Gözlerini önüne dikerek düpedüz bir saçmalık gevelemişti.
Birini sevmek, hele de böyle bir anda inanılmaz absürt olurdu. Her şeyden önce Subaru tam olarak ne yapması gerektiğini bilmiyordu ki birini sevmek öyle eften püften bir iş değildi.
Evet, Yorna’nın iyi bir insan olduğuna inanıyordu ve güzel de bir kadındı ama――
Yorna: [Evlat! Eğer beni seversen, o yaralar da…]
Olbart: [Kakakakka! Oioi, isteğin de böylesi yani, cidden ama küçük hanım. Çok iyi bildiğimden diil ama sevgi öyle kolay filizlenmez, haksız mıyım?]
Yorna: [Sessizliik!]
Arkasından kendisiyle alay eden Olbart’a kükreyen Yorna’nın gözlerine derin bir ton yerleşmişti.
Yakınlarında yaşanan bu olaylara tanık olan Subaru’ysa yavaş yavaş varan acı dalgalarını kabullenircesine bir hazırlıkla kesik nefeslerini tekrarlıyordu.
Göz kürelerinden biri patlamış, biri de yerinden çıkmış olsa da hayati bir yara almamıştı.
Louis’in aksine kendisinin kafası hala yerindeydi. Tabii yakın zamanda ölümüne bir acı çekeceğinin farkındaydı. Çığlıklar atıp bağırıp çağırarak Yorna’ya epey sorun yaratacağından emindi.
Ve daha fazla sorun yaratmak istemiyordu――
Yorna: [Evlat.]
Edilen tek bir kelimeyle birlikte bilinci hareketlendi.
Derken Yorna’nın ciddi suratı, anlık bir fırsatı değerlendirerek saldırıya geçmişçesine burnunun dibinde belirdi.
Subaru: [――――]
Ve Yorna’nın dudakları, Subaru’nunkilerle buluştu.
Yüzüne yumuşak bir hissiyat ulaşan Subaru, kadının nefesini çok yakından hissedebilir hale geldi. Öpüldüğünün farkına varmasıysa biraz zaman aldı.
Sebep kısmen gençleşmiş olmasıydı, kısmen de bu konuda pek tecrübeli olmayışı. Sahip olduğu kısıtlı hatıraları epey geride kalmıştı ve onları çok ama çok etkileyici bulsa da bu seferki――
Yorna: [Dudaklarım ucuz değildir. Artık…]
Öpücüğün sonlanışıyla Yorna yüzünü geri çekti ve yarım kalan cümlesini kurdu. Yine de bu, Subaru’nun o cümlenin nasıl devam edeceğini az çok anlamasına yetti.
Söylemeye çalıştığı şey―― ‘Artık beni sevebilir misin?’ idi.
Subaru Yorna’yı severse işler değişecekti.
Muhtemelen bu, Yorna’nın gücünün kökü ya da kökeni gibi bir şeydi.
Fakat――
Subaru: [Hoşlandığım bir kız var zaten, o yüzden…]
Subaru’nun kırmızıya bulanmış görüşünün öte yanında, şimdi uzaklarda olan o kız belirmişti.
Onun gülümseyen yüzünü izlemek kalbini hızla çarptırıyordu. Dolayısıyla Yorna’yı sevemezdi.
Evet, Yorna’yı sevemezdi ve bunu duyan Yorna’nın gerginleşen yüzüne ağır bir hüzün yerleşmekteydi. Tanık olunması zor bir manzaraydı.
Olbart: [――Ehh, kadın erkek ilişkileri her zaman pek iyi sonuçlanmıyo.]
Ansızın hüsranı andıran bir sesin yükselişiyle Subaru’nun görüş alanı bütünüyle değişti.
Subaru: [――――]
Yorna’nın hemen yanı başında olan yüzü gözden kayboldu ve görebildiği tek şey kırmızıya boyanan gökyüzü oldu.
Manzarası, Louis’in ışınlanışında olduğu gibi ani bir değişim geçirdi. ―― Yo, bu seferki farklıydı.
Louis’in ışınlanışında olduğu gibi olsaydı dünya daha farklı, daha canlı bir şekilde yansırdı.
Ama Subaru’nun başına gelen şey çok daha sert, çok daha ağırdı. Dünyası dönüyordu ve ışınlanma anındaki kesintinin aksine bu defa her şeyi yerden, daimi bir düzlemden izliyordu.
Yorna dizlerinin üzerine çökmüş şekilde Subaru’nun aşağısında, Olbart da onun hemen önündeydi. Yorna’nın yanı başında yere yığılmış bedense Louis’e ait olsa gerekti.
Ve oracıkta, Yorna’yla Olbart’ın arasında duran biri daha, bir şey daha vardı.
O da――
Subaru: [――Ah]
――Kafasını yitirmiş genç Subaru’nun bedeniydi.
Olbart: [Tanrım, bi çocuğu öldürmek zihnen zor oluyo. Eh, fiziksel olarak daha kolay tabii, di mi ama?]
Yorna: [İhtiyar――!]
Kan dondurucu bir çığlık eşliğinde Yorna’nın bedeni Olbart’ın üzerine atıldı. Olbart bu saldırıyı karşılarken ikisinin bedenlerinin çarpışışı Kırmızı Lapis Kalenin şiddetle sarsılmasına yol açtı.
Kale sallandı, çatırdadı, parçalandı ve yıkım bir kez daha yayıladururken bir şey yaşandı.
Ancak Subaru, o andan sonra yaşanan hiçbir şeyi anlayamadı.
Evet, hiçbirini anlayamadı. Ve o hiçbir şeyi anlayamazken kafası çatıdan sekti――
Sekti ve――
△▼△▼△▼△
――Karanlık, karanlık bir boşluğa çekildi.
???: [――――]
Bomboş bir yerdi; elleri, ayakları yoktu ve öylece süzülüyordu; akıl alır gibi değildi, ne yer vardı ne de gök. O süzülürken hiçbir şey sallanmıyor, hiçbir şey direnmiyor, hiçbir şey tecrübe edilmiyor, hiçbir şey titreşmiyordu.
Hem daha önce defalarca tattığı bir şey gibiydi hem de ilk defa karşı karşıya kaldığı bir şey gibi.
Öylece sürüklenip gitmeye benzerdi, buna son derece yakındı.
İşte o sonu gelmez görünen karanlığın, siyahlığın tamamen hükmettiği o boşluğun içerisinde bir yankı mevcuttu.
Bir yankı, artık var olmayan kalbinin çarpmasına neden olan, ağlayan birine ait mutsuz bir haykırışın yankısı.
???: [Seni seviyorum.]
Evet, bunlar sevgi sözcükleriydi.
Sevilmek isteyen, sevilmeyi talep eden, sevilmek için yakaran, gecikmiş bir sevgiyi arzulayan bir sese aitti.
???: [Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum.]
Esasında bu sevgi birikiminin bin bir duyguyla dolu olması gerekirdi.
Mutluluk, öfke, hüzün, neşe ve daha nicelerinden oluşan bir duygu tufanı taşıması gerekirdi.
Lakin bu ebedi karanlığı dolduran sevgi tek bir duygudan ibaretti.
???: [Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum――]
Fıldır fıldır dönen o sevginin bütününe, o duyguların bütünlüğüne tıkıştırılmış tek duygu “hüzündü”.
Mutsuzluk, acı taşıyan, gözyaşlarına hayran, üzgünlüğün yıprattığı bir hüzün.
Ve ardı arkası kesilmeyen gözyaşları vardı.
O sonu gelmez ağlayışlar, sırf onları işittiği için ölmeyi arzulamasına yol açıyordu.
Sevgi mutsuzluktu, sevgi mutsuzluktan oluşuyordu, sevgi hüzünden doğmaydı, yıpratıcı bir yıpranıştı.
İşte böylece hıçkıra hıçkıra ağlayarak, sevgi üzerine sevgi taşıyarak, hüzünle yıpranarak son noktada birleşiyorlardı.
???: [――Neredesin?]
△▼△▼△▼△
Olbart: [Senin ve bu şehirdeki vatandaşların epey güçlü olduğu söyleniyodu sanki, ama… Benim köyümdekilerden güçlü müsünüz acaba?]
Yorna: [――Seni şerefsiz!]
Dönüp duran kırmızılığın bir dönüş gerçekleştirişiyle birlikte kulak zarlarına gergin sesler ulaştı.
Biri yaşlı bir adama, biri de bir kadına ait o seslerin sahibinin―― Olbart ve Yorna olduğunu anlayabiliyordu.
Evet, orasını anlayabiliyordu ama anlayabildiği yegane şey de buydu.
Subaru: [Hah…]
Yorna: [HaAAAaaa!!]
Sersemce bir ses sonrası kuvvetli bir patlama sesi işitilirken Yorna, attığı sağlam bir adımla kalenin çatısını parçaladı. Aynı anda elindeki altın kiseruyu savurdu.
O kiserudan da yatay, geniş ve kavisli bir darbe doğdu, muazzam bir hız ve yıkıcı bir güçle birlikte Kaos Alevi göğüne mor bir duman öbeği şeklinde yayıldı.
Subaru, bunun sebebini de peşi sıra yaşanacakları da biliyordu.
Biliyordu. Ama bildiği her şey, o daha gerçekliğe ayak uyduramadan yaşanacaktı.
――Derken Yorna’nın mor dumanlarının çarptığı bomba patladı ve bir şok dalgası ortalığı tesiri altına aldı.
Subaru: [Gah――]
Tüm vücudu daha saniyeler önce kendisini yıkamış olan şokla bir kez daha yıkanırken görüş alanı parlak kırmızıya boyandı.
Bir şeylerin patlayışına ait ufak bir ses duyar gibi olduğu anda da kırmızıya dönen görüşüyle aradaki bağlantıyı kurdu. O patlama sesinin kaynağı gözüydü. Dolayısıyla dünyası kırmızıya bulanmıştı.
Öyleyse çok geçmeden diğer gözü de görmez olacaktı ――
Subaru: [Ah, g-gyAHHHHHH――!!]
Her iki eliyle yüzünü örten Subaru, iki şeyin hezimetine uğramışçasına çığlık atıyordu: acı ve “anlayış”.
Artık “anlamıştı”. Bir gözü parçalanmış, diğeri de yerinden çıkmıştı. Beyni bunu anlamak istemediği sürece acıyı yok sayma ihtimali vardı.
Ama bir kez olanı anladığı sürece acıyı yok sayamazdı.
Subaru: [AAAAAGH! AGH, GYAHHHH!!]
Louis: [Uau! Uauu!]
Olduğu yere sırtüstü yığılan Subaru’nun üzerine ufak bir beden çullanmış, kuvvetle feryat ediyordu.
Birileri ismini söylüyordu. Anlamıyordu. Kulakları yanıyordu, kendi sesi fazla yüksekti. Acısını, kanının fışkırışını işitebiliyordu. O kan bedeninin içinde mi, dışında mı akıyor bilemiyordu. Acıyordu, yalnızca acıyordu işte. Acıyor acıyor acıyor acıyor acıyordu.
Birileri, yardım etsin. Acı çekmek istemiyorum. Acıdan hoşlanmıyorum. Acı çekmekten, hoşlanmıyorum.
Acıyor, acıyor çünkü canım yanıyor, acıyor çünkü yanıyor, acıdığı için, acıyor acıyor acıyor acıyor acıyor acıyor――
Subaru: [Be――]
Olbart: [Oioi, kötü bi fikir diil mi bu?]
Subaru: [――Hk.]
Kafasında bir acı dönüp duruyor, kırmızı görüşüne bulutlar çöküyordu.
O yuvarlanmaya çalışırken bir el yanı başından bedenini tutmaya çalışıyor ama ona engel oluyordu. Daha kuvvetli çığlıklar atmak, daha çok çırpınmak, acının bedeninden kaçmasını sağlamak istiyordu.
Yo, acıyan yeri suratıydı. Gözleri ve kulaklarıydı. Yani başka bir yeri acırsa, şu acı başka bir noktaya kayarsa…
Louis: [Uau! Auaa――]
Küt, küt diye çarpıyordu kafasını yere. Büyük bir güçse onu yukarı çekiştiriyordu. Birileri arkasından kollarını bağlıyor, onu kımıldayamaz hale getiriyordu. Canı yanıyordu, canının yanmasından korkuyordu. Bundan nefret ediyordu, korkuyordu, ölecekti.
Subaru: [Guh…]
Olbart: [Kakh, ciddi olamazsın tilki kız. Sende nası bi vücut var ki buna rağmen ölmüyosun? Demek ki Cecilus kellesini alamam derken bundan bahsediyodu?]
Yorna: […Çocuklara el kaldıran sefil bir adama kadınsal sırlarımı açıklamamın mümkünatı yok.]
Uzaklarda birileri tartışıyordu. Kendi sesiyle kendisini zapt etmeye çalışan kişinin sesi arasında sıkışıp kalan Subaru’ysa hiçbir şey duyamıyordu. Anlayamıyordu. Canı yanıyordu, hiçbir şey yolunda değildi.
Evet, her şey yanlıştı. Kırmızılık da acı da, hepsi onların hatasıydı. Hepsi onların yüzündendi.
Subaru: [Onların yüzünden…! Bu, bu, bu, onların hatası! Benim değil! Ama benim hatam olmamasına rağmen, aaaağğhhhh!]
Louis: [Uu!!]
Kıvranan, çırpınan Subaru, ne var ne yoksa başka bir şeye yıkmaya çalışıyordu. Peki ya her şeyi başka birinin üzerine yıkıp kaçabilirse, bunu başarabilirse ne yapmalıydı?
Kaçtıktan sonra bunu bir düşünecekti. Evet, bunu kaçtıktan sonra düşünecekti.
Olbart: [Vahvah, çocukların ağlama sesine katlanamıyorum. ――Kapa çeneni!]
Yorna: [Bekle…!]
Bir kadının çaresizce haykırışı ile ilgisiz, boğuk bir ses.
Her ikisini de işitişinin ardından kazıma sesiyle birlikte bir şeyler bedenine yaklaştı. Ve biri, sırtının ardından kollarını dolayarak Subaru’ya sımsıkı sarıldı.
Fakat bu sarılışın her ikisine de bir faydası olmadı.
Çünkü parlak kırmızı, sıcacık bir ışık bir kez daha belirerek Subaru ile diğerlerini sarmaladı.
Subaru o ışık tarafından yutuldu, acısı yitip gitti ve sonra da――
Olbart: [Senin ve bu şehirdeki vatandaşların epey güçlü olduğu söyleniyodu sanki, ama… Benim köyümdekilerden güçlü müsünüz acaba?]
Yorna: [――Seni şerefsiz!]
Hemen ardından daha az önce duyduğu şeyleri yeniden duydu ve onları bir kez daha duyuşuyla bilinci bembeyaz kesildi.
Subaru: [Hah…?]
Her şeyin aniden ve apansızın sonlanışıyla bir tekrar daha başlamıştı.
Diğer renkler de kıpkırmızı manzarasına geri dönmüştü, sağır kulaklarında rüzgarın sesini işitiyor, yanı başındaki yumuşacık kızın ılıklığını hissediyordu ve――
Yorna: [HaAAAaaa!!]
Hırslı bir kadının sesi kuvvetini arttırdıktan bir saniye sonra bir kol, muazzam bir güçle savruldu.
Subaru, savrulan o kolun izleyeceği yörüngeyi gayet iyi biliyordu.
――Patlamalar birbiri ardına gerçekleşiyor ve bir şok, dünyasını kıpkırmızı kılıyordu.
Subaru: [GYAHHHH――!!]
Yüzünü örten ve yırtılan, yerinden çıkan göz kürelerinin acısını duyan Subaru, sırtüstü çatıya yığılarak haykırmaya başladı.
Louis: [Uau! Uaau!]
Ve birileri, haykırışı andıran bir sesle birlikte yerdeki bedeninin üzerine atıldı.
Bu hisleri duyan, dünyanın yoğun seslere boğuluşunu dinleyen, acının ve ıstırabın tadına bakan Subaru’nun kafası korku, gözyaşları ve “neden” sorusuyla doluydu.
Belki de ölmüştü. Hı hı, ölmüştü.
Ölümü tanıyordu. Son derece acımasız ve acı vericiydi, onu bu noktadan uzak tutuyordu. Ama aynı saniyede yeniden kendine geliyor ve ölüyordu; tabii kırmızı patlama yüzünden can yakıcı oluyordu.
Subaru, bunu bile bile zihninden “Neden?” diye tekrar ediyordu.
――Öyle, değildi.
Zihninde belli belirsiz bir his çınlıyor, onu adeta acı ve kırmızılıkla püskürtüyordu. Ama bu, ellerinin arasından bırakamayacağı mutlak bir kesinlik hissiydi.
Bir gözü patlamış, bir gözü yuvasından çıkmış, kulak zarları aşınmıştı, acıyla haykırıyordu, acıdan uzaklaşabilmeyi dilese de bundan çok kısa bir süre sonra korkunç bir şekilde canından olacaktı. Gözyaşları, salya, sümük, biraz da altına kaçan idrar eşliğinde hummalı zihninden bunları geçiriyordu.
Subaru: [Bu, benğm…]
Louis: [Uau! Au, uu!]
Subaru: [Bu benğm…]
Değil.
Değil, değil, değil.
Değil, değil, değil, değil, değil.
Değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil.
Değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil, değil――
Subaru: [Bu benğm…]
Acı kafasını iyice doldurmadan önce, asla unutmaması gereken bir düşünceye ulaşmıştı.
Subaru tekrar tekrar kırmızılık ve acıyla dolu bu dünyaya fırlatılıyordu ve bu, bu――
Subaru: [O değil…!]
――Bu, Natsuki Subaru’nun Ölümden Dönüşü değil, başka bir şeydi.
#Böyle betimlemesi ve duygusu bol bölümlere bayılıyorum. Yazar yaşananları ve hissedilenleri aktarmakta çok başarılı bence. Zaten beş senenin sonunda hala bu seriyi bırakmamış olmamın/olmamızın en büyük sebebi de serinin ve yazarın başarısıdır. Bu arada sonradan katılan değil de beş yıl önce benimle birlikte bu seriye başlayıp hala burada olan varsa bir yorum bıraksın, merak ettim şimdi :) Hadi günün son bölümünde bir kez daha görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..