Sıcaklığın giderek arttığı yanılsamasını doğuran odadaki atmosferi iyice alevlendirmek için bu kadarı yeterli olmuştu. Öyle ki Abel ve Vincent hariç herkesin alınlarında hala terler birikmekteydi.
Abel: [Küçük kız, Tanza, kaldır kafanı.]
Yeni ve eski İmparator arasındaki açmazın hemen ardından Abel, güçsüzlüğünden pişmanlık duyan kıza seslendi. Ve kız gözlerinde biriken yaşlar eşliğinde yavaşça kafasını kaldırırken de iç çekti.
Abel: [Hanımını ziyaret etme sebebim hiçbir şekilde onu harcamak olmadı. Onu kullanmak adamakıllı düşünmeyi gerektirir, kıymetli kaynakları en iyi şekilde kullanmak icap eder. ――İnsanların ölümü verimli şekilde gerçekleşmelidir.]
Tanza: […Bu konuda sana güvenebilir miyim?]
Abel: [Bana güvenmesen bile bu, yapmam gereken şeyi değiştirmeyecek.]
Tanza filizlenen umutlarına tutunmaya çalışsa da pek de kibar denilemeyecek bu yanıt onlara bir son verdi.
Bu esnada arka taraftaki Al elinin tersiyle alnını silerken Medium bir oh çekti. Tanza ise anlık bir tereddüdün ardından başını salladı.
Tanza: [Peki, anlıyorum… Lütfen, Yorna-sama konusunda…]
Abel: [Bu talebin yerine gelmesi için atman gereken adımlar var. Şu anki haliyle bu şehirde özgürce dolaşamam.]
Al: [Aynen, doğru söylüyor. En başta buraya gelme sebebimiz de buydu.]
Abel’in sunduğu koşulu işiten Al, eskisinden daha canlı bir şekilde lafa karıştı.
An itibarıyla her şeyden korkuyordu; bunun onun için kesinlikle bir ölüm kalım meselesi olduğu söylenebilirdi. Tanza’nın eylem çağrısıyla Abel ve müttefiklerinin peşlerine takılan kişilerin geri çekilmesi zaruriydi.
Tanza: [Ama burada olduğumu nereden bildiniz ki?]
Abel: [Bu işin Olbart’ın başının altından çıktığını düşünerek kararımı verdim. Onun Kırmızı Lapis Kalede saklanıyor olma olasılığı da aklımdaydı fakat peşimizdeki kişiler hesaba katılınca mesafe meselesi öncelik buldu.]
Tanza: [――Ah.]
Abel: [Her şeyden önce, şu anda tehlikede olan pek çok hayat olduğu için geri adım atmak zorundasın.]
Taritta yüz kişinin avı olmuştu ve kısmen bu sebeple Subaru ve Louis’ten ayrı düşmüşlerdi.
Peşlerinde böyle bir kalabalık varken üçünün de hayatta kalacağına kesin gözüyle bakılamazdı. Elbette ki güçsüz Al ile yarı güçte Medium ve eşlik ettikleri Abel de bir istisna değildi.
Dolayısıyla Olbart’la verdikleri mücadelenin devam edebilmesi adına bir numaralı öncelikleri Tanza’nın yakalanmasıydı.
Tanza: […Kaybettim, sanırım.]
Abel: [O kadarı ortada. Ama utanç duymana gerek yok.]
Tanza: [Eh…?]
Abel, Tanza’nın mırıldandığı sözcüklere bu yanıtı vermekle yetindi, sonra da kıza arkasını döndü.
Bundan öte bir yanıt alamayan Tanza ise şaşkınlık içerisinde gözlerini kırpıştırdı. Derken arkasından yükselen bir “Kız” sesiyle,
Tanza: [Vincent, sama…]
Vincent: [Onun da söylediği gibi, utanılacak bir şey yok.]
Tanza: [A-ama, ben…]
Vincent: [Kaybettin. Ama bu pes ettiğin anlamına gelmiyor. ――Tam da umduğum gibi.]
Tanza: [――――]
Vincent’ın elini çenesine yaslamış şekilde uzaklara bakarak böyle deyişi Tanza’nın gözlerinin faltaşı gibi açılmasına sebep oldu. Bununla birlikte başı öne eğildi ve göz kenarları yavaşça yaşlarla dolmaya başladı.
İşte bu şekilde yere bakıp usul usul gözyaşı dökerken de,
Tanza: [Yorna-sama, özür dilerim… ben, saflık ettim…]
Diyerek yaşlı gözlerle kıymetli efendisinden özür diledi.
△▼△▼△▼△
Gözü yaşlı Tanza’nın arkasından――
Al: [Ee, artık saldırganların şimdilik peşimizi bırakacağını varsayabilir miyiz?]
Abel: [Evet. Tabii ki Tanza’nın akıttığı gözyaşlarının da bize yönelik bir kumpas olma ihtimali var…]
Medium: [Yok artık! Mümkünatı yok!]
Diyen Medium, azametli bir duruşla yanaklarını şişirerek Abel’in düşüncesine karşı çıktı.
Abel ise bu tehditkar görünüm karşısında tek gözünü kapatarak parmağını oni maskesinin alın kısmında gezdirdi.
Abel: [Ee, senin durumunda hiçbir gelişme olmadı anlaşılan, haksız mıyım?]
Al: [Ah…]
Abel: [İşe yaramaz hale gelirsen seni acımasızca ardımda bırakmaktan başka seçeneğim kalmaz. Priscilla’nın soytarısı olsan da bunun seni temize çıkarmaya yeteceğini zannetme. Aklında bulunsun.]
Al: [Seni, anlıyorum… Ben de sonsuza dek böyle kalmak istemiyorum herhalde.]
Dik bakışlar ve acımasız bir beyanla karşı karşıya kalan Al, sıkılı dişlerinin ardından bu yanıtı verdi.
Sesinde güçten eser olmayan Al’ın korkuları dinmemişti. Ama fiziksel ve zihinsel haline rağmen doğru düzgün yürüyebilmeye başlamıştı.
Medium: [Öyleyse geriye İhtiyarı aramak kalıyor… Eee, yoksa Taritta-chan’ı aramamız daha mı iyi olur? Ya da…]
Abel: [Amacımız yeniden toplanmaksa bizim harekete geçmemiz mantıksız olur; Taritta bizi bizim onu bulacağımızdan çok daha kolay bulacaktır. O ahmaklara gelince…]
Medium: [H-hmm…]
Abel: [―― Neyse. Biz Olbart’ı arama planımıza sadık kalalım. Bunu yaparsak Olbart’ı ararken onları da buluruz zaten. “Manzarası güzel çukura” ulaşmayı başarırsak tabii.]
Abel’in kollarını önünde kavuşturarak mırıldanışı Medium’un iri gözlerle “Ha?” demesine yol açtı.
Medium: [Bir ihtimal, Abel-chin, İhtiyarın nerede saklandığını biliyor olabilir mi?]
Abel: [Hiç değilse ikinci gizlenme yeri hakkında bir tahminim var diyebilirim. Kırmızı Lapis Kale.]
Al: [N-ne diyorsun sen? Kalede mi diyorsun yani?]
Abel: [Tanza’nın tepkisini görmediniz mi? Kale konusunu açtığımda çabucak gözlerini kaçırdı; kendisi seyyah hanında saklanıyordu ama Olbart’ın saklandığı yeri de biliyor olmalı. Üçüncü gizlenme yeriyle ilgili bir fikri var mı sorusunun cevabı meçhul gerçi.]
Olbart ve Tanza'nın işbirliği prosedürü, Tanza mesajı ilettikten sonra Olbart'ın Abel'in grubuna bir oyun teklif etmesi şeklindeydi. Hemen arkalarındaki ilk gizlenme yerinin keşfedilişinin ardından mantıklı olansa Olbart’ın dışarı çıkıp Tanza’ya seyyah hanına dek eşlik etmesiydi.
Tabii ki Tanza’nın yakalanma ihtimaline karşın ona yanlış bilgileri kabul ettirmiş olması da mümkündü.
Abel: [Ama Kırmızı Lapis Kalede gizlenmek de Olbart’a yaraşır bir hile.]
Medium: […Hm, anlıyorum. Öyleyse bir an önce Kaleye gitmeliyiz.]
Al: [Aynen. Bedenlerimizi onarması için hemen o moruğu görmemiz lazım… Bedenlerimiz onarılırsa hiçbir şeyimiz kalmaz. Aynı şey kardeşim ve o yerden bitme için de geçerli.]
Derken yumruklarını sıkan Al, Olbart’a lanet okur ve bunun için dualar edercesine homurdandı.
Bedeninin küçülmesi nedeniyle zihinsel yetilerini yitiren Al, ortadan kaybolan Subaru ve Louis ikilisi arasındaki türden bir ilişkiye ekstrem bir nefret besliyordu.
