Subaru’nun rahatsızlık hissini silkinip atamaması öyle gerçek dışı geliyordu ki. Tabii ki yalnızca sonuçlara bakınca Priscilla’nın Abel, Subaru ve diğerlerine yardımcı olduğu apaçık ortadaydı. Yine de onu tanıdığı kadarıyla mizacı, Subaru’nun ikna olmasını engelliyordu.
Hoşlanmadığı bir düşmanı mağlup etmenin faydası olsa bile birini korumak için savaşma mantığı gerçekten Priscilla Barielle denen şahsa işliyor muydu?
Priscilla: [Gözlerinde nahoş düşüncelere işaret eden bir ışıltı var. Onların oyulmasını mı istiyorsun, aptal vatandaş?]
Subaru: [İnsanların gözlerinin içine bakıp böyle korkutucu şeyler söyleme. Dürüst olmak gerekirse sana ne kadar inanacağımdan emin olamıyordum…]
Priscilla: [――Her neyse, Abel, tahttaki mekanizmayı kullanarak doğuya ulaştığını anlıyorum. Durum buysa benim Shudraq Halkına katılıp Hisar Şehrine gelmemi mi bekliyordun?]
Subaru: [Burada olmasını mı bekliyormuş…?]
Priscilla’nın olağanüstü bir algıya sahip olduğu kesinken Subaru, Abel’in rahatlıkla kabullendiği koşulları algılamakta zorlanıyordu.
Gerçi bu koşullar da ortadaki spekülasyonları karşılıyormuş gibi görünüyordu.
Al: [Yanlış anlama, kardeşim. Buradaki zeki tipler ikna oldu. Bir arada kalırsak bulaşmak istemeyeceğimiz sıkıntılardan kaçınabiliriz.]
Subaru: [Ve bu sana uyuyor mu…?]
Al: [İyi ya da kötü, tek yapmamız gereken kabullenip katlanmak. Karşı koymaya çalışsan bile kaybedersin. ――Çünkü Prenses ve ben her türlü galip geliriz.]
Subaru: [Oh…]
Hala dizlerinin üzerinde olan Al, Subaru’ya doğru kayarak kulağına bu şekilde fısıldadı.
Dürüst olmak gerekirse Al’ın galip geleceklerini varsaydığını duymak Subaru’yu şaşırtmıştı. Al genelde mütevazı olmaktansa etrafındakilere göre keyfi bir çizgi çizme eğiliminde olurdu.
Açıkçası diğer Kraliyet Adaylarının şövalyeleri tanınmış ve yetenekli kişilerdi―― ama ne Subaru ne de Al, onlar arasında kendilerine güvenecek kadar özeldi.
Bu da Subaru’nun Al’a belli bir sempati duymasına yol açıyordu.
Az önceki beyanının şaşırtıcılığı da buradan geliyordu.
Değişmez ve umursamaz görünse de değişim başlıyordu. Bunun nedeni de Priscilla’yla arasındaki efendi hizmetkar ilişkisi ve yaklaşmakta olan Kraliyet Seçimi mücadelesiydi.
Al: [Ancak yüz milyonda bir olsa bile kazanma ihtimali olan insanlardan yalnızca övgüyle bahsedebilirim. Bu bakımdan Arakiya’nın benzeri yok. Ona karşı galip gelmenin bir yolunu göremedim.]
Subaru: […Anlıyorum, Dokuz İlahi General, İmparatorluğun en güçlü üyeleri. Bir nevi Lugnica Krallığının Reindhard ve Julius’u gibi diyebiliriz.]
Lugnica Krallığının en güçlü üyeleri seçilecek olsaydı muhtemelen çoğu şövalyelerden oluşurdu. Çoktan ismi geçmiş olan Reinhard ve Julius’tan sonra Kraliyet Muhafızlarının lideri Marcos, Sarayın Baş Büyücüsü Roswaal gibi kişiler de listeye eklenebilirdi.
Subaru, Wilhelm ve Garfiel’i de eklemek ve Dokuz İlahi Generalle yüzleşmek için yıldızlardan oluşan bir kadroya sahip olmak isterdi.
Subaru: [Yo, bunun bir önemi yok, Dokuz İlahi Generalden ne kadar bahsederseniz bahsedin herhangi birinin Reinhard’a denk olabileceğine inanmak zor…]
Abel: [――Korkarım ki durum böyle değil.]
Subaru: [Ne?]
Subaru, temkinli olunması gereken en mühim güçleri teşkil eden Dokuz İlahi Generalin gücünü tespit etmeye çalışırken Abel, kulaklarından şüphe etmesine yol açacak bir şey söylemişti.
Sahi ne demişti o? ――Reinhard’a rakip olabilecek biri mi varmış?
Subaru: [Reinhard gibi başka bug karakterler de mi var yani?]
Zikr: [Kullandığın bu kelimeye aşina değilim ama kıyas yapmaktan bahsediyorsan evet demek durumunda olacağım. Dokuz İlahi Generalin Arakiya’nın ötesinde bir Birincisi var.]
Subaru: [Dokuz İlahi Generalin Birincisi mi…?]
Zikr: [――Cecilus Segmunt.]
Koca bir yutkunuş sonrası ağzı açık kalan Subaru’nun yanı başındaki Zikr, sessizce bu iki kelimeyi sarf etti.
Subaru, bunun bir insanın, bahsi geçen Birinci şahsın ismi olduğunu anlıyordu. Bu ismin sahibi, İmparatorluğun en güçlü kişisi, Vollachia’nın gururu, fazlasıyla güçlü biriydi.
Abel: [Vollachia’nın Mavi Şimşeği ismiyle Lugnica’nın Kılıç Azizi, Kararagi Hayranı ve Gusteko’nun Çılgın Prensi ile birlikte sıralanan, en üst sınıfa mensup bir kılıç ustası.]
Subaru: [Umm… bu ismi daha önce duymuştum sanırım… Öyleyse ciddisiniz?]
Abel: [Ona karşı çıkacak olursan göz açıp kapayıncaya dek kellene veda edersin. Öyle bir adamdır.]
Kollarını önünde bağlamış olan Abel, yanakları gerginleşen Subaru’nun sorusunu bir kafa sallayışı eşliğinde onayladı.
Abel ve Zikr’in bu durumda şaka yapması veya yalan söylemesi için hiçbir sebep yoktu. Başka bir deyişle, az önce ağızlarından dökülen şey basit gerçekler olmalıydı.
Cecilus Segmunt, bu İmparatorluğun en güçlü adamıydı ve Reinhard kadar yetenekliydi.
Subaru, bu üst sınıf kılıç ustasının ne denli tehlikeli ve azılı olduğunu düşündüğü anda içinde bir ürperme hissetti.
Aralarında uçsuz bucaksız bir güç farkı vardı. Hem nitelikte hem de nicelikte ezilirken nasıl galip gelme umutları olabilirdi ki?
Al: […Yine de bu şekilde düşünecek olursan hala umut var demektir. İkinci sıradaki küçük Arakiya Hanımı yenebilmiş olmamız bizler için büyük bir galibiyetti.]
Subaru: [Al…]
Subaru ve diğerlerinin ağırlaşan haline rağmen Al, neşeli bir şekilde böyle söyledi.
Son derece iyimser bir görüştü, bununla birlikte diğerlerinin kolay kolay hemfikir olamayacağı bir gerçeklikti. Yine de Al’ın neşe ve cesaretini benimseyen Subaru, “Bu doğru” dedi.
Yalnızca negatif yönlere baktıkları takdirde hiçbir ilerleme kaydedemezlerdi. Aslına bakarsanız Subaru ve takımı Hisar Şehrini minimum hasarla fethetmeyi başarmıştı. Hatta dost mu düşman mı ayrımını yapmak zor olsa da Priscilla ve Al’ı bile saflarına katmışlardı.
Subaru, Rem’in yaralı Shudraqları iyileştirmek için elinden geleni yapacağından ve Mizelda’nın ön saflara döneceğinden emindi. Onun rahat, metin tavrını ve çok yönlü savaş becerilerini daha çoook görmeyi bekleyebilirlerdi.
