Ve muhtemelen orman ile yerleşim alanında geçirdiği vakte bağlı olarak saçları dağınık, yanakları kirli olsa da bunların tek etkisi doğal güzelliğini güçlendirmek olmuştu.
Kolları ve bacakları uzun ve inceydi. Ve o ince vücudun üzerindeki suratıyla varlığının harikulade bir çekiciliğe ulaştığı söylenebilirdi.
Bununla birlikte en belirleyici özelliği siyah gözlerinde yatıyordu.
Her şeyin, herkesin ayaklarına kapanmasını sağlayabilirmiş gibi görünen gözlerdi. Bakışları, baskın bir üstünlük ve göz korkutuculuk taşıyordu.
O gözlerin saldırısına tamamıyla maruz kalan ve halihazırda dizlerinin üzerinde olan Subaru, yaralı ve yorgun olmasının yanı sıra hareket edememesine neden olan başka bir şey daha olduğunun farkına varıyordu.
Anlıyordu. Ruhunun, önündeki kişiye boyun eğmesi gerektiğini bildiğini anlıyordu.
Onun bu baskın varlığının nedeniyse――
Abel: [――Vincent Abellux.]
Subaru: […Ne?]
Vincent Abellux: [Benim adım. Hiç değilse yeniden tahta oturana kadar, adım bu. Gerçi ileriye dönük olarak Abel adını kullanmanın daha mantıklı olduğuna inanıyorum.]
Diyen Abel, şaşkınlık içerisindeki Subaru’ya karşılık olarak dudaklarını büzdü.
Subaru’ysa o gülümsemenin korkunç derecede alçak ve vahşi olduğunu çok geç idrak etti.
Ve isminin ardındaki anlamı çözme şansı olmadan――
Mizelda: [――Abel! Subaru!]
Subaru: [――mh]
Subaru'yu sersemliğinden uyandıran şey keskin bir ses oldu.
Kafasını sese doğru çevirdiğinde onlara doğru ellerini sallayarak yürüyen bir figürü gördü. O figür, kırmızıya boyalı saçlarıyla Shudraqların lideri olan amazon Mizelda’ya aitti.
Mizelda’nın kavgacı suratı dostane bir ifadeye bürünmüştü.
Mizelda: [Kampı ele geçirme işi tamamlandı. Bizim tarafımızdaki zayiat minimum ve… oh? Abel, yüzünü ilk görüşüm ama bir içim suymuşsun, ha…]
Subaru: [Mizelda…]
Mizelda: [Öhöm… Subaru, uyandığına sevindim. Yoldaşımız olsan bile ölüm döşeğindeyken böyle olacağını düşünmemiştim.]
Abel’in gerçek yüzünün sebep olduğu anlık büyülenişini bir öksürükle üzerinden atan Mizelda, nazik gözlerini Subaru’ya dikti.
Sıcacık gülümsemesi, ölümün eşiğinde olmasına rağmen yaşayanlara yönelikti. O gülümsemeyi gören Subaru’nun kalbi ve bedeni sıkışıp ufacık kaldı. Tıpkı Abel gibi o da Subaru’nun fazla yaşamayacağına hükmetmişti.
Ayrıca kendisi ölmek üzereyken bile neşeli bir tavır sergileyebilmesi, hayata ve ölüme dair bakış açılarının farklılığının göstergesiydi.
Bununla birlikte neşeli kalabilmesinin tek sebebi ölümle yaşama dair tutumu değildi. Bir sonraki eylemi, bunu Subaru’ya kanıtladı.
Mizelda: [Holly, getir onları.]
Holly: [Tamam tamam, hallediyorum~!]
Holly, Mizelda’nın işaretine neşeli bir cevap verdi.
Koca bir kayayı hiç çaba sarf etmeksizin kaldırabilen ve ağır ağır ilerleyen sarışın genç kadının―― ismi Holly idi.
Yüzünde bir gülümsemeyle yürüyen kadının kollarındaysa――
Holly: [Hadi amaa, bu kadar yaygaracı olmayı bırak~. Zavallı Kunacık onu uçuruşundan bu yana uyanamadı~]
Rem: [Mücadele etmeyi bırakacağımı mı sanıyorsun…! Bırak beni gideyim! Benden ne istiyorsun!?]
Holly: [Off, hadi amaa, hiç laf dinlemiyorsun~]
Holly surat asıp dursa da kollarını kenetleyip tuttuğu kız, mücadelesini bırakacağına dair herhangi bir belirti vermiyordu.
Subaru’ysa onunla yeniden bir araya gelmek, sesini duymak, mavi saçlarına ve an itibarıyla öfkeyle kabarmış güzel yüzüne bakmak istiyordu. Evet, gelen kişi――
Subaru: [――Rem!]
#Abel’in gerçek adını ve hikayesini öğrendik. Açık açık dile getirmemiş olsa da ‘oturması gereken ve şu an için uzaklaştığı taht’ onun kim olduğunu anlatıyor. Daha detaylı bir açıklama yapıp yapmayacağınıysa yakında göreceğiz. Ayrıca askerlerin Shudraqları yakmasını engelleyen Subaru, bu sefer de askerlerin öldürülmesine sebep oldu. Peki bu döngü de sıfırlanacak mı? Bizim tanıdığımız, yılanla çarpışmaya giden askerler de öldü mü? Rem’in Subaru’ya tepkisi nasıl olacak? Tüm bu soruların cevapları için okumaya devam!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..