Louis’le ilgili normal bir karar alabilsin diye bir an önce Subaru’yu eski haline döndürmek istiyordu. Bununla birlikte Abel, Natsuki Subaru’nun eski haline döndüğünde normal bir karar verebileceğinden şüpheliydi―― ki bundan önce…
Abel: [Aklından ne geçiyor olursa olsun Olbart’ın tekniğinin bu kadar basit bir şekilde bozulmasına izin vermeye niyetim yok.]
Al: [Ha?]
Medium: [Eh?]
Abel: [Daha açık konuşmam gerekirse, ne sana ne de Medium’a müdahale edeceğim. Fakat Natsuki Subaru üzerindeki tekniğin sonlandırılmasına bir müddet daha müsaade etmeyeceğim. Onu şimdilik bu halde tutmak daha doğru olur.]
Abel’in planını işiten ikili afallamış, gözleri ve ağızları açık kalmıştı.
Bir duraksama sonrasındaysa,
Al: [Ka-kafa bulmayı kes! Ne saçmalıyorsun sen? Daha önce böyle bir şeyden bahsetmemiştin!?]
Tepesi atan Al, öfkeden sesi titrer halde Abel’in yakasına―― ya da daha doğrusu boyu elvermediği için göbeğine yapıştığı gibi bağırmaya başladı.
Ancak Abel, bu güçsüz tehdit karşısında hiç ödün vermeyip “Belirttiğim üzere” diyerek,
Abel: [Şimdilik, yani bir süreliğine bu çocuk haliyle kalmasını sağlayacağım.]
Al: [Piç…]
Medium: [Bunun Subaru-chin’e zorbalık etme sebebinle bir ilişkisi var mı?]
Al uyguladığı baskıyı daha da arttırıp Abel’e yanaşırken Medium, onu omuzlarından kavradı. Ve gözlerini Abel’e dikerek bu soruyu yöneltti.
Abel de bu soru karşısında sessizce nefes vererek,
Abel: [Ona zorbalık ettiğimi ya da buna benzer kötü bir tavır sergilediğimi anımsamıyorum.]
Medium: [Ne dersen de! Ama, Abel-chin, buraya gelirken Subaru-chin’i korkutmaya, ona bir şeyler söyletmeye çalışıyordun! Sebep bu muydu?]
Abel: [――――]
Medium: [Bu hiç adil değil! Duymak istediğin bir şey varsa sorman yeterli, insanlar genelde istediğin cevabı verirler! Böyle bir sebeple…]
Abel: [――Maalesef bunun gerçekleşmesi mümkün değil.]
Abel’in sesindeki dingin, sessiz hissiyatı alan Medium, ister istemez sözlerini yarıda keserek “Ha?” demekle yetindi.
Onun şaşkın yüzüne kaçamak bir bakış atan Abel ise Al’ın kendisine yapışan elini rahatlıkla silkinip atarak,
Abel: [Benim düşüncelerimin Medium’un aklından geçen kötülükle hiçbir ilişkisi yok. Bu yalnızca bir zaruriyet.]
Al: [Zaruriyet mi!? Ne diyorsun oğlum!? Neden yalnızca kardeşim peki… Neden ben ve Küçük Hanım Medium değil!]
Abel: [Siz koşulları sağlamıyorsunuz. Senin tek kolun var, Medium’a mani olansa saç ve göz rengi.]
Al: [Ne…!?]
Bu sözlerin ardındaki anlamı idrak edemeyen Al’ın öfkesi giderek yoğunlaşıyordu. Medium da Abel’in niyetinin gerçek doğasını idrak edemediğini anlatan bir ifadeyle kalakalırken farklı kökende bir şaşkınlığı taşımayı sürdürüyordu.
Bu esnada Abel için sözün özü――
Abel: [Durum değişmese de taşlar yerlerine oturuyor. Bu sebeple――]
Diyen Abel, oni maskesinin ardından, seyyah hanındaki odanın penceresinden dışarıya baktı. Gözlerinde Kırmızı Lapis Kalenin yansıması vardı.
Bu, Kalenin kendisinden çok daha sembolik bir şeye atılan bir bakıştı adeta; ve bunu doğrularcasına, ulaşılamayacak bir şeyi kavramak istercesine elini uzattı.
Abel: [――Karşı konulamaz bir rüzgarla savaşın ortasına savrulan sen, bana eşlik edeceksin Natsuki Subaru.]
#Abel’in aklından neler geçiyor acaba? Ne koşullarından bahsediyor? Saç ve gözden bahsedince aklıma Subaru’nun da onun gibi siyah saç ve gözlü oluşu geliyor. Bununla ilgili bilmediğimiz veya aklımıza gelmeyen bir mesele mi var ki? Ben yine kafamda pek çok soruyla ilerliyorum, bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..