Cilt 7 Bölüm 43 [ Gözkapaklarının Ardında Saklı ] (1/3)

avatar
1988 4

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 7 Bölüm 43 [ Gözkapaklarının Ardında Saklı ] (1/3)


Çevirmen : Clumsy



――Boğuk bir sesle yapılan bu teklif, Subaru ve diğerlerini fena halde şaşırtmıştı.

 

Herkes: [――――]

 

Subaru’nun grubu “çocuklaştırmaya” maruz kalmıştı ve bunun suçlusu Olbart Dunkelkenn’di.

 

Çocuklaştırmayı geri almasını sağlama amacıyla Olbart’la anlaşmaya çalışan Subaru ve grubuna o ihtiyara―― yo, bedenleri ve zihinleriyle oynayan o canavara yaraşır bir koşul sunulmuştu; hem de işitince insanın kalbini sarsan, tuhaf bir koşul.

 

Sonuçta――

 

Subaru: [Ebelemece, oyunu mu…?]

 

Onun bulunacağı talebin mantıksızlığından korkan Subaru, duyduklarını sorgulamadan edemiyordu.

 

Subaru’nun seslenişini işiten Olbart ise ellerini havaya kaldırdı ve merakla kaşlarını çatarak,

 

Olbart: [Bu sorgulama neden? Ebelemece oynamayı bilmediini söylemiceksin herhalde, di mi?]

 

Subaru: [Tabii ki biliyorum. Yalnızca bu durumda karşılaşacağım bir kelime olmasını beklemiyordum.]

 

Nasıl sunarsanız sunun, “ebelemece” yalnızca bir çocuk oyunuydu.

 

Altında başka bir anlam yattığına inanmak zordu. Gerçi söz konusu shinobi köyünde oynanan bir ebelemece oyunuysa eşsiz kurallar koyulma ihtimali de vardı.

 

Mesela――

 

Subaru: [“Oyun esnasında can almak kurallara karşı diil gerçi” gibi bir şey diyebilirsin mesela.]

 

Olbart: [Kakakakka! Tabii ki demem. Böyle bi saçmalık popüler olsaydı shinobiler şimdiye tarihten silinmiş olurdu. Hem de benim, liderlerinin ellerinde. Bu hoş olmazdı, di mi ama?]

 

Olbart Subaru’nun endişelerini yatıştırmaya çalışsa da Subaru, vahşi tavırlarını ve şu ana kadarki söylem ve eylemlerini hesaba katarak onun gerektiğinde ellerini kendi halkının kanına bile bulayabilecek biri olduğu inancındaydı.

 

Dürüst olmak gerekirse shinobi köyü çoktan yakılıp yıkılmış olsa bile şaşırmazdı.

 

Abel: [――Bu ebelemece şeyi nasıl olacak peki?]

 

Ancak bolca şüpheyle yanıp tutuşan Subaru’nun aksine Abel, devam etmekte ısrarcıydı.

 

Yanaklarına bir gülümseme yayılan Olbart ise “Oh” diyerek,

 

Olbart: [Beklediğiimden daha hevesli görünüyosun, maskeli genç.]

 

Abel: [Saçmalık. İmrendiğin bilgilere sahip olduğumuzu ilan ettiğimiz anda bu oyunu es geçebileceğimiz noktayı geride bıraktık zaten.]

 

Olbart: [Kakakakka! Ehh, sanırım haklısın.]

 

Diyen Olbart, kendisini hiç tutmadan, ağzı yırtılacakmışçasına kuvvetli bir kahkaha patlattı.

 

Aslına bakarsanız Abel haklıydı. Olbart’ın düşüncesiyse merhametten yoksundu. Bu ebelemece oyununu kazansa da kaybetse de istediği bilgiyi elde edecekti.

 

Bu oyunun amacıysa Subaru ve grubuna söz konusu bilgiyi pazarlık sonrası mı, işkence sonrası mı vereceklerini seçme şansı tanımaktı.

 

Olbart: [Neyse, bu “ebelemecenin” özel bi yanı yok cidden. Bi taraf kaçıcak, diğer taraf da onu yakaliycak… Oh, kaçan taraf ben olsam daha iyi olur. Anlarsınız ya, koca bi grubu etrafta kovalamak yaşlı bi adamın enerjisini fazla tüketir.]

 

Medium: [Yani İhtiyarı yakalarsak kazanıyoruz? Anlaşılması kolaymış.]

 

Taritta: [Anlaşılması kolay, ama…]

 

Kuralları açıklayan Olbart, Medium’dan iyimser, Taritta’dansa kötümser bir tepki aldı.

 

Subaru’nun tepkisi de Taritta’ya daha yakındı. Evet, kurallar basitti ve müdahaleye yer yoktu. ――Başka bir deyişle her şey yeteneğe bağlıydı.

 

Ama söz konusu yetenek olduğunda Subaru’nun tüm grubunun toplamı bile Olbart’ın yeteneğinin yanından yakınından geçemezdi.

 

Olbart: [Ehh, tüm bu ufaklıklarla biraz zor olabilir gerçi. Bu durumda koşulları biraz gevşetebiliriz.]

 

Taritta: [Ve bu ufalmanın ardındaki kişi hiç suçluluk duymuyor…!]

 

Olbart: [Hadi ama, bu kadar canını sıkma. Parmağın kirişten ayrılırsa kendimi savunmak için iyi bi sebebim olur ve işler çok daha kolaylaşır.]

 

Taritta: [――――]

 

Olbart odadaki yüzlere bakıp omuz silkerken Taritta azıdişlerini birbirine sürttü.

 

Canavar ihtiyarın belirttiği gibiydi; Taritta’nın yayı hala Olbart’a çevriliydi. Ancak o yayın hedefi olan Olbart, bunu ifadesiz bir yüzle hiçe sayıyor, hatta bir pazarlık kozu olarak kullanıyordu.

 

Taritta’nın zihnindeki kargaşayı hayal etmek zor olmasa gerekti. Ama şu an için öncelikleri――

 

Subaru: [Koşulları gevşetmekten kastın nedir?]

 

Olbart: [Ebelemece oynama şeklimizden bahsediyorum. Beni ebeleyince kazanmaktansa beni bulunca kazanmaya ne dersiniz? Ama bunu üç kez yapmak zorundasınız.]

 

Subaru: [Üç kez…]

 

Olbart: [Evet, üç kez saklanacağım. Siz de beni üç kez bulmaya çalışcaksınız. Bulamazsanız kaybedersiniz. Bu durumda ebelemece olmaktan çıktı, aramaca oyunu oldu… yo, bu da kulağa bi tuhaf geldi.]

 

“Pek hoş olmadı gibi” diyen Olbart, düşünceli bir şekilde kafasını eğdi.

 

İhtiyarın önerisini işiten Subaru’nun ağzından dökülense――

 

Subaru: [――Saklambaç mı?]

 

Olbart: [Oh evet, bu güzel bi isim. Böyle diyelim en iyisi.]

 

Parmaklarını şaklatan Olbart, “saklambaç” kelimesini onayladı.

 

Ve uzatmış olduğu ellerinin birer parmağını kaldırıp herkesin görebileceği şekilde sağı solu işaret ederek,

 

Olbart: [Ebelemecede beni bi kez yakalamanız gerekecek. Saklambaçtaysa üç kez bulmanız. ――Hangisinde kazanma şansınızın daha fazla olduğunu söylememe gerek yok herhalde, di mi?]

 

Olbart’ın tek gözünü kapatarak bu soruyu sormasıyla Subaru’nun iç çekmesi bir oldu.

 

Olbart haklıydı, üzerinde daha fazla düşünmeye gerek olmayan bir soruydu. ―― Subaru, Olbart gibi üstün güçte biri söz konusuyken ebelemece oyununda şanslarını denemenin bir anlamı olmadığını biliyordu.

 

Biliyordu, ama――

 

Al: [Fazla naziksin sanki. Bize kazanma şansımızın daha fazla olduğu bir yöntem önerince işin içinde bir bit yeniği olduğundan şüphelenmemek elde değil.]

 

Olbart kazanma şansları olsun diye uğraşırken Al, bu şekilde çıkıştı.

 

Çıkartmış olduğu miğferinin yerine kumaş sarınmış olan Al’ın sesi hem gençliğin verdiği bir tizliğe sahipti hem de anlaşılması zor olmasa da kumaş nedeniyle bir nebze toktu.

 

Onun ağzından dökülenleri işiten Olbart, omuz silkti.

 

Olbart: [Oioi, beni ne pahasına olursa olsun kazanmak isteyen ihtiyarın teki sanma hatasına düşme, genç. Benim gözümde sizin kazanmanız daha iyi, tamam mı? Bunu sizin dinlenmeye değer olup olmadıınızı çözmek için yapıyorum.]

 

Al: [――――]

 

Olbart: [Söyleyeceğiniz şeyler çok ilgimi çekiyo. Ama rastgele bi yalana kapılıp da Ekselanslarına olan sadakatim sorgulandı diye emeklilik birikimlerimden olmak istemem. Buna mani olmak için de tembel saksımı çalıştırıp bu planı yaptım işte.]

 

Diyen Olbart, sol ve sağ işaretparmaklarını sallayarak ilgisizce bu yanıtı verdi.

 

Ancak bu yanıt, Al’ın şüphelerini dindirmedi. Yine de makul bir yanıttı ve Al, olayı daha fazla irdelemek konusunda tereddüde düşmüşe benziyordu.

 

Subaru da Olbart’ın doğruyu söylediğine inanacak kadar tasasız değildi.

 

Fakat çok az vakitleri vardı ve bu başarılı shinobi dehasının aklından geçenleri çözecek kadar bilgiye sahip değillerdi.

 

Bu esnada Yorna’nın koymuş olduğu zaman sınırı da yaklaşıyor, vakitleri anbean daralıyordu.

 

Olbart’ın elverişsiz iki teklifinin her ikisi de―― en iyi seçenek sayılmazdı ve onlardan kurtulmanın bir yolunu bulma ihtimalleri sıfıra yakındı.

 

Başka bir deyişle Subaru elinden gelen her şeyi yapmış ve yine de bu duruma ulaşılmıştı.

 

Abel: [――Teklifini kabul edeceksek bazı meseleleri netleştirmemiz gerekir.]

 

Olbart: [Oh, nası yani?]

 

Abel: [Kendi ağzınla söyledin. Bize daha fazla kazanma şansı tanımak istiyorsan nafile uğraşlara fazla yer bırakmamalısın―― Yani karşılıklı taleplerimiz açıklığa kavuşturulmalı.]

 

Olbart: [――. Kakakakka.]

 

Aynı sonuca daha erken varmış olan Abel, tek gözünü Olbart’a dikmiş şekilde sözlerinin devamını getirdi.

 

Oyunun kurallarının netleştirilmesi―― açıklama talebinin ardında yatan şey açıktı. Oyunu ve içeriğini kabul etme kararı aldıklarının göstergesiydi.

 

Abel’in sessizce kıkırdayan Olbart’a diktiği gözleri alev alev, parıl parıldı.

 

Ve en sonunda――

 

Abel: [――Oynayalım bakalım.]

 

△▼△▼△▼△

 

――Bunu takiben iki taraf arasında üç büyük koşulda anlaşmaya varıldı.

 

Birinci koşul, “karşı tarafa zarar vermek yok” idi.

 

Olbart canı istediği takdirde herkesi öldürebilecek yetiye sahipti. Onun cesaretini kıransa sahte İmparatorun emirleri ve Yorna konusundaki temkinliliğiydi.

 

Yine de bu garantiyi almaları önemliydi, çünkü durum bunu gerektirdiği takdirde kendisine verilen emirlere itaatsizlik etmekten çekinmezdi.

 

İkinci koşul, “saklanılacak yerleri şehrin içiyle sınırlı tutmak” idi.

 

Madem kazanma şanslarının artması isteniyordu, öyleyse adaleti sağlamak adına oyun alanı da kısıtlanmalıydı. Elbette ki şehir sınırları bile oldukça genişti.

 

Ancak Subaru’nun kabul ettirdiği koşullar bu konuda iş görecek olmalıydı.

 

Son koşulsa “galibiyet şartlarını netleştirmek” idi.

 

Kazanma şanslarının daha fazla olduğuna inandıkları için saklambaç oynamakta karar kılmışlardı. Bu durumda hiç kimse galip gelmek istemelerini yanlış bulamazdı.

 

Öyleyse――

 

Subaru: [Ebelemeceyle saklambaçta farklı kazanma ihtimallerimiz olduğunu biliyorum ama üç kez şartı neden? Bu kadar pinti olma, sadece bir kez oynasak olmaz mı?]

 

Olbart: [Kakakakka! Bu biraz açgözlülük olur, genç. Bak ne diycem. Bi kez galip gelirseniz muhtemelen şans eseridir. Ama üç kez tekrarlanırsa yeteneğinizin göstergesidir.]

 

Subaru: [Kimileri şansı da yetenek olarak görür, anlarsın ya?]

 

Olbart: [Bunu söylemek istemezdim ama ben şansa inanmam. Demek istediim, İmparatorluk halkının çoğu buna inanıyo. Ağzından lanet olasıca şeyler dökülüyo, haksız mıyım?]

 

Bu, liyakatin üstünlüğüne dayalı bir imparatorluğa özgü, kaçınılmaz bir düşünce yapısıydı.

 

Şans veya şanssızlık diye bir şey yoktu ve her şey kişinin yeteneğine bağlıydı. Bu tavırsa bir sığınağı olmadan yaşayamayanlar için boğucuydu.

 

Örneğin derslerini asan Subaru’ya bu İmparatorlukta yer olmazdı.

 

Olbart: [Ayrıca, küçülmüş üç kişi varken neden üç kez oynamayalım ki? Hemen oracıkta bulduum bi teknik için mantıklı bence.]

 

Abel: [Öyleyse seni bulduğumuz her seferde birini eski haline döndüreceksin?]

 

Olbart: [Oh, şimdi de benden faydalanmaya çalışıyosunuz. Bu teknik ayrıntıyı unutalım en iyisi.]

 

Diyerek ellerini sallayan Olbart, Abel’in önerisini reddetti.

 

Her halükarda bu meselenin de çözüme kavuşmasıyla incelenmesi gereken başka bir şey kalmamış olmalıydı.

 

Yani――

 

Olbart: [Eh, hadi oynayalım öyleyse.]

 

Subaru: [Olbart-san, küçük bir detayın üstünden geçmek istiyorum… Bizim fiziksel olarak erişemeyeceğimiz bir yerde saklanmak yok. Hiçliğin ortasına saklanırsan elimizden hiçbir şey gelmez.]

 

Olbart: [Detaylar konusunda çok titizsin cidden, öyle diil mi? ――Neyse, sen söylemesen de böyle bi şey yapmazdım zaten.]

 

Subaru: [――――]

 

Olbart: [Bak ne diycem, ne pahasına olursa olsun kazanmak istemiyorum dediimde ciddiydim, tamam mı? Ama şunu da unutmayın, bu sizin sınavınız.]

 

Başka bir deyişle onların hünerlerini, kurnazlıklarını ve zekalarını gözlemleyecekti.

 

Olbart cömert ve babacan biri gibi görünse de iş birinin icabına bakmaya geldiğinde acımasızlaşıyordu.  Birinin ilgisine layık olmadığına hükmettiği takdirde hiç merhamet göstermeksizin iç organlarını etrafa saçabiliyordu.

 

Subaru araya girmemiş olsaydı şimdi bile aynı şeyi yapardı.

 

Ama――

 

Olbart: [――Maskeli gencin bunu gözden kaçırcağını düşünmemiştim.]

 

Çenesiyle Abel’i işaret eden Olbart, yaşını gizlemeyen kurnazca bir gülümseme sergiledi.

 

Subaru’ysa sinirine rağmen Abel ve Al’a kaş göz yaptı ve onların onayını aldıktan sonra eldiven atmak için kendisini hazırladı.

 

Subaru: [Biz kazanırsak, bizi normale döndürmeni sağlayacağım.]

 

Olbart: [Ben kazanırsam da normale dönmek için on yıl beklemeniz gerekecek. Ehh, Ekselansları ve tilki kız kararlarını gözden geçirecek olursa sırlarınızı kendi yöntemlerimle öğrenirim artık.]

 

Bahsettiği yöntem, shinobi köyünde aktarılan bir shinobi tekniğiydi―― Olbart’ın kara gözlerine bakan Subaru’nun içini bir korku dalgası kaplıyor, o yöntemin işkenceye bağlanabileceğini hissediyordu.

 

Sonrasında, ihtiyar ilk saklanma noktasına geçmeden sorduğu soruysa,

 

Subaru: [――Ee, ilk ipucu nedir?]

 

Ciddi bir oyun söz konusu olsa dalga mı geçiyorsun dedirtecek cinstendi.

 

Fakat Olbart, bu soruya gülüp geçmedi. Çünkü bu, Subaru’nun Olbart’ı saklambaç oyununda kabul etmeye zorladığı bir galibiyet koşuluydu.

 

Daha önce de bahsedildiği üzere an itibarıyla “çocuklaşmış” oldukları için Olbart onları dövüş becerileri veya fiziksel kabiliyetleriyle değil, düşünce yapıları ve yaratıcılıklarıyla değerlendirecekti.

 

Basitçe dile getirmek gerekirse bu, “aptallarla uğraşmak istememe” şeklindeki doğal bir duygudan ibaretti.

 

Olbart: [Öncelikle bi deneme yapıcam… Bu hanın yakınlarında, “gözkapaklarınızın ardında” saklanıcam.]

 

Subaru: [――Gözkapaklarının, ardında.]

 

#Ebelemece oyunu üç galibiyet koşullu bir saklambaca dönüştü. İhtiyarımız saklanacak, bizimkilerse onu üç kez bulmaya çalışacak. İlk ipucu ‘behind your eyelids’, yani ‘gözkapaklarının ardında’ kelimesi kelimesine doğru bir çeviri ama muhtemelen burnunuzun dibinde saklanacağım gibi bir şey söylemeye çalışıyordur. Bir sonraki bölümde bunu daha iyi anlarız herhalde. Orada tekrar görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43991 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr