Al: [Hey, kardeşim! Sınırın öbür tarafında sana rastlayacağımı hiç düşünmezdim. Kılık kıyafetin ve bu tuhaf buluşmayla ilgili düşüncelerimi paylaşmak isterim…]
Priscilla’nın şövalyesi―― ya da daha doğrusu hizmetlisi Al, kafasını eğerek bu yersiz karşılaşma konusunda yorumunu yapmıştı.
Her zamanki ilgisiz ses tonuyla Subaru’yu yanıtlarken bir yandan da bacakları alevlere dönmüş şekilde havada süzülen Arakiya’nın ilerleyişini engelliyordu.
Subaru’ysa bu durumda Al’ın tek bir saldırıyla Arakiya’nın saldırısını engellemesinden mi yoksa Mavi Ejder Kılıcıyla çarpışıp tek bir sıyrık bile almayan o ağaç dalının dayanıklılığından mı daha çok etkilense bilemiyordu.
Al: [Şaşırman normal, dostum. Sonuçta bu tek seferde yapılmış bir iş değildi.]
Arakiya: [Yolumdan çekil! Bu şekilde Ekselanslarını öldüremem!]
Al: [Müdahale etmek için onca yol geldim, şimdi nasıl çekilebilirim ki? Öylece durup kafamın bedenimden ayrılmasına izin veremem herhalde. Ama…]
Arakiya öfkeyle haykırırken Al, onunla hiç tereddüt etmeksizin yüzleşiyordu.
Arakiya’nın kıyafeti fazlasıyla açık olsa da Al ona çapkınca bir niyetle bakmıyordu. Bakışları yalnızca nostalji ve derin duygular barındırıyordu.
Hatta bir de hayran hayran iç çekerek,
Al: [Haa~. Gerçekten büyüyüp serpilmişsin. Güzel bir kız olacağını biliyordum zaten.]
Arakiya: […Sen de kimsin?]
Al: [Böyle söylemen gerçekten canımı acıtıyor! Halbuki biz birbirine canlarını emanet eden arkadaşlardık!]
Al tanıdık bir simaymış gibi böyle söylerken Arakiya, şüpheli bir şekilde kaşlarını kaldırdı. Ve Al, onu belli bir mesafede tutmak için kırık bir zemin parçasını kızın ince bedenine doğru tekmeleyip fırlattı.
Al’ın yaptığı şeye bakan Priscilla’ysa ona seslendi.
Priscilla: [Al. Ne istediğimi biliyorsun, buraya Schult’u değil seni getirdiysem işini yap.]
Al: [Yapıyorum zaten! Bu şirin şeyle eğleniyormuş gibi mi görünüyorum? Dikkatli olmazsam on saniye içerisinde paramparça olurum, tamam mı?]
Priscilla: [Duruma bakınca pek bir şey başarmış olmadığın kesin.]
Al: [Paramparça olmamdan iyidir ama, değil mi? Voaaa!]
Efendisinin sabırsız söylemleriyle konsantrasyonu bozulan Al’ın Arakiya’nın darbesiyle öldürülmesine ramak kalmıştı.
Havada uçan Arakiya, bir kuştan da özgür şekilde daireler çiziyor ve Al da onun dalıyla ardı ardına gerçekleştirdiği saldırıları çaresizce bir mücadeleyle savuşturuyordu.
Arakiya: [Yoluma çıkıyorsun…!]
Al: [Senin yaşında bir kızdan böyle şeyler duymak ihtiyar bir adamın kalbini yaralıyor gerçekten.]
Abel perdeye asılmaya, Al da onu korumaya devam ediyordu.
Her ikisine birden bakan Arakiya’nınsa gözlerindeki öfke yoğunlaşıyor, bedeninin her santimi mücadele ruhuyla dolup taşıyordu. Buna rağmen başlangıçta sergilediği korkutucu menzilli saldırılarını kullanmama sebebiyse――
Subaru: [Priscilla…]
Prenses. Arakiya’nın Priscilla’ya söylediği şey buydu.
Priscilla’nın tavırları her daim soğuk ve ilgisiz olurken Arakiya karşısında farklıydı. Arakiya’nın daha fazla yıkıma yol açmamasının tek sebebi de buydu.
Dolayısıyla bu çıkmaza son verebilecek tek bir kişi varsa o da gözü havada süzülen Arakiya’nın üzerinde olan Priscilla’ydı.
Subaru: [――――]
Priscilla: [Bana o sırnaşık bakışları atma, aptal vatandaş. Seni sahte güzelliğin için övebilirim ama beni heyecanlandırmak için bunu kullanman yakışıksız olur.]
Subaru: [Guh… Hk!]
Subaru, dizlerinin üzerinde ona doğru dönse de Priscilla, onu ciddiye alamayacak kadar kibirliydi.
Bu nedenle onun yerine harekete geçen kişi, o ana dek Subaru’nun arkasında bekleyen Rem oldu. Dudaklarını birbirine bastırıp tehlikeli bir yürüyüşle Priscilla’nın hemen önüne geçti.
Ve sonra da――
Rem: [Lütfen, sana yalvarıyorum. Lütfen bize gücünü ödünç ver.]
Priscilla: [――. Hmm, ne elverişli bir hitap. Senin bu aptal vatandaştan çok daha kibar olduğunu görüyorum.]
Rem: [Öyleyse…!]
Priscilla: [Kendini fazla kaptırma. Ve yalnızca gözlemle. İşlerin gidişatını değiştirmeye yönelik önlemler halihazırda alındı zaten.]
Rem’in ricası ve Priscilla’nın itiraz etme olasılığı Subaru’nun tüylerini ürpertmişti.
Fakat Priscilla öfkelenmemişti; aksine kafasını hafifçe çevirerek savaş alanını işaret etmişti.
Rem şaşkın bir “Eh?” sesiyle birlikte o yöne dönerken Subaru da aynı şeyi yaptı.
Balkonun üzerindeki o savaş alanı kontrolsüz bırakıldığı takdirde Abel de Al da Arakiya tarafından saniyeler içerisinde öldürülebilirdi. Ve böyle bir şeyin gerçekleşme riski anbean artıyordu.
Al: [Da! Ga! Ao! Guah! Ubaa!]
Arakiya alevli bacaklarıyla gökyüzünde dans ederken Al, saldırılarını püskürtmeyi başarıyor olsa da hareketleri fena halde sakarca ve inceliksiz olduğu için her bir darbede geriye itiliyordu.
Ama mucizelerin gerçekleşmesi sonsuza dek sürmezdi. Biriken darbelerin doğurduğu hasar Al’ın bedenine yansımaya başlıyordu, tepkileri fark edilir şekilde gecikmeye başladığı anda da üst bedeni sağlam bir darbenin etkisiyle sarsıldı.
Böylece dengesini yitirdi, bir sonraki saldırıya karşı savunmasız hale geldi ve tam da o anda――
Arakiya: [――Hk!?]
Arakiya havayı tekmelemeye çalıştı, ancak bedeni anormal bir şekilde sallandı ve hafiften kontrolü kaybetti.
Şaşkınlıktan irileşen gözler ve gerginlikten boğuklaşan çığlıklardan anlaşıldığı ve sıradan, eğitimsiz gözlerin bile algılayabildiği üzere bu, sıradan bir saldırganlık değildi.
Arakiya: [――――]
Arakiya’yı etkisi altına alan değişim hemen hemen herkesi afallatmıştı.
Gafil avlanmayan kişilerse yalnızca durumu sakince izleyen Priscilla ve azılı mücadelenin ortasında olması gereken, onu teşvik eden kişiydi――
???: [――Saldır!]
Toz ve yanık kokularıyla karışık havada bu emir yankılandı.
Emri veren kişiyse sesi öfkeliden ziyade sert, kibirliden ziyade gösterişli olan ve havada asılı kalan Abel’di. Hala perdeye asılmakta olan adam, karşısındaki mücadelede doğan fırsatın değerlendirilmesi için bağırmıştı.
Bu anın geleceğini biliyormuş gibi bir hali vardı.
Al: [Daha sonra bana neler olduğunu anlatırsınız artık!!]
Diyen Al, Abel’in emri karşısında uçuşa geçti.
Tuhaf bir sıçrama ve dönüşle birlikte Mavi Ejder Kılıcıyla parabolik bir hat çizdi ve Arakiya’nın ince bedenini merhametsizce dövdü―― yo, merhametliydi.
Çünkü Mavi Ejder Kılıcını tutan bileğini döndürmüş, Arakiya’yı kılıcın keskin kısmıyla değil, kör kısmıyla hırpalamıştı.
Priscilla: [Aptal.]
Bu öldürücülüğe karşı numarayı algılayan Priscilla, kabaca bir yorum yaptı.
Kibrinin sonu olmayan gözleri, durumu doğru şekilde öngörmüştü.
Arakiya: [Geri çekil…!]
Çarpışma anındaysa Subaru’nun gözlerini kaçırmak istemesine yol açan tatsız bir ses yükseldi.
Al’ın güçlü darbesi tam da niyetlendiği gibi Arakiya’yı uçurdu ve genç kız darbeyi kaldırmış olduğu sol koluyla dosdoğru karşıladı. Böylece dirseği aksi istikamete doğru büküldü, kırık kemikleri kahve teninden çıktı ve kanları fışkırdı.
Acı verici bir darbeydi, ama öldürücü değildi.
Al’ın simsiyah miğferinin ardından güçsüz bir hırıltı çıktı ve yanaklarının şaşırtıcı şekilde gerginleştiği anlaşıldı.
Bir an sonraysa Arakiya’nın narin ayağı Al’ın boynuna indi ve onu sağlam bir darbeyle yere çaktı. Al’ın yerde seken bedeni de doğruca yıkılan balkonun dışına fırladı.
Al: [Dohhh, AHHHHH―― HK!?]
Ve geride çirkin bir çığlık kalırken Al’ın figürü gözden kayboldu.
Elbette ki güvendeydi. Ama artık Abel’le Arakiya arasında bir engel kalmamıştı.
Arakiya, bacaklarındaki alevleri söndürerek ayaklarını yere bastı. Bu defa Abel’in hayat ışığını söndürecekti.
――Derken kara bir gölge, hiddetle Arakiya’nın sırtına doğru atıldı.
???: [GRAAAAAAAAAAH…!!]
Molozları sağa sola savuran gölge, ağzından dökülen azılı çığlıkla birlikte Arakiya’ya koşuyordu. Elinin tersiyle koca bir bıçağı kavramış ve avlanma içgüdüsüyle saldırıya geçmiş bir varlıktı.
Gölgenin sürpriz saldırısının katıksız ruhu, bir an için Subaru’nun o kişinin kimliğini idrak edememesine yol açtı.
Uzun, yapılı bedeni, yaralı ve yanık sırtı, kırmızıya boyanmış siyah saçları, Shudraq Halkından biri olduğunu anlatan beyaz dövmeleri―― derken Subaru, o gölgeye bağırdı.
Subaru: [Mizelda-san!!]
Mizelda: [TCHAAAAAAAH!!]
Mizelda’ysa Subaru’nun seslenişini yanıtsız bırakarak kan kusarcasına kükremeye devam etti.
Mizelda, Arakiya’nın işgaliyle gerçekleştirdiği ilk saldırının kurbanıydı. Ve tüm bedeninin hala sönmüş alevler nedeniyle acınası bir durumda olmasına rağmen kendi canını, kanını yakarcasına saldırmayı sürdürüyordu.
Kuşandığı acımasız bıçağın hedefi, Arakiya’nın hayati noktalarıydı.
Al’ın aksine Mizelda’nın avına son anda gösterecek bir merhameti de şefkati de yoktu. Onun mücadele şeklini gören Subaru, geç de olsa Abel’in az önceki emrinin asıl muhatabının Mizelda olduğunu anladı.
Abel, Arakiya’nın çöküşünü öngörmüş ve ölüm döşeğindeki Mizelda’yı daha çok mücadele etmeye yönlendirmişti.
Subaru, böylesine ani ve kurtuluşu yokmuş gibi görünen koşullarda bu ilahi hesapları yapmanın nasıl bir düşünce gerektirdiğini hayal dahi edemiyordu.
Ancak atılan bu ekstra adım da yeterli değildi.
Mizelda: [――――]
Mizelda ne kadar çırpınırsa çırpınsın hala kötü durumdaydı ve Arakiya’nın uzmanlığı, onunla kolaylıkla baş edebileceği düzeydeydi.
Can sıkıntısıyla kaşlarını çatan Arakiya, Mizelda’nın saldırılarını elindeki dalı kabaca sallayarak kolayca engelliyor, Mizelda’ysa canının son damlalarını akıtıyordu.
Artık o ağaç dalının kuvvetinden bahsetmenin bir anlamı yoktu.
Koparılmış daldan gelen darbeyle Mizelda’nın bıçağı elinden fırlarken aynı dal bir an sonra Mizelda’nın silahsız gövdesine doğru ilerledi.
Ve sağlam karın kasları mide bulandırıcı bir ses eşliğinde, pek de direnç sergileyemeden deşildi.
Mizelda’nın bedeninin derinliklerine giren dal, hayati iç organlarını parçalayıp kudretli amazonun bedenini ölüme daha da yaklaştırırken――
Arakiya: [Evet, nihayet…]
Mizelda: [――Nereye bakıyorsun sen?]
İşte tam da Arakiya’nın dikkatinin ortadan kaldırdığını zannettiği kişiden koptuğu anda olduğu yerde donakalan, ağzının kenarından kanlı köpükler çıkan Mizelda’nın gözleri parladı, azılı bir gülümseme eşliğinde beyaz dişlerini kirleten al kanlar göründü ve her iki eliyle, Arakiya’nın dalı tutan sağ elini kavradı.
Ve o kavrayışı olabildiğince sağlamlaştırarak genç kadını hareketsiz hale getirdi.
Mizelda: [――――]
Yaratılan bu durgunluk anı, doğmuş veya doğacak son fırsattı.
Ancak Subaru da dahil olmak üzere cephelerinde Abel’in aklı ve Mizelda’nın kararlılığının doğurduğu bu fırsatı değerlendirebilecek hiç kimse yoktu.
Ölüm döşeğindeki şeflerinin önderliğindeki Shudraq Halkı da bilincini zar zor koruyan Subaru da henüz o son, hiddetli hortumun etkisinden sıyrılabilmiş değildi.
Bir sütunu devirmiş olan Rem de güçsüz bacakları yüzünden ikiliye yetişemezdi.
Herkes birlik olsa da hayatta bir kez doğabilecek bir fırsat böylece kaçacaktı.
Ancak――
Priscilla: [――Başını dik tutabilirsin, oni kız. Bana bu darbeyi indirten senin ricandı.]
Evet, Subaru’nun müttefikleri yetişemeyecek durumda olsa da aynı şey, savaşın üçüncü tarafı için geçerli değildi.
Priscilla: [――――]
Savaşı kuş bakışıyla izleyebilen Priscilla, tek bir adımda arayı kapatarak Arakiya’nın korunaksız sırtını hedefledi.
Ardındaki varlığın farkında olan Arakiya’ysa onunla karşılaşmak için hareketlendi. Kolunu tutmakta olan Mizelda’nın uzun bedenini fırlatmak, ardındaki düşmanına çarpmasını sağlamak istedi.
Ama bunu yapamazdı. ――Yapamazdı, çünkü ardındaki varlığın kime ait olduğunu görebiliyordu.
Arakiya: [Pren――]
Böylece başından sonuna dek Priscila takıntısının üstesinden gelememiş olan Arakiya, kan kırmızı kılıçtan çıkan parıltının hedefi oldu.
Ansızın fışkıran kanları alev aldı ve bedeni korkunç şekilde sarsıldı.
Priscilla: [Sana söylemiştim, Arakiya. ――Bir sonraki karşılaşmamıza dek kararlılığını sağlamlaştırmış olmalıydın.]
Geçmişte verilmiş, hiç kimsenin ardındaki gerçek anlama yorum yapamayacağı bir sözdü.
Bildikleri tek şey, Priscilla’nın merhametsizce darbesinin, o sözün ve Arakiya’nın ehlileştirilemez özleminin yanıtı olduğuydu.
Arakiya: [――――]
Arakiya’nın bedeni, kan kırmızı kılıcı sırtına yiyişiyle birlikte yere yığıldı.
Haliyle onu kolundan tutan ve hareketini engelleyen Mizelda da bu düşüşe eşlik etti. İki kadın arapsaçı gibi birbirine dolanırken de kolları ve bacakları bez bebekler misali sarsakça yere serildi.
Mizelda: [――――]
Sersemletici bir hızla gelişen durum içerisinde, kılıçlar ve alevlerle sonu gelmeksizin çalkalanıyormuş gibi görünen havaya anlık bir sessizlik çöktü.
Atılan tek bir adım ya da alınan tek bir nefes her şeyi mahvedecekmiş, her şey bir düş gibi dağılacakmış gibi geliyordu.
Rem: [――Mizelda-san!]
İşte o anın durgunluğunu paramparça eden, Rem’in gergin sesi oldu.
Ve titreyen kollarıyla telaşla emekleye emekleye, Arakiya’ya dolanmış şekilde yatmakta olan Mizelda’ya doğru ilerledi.
Mizelda’nın tüm bedeni kavrulmuş, güçlü bir hortuma kapılmış, üstüne üstlük midesi delinmişti.
Yanında diz çöken Rem, çaresizce bir ifadeyle ellerini Mizelda’nın bedenine yerleştirip onu şifa büyüsünün solgun ışıklarıyla hayatta tutma çabalarına başladı.
Abel: [Aval aval bakılacak bir zaman mı gerçekten? Bana bir el atsana.]
Subaru: [――Ah.]
Derken Rem’i iş üstünde görerek donakalan Subaru’nun kulaklarına Abel’in sesi ulaştı.
Abel hala asılı kalmış halinden kurtulup düzlüğe çıkamayacak durumdaydı. Kafasını sallayıp silkinen Subaru, bir zamanlar balkon olan noktaya doğru koşturarak aşağıda uzanan boşluğa baktı.
Sağ koluyla kendine doladığı perdeden sarkan Abel’in gözleri Subaru’yu delip geçiyordu.
Abel: [Hayatta kaldın. Sende gerçekten şeytan tüyü var, değil mi?]
Subaru: […Senin de o nefret dolu ağzında amma tüy varmış anlaşılan.]
Abel’in konuşmaya son veremeyişi karşısında yanakları seğiren Subaru, uzanıp perdeyi yakalayarak Abel’i yukarı çekmeye başladı.
Dürüst olmak gerekirse Abel gibi Subaru da dengesiz ve bitap durumdaydı. Ancak kol ve bacaklarını esnetip kendine gelmek istese de şu anda bunu yapacak durumda değildi.
Subaru: [Yalnızca Mizelda-san değil ki…]
Arakiya’nın yıkımına maruz kalan bir sürü yaralı vardı.
Şifa büyüsüne sahip kişilerin çok nadir bulunduğu bir ortamda büyüsüz ilkyardım bir zorunluluktu. Yatıp dinlenecek zaman yoktu.
Yatıp kalmak demek, kişinin kendini kaybetmesine izin vermek demek olurdu.
Ve buna müsaade edilmemeliydi.
Bu nedenle――
Subaru: [Acele et de ayaklan hadi…]
Azıdişlerini sıkan Subaru, perdeyi çekerek erişebileceği noktaya geldiği gibi Abel’in elini yakaladı. Ve sağlam tutuşunun verdiği hisse güvenerek kendisinden daha uzun olan genci çekmeyi başardı.
Yeniden sağlam zemine ulaşan Abel’se Subaru kıçının üstüne devrilmeden önce hafif bir nefes verdi.
Abel: [Harika bir işti. Seni methediyorum.]
Subaru: [Kapa çeneni…]
En ufak bir samimiyet belirtisi vermeyen o övgüyü reddeden Subaru, hafifçe dilini şaklattı.
Ve tam diğer yaralıları taşımak için ayaklanmak üzereyken――
Priscilla: [――Başına buyruk hareket etme, aptal vatandaş. Buranın hükümdarının kim olduğunu zannediyorsun?]
Subaru: [――――]
O anda poposunun üzerindeki Subaru’nun da dizlerinin üzerindeki Abel’in de çenesi kapandı.
Onların gözünü korkutan şeyse dolgun göğüslerini vurgulamak için kollarını önünde bağlamış olan kan kırmızı güzelliğin―― Priscilla’nın söyledikleri değil, gözleri ve sesiydi.
Onlar tanıdıktı, yabancı değil.
Ama iyi bir ilişkileri olup olmadığı sorulduğu takdirde Subaru, onay vermek için kafasını sallamaktan yana tereddüt ederdi. Bunun sebebiyse yalnızca Kraliyet Seçiminin rakip grupları olmaları değildi, Priscilla’nın öfkeli mizacının da etkisi vardı.
Azametli ve inatçı biri olan Priscilla, iş birliğine yanaştığı takdirde güçlü bir müttefik olabilirken aksi durumda öngörülemez bir bombaya dönüşebilirdi.
Mesela Pristella Su Kapısı Şehrindeki savaşta güvenilir bir müttefik olmuştu. Peki ya bu sefer ne olacaktı?
Arakiya’yı yenmek için uzattığı yardım eli sonrasında onu bir müttefik olarak görmek uygun olur muydu?
Öyle ya da böyle――
Abel: [Bu gücüme gidiyor olsa da bu durumda kontrol sende, Prisca Benedict.]
Sessiz ve hareketsiz şekilde kalakalan Subaru’nun yerine ağzını açan taraf Abel olmuştu.
Ve tek dizini yere yasamış olan Abel, Priscilla’ya farklı bir isimle seslenmişti ki bu isim, Arakiya’nın bayılmadan önce sarf ettiği isimmiş gibi görünüyordu.
Bu şekilde hitap edilen Priscilla hafifçe homurdanarak,
Priscilla: [Maalesef Prisca Benedict savaşta mağlup edilerek yok yere canından oldu. Mezara girmiş biri nasıl böyle konuşabilir ki?]
Abel: […Anlıyorum. Öyleyse sen kimsin ve kendine ne şekilde hitap ediyorsun?]
Priscilla: [Priscilla Barielle. İsmim bu. Ve bu ismi hatırlasan iyi edersin, Vincent Abellux.]
Abel’in sorusunu asilce yanıtlayan Priscilla’nın gözleri onunkilerle buluştu.
Aralarında, alevler çıkıyor veya şimşekler çakıyor şeklinde tasvir edilebilecek bir bakışma yaşanıyordu. Hemen yanlarındaki Subaru da bu bakışmaya yakalanmış ve havaya uçmaktan kaçınmak adına kafasını hafifçe döndürmek zorunda kalmıştı.
Abel’in ismini bilen Priscilla ve Priscilla’ya farklı bir isimle seslenen Abel.
O ikisi arasındaki panik uyandırıcı ilişkiyi öngören Subaru, sessizce yutkundu.
İşte bu şiddetli atmosferde――
Al: [――Hey, biri bana yardım edebilir mi acaba? Artık sabrımın sonuna geldim de.]
İşitilen tek ses, balkonun köşesindeki kristal aydınlatma armatürüne tutunmuş olan Al’ın acınası yardım çağrısıydı.
#Sürükleyici ve güzel bir bölümdü. Mizelda’nın kahramanca mücadelesini takdir ettim, inşallah bunca yaralanmadan sonra iyileşebilir. Priscilla’nın öngörülemez ve ilginç bir karakter olduğuna da katılıyorum, her an her şeyi bekleyebileceğim biri. Son olarak Al’ı seviyorum ve konuşma tarzı bana Subaru’yu anımsatıyor. Tüm bu yorumlarla birlikte olayların nasıl gelişeceğini merak ederek sıradaki bölüme geçiyorum, orada görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..