――İblis Şehri Kaos Alevinin merkezindeki Kırmızı Lapis Kale çöküyor, gölgeler etrafı sarıyordu.
Şehri sarsan muazzam uğultunun ve orada bulunanların tanık olduğu kabusvari manzaranın özü buydu.
Kırmızı ve mavi renkler, kırmızı lapis tek bir taşın içerisinde harmanlanarak dans ediyordu. Ve alışılmadık güzellikteki bu kıymetli taşların üst üste gelişiyle şekil alan görkemli kale, kumdan yapılmışçasına rahatlıkla un ufak oluyordu.
İblis Şehrini ve vatandaşlarını tanıyanlar için bu, dünyalarının başlarına yıkılmasına benzer bir şoktu.
Gerçekleşmemesi gereken bir şey gerçeğe dönüşmüş, adeta düş ile gerçeklik arasındaki çizgi belirsizleşmişti―― ve İblis Şehrini daha az tanıyanlar da bu şaşkınlıktan muaf değildi.
???: [――――]
Sarsıntılar, İblis Şehrini ziyarete gelenler için hazırlanmış olan seyyah hanının odasına da yayılmaktaydı.
Kimileri donakalmış, gözleri faltaşı gibi açılmış halde bu manzarayı izliyordu; kimileri mutlak bir temkinlilik ile kaskatı kesilmişti; kimileri çığlık atıp kıç üstü yere çakılmış, kimileri de sarsıntıdan korunmak istercesine birbirine yanaşmıştı.
Fakat tepkilerindeki farklılığa rağmen üzerlerine çöreklenen “tehdit” aynıydı.
O tehdidin esiri olur, bir anlığına içgüdüsel bir korkuya kapılır ve onarılamaz bir durumun içerisine düşerken――
??? & ???: [――Herkes sessiz olsun!]
Keskin bir şekilde, “örtüşerek” yankılanan sesler, tehdidin sebep olduğu katılıkla belirginleşmiş olan o zaman aralığını sonlandırdı.
Evet, odada yankılanan sesler―― yani o iki homojen ses, kulak zarlarına ulaşarak düşünmeyi kesmiş olan o zihinleri dahi uyandırdı.
O keskin seslerin sahipleri siyah saçlı figürler olurken geri kalanlar, bir çırpıda kafalarını kaldırdı.
Ve biri çıplak yüzlü, diğeri oni maskeli iki adam, pencerenin dışarısındaki boğucu manzaraya doğru kollarını uzattı.
Abel: [Durmayın! O şeyin icabına zamanında bakamazsak canlarımızdan olacağız.]
Vincent: [Kaleyi yutmuş olan o şey hala büyük bir açgözlülükle göğü tüketmekte. Bir şeyler yapmazsak kurbanların sayısı kaşla göz arasında katlanarak artacak!]
Herkes: [――――]
Abel & Vincent: [――Kafma Irulux!]
Akıllarından geçen şey aynıymışçasına iki adamın bakışları tek bir kişide buluşmuştu.
O sarsılmaz bakışların muhatabı olan bronz tenli adam―― Kafma Irulux ise şaşkınlık dolu bakışlarını hangi yöne çevireceğini bilemez haldeydi.
Ancak bu şaşkınlığı uzun sürmeyecekti. Çünkü――
Abel & Vincent: [O gölgeyi durdur! Ağırdan almanın bedelinin İmparatorluk halkının canı olduğunu bil!]
Kafma: [――Emredersiniz!]
Gerçekleştirilmesi gereken eylem ve bu eylemin asıl amacı kendisine iletildiği anda Kafma’nın gözlerindeki tereddüt yitip gitti.
Ve yumruğunu göğsüne koyup eğilerek şöyle dedi:
Kafma: [Yanınızdan ayrılıyorum. Yang Kılıcı İlahi Koruması sizinle olsun!]
Vincent: [Benim İlahi Korumam senin emeklerin olacak. Kendini olabildiğince zorla.]
Kafma: [Kanımın son damlasına dek――!]
Diyerek güçlü bir yanıt veren Kafma, doğruca pencereye yöneldi.
Ve tüm gücüyle sıçradı, uzattığı koluyla pencereyi doğradı, etrafına camlar saçarak dışarı atladı. Hemen ardından sırtı kamburlaştı ve çıkarıp attığı pelerinin ardından altı şeffaf kanