Beklenmedik bir şekilde İmparatorluk Askerleri, imparatorluk bayrağının ateşe verildiğini ve Belediyenin düştüğünü fark ettikleri anda teslim olma çağrısına uyum sağlamıştı.
Aynısı şehri koruyan muhafızlar için de geçerliydi ki bunun da şehri kan dökmeden ele geçirmeyi planlayan Subaru’ya büyük yardımı dokunmuştu ama tabii ki bu da şaşırtıcı bir gelişmeydi.
Subaru: [Ne zaman Sengoku dönemi tarihi dramalarındaki bir savaşı izlesem o savaşın ancak karşı tarafın generalinin kellesi alınınca sonlanmasını oldum olası tuhaf bulmuşumdur…]
General öldürüldüyse sıradaki kişi general olur ve savaş devam ederdi.
Evet, bu meslekten olmayan biri, taraflardan biri tamamen yok oluncaya veya bitap düşünceye dek savaşın sonlanmayacağını düşünebilirdi ama bu savaşta durum böyle değildi.
Çünkü muazzam bir kuvvet üstünlüğüne sahip olması gereken İmparatorluk Ordusu, komutanları Zikr’in rehin alındığını öğrenir öğrenmez silahsızlanmayı kabul etmişti.
Mizelda: [Eh, bayağı büyük bir başarıydı, Subaru… Yo, Natsumi.]
Subaru: [Mizelda-san.]
Savaşın sonuçları ve operasyonunun başarısı karşısında eliyle sahte göğsüne vuran Subaru, şişeyi ağzına dikmiş mutlu mesut içki içen Mizelda’nın kendisine yaklaştığını gördü.
Destek kuvvet olarak şehrin dışında gizlenip bekleyen kadın da İmparatorluk Bayrağının yakılmasıyla verilen sinyal sayesinde Belediyenin düştüğünü anlayarak şehre girmişti. İmparatorluk Askerlerinin mağlup edildiğinin farkında olan muhafızlar, onların göğüsleri kabarık şekilde şehre girmesine engel olmaya kalkmamıştı.
Shudraqların iş birliği sayesinde İmparatorluk Askerlerinin büyük bir çoğunluğu başarıyla yakalanmıştı.
Ziyafetin gerçekleştirildiği salondaki yiyecek ve içecekler kaldırılmış, onların yerine elleri bağlanan İmparatorluk Askerleri sıra sıra dizilmişti.
Subaru her şeyi çöpe atmak israf olur diye düşününce de Mizelda ve diğerleri içkileri içmeye başlamıştı ama bunu yapmak onları hırsızlığa razı barbarlara benzetmişti.
Subaru: [Ama bunca kişi varken… kafa kafaya gitmek zor olurdu.]
Mizelda: [Düşmanların sayısı ne kadar çok olursa olsun Shudraqların gururu sarsılmaz. Çok fazla düşman diye bir şey yoktur… Ve evet, üstesinden gelinemez sayılar olabilir. Ama sen ve Abel, onları mağlup etmeyi başardınız.]
Subaru: [――――]
Mizelda: [Seninle gurur duyuyorum, Natsumi. Aklınla cesaretini sergiledin. Sen olmasaydın bunu yapamazdık.]
Deyip Subaru’nun omzuna enerjik bir tokat indiren Mizelda, ona cömert bir gülümseme sergiledi.
Sonra da ayağa kalkarak Belediyenin düşürülüşündeki katkıları için Taritta ve Kuna’yı tebrik etmeye gitti.
Ve Taritta’nın ablasının övgüsüyle ışıldayan gözlerini uzaktan görmek bile Subaru’yu gülümsetti. Kuna da güvende olduğunu gören Holly tarafından kucaklanıp adeta dürüme dönmekle meşguldü.
Subaru: [Bu gidişle elde ettiği onca başarıya rağmen ölüp gidecek kızcağız…]
???: [――――]
Subaru, duyduğu rahatlamayla usulca gülümsedi. Sonra da arkasını döndü ve hemen ardındaki kişiyle çarpışmasına ramak kala toparlandı.
O kişi――
Subaru: [R-Rem…]
Rem: […Evet.]
Onu bu yakınlıkta kendisine bakar halde bulan Subaru, ister istemez bir adım geri çekildi.
Rem, elinde ahşap bastonunu tutuyor ve soluk mavi gözleri Subaru’yu baştan ayağa süzüyordu. Onun bu bakışlarından rahatsızlık duyan Subaru’ysa boğazını temizleyerek,
Subaru: [Mesele nedir? Ben iyiyim, anlarsın ya.]
Rem: [Evet, ben de öyle duydum. Ama yaralanmış olsan da bunu gizler ve iyiyim dersin diye düşündüm.]
Subaru: [Gerçekten de bana hiç güvenin yok… Ama acıyla aram pek iyi değildir, yani en ufak bir yaralanmamda bile anında haber veririm. Cidden bak, doğru söylüyorum.]
Rem: [Bu da kulağa şüpheli geldi.]
Subaru: [Tch ha ha…]
Rem’in güvenden yoksun bakışlarının hedefi olan Subaru’nun omuzları çökmüştü.
Fakat bir anda bir şeyi idrak ederek kafasını çevirdi. Ve “Ha?” dedi. Ram birazcık kaba olabilirdi ama muhtemelen Subaru’nun yaralı olup olmadığını merak etmişti.
Subaru: [Benim için endişelendin, değil mi?]
Rem: [Ha?]
Subaru: [Oh! Affedersin! Bir an kendimi kaptırmışım! Tabii ki endişelenmedin! Rem benim için endişelenmiş olamaz ki…]
Rem: [Evet, endişelendim.]
Subaru: [Ne?]
Ellerini havada sallayan Subaru, telaşa kapılarak aradaki yanlış anlaşılmayı düzeltmeye çalıştı. Ama onu durduran, bizzat Rem’in ağzından dökülen kelimeler oldu.
Rem’in ifadesi değişmemiş olsa da gözlerinin mavileri hafiften titreşiyordu.
Rem: [Sana, endişelendiğimi söyledim. Tabii ki endişelendim. Planın şaka gibi olsa da seni bu planı bulup uygulamaya zorlayan bendim. Buna rağmen nasıl endişelenmeyebilirim ki? Nasıl olur da bu kadar kalpsiz bir insan olduğumu zannedebilirsin?]
Subaru: [Yo yo yo, öyle değil, Rem’in kalpsiz olduğunu falan zannetmiyorum! Rem şefkatli biri, biraz küstah ve birilerini tanımadan önce de biraz mesafeli ama bu farklılık da çok çekici bence…]
Rem: [――――]
Subaru: [Rem, etkilenmiş olamazsın herhalde…?]
Rem: [Hayır, yalnızca tuhaf buldum.]
Ve bu basit beyanla birlikte Subaru’nun sahte göğsü delinip geçildi, ağzından bir “Aahh!” nidası döküldü.
Rem’se acı içerisinde göğsünü tutarak geri çekilen Subaru karşısında bıkkınca iç çekti. Sonra da Subaru’ya doğru bir adım atarak,
Rem: [Bilesin diye söylüyorum, ne demiş ve ne yapmış olursan ol, istediğin şeyi başardın. Gerçekten de bu şehri düşürmeyi başardın. Hem de hiç kimsenin ölümüne sebep olmadan.]
Subaru: [… Keşke bu kan dökmeme kısmının devamını getirebilsek, mümkün olduğu sürece kimsenin zarar görmemesini umuyorum. Fazla mı şey istiyorum bilemiyorum gerçi.]
Rem: [Bunu ben de merak ediyorum. Ama söz konusu sen ve Abel-san olunca bir ihtimal bu işin altından kalkabilirsiniz… Bana neden öyle bakıyorsun?]
Subaru: […Yok bir şey, yok, yok bir şey, tamam mı?]
Rem, Subaru’nun asılan suratı karşısında tek kaşını kaldırmıştı.
Gerçekten de iyi bir noktaya değinmişti. Abel’in yardımı olmasaydı bu planın gerçekleşmesi mümkün olmazdı, o adamın korkunç bir dahi olduğu doğruydu.
Yine de Rem’in ağzından başka bir adama dair iltifat sözcükleri işitmek Subaru’nun kalbini parçalıyordu.
Subaru: [O sahte göğüslerle bile etkilenilecek bir şeyler var, ha…?]
Rem: [Yine aptalca bir şey söylüyormuşsun gibime geliyor…]
Rem Subaru’ya diktiği gözlerini kısarken Subaru, olayı örtbas etmek için “yo, yo, yo” deyip ellerini salladı.
Rem’e şu anda duyduğu kıskançlıktan bahsedecek olursa bunu da tuhaf bulma ihtimali yüksekti. Kaçınılmaz bir şeydi ama yine de can yakıcıydı. Tek taraflı aşk insana acı veriyordu.
Subaru: [Yo, bu durumda, yalnızca bir refleks mi ki…? Emilia-tan’ınkilerle kıyaslanınca makul olsalar da gerçekmiş gibi hissettiriyorlar, sence de öyle değil mi...]
Medium: [Oh! Natsumi-chan, demek buradasın! İyi bir iş çıkardığınızı duydum, tebrikler!]
Subaru: [Ah, Medium-san.]
Medium miskin adımlar ve yüksek bir sesle odaya giriş yaptı. Subaru’ysa o uzun kızın aniden belirişiyle irkilip bir adım geri çekildi ama Medium’un öne eğilerek aralarındaki mesafeyi kapatışıyla bu yaptığı anlamını yitirdi.
Yüzünde koca bir gülümseme olan Medium, mutlu mesut salondaki askerleri incelerken omuzlarında iki kız taşıyordu―― Utakata ve Louis.
Medium: [Bu insanların hepsi Natsumi-chan ve diğerleri tarafından yakalandı, değil mi? Çok şaşırdım! Ee, ee, kız kardeşim nerede? Elinden geleni yaptı mı?]
Subaru: [Kız kardeşin mi? Ah, doğru. Flora…]
Flop: [――Buradayım, kıymetli kardeşim!]
Medium: [Oh!]
Uzun yıllardır kendisine eşlik eden ve gözünün alıştığı o yakışıklı genci salonda bulan Medium’un yuvarlak gözleri daha da irileşti. Ve Flop, ayaklarını tek bir kez, hızlıca yere vurarak varlığını belli etti.
Medium: [An-chan! An-chan değil mi bu! Biliyordum, An-chan benim kız kardeşim değilmiş ve kız kardeşim sandığım kız An-chanmış!?]
Flop: [Hahaha, neden bahsettiğin hakkında hiçbir fikrim yok, kıymetli kardeşim! Ama ne olursa olsun buradayım işte. Ve kız ya da erkek kardeşin olmamın hiçbir önemi yok!]
Medium: [Bu da doğru! Öyleyse belki de ben de bir kız kardeş değil, erkek kardeşimdir! Kocamanım sonuçta!]
Flop: [Kız kardeş ya da erkek kardeş, abi ya da abla, ne olursa olsun biz bir aileyiz!]
O’Connell kardeşler arasında geçen konuşma tuhaf olsa da sonuca ulaşıncaya dek kendine özgü temposunu korumuştu.
Ardından kahkahalar atan Flop Medium’a belinden sarılırken Medium da omzunda kızlarla birlikte daireler çize çize dönmeye başladı.
Sonuç olarak Flop’un iki ayağı da havaya kalkar ve görkemli bir dönüş başlarken kardeşlerin ve çocukların mutlu kahkahaları salon boyunca yankılandı.
Subaru: [Gerçeküstü, öyle değil mi…?]
Rem: [Medium-san’ın da Flop-san için endişelendiğine eminim… Ee, sen ne zamana kadar bu kılıkta kalacaksın? Ömrünün sonuna dek mi?]
Subaru: [Ömrümün sonuna dek kısmı biraz abartı değil mi!? Ne kadar tatlı olursam olayım bu yalnızca geçici bir görünüm… Ve er ya da geç normale dönmek zorundayım.]
Rem: [Bu şimdilik bu halde kalacağın anlamına mı geliyor?]
Subaru: [Şu anda üstümü başımı değiştirecek vaktim yok, hepsi bu!]
Subaru, bu tür şüphelere ya da başka bir deyişle Rem'in ona bir sapıkmış gibi bakmasına dayanacak zihinsel güce sahip değildi.
Açıkçası hala kadın kılığında olmasının tek sebebi İmparatorluk Bayrağını yakmak ve sonrasında şehre giren Shudraq Halkını karşılamak gibi ufak tefek işlerle meşgul olmasıydı.
Yani yalnızca şartlar onun ‘Subaru’ kılığına dönmesine izin vermemişti. Natsumi Schwartz olarak kalmaya niyetli falan değildi.
Subaru: [Öyle miyim yoksa?]
Rem: [Oh doğru ya. Abel-san’ı arıyorsan komutanla birlikte arka odada.]
Subaru: [Bana inanmıyormuş gibi davranıyorsun!]
Kendisine boş boş bakan Rem’i işaret eden Subaru, arkasını dönerek Abel’e doğru ilerlemeye başladı.
Rem ve diğerleriyle kansız kuşatmanın başarısını kutlamak istese de öylece ellerini havaya kaldırıp keyifle kutlama yaparak oturamazdı.
Sonuçta Guaral’ın düşüşü yalnızca ilk adımdı. İmparatorluğu alt üst edecek olan müstakbel iç savaşı ve Subaru’nun bunda nasıl bir rol oynayacağını düşünmeleri gerekiyordu.
Bunun için de――
Subaru: [Affedersiniz.]
Diyen Subaru, salondan ayrılan arka odanın kafasını itip açtı.
Aslında buranın Belediye Başkanı olan şehir yöneticisinin ofisi gibi özel bir oda olması gerekiyordu fakat başkanın gönderilişiyle masanın başına yöneticinin yerine gönderilen kişi geçmişti.
O kişi de İkinci Sınıf General olan Zikr’di ama şu anda yerini çok daha şatafatlı bir adam almıştı.
Abel: [――Sen. Sen hala aynı kılıktasın.]
Diyen Abel, çoktan dansöz kostümünden sıyrılmış ve daha erkeksi bir kılığa bürünerek kollarını sıvayıp elini yanağına yaslamış şekilde homurdandı.
Odada o ve karman çorman saçlarla diz çökmüş Zikr hariç hiç kimse yoktu.
Subaru: [Kıyafet konusunu açma lütfen. Ayrıca İkinci Sınıf Generalle baş başa mısınız, muhafız yok mu? Canını yolda mı buldun sen?]
Abel: [Elbette ki karşı koyma niyeti olsaydı onu kılıçtan geçirirdim. Ama böyle bir niyeti yok. Öyle değil mi, Zikr Osman?]
Zikr: [――Evet. Doğru söylüyorsunuz, Ekselansları.]
Cevap vermesi istenen Zikr, çenesini sallayarak böyle söyledi.
Ekselansları şeklindeki saygılı hitabı ve ortadaki bariz üstünlük, Abel’in kılık değiştirmiş bir hayduttan fazlası olduğuna hükmettiğini gösteriyordu.
Başka bir deyişle Zikr, Abel’in gerçek kimliğini anlamış ve bu nedenle önünde diz çökmüştü.
Subaru: [Ona söyledin mi?]
Abel: [Böyle bir şeye ihtiyaç duymadım. Anlaşılan bu herif dans sırasında olayı çözmüş. Yo, danstan sonra yapılacak doğru şeyin ne olduğu aklına düşmüş desem daha doğru olacak.]
Subaru: [――?]
Subaru, bu sözlerin ardındaki anlamı idrak edemeyerek kafasını eğdi.
Zikr ise Abel’in bu gözlemi karşısında daha da büyük bir saygı göstermek istercesine başını iyice öne eğdi.
Neticede o, Abel’in İmparator olduğu gerçeğini, yani bu noktaya dek pek hissedilmeyen bir gerçeği kesin olarak fark eden ve buna duyduğu saygıyı ifade eden kıymetli bir insandı.
Abel: [Ama açıklamaya gerek duymadan tahmin etmen faydalı oldu tabii. Zikr Osman, bana itaat et. Haksızlığa uğramayacaksın.]
Zikr: [Elbette! Söz konusu sizseniz, Ben, Zikr Osman, canımı bile riske atarım!]
Subaru: [Bekle, bekle bekle, sen ciddi misin? Daha hiçbir şey duymadın ki, haksız mıyım?]
Zikr, oturduğu sandalyeden emrine amade olmasını isteyen Abel’e saniyesinde bağlılığını sunmuştu.
Bunun elverişli olduğu kesindi ama Subaru’ya kalırsa gerçek olamayacak kadar iyiydi de. Ancak Zikr, Subaru’nun sorgusu karşısında kafasını sallayarak şöyle dedi:
Zikr: [Ekselansları yanı başımda ve bana ihtiyacı var. Hal böyle olunca İmparatorluğun bir Generali olarak emirlerine itaat etmek görevimdir. Her şeyden öte, artık size eskisinden de sadık olacağıma yemin ediyorum.]
Abel: [Oh, neden? Dansımdan mı etkilendin?]
Zikr: [Çok ama çok güzeldi. Fakat hepsi bundan ibaret değil.]
Abel hiç gülümsemeden soğuk bir şaka yapsa bile Zikr’in coşkusu yoğundu. İki yumruğunu da yere dayamış ve yüzüne kocaman, kuvvetli bir neşe yerleşmişti.
Zikr: [Ekselanslarının iki lakabımı da hatırlamasına şaşırdım… Ben onları rezalet olarak görüp lanetler okusam da siz hatırladınız ve ona göre hareket ettiniz.]
Abel: [Elbette. İnsan İmparatorluğun hükümdarı olmak istiyorsa topraklarını tanıyıp anlamalı. Aynısı hizmetindeki kişiler için de geçerli. Bir General olarak seni ne zaman elim ayağım olarak kullanacağımı bilemem. O el ve ayakları kendininmiş gibi tanımasaydı İmparatorun adımları kısıtsız, özgür hale gelebilir miydi sence?]
Zikr: [Kesinlikle gelemezdi! Bu yüzden de büyük bir onur duyuyorum!]
Diyen Zikr, yüzünden silinmeyen bir neşeyle titreyerek Abel’e daha da coşkulu bir bağlılık yemini etti.
Dürüst olmak gerekirse yalnızca yaşananlara bakarak bunun gerçek olamayacak kadar iyi bir u dönüşü olduğu söylenebilirdi ama Zikr öylesine tekinsiz bir karakterdi ki Subaru bile içindeki hislerden şüphe duyacak noktaya gelemiyordu.
Aynı zamanda Abel'in sözlerinin etkileyiciliğiyle bunu destekleyen, İmparatorluğun verdiği sağlam gurur ve inancı karşısında afallamıştı.
İmparatorlukta kaç general olduğunu bilmiyordu ama Zikr aralarında öne çıkan biri olsa bile Abel, ne olursa olsun bir şehri indirebileceğinden emin olmak adına her birini hatırlayabilecek miydi yani?
Ehh, bu şehirden sorumlu general bir başkası olsa bile aynı sonucu alacağından emin görünüyordu.
Bulutları bile aşan bir rakip olan İmparator, Zikr’i tanıyor, güçlü ve zayıf yanlarını biliyor ve bunun üzerine stratejisini inşa edip onu harika bir şekilde beklentileri çizgisinde yönlendirerek mağlup ediyordu.
Belki de bu, liseli bir beysbol atıcısının yaptığı atışla en sevdiği profesyonel beysbol oyuncusunun sayı alması gibi bir şeydi. Ama gerçek savaş, bununla kıyaslanamayacak kadar rahatsız edici bir şeydi. Her halükarda…
Abel: [Zikr Osman itaat edecekse emri altındaki diğer generaller de aynısını yapacaktır. Böylece Hisar Şehriyle birlikte nihayet sağlam bir mücadele gücüne eriştiğimizi söyleyebilirim.]
Zikr: [Yine de ülkenin geri kalanına karşı çıktığımız takdirde kaçınılmaz bir güç eksikliği çekeriz. Her şeyden önce İmparatorluk Başkentinden gönderilmesi gereken destek kuvvetleri çağırıp teslim olmaya davet etmemiz gerektiğini düşünüyorum.]
İmparatorluğun durumuna aşina olan ve strateji geliştirmekten anlayan müttefiklerin de eklenmesiyle birlikte konuşmaları hızla tam teşekküllü bir askeri tartışmaya dönüşmüştü.
Ve bunu hiç tereddütsüz kabul eden Abel’in aksine Subaru, kapsamlı bir savaş için hazırlıkların başlatılmasına karşı büyük bir direnç hissediyordu. Bu nedenle bu tarz konuşmalar başlamadan önce Abel’le konuşabilmeyi yeğlerdi.
Onunla Hisar Şehrinin ele geçirilişinin ardından kendisi ve Rem’e ne olacağını konuşmak isterdi.
Ama maalesef ki gündeme getirmek istediği teklif ele alınamayacaktı.
Çünkü――
Abel: [――――İmparatorluk Başkentinden gelen destek kuvvet, ha.]
Abel, Zikr’in yorumu karşısında bu şekilde mırıldandı ve odadaki havayı titretti.
Subaru ve diğerlerinin gözlerini irileştirecek kadar büyük bir şevkle sandalyesinden kalktı, salonun gerisine doğru yürümeye başladı.
Ve sonra da――
Abel: [――Derhal şehrin ana kapısını kapatın! Hiç kimsenin, ulakların bile içeri girmesine izin vermeyin!]
#Öncelikle gecikme için kusura bakmayın, hasta olduğum için ancak çevirebildim. İngilizce metnin makine çeviri olması da bazen gerçekten zorluyor, bazı cümleler başka türlü olmalıymış, yanlış çevrilmiş gibime geliyor ama yapacak bir şeyim de olmuyor. Her halükarda eldeki kaynakla yola devam :)
Son olarak bazen Abel’in özgüvenini kıskanıyorum, Flop ve Medium’un saflık ve tatlılıklarına ve de Rem’in Subaru için endişelenmiş olmasına da bayıldım diyor ve susuyorum. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..