Dolayısıyla――
Subaru: [Al haklı… Dokuz İlahi Generalden birini mağlup edebilmiş olmamız harikaydı… ve bayağı yüksek rütbeli bir generaldi. Pozisyonu hesaba katılınca bir şeyler biliyor olduğundan eminim.]
Al: [Aynen öyle tabii! Bu harika, adamım. Savaş sırasında bilgi, altından daha kıymetlidir. Hayatta kaldığına göre ağzından neler çıkacakmış bir dinleyelim derim.]
Subaru: [Evet. Bize bir ipucu verebilir…]
Subaru kendisini havaya girmeye zorluyor, Al da ona uyum sağlıyordu. Bu şekilde konuşmanın seyri, başarıyla canlı yakalanmış olan Arakiya’nın sorgulanmasına kaymıştı.
???: [Bir dakika, Subaru ve Demir Maske. Bu konuda size karşı çıkmak durumundayım.]
Fakat tam da o sırada, Shudraqların temsilciliğini üstlenen Kuna devreye girdi.
Subaru ve Al kendisine dönerken de yeşile boyalı saçlarıyla oynayarak dedi ki――
Kuna: [O kadın tehlikeli. Bir fırsat bulduğu anda neler yapacağını hiç bilemezsiniz. Onu bir an önce öldürmek kesinlikle daha iyi.]
Subaru: [Seni anlıyorum ama bu dar görüşlülük olur. Onu öldürmek çözüm değ…]
Kuna: [Şefimiz çoktan ağır yaralanmışken Subaru’nun söyleyecekleri umurumda değil, bizler onu idam etmek zorundayız.]
Kuna peşinen Arakiya’nın idamı bahsini açarak Subaru’ya inatçı bir ısrarla gözlerini dikmiş durumdaydı.
Mizelda’nın durumundan da bahsedince Subaru’nun çenesini kapalı tutmaktan başka şansı kalmamıştı. Şefin güvenliği Rem’e emanet edilmişti ama yaraları iyileşse bile yaralanmış olduğu gerçeği ortadan kalkmayacaktı.
Ve Shudraqlar bunu bağışlanamaz bir şey olarak görürse Arakiya’nın bedelini ödemesi gerekecekti.
Subaru: [――――]
Kuna’ya verecek bir yanıt arayan Subaru, göz ucuyla Priscilla’ya baktı.
Aralarında alışılmadık bir ilişki varmış gibi göründüğü için Kuna’nın Arakiya’yı idam etme konusundaki ısrarına nasıl tepki vereceğini görmek istiyordu.
Ancak――
Priscilla: [Arakiya’ya yönelik tavrımı çoktan belirledim. Her şeyden önce onun sırtına kesiği atan bendim. Suratındaki o kara gözler süsten mi ibaret?]
Subaru: [Ahh…]
Priscilla: [Arakiya için herhangi bir şey söyleme niyetinde değilim. Kaderi burada son bulacaksa, bu onun kendi yolunun bir parçası olacaktır. ――Yazık olur gerçi.]
Subaru: […Seni hiç ama hiç anlamıyorum.]
Diyen Subaru, Arakiya’nın hayatının değerini basitçe tartan Priscilla karşısında kafasını salladı.
Günün sonunda tatsız bir ilişkileri varmış gibi görünse de Arakiya’nın tavırları, yakın olabileceklerini gösteriyordu. Ancak Priscilla’nın tavırları fena halde tutarsızdı.
Ve Subaru, bir yabancı olarak aralarındaki ilişkiyi hiçbir şekilde kestiremiyordu.
Subaru: [Ama ölürsen her şey biter. Hayatın geri dönüşü olmaz ki.]
Priscilla: [Bana hayatın değerini öğretme cüreti mi gösteriyorsun? Benim başka bir hayata yanlış değer biçebileceğime mi inanıyorsun?]
Subaru: [―― Her şeye kadir değilsin. Sen bile hata yapabilirsin.]
Gözlerini Priscilla’dan ayırmayan Subaru, hiç duraksamadan bu yanıtı verdi.
Ve bunu yaptığı anda odadaki atmosfer gerginleşti.
Kuna ve Zikr’in soluğu kesilirken Al’ın elini miğferinin alın kısmına götürdüğü görüldü. Subaru da anın rehavetine kapılarak aptalca bir şey söylemiş olduğunun farkındaydı.
Bu sözlerle Priscilla’nın hoşnutsuzluğunu üstlenerek hayatını kaybedişiyle sonlanabilecek bir döngüye adım attığınıysa ancak iş işten geçtikten sonra idrak edebilmişti.
O ışılıtılı, kan kırmızı kılıç saniyeler sonra kellesini alacak olabilirdi.
Ama buna rağmen――
Subaru: [Yanlış bir şey söylemiyorum. Sen bile hatalı olabilirsin.]
Canına mal olabilecek o beyanı tekrarlayıp duruyordu.
Bir an sonraysa hemen karşısındaki Priscilla’nın gözleri kısıldı, bakışları soğuklaştı. Subaru’nun düşüncesizliğinin bedelini ödetecek olan kavurucu “ölümse”――
Priscilla: [Ben bile, öyle mi? Kinci bir söylemmiş gerçekten.]
Asla gelmedi.
Subaru: [Eh…]
Bunu gören Subaru’nun gözleri şaşkınlıkla irileşti ve büzüşmüş ciğerlerinden bir nefes verdi.
Ona doğru son bir bakış atan Priscilla’ysa yelpazesini gürültülü bir şekilde açıp gözlerini ayırarak Kuna’ya döndü.
Priscilla: [O şeyin kafasını kesmeden önce ondan faydalanmaya çalışmamız daha iyi olur.]
Kuna: [――Ne, bize ne yapacağımızı söylemeye mi çalışıyorsun? Sen bir yabancısın.]
Priscilla: [Tavsiyemi kulak ardı etmek istiyorsanız, buyurun yapın.]
Sözlerini geri alan Priscilla’nın bakışları, Kuna’nın ince bedenini yakmaya teşebbüs ediyormuşçasına okşuyordu.
İstemsizce kollarıyla kendisini saran Kuna’ysa o bakışlardan algılanabilecek olan baskıya doğal bir tepki veriyordu. Maalesef Kuna ve Priscilla bambaşka seviyelerdeydi.
Al: [Dürüst olmak gerekirse biraz gerilmiştim. Ama artık hepimiz aynı gemideyiz!]
Al, bu gergin havayı dağıtmak istercesine elini yuvarlak masaya indirdi.
Böylece herkesin dikkatini çektikten sonraysa çelik miğferinin ardından Subaru’ya bakarak,
Al: [Ölmemene sevindim, kardeşim, ama dünyanın o ero-kawaii kızı kaybetmemiş olması da sevindirici. Lafı açılmışken, o kız uyandığında onunla konuşu――]
???: [――Büyük bir sorunumuz var~!]
Tam da Al, Arakiya konusunda yapılacaklara dair fikirlerini özetlemek üzereyken telaşlı ve panik dolu adım seslerini işitti.
O adımların sahibi Holly idi, iri cüssesi odanın girişine doğru dönüş yapmış ve telaşlı adımlar ve paniklemiş bir ses tonuyla konferans salonuna dalmıştı.
Bedeni ve soluklarının dengesizliği herkesin dikkatini çekerken son darbeyi de sözleriyle indirdi.
İşte o sözler şöyleydi――
Holly: [Birkaç İmparatorluk Askeri içeriye girdi ve rehin aldığımız İlahi General kaçtı~!]
#Haydaaa, içeridekiler teslim olmuştu, Todd ve Jamal da kaçıyordu. İçeri girenler kim olabilir ki? Ve bu işin sonu kötü mü olacak? Tüm bu olayları kazasız belasız atlatan Subaru için yeni bir döngü başlatma zamanı gelebilir mi? Cevaplar için okumaya devam!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..