――Dokuz İlahi Generali safına katmak; işte İmparatorluk tahtına yeniden oturmanın koşulu buydu.
Subaru, bu koşulun ortaya koyuluşu ve ihtiyaç duyulan kişilerin, yani Dokuz İlahi Generalin isim ve unvanlarının sunuluşuyla odadaki ortamın gerildiğini hissedebiliyordu.
Elbette ki İmparatorluk halkının aşina olduğu bu isimlerin hepsi de Subaru’ya yabancıydı.
Subaru: […Bu bir manga veya anime olsaydı tüm Generallerin isimlerinin bir anda açığa çıkması heyecan verici bir gelişme olurdu.]
Fakat bu gerçekten de Subaru’nun başına gelen bir şey ve alenen memnun olamayacağı bir gelişmeydi.
Subaru, Abel Dokuz İlahi Generalin isim ve unvanlarını sıralarken konuşmasındaki etkilerine dayanarak her birinin ne denli zahmet vereceğini tahmin edebiliyordu.
Arakiya’nın lakabı olan Ruh Emici onun özelliğiyle uyuşuyorsa diğerlerinin lakaplarının da güçleri veya dövüş stilleriyle bir şekilde ilişkili olduğunu gözünde canlandırabiliyordu.
Subaru: [Lakapları güçleriyle ilgili bariz bir fikir uyandıranlar yalnızca Büyülü Şeylerin Efendisi ve Uçan Ejder General?]
Bahsi geçen iki lakap, sahiplerinin kullandıkları şeylerden ve mücadele şekillerinden türetilmiş olmalıydı.
Diğer lakaplarsa görünümleri veya kahramanlıklarına dair anekdotlardan ilham almış olsa gerekti. Çin’deki Üç Krallığın Romantizmi ve Su Sınırının her ikisinde de karakterler genelde bu tarz sebeplerle lakap kazanırdı.
Şimdi bir düşününce, bu hikayelerin de bir ülkeyi ele geçirmekle ilgili olduğu söylenebilirdi. Maalesef Subaru bu hikayelere pek aşina değildi, haklarında yalnızca yüzeysel bir bilgiye sahipti.
Subaru: [Neyse, şimdi hayallere dalma zamanı değil. Evet, galibiyet için Dokuz İlahi Generali safımıza katmamız gerektiğini anladım ama bu konuda sormak istediğim birkaç şey var.]
Abel: [Ne? Şüpheye yer var mı ki?]
Abel tek kaşını kaldırıp elini masadaki haritanın üzerine yerleştirirken Subaru ilk şaşkınlığından sıyrılıyordu.
Gerçekten her şeyi açıklamış olduğunu zannediyorsa az ve öz konuşan zeki bir adamın nihai örneği olmalıydı. Ancak odadaki diğer insanlara―― Zikr ve diğerlerine ve tabii Shudraq Halkına kıyasla Subaru, Vollachia İmparatorluğu hakkında çok daha az şey biliyordu.
Subaru: [Benim için şüpheye yer olduğu kesin. Sen ne olduğunu biliyorsun diye açıklama yapmayı es geçersen etrafındakiler tam olarak ne düşündüğünü bilemezler.]
Abel: [Bunu bir tavsiye olarak alacak ve yok sayacağım. Sorunu sor hadi.]
Subaru: [O “yok sayma” kısmını birazcık kendine sakla…]
Subaru, Abel kollarını önünde bağlayıp küstahça karşılık verirken iç çekti. Sonra da kendisini topladığı ilgiye teslim edip “Hazır mısın?” diyerek bir elinin beş, diğerinin de dört parmağını kaldırdı.
Subaru: [Dokuz İlahi General var, neyse ki tuhaf bir sayı da iş yarışmaya geldiğinde skor tutmak kolay olacak. Ama kimin bizim safımızda olduğunu bilmezken Arakiya’nın ve bu Chisha denen tipin düşmanımız olduğu kesin. Yani şimdiden sayıca dezavantajlı durumdayız.]
En az beş kişiyi saflarına çekmeleri gerekirken düşmanları çoktan iki İlahi Generali garantilemişti.
Ayrıca Abel’e yardım eden bu Goz kişisinin hayatta olup olmadığı da muallaktı. Yani oynayabilecekleri kartlardan birinin kalıcı olarak oyun dışı kalmış olma ihtimali vardı.
Subaru: [Durum her geçen saniye daha da kötüye gidiyor. Galibiyet koşullarının netleşmesi güzel ama beş İlahi Generali ikna etmemiz gerçekçi mi sahiden?]
Al: [Hey hey, kardeşim, bana kalırsa İmparatoru fazla hafife alıyorsun. Daha önce de söylemiştim ama o İmparatorluk Seçim Seremonisini kazanmıştı. Onun konuşma arzusunu öylece reddedemezler. Onu ön kapıdan geri çevirmedikleri sürece…]
Priscilla: [――Bize karşı çıkacak olanların kellesini alma fırsatımız doğacaktır.]
Subaru: [Onları safımıza katmamız gerekiyordu!]
Al’ın Subaru’nun şüphelerini giderme teşebbüsüymüş gibi görünen sözleri, onca kişi dururken hanımının ekstrem yorumuyla yakıp yıkılmıştı. Dokuz İlahi Generali saflarına katmayı konuşuyorlarken taraflarında olmayacak kişileri öldürmek şeklinde bir yol geliştirmek, çok yanlış bir öncelik sıralaması olurdu.
Abel: [Ama demir miğferli soytarı haklı. Gerçekten de onlarla görüşmek istediğimi belirttiğim takdirde hiçbir General karşı çıkmaz. Problem görüşme sonrasında neler olacağı.]
Al: [Demir miğferli soytarı ben miyim?]
Subaru: [Buradaki tek demir miğferli sensin. Sana soytarı muamelesi yapmasından yana bir sorunun varsa Priscilla’ya bir dilekçe verebilirsin.]
Al’ı alayıyla susturan Subaru, yeniden asıl konuya döndü.
Subaru: [Her şeyden önce Dokuz İlahi General sistemini anlamıyorum. Onları başından beri doğrudan İmparatora rapor veren dokuz General şeklinde gözümde canlandırıyorum ama bu, hepsinin Başkentte olduğu anlamına gelmez mi?]
Priscilla: [Birinci Sınıf Generaller bu ulusun yapıtaşlarıdır. İmparatorluğun gereksiz büyüklüğünü düşününce Başkent ülkenin merkezinde olsa bile hepsi orada olduğu takdirde acil bir durumda nasıl hızla müdahale edebilirler ki?]
Zikr: [Aynen. Ekselanslarının saltanatı sırasında önemli ölçüde azaltılmış olsa da İmparatorlukta için için yanan toplumsal huzursuzluk yangınlarının sonu gelmedi. İmparatorluk Başkentinde sağlam bir dayanak sahibi olmak da İmparatorluğun korunmasını garanti etmek için yeterli değil.]
Subaru: […Başka bir deyişle bahsi geçen Dokuz İlahi General, Başkent dışına dağılmış durumda?]
Priscilla ve Zikr yeni bilgiler verirken Subaru, anlayışlı bir şekilde elini çenesine götürdü.
Benzer bir örnekle Roswaal’a da Lugnica Krallığının Batı Bölgesinin Uç Beyi şeklinde görkemli bir unvan bahşedilmişti ve Krallığın ihtiyaç duyması durumunda hızla harekete geçmek zorundaydı.
Elbette ki bu amaçla topraklarında özel bir ordu kurma izni de vardı. ――Ama Roswaal’ın bireysel gücü, yeterince organize edilememiş bir ordudan çok daha üstündü.
Yalnızca gökten ateş topları yağdırarak rakiplerinin çoğunu tam anlamıyla mağlup edebilirdi.
Subaru: [Düşününce o adam da bayağı hileli bir birim gibiydi… Acaba Dokuz İlahi Generale kıyasla pozisyonu ne olurdu?]
Kuna: [Sorunun cevabını bilmiyorum ama sanırım konudan sapıyoruz, Natsumi.]
Subaru: [Pardon. Neyse, artık Dokuz İlahi Generalin ülkeye dağılmış olduğunu anlıyorum. Mevzu böyleyse hepsinin Başkentteki isyana dahil olmadığını düşünmekte haklı mıyım?]
Abel: [Gördüğüm ve pratik bir açıyla baktığım kadarıyla haklısın demeliyim.]
Diyen Abel, başını sallayarak Subaru’yu onayladı.
Dürüst olmak gerekirse Subaru, pek popüler olmadığı açığa çıkan Abel’in beyanından emin değildi ama kimse çıkıp da itiraz etmediğine göre şimdilik bunu kabul edebilirdi.
Her halükarda Dokuz İlahi Generalin de düşman olmadığı haberi iyiydi.
Galibiyet koşulları gereği ne kadar çok Generali saflarına katabilirlerse bu savaşı kazanma ihtimalleri o kadar artacaktı ki bu da mantıklıydı. Fakat Subaru’nun şüphe duyduğu bir mesele daha vardı ve o da――
Subaru: [Çok fazla soru sorduğum için üzgünüm ama bir sorum daha olacak. Dokuz İlahi General güce göre sıralandıysa önceliği vermemiz gereken bir numaralısı olmalı, öyle değil mi?]
Abel: [Evet öyle, bu algı doğru.]
Subaru: [Öyleyse Reinhard’a karşı çıkabilecek güçte olan kişi, Cecilus’tu, değil mi? Yani mantıklı olanı yaparak o kişinin peşine düşmemiz… yeterli olmaz mı?]
Dört Büyük Ülkede isim yapmış en güçlü dört insandan biri.
Bu dörtlü arasında bahsi geçen Cecilus gerçekten de Reinhard’a rakip olabilecek biriyse savaşın seyrini tek başına belirleyebilecek olma ihtimali bir hayli yüksekti.
Esasında Subaru’nun içerisinde, Reinhard’ın Krallıktaki herkesle dövüşse bile galip gelebileceği şeklinde olağanüstü bir beklenti ve fikir filizlenmişti.
Doğal olarak Reinhard’ın dengi olduğu söylenen Cecilus için de böyle bir varsayımda bulunuyordu.
Ancak――
Abel: […O kişiyi safımıza kattığımız takdirde tüm sorunlarımızın tek hamlede çözülebileceği doğru.]
Subaru: [Öyleyse bu acıklı ifade de neyin nesi?]
Subaru’nun sorusunu çatık kaşlarla yanıtlayan Abel’in ifadesi gerçekten de acıklıydı.
Subaru’nun beklentileri gerçeklerden ırak görünmese de Abel’in kasvetli halinde bir değişim yoktu. Ve küçük bir nefes vererek bunun sebebini açıkladı.
Abel: [Dokuz İlahi Generali safımıza katmamızın galibiyet koşulu olma sebebi, diğer general ve askerlerin de onların askeri emirlerine itaat edecek olması. Yani bayrağının altında ne kadar çok İlahi General olursa sana katılacak birlik sayısı da o kadar çok olur. Bunu anlıyor musun?]
Subaru: [――? Evet, anlıyorum. En güçlü kişiyi safımıza çekmeye çalışalım deme sebebim de bu. Yoksa Cecilus’un İmparatorluğun en güçlü kişisi olduğu söylentisi doğru değil mi?]
Abel: [Yo, onun İmparatorluğun en güçlü kişisi olduğu su götürmez bir gerçek. Ama bir sorun var.]
Subaru: [Ne sorunu?]
Abel: [――O pek popüler biri değil.]
Subaru, bastırılmış bir hüsranla sarf edilen bu kelimeler karşısında bir müddet düşünmeye son verdi.
Ve sorunun ne olduğunu merak ederken işittiği kelimeler, beynine yavaşça nüfuz etti. “Popüler değil” bilgisini doğru bir şekilde sindirdi.
Subaru: [Bunu söyleyen sen misin yani?]
Abel: [Bu bir gerçek. İmparatorluğun Birinci Sınıf Generalleri arasında bir numara ama en ufak bir otorite sahibi değil. Ona güç verecek olsam bile hiçbir şey yapamaz. Onun yapabileceği tek şey adam doğramak.]
Subaru: [Böyle birini ordu generali yapamazsın ki!]
Al: [Hey, hey, sakin ol kardeşim! İmparatorluğun tarzı bu, bunu biliyorsun!]
Cecilus Abel tarafından bu şekilde eleştirilirken Subaru, Al tarafından sakinleştirildi. Ve tek kolunu Subaru’ya dolayan Al, kafasını kaldırıp Abel’e bakarak devam etti.
Al: [Aslına bakarsan ona Birinci unvanı haricinde hiçbir şey vermedin. Belki de ona pozisyonunun hak ettiği otoriteyi vermeyi denemeliydin. Onu tatlı sözlerle kandıran biri tarafından kullanılabilir, anlarsın ya.]
Abel: [O kişinin benden başka biri tarafından kullanılması isteğim dahilinde değil tabii ki. Böyle bir tehlike olsaydı onu daha önce bertaraf ederdim.]
Subaru: [Ama ormanda yapayalnız ve çaresizdin…!]
Dizginleri elinde tuttuğunu söylese de koşullar farklı olduğu sürece yaptığı yalnızca böbürlenmekti.
Her şeyden önce, İmparatorluğun en güçlüsü olarak benimsenmiş birinin kendisini güce adamış Vollachia İmparatorluğunda popülerlik kazanamaması ciddiye alınabilir miydi ki?
Subaru: [Bu kısma ne diyorsun, Zikr-san!]
Zikr: [Ben mi?]
Subaru: [Eh, sen tabii ki. İmparatorluğun bir generali olarak dürüstçe fikrini duymak isterim. Birinci Sınıf general Cecilus hakkında ne düşünüyorsun?]
Bildikleri sorgulanan Zikr, “Peki öyleyse” deyip düşünceli bir şekilde kollarını kavuşturdu.
Sonra da Subaru’nun beklenti dolu bakışları altında birkaç kez kafasını salladı.
Zikr: [Her şeyden önce, Cecilus-dono’nun milli defansımızın yapıtaşı ve Vollachia İmparatorluğunun gücünün sembolü olduğuna hiç şüphe yok. İmparatorluk halkı da onun gücünün ve varlık biçiminin somutlaşmış hali.]
Subaru: [Oh, bu kulağa hoş geldi? Ee, öyleyse mesele ne?]
Zikr: [Bir insan olarak kaygısız, dost canlısı ve herkese karşı neşeli, hoş bir tavrı var. Genel olaraksa…]
Subaru: [Genel olaraksa…?]
Zikr: [Birliklerin çoğu, Cecilus-dono'nun akıl almaz bir canavar olduğundan korkuyor ve onunla daha derin bir düzeyde iletişim kurmanın imkansız olduğunu düşünüyor. Yani Ekselanslarının değerlendirmesinin doğru olduğuna inanıyorum.]
Subaru: [Senin değerlendirmen de keskin bir dönüş yaptı, haksız mıyım!?]
Son ana dek iyi bir insan resmi çizen Zikr, tahlilini kelimeleri büyük bir özenle seçerek tamamlamıştı.
Kimileri onun yalnızca İmparator Abel’in huyuna gitmeye çalıştığını düşünebilirdi ama kaşlarının arasındaki kırışıklıklar buna ne çok çaba harcadığını gösteriyordu, yani muhtemelen doğruyu söylüyordu.
Başka bir deyişle――
Priscilla: [Tek bir hamleyle dengeleri değiştirme arzusuyla Dokuz İlahi Generalin İlkini hizaya getirmeye çalışmak kabul edilemez bir pervasızlık olur. Kafan saçma sapan düşüncelerle dolu değilken nasıl böyle bir fikirle gelebildiğini idrak edemiyorum doğrusu.]
#Aslında ilk generali ikna edip gerisini hizaya getirme düşüncesi çok mantıklıydı. Ama Cecilus denen karakter epey ilginç birine benziyor ve mevcut durumda işe yaramayacakmış gibi görünüyor. Peki bu açıklama ve sitemlerden sonra nasıl bir yol izleyecekler? Bu sorunun cevabını almak için okumaya devam!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..