Cilt 7 Bölüm 42 [ Hırsından Gözü Dönmüş Canavar ] (2/2)

avatar
1831 4

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 7 Bölüm 42 [ Hırsından Gözü Dönmüş Canavar ] (2/2)


Çevirmen : Clumsy



Olbart: [――――]

 

Abel, konuşmasını kısık ama sarsılmaz bir sesle yapmıştı.

 

Bu konuşma işitildiği saniyedeyse Olbart’ın nefesi, birbirine sürten ölü yapraklar misali kesildi. Ve uzun, yoğun kaşlarının altındaki gözlerini kısan ihtiyar, Abel’le göz göze geldi.

 

Subaru, shinobinin aklından neler geçtiğini bilmiyordu ama Abel’in değindiği şeyin Olbart’ın aklını kurcaladığına emindi.

 

Ancak bu――

 

Olbart: [Tek kollu genç, tuhaf bi hareket yapayım deme. Sen de öyle okçu kız, soluk alıp verişin yapacağın şeyi çok belli ediyo.]

 

――Olbart’ın dikkatinin dağıldığı ya da herhangi bir fırsat doğduğu anlamına gelmiyordu.

 

Olbart yüzü hala Abel’e dönük şekilde böyle söylerken Al ve Taritta ikilisi yutkundu.

 

Muhtemelen Olbart’ın Abel’e odaklanışıyla küçük bir fırsat yaratmaya çalışıyorlardı. Fakat bunu akıllarından geçirmiş olmaları bile yıllara dayalı bir gözlem yeteneği olan Olbart’ın gözünden kaçmamıştı.

 

Al: [――Hk, kafanın arkasında da gözün mü var senin?]

 

Olbart: [Yalnızca yeterince hünerli olmadıını söylüyorum. Aradaki fark tecrübede, tecrübe önemli. Ama benim bakış açıma göre çoğu insan tecrübesiz zaten. Bu yaşlı bi adamın çiğnenemeyecek teorisi.]

 

Al’ın homurdanışı karşısında dişlerini göstererek sırıtan Olbart’ın gözleri Abel’in üzerinden bir an olsun ayrılmıyordu.

 

Al ve Taritta’nın kalkışacağı her bir numaradan kafasını dahi çevirmeden kurtulabilirdi. ――Bunu kelimelere dökmüyor olsa da üstün bir insan pozuna bürünmüş olması aklından geçenleri belli ediyordu.

 

Ayrıca şu anda bu durumu tersine döndürecek bir güçleri veya kozları da yoktu.

 

Subaru: [Al.]

 

Diye seslenen Subaru, kafasını sallayarak Al’a bu meseleye karışmamasını tavsiye etti.

 

Subaru Al’ın güç ve becerilerini tam anlamıyla çözememiş olsa da büyük ihtimalle savunmada uzmanlaşmış yetenekli bir savaşçıydı. Arakiya’yla verilen savaştan ve dün kalede yaşananlardan sonra savunan tarafta olmasına rağmen düşman saldırılarından sağ çıkabilme becerisi Subaru’nun bile takdir etmesini gerektirecek düzeydeydi.

 

Ama maalesef “çocuklaşmış” haldeyken bu beceriden tam anlamıyla faydalanamıyor ve sonucunda canından oluyordu.

 

Olbart: [Birinciliği hedeflediiimi söyleyerek beni şaşırttın bak. Neden bi anda böyle çılgınca bi şey söyledin, maskeli genç?]

 

Abel: [Apaçık ortada. Sendeki hırs yalnızca artan yaşın yüzünden dinecek kadar sığ değil. ――Shinobiler beden ve zihinlerini ekstreme zorlarlar ve pek azı böyle bir süreçte başarılı olur. Senin liderleri olduğuna değinmeyeyse lüzum yok… Hırsını doyurduğun vakit, sen ölünceye dek gelmeyecek.]

 

Olbart: [Hmm.]

 

Kollarını önünde kavuşturan Olbart, Abel’in söyledikleri karşısında kısaca başını salladı.

 

Bu asıl konunun kaçırıldığı şeklinde de yorumlanabilirdi ama yanıtsız kalışı, Abel’in savının inanılırlığını arttırıyordu.

 

Aslına bakarsanız Subaru, Abel’in savının doğru olmadığını biliyordu.

 

Olbart’ın asıl niyeti ve shinobi reisinin nihai hedefi, “İmparatoru öldürmek” idi. Dokuz İlahi Generalin bir numarası olmak değil.

 

Bununla birlikte Olbart’ın tepkisi, Abel’in söylediklerinin çok da yanlış olmadığının göstergesiydi.

 

Nihayetinde değindiği şey, Olbart’ın içerisindeki “açlıktı”.

 

Abel, bu açlığın Olbart’ın içerisinde bulunduğu Dokuz İlahi Generalliğin en önemlisi olan Birincilik unvanına yönelik olduğunu tahmin ediyordu. ――Ki bu tahmin mantıksız da değildi.

 

Olbart, shinobi lideri olarak emrinde pek çok astı olan, upuzun bir ömür yaşamış ve artık ihtiyarlığı yüzünden bir nevi prangaya vurulma yükünü taşıyan bir Birinci Sınıf Generaldi―― Peki hayatı boyunca kazandığı her şeyi bir kenara atmak pahasına olsa bile kendi İmparatorunu öldüren shinobi olarak adını tarihe yazdırma arzusunun farkına hangi noktada varmıştı?

 

Abel başkalarını hiç düşünmeyen kibirli ve benmerkezci biri olsa da Vollachia İmparatoruydu―― ve İmparatorluk tahtında oturan varlık olarak yaşamının korunması öncelikliydi.

 

Kaybıyla birlikte İmparatorlukta büyük bir istikrarsızlık yaşanacağının bilincindeydi.

 

Vollachia İmparatoru Abel’in sahip olduğu kaçınılmaz farkındalık buydu. Ve yine bu, onunki kadar güçlü olmasa da diğer insanların da sahip olması gereken bir sorumluluk duygusu olmalıydı.

 

――Ancak Olbart Dunkelkenn, bu duyguya sahip değildi.

 

Onun hırsını tatmin etmek uğruna ölmekten yana bir sıkıntısı yoktu. Etrafındakilerin başına dert açacak olsa bile fark etmezdi.

 

Bu olağanüstü yıkım düşüncesi, Olbart'ın karanlığıydı ve Abel bu karanlığın bilincinde değildi.

 

Ancak――

 

Subaru: [――Olbart-san, sen Birincilik koltuğunun peşinde değilsin, İmparatorun peşindesin, öyle değil mi?]

 

――Natsuki Subaru, Olbart Dunkelkenn’in karanlığına aşinaydı.

 

△▼△▼△▼△

 

――Bir an sonra ortamın rengi, kokusu ve hissiyatı değişti.

 

Olbart: [――――]

 

Olbart, düşmanlıklarına bir şeyleri halledebilme yetisinin eşlik ettiği Al ve Taritta ikilisine doğru dönmeye bile tenezzül etmezken çocuklaşmış Subaru’nun sözleri karşısında gözlerini ona dikti.

 

Evet, bir elinde fincanını tutup diğer eliyle çenesini sıvazlarken dönüp Subaru’ya baktı.

 

Çünkü az önce söylediği şeyin araya kaynamasına müsaade edemezdi.

 

Olbart: [Evlat, yine durduk yere araya girdin, beni şaşırtıyosun.]

 

Subaru: [Bir anda konuşmuş olmam mı seni şaşırttı? Yoksa söylediğim şey mi…?]

 

Olbart: [Doğru tahminde bulunduun için şaşırıp şaşırmadıımı mı soruyosun? Tahminin doğru olsaydı çok tehlikeli bi herif olurdum, kakakakka!]

 

Subaru: [――――]

 

Olbart, ağzını koca koca açıp haz dolu bir kahkahayla Subaru’nun sözlerine gülüp geçmeye çalışıyordu. Ancak Subaru, onun içten içe o kadar da sakin olmadığından emindi.

 

Subaru’nun tek yaptığı, uzun süredir var olan o hırsı dile getirmekti.

 

Ve bu hırs, eyleme dökülünceye dek Abel’in gözlerinin bile göremediği bir karanlığın ürünüydü.

 

Al: [İmparatoru hedefleyip öldürmek mi? Kardeşim, bu senin için bile çok uçuk oldu.]

 

Subaru: [Hiç mantıklı değil, evet, bunun farkındayım. Kötü şöhret edinmekten başka bir faydası da olmaz, öyle değil mi?]

 

Olbart: [Ehh, hiç tanınmamaktansa kötü şöhretli olmayı yeğleme fikrini anlamıyorum diyemem. Ama tek kollu gencin de dediii gibi bu biraz uçuk bi fikir.]

 

Subaru: [Ama açıkça reddetmiyorsun da Olbart-san.]

 

Olbart Al’ın dile getirdiği şüphelere katılırken Subaru, Olbart’ın üstüne gidiyordu.

 

Dürüst olmak gerekirse bunu yaparak tehlikeli bir bölgeye adım attığını biliyordu ama bunu yapmamak gibi bir seçeneği yoktu.

 

Abel Olbart’ı lafa tutarken Subaru bu konu üzerine kafa yormuştu.

 

Olbart’ın kendi hükümdarı olan İmparatoru öldürmek gibi bir hırsı olduğu sürece ne Abel’in gerçek kimliğini açıklayabilir ne de şu anki İmparatorun aslında sahtekar Chisha olduğu söylenebilirdi. Bu pazarlık kozunun ortadan kaybolduğu kesindi.

 

Subaru da bu durumda Olbart’ın ellerinin Abel’in maskesine uzanmasına mani olmak adına önceki “müzakerelerine” taban tabana zıt bir yöntem geliştirmişti――

 

――Yani bu defa kendi elleri yerine Olbart’ın elini açık edeceklerdi.

 

Subaru: [Amacımız dün kalede belirttiğim gibi. Şu anda İmparatorluk tahtında oturan Vincent Vollachia’yı tahtından indireceğiz. Bu senin amacınla da örtüşüyor olmalı.]

 

Olbart: [Hey hey, beni hainin teki gibi göstermesene! İnce bi buz üstünde yürüyosun evlat, beni o kadar korkutuyosun ki altıma işememe ramak kaldı.]

 

Subaru: [Ama ne inkar ediyorsun ne de gerçekleri söylememe mani oluyorsun. Sen İmparatorluğun Birinci Sınıf Generallerinden birisin.]

 

Subaru, yalnızca parmak uçlarıyla yakaladığı bu olası geleceğe tam anlamıyla ulaşmak için adım adım ilerliyordu.

 

Elbette ki bu, Olbart’ın teşkil ettiği tehdidin sona erdiği ya da tehlikenin azaldığı anlamına gelmiyordu. Tek bir yanlış hamlede ortalığın kan gölüne döneceğinin tamamıyla bilincindeydi.

 

Fakat şu anda bu tarz bir konuşmanın mümkün olduğuna ikna olmuş durumdaydı.

 

Olbart ancak Abel’in gerçek kimliği ifşa edildikten sonra harekete geçme kararı almıştı.

 

Abel’i öldürüp yaşama amacını yerine getirmek, Olbart için bir nevi intihar göreviydi.

 

Bu inanç olmadığı takdirde müzakereler esnasında öfkesine yenik düşmeyecekti.

 

Aslında en ufak bir sorumluluk duygusu veya sadakatten yoksun, hırsından gözü dönmüş bir canavar olsa da sahte İmparator tarafından verilen “müdahale etmeme” emrine sadakatle itaat eden bir İlahi General rolünü oynayacaktı.

 

Olbart: [Durum şu ki Ekselansları, burnunun dibinde ona savaş ilan etmiş olmanıza rağmen size müdahale etmememi emretti. Ben söz konusu İmparator olunca deliye dönen Kafma gibi diilim. Bu şehirde tilki kızı düşman edinmek akıllıca olmaz.]

 

Beklenildiği üzere Olbart, Subaru’nun küçültücü denilebilecek sözlerine rağmen güç kullanmaya teşebbüs etmiyordu.

 

Bununla birlikte Subaru’nun ısrarına da çok sıcak bakmıyordu ve doğal olarak bu tavırları, Abel, Al ve diğerlerinin shinobinin bahsi geçen absürt hırslarının gerçek olup olmadığını sorgulamasına yol açıyordu.

 

Ve――

 

Abel: [――Kalbinde yatan, kestiremediğim o art niyet bu olabilir mi öyleyse?]

 

Olbart: [Tanrım, bi türlü anlamıyosunuz. Bu gidişle pes edicem ve sizinle konuşmanın bi faydası olmadığını düşünücem.]

 

Şüpheli grup arasında bu inanılmaz detayları kabullenen ilk kişi Abel oldu.

 

Onun gözlerindeki delici ışıltıların hedefi olan Olbart ise bundan hoşlanmıyormuşçasına bir mazeret uydurdu. Sonuçta daha en başta Subaru ve grubuna kalbini açması için hiçbir sebep yoktu.

 

Doğal olarak onun bu tavırları Al ve diğer savaşçıları gerdikçe geriyordu――

 

Olbart: [Kesin şunu, kesin şunu, bi savaş başlatacak olursanız kaybeden siz olacaksınız. Size söylüyorum, şiddete başvurmama sebebim iyi biri olmam diil, böyle bi emir almış olmam, tamam mı? İlk hamleyi siz yaptıınız takdirde karşılıını vermeye hazırım.]

 

Taritta: [Gah… Bu doğru olabilir…]

 

Henüz savaşmamışlardı ama bir şeylere kalkıştıkları takdirde en başa döneceklerdi. Olbart’ın uyarısıyla yanakları gerilen Taritta, kıstığı gözleriyle Subaru ve Medium’a baktı.

 

Bunu gören Olbart da onaylarcasına kafasını sallayarak,

 

Olbart: [Ufalanları düzelt diyosun, di mi? Ama bu biraz açgözlülük olmuyo mu sence de? Ben hiçbi şey yapmadan gitmeyi düşünüyorum, tamam mı?]

 

Medium: [Ama İhtiyar, bizi sen küçülttün, öyle değil mi? Bizi normale döndürebilecek başka biri var mı ki?]

 

Olbart: [Bu konuda hiç düşünmemiştim cidden… Kızım, sen aslında kaç yaşındasın?]

 

Medium: [Ben mi? Kaçım ki, yirmi herhalde?]

 

Olbart: [Öyleyse belki bir on yıl kadar beklersen normale dönersin? Emin diilim gerçi.]

 

Medium elini kaldırıp bir soru sorarken aldığı kaba yanıt karşısında yanakları kızardı. Olbart’ın her zamanki şaşırtıcı tavırları gündemde olsa da yanıtı, Subaru ve diğerleri için can sıkıcıydı.

 

Ama ondan zorla yanıt alacak ya da yaptığı şeyi düzeltmesini sağlayacak bir yol olmadığı ortadaydı.

 

Lakin――

 

Subaru: [Öylece toplanıp eve dönemeyeceğini biliyorsun. Olbart-san, senden bir müddet daha bizimle kalmanı istemek durumundayım…]

 

Olbart: [Ama ben kalmak istemiyorum. Siz bana ihtiyarın teki gibi davranıyosunuz ve ben de önünde kısa bi ömür kalmış bi ihtiyar olarak o kısacık ömürde kiminle konuşacağımı seçme hakkına sahibim.]

 

Abel: [――Öyleyse sana İmparatoru öldürme fırsatı sunacağım.]

 

İşte o anda Subaru, atmosferdeki ani değişim karşısında soluksuz kalarak bu cümleyi kurmuş olan Abel’e baktı.

 

Abel’in yaptığı şey kendi hayatını teraziye koymaktı ve bu söylemi Olbart’ın “Oioi” diyerek kafasını kaşımasına yol açtı.

 

Olbart: [Çıkarımınızın yanlış olduunu daha kaç kez söylemem gerekecek? Hafızanızın benden de kötü olması berbat diil mi?]

 

Abel: [Amaçladığın şey İmparatorun canını almaksa geçmişte pek çok fırsatın oldu. Ama bu fırsatları değerlendirmedin. ――Sebep de İmparatoru koruyan Yang Kılıcının Ateşiydi.]

 

Olbart: [Oh…]

 

Abel: [O ateşin üstesinden nasıl geleceğini açıklayabilirim.]

 

Bunu duyan Olbart’ın ifadesi değişti, o ana kadarkinden oldukça farklı bir çehreye büründü.

 

Kaşlarını çattı ve bariz bir şaşkınlıkla oni maskeli Abel’i izledi. Abel’se koltuğundan kalkarak tüm görkemiyle karşısına dikildi.

 

Subaru: [Yang Kılıcının, Ateşi…]

 

Subaru, bunun ne anlama geldiğinden emin değildi.

 

Ancak Olbart için öylesine şok edici bir bilgiydi ki karşı tarafın o ana dek yansıttığı tüm duyguları aşarak onu sahiden çözebilmesi mümkün hale gelmişti.

 

Konuşmaya bakılırsa ortada Vollachia İmparatorunu koruyan bir tür sır vardı ve Olbart’ın bugüne dek hırsını tatmin edememiş olma sebebi buydu.

 

Abel’se bu prangaları aşıp üstesinden gelmeye yönelik bir yöntem vadediyordu.  

 

Olbart: [―― Tek yaptıının yüzünü gizleyip ihtiyarları umursamamak olduunu düşünmüştüm ama kimin nesisin sen? Böyle meselelerin şakası olmaz.]

 

Abel: [Böyle bir noktada şaka yapan, safsatalar üreten birinin bu kudretli İmparatora başkaldırabileceğini mi zannediyorsun gerçekten? Eğer öyleyse ya akıl sağlığından yoksun bir deli ya da çok sinirli, mühim bir adam olmalıyım.]

 

Olbart: [Ve sen her ikisi de değilsin, di mi?]

 

Abel: [Haliyle.]

 

Abel, Olbart'ın sorusuna tutarlı bir şekilde yanıt verdi.

 

Subaru, ciddi miydi, yoksa rakibini mi kandırıyordu sorusuna cevap veremiyordu. Belki de Abel denen adam sahiden mühim biriydi ya da delinin teki ya da her ikisi birden.

 

Olbart: [――――]

 

Her halükarda Olbert, Abel’in yanıtı karşısında bir süre sessizleşti.

 

Gür kaşlarını çattı, artık iyice soğumuş olan fincanını dudaklarına götürdü. Sonra da boşalan fincanı kibarca yanındaki sehpaya yerleştirerek,

 

Olbart: [Ateş Zamanı çanından bahsediyordunuz sanırım.]

 

Subaru: [Ha?]

 

Bu ani soru karşısında Subaru’nun ağzından aptalca bir ses kaçtı.

 

Ancak Medium saniyesinde “Doğru~” yanıtını vererek kafasını salladı. Ve ufalmış olan bedeniyle pencereyi, yani ötesindeki Kırmızı Lapis Kalenin görkemini işaret ederek,

 

Medium: [Yorna-chan bizi bekliyor, yani küçük kalmayı sürdürürsek başımız derde girecektir.]

 

Olbart: [Yorna-chan! Kakakakka! Cidden gözü pek birisin, küçük kız.]

 

Medium: [――?]

 

Medium’un Yorna’ya “chan” şeklinde hitap edişini işiten Olbart, hayretler içerisinde kafasını eğdi.

 

Sonra da artık sakinleşmiş şekilde onunla aynı şeyi yapıp parmağıyla işaret ettiği Kırmızı Lapis Kaleye baktı ve “Haklısın” diye mırıldandı.

 

Olbart: [Ekselansların canına göz dikip dikmediim bi kenara, Vollachia İmparatorunu koruyan Yang Kılıcının üstesinden nasıl gelineceğini öğrenmek kesinlikle ilgimi çeker.]

 

Subaru: [――Hk! Madem öyle…]

 

Olbart: [Oh, hadi ama, daha çok erken. Evet, seni umutlandıran benim ama aklımda bi sürü şey var. ――Öyleyse, bi oyun oynamaya ne dersiniz?]

 

Subaru: […Oyun mu?]

 

Olbart: [Hı hı, bi oyun. Bu hoşuna gider, di mi? Evlat.]

 

Olbart parmağını Subaru’nun burnunun dibine doğrultarak böyle söylerken Subaru, geriye doğru eğildi.

 

Gözleri bu harekete tam anlamıyla ayak uyduramayınca da olduğu yerde kaskatı şekilde kalakaldı.

 

Olbart, başlangıç olarak bir tür koşul ya da bir “oyun” öne sürüyordu.

 

Subaru’ysa yok olmaktan kurtulmanın ve bu durgunluğa bir son vermenin yolu bu oyundan mı geçiyor bilemiyordu ama――

 

Subaru: [Ya hayır dersek?]

 

Olbart: [Bu durumda istediiniz hiçbi şeyi elde edemezsiniz.]

 

Subaru: [――――]

 

Olbart: [Bu arada, madem istediimi sandığınız şeye sahipsiniz, öyleyse shinobi tekniklerimin ardı arkası kesilmiycektir.]

 

Olbart, yanıt apaçık ortadaymışçasına bu acımasızca beyanda bulundu.

 

Bu sırada gülümsüyordu; solgun, bulutlanmış gözlerinin derinliklerinde titreşen karanlık duygularsa insanın içini ürpertiyordu.

 

Dışarıdan barışçıl ve uyumlu bir konuşma gerçekleşiyor gibi görünse de esasında acımasızca başkalarının hayatını gasp ettiği shinobi tekniklerini kendine saklıyordu.

 

Abel: [Aklında hangi oyun var?]

 

Şartlarını dile getirdiği anda onunla karşılaşmaktan kaçınmak imkansız hale gelmişti. Abel de aynı şeyi sezmiş olacak ki bunu açıkça dile getiremeyen Subaru’nun aklındaki soruyu seslendirdi.

 

Ve Olbart, kafasını sallayıp onay vererek “Doğru ya” dedi.

 

Olbart: [Tilki kızın davetine fazla vaktiniz kalmadı ve bana da sizin işlerinize burnumu sokmamam söylendi, yani benim de biraz acelem var… Oh, bu harika olur.]

 

Subaru: [Kimin için harika, Olbart-san? Bizim için mi?]

 

Olbart: [Her ikimiz için de.]

 

Subaru’nun bitkin sorusunu sırıtarak karşılayan Olbart, ellerini gösterdi.

 

Sonra da kendilerini hazırlayan Subaru ve grubuna dönerek şöyle dedi:

 

Olbart: [――Ebelemece.]

 

Herkes: [――――]

 

Olbart: [Eskiden köyümdeki gençlerle oynardım. Kavraması kolay, öyle diil mi?]

 

#Ebelemece mi? İşin içinde bir bit yeniği olmasa bile tıfıl ihtiyar Olbart ve çocuklaşmış grubun ebelemece oynadığını düşündükçe içim ürperiyor :D Bu oyun talebinin altından ne çıkacağınıysa çok merak ediyorum. Subaru’nun bu seferki stratejisinin işe yarayıp yaramayacağını da. Pek yakında cevap alacağız sanırım. Bu arada sıradaki bölüm epeyce uzun, o yüzden üçe böleceğim. Bu hafta içi ilk kısmını mutlaka atarım, hadi orada görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44250 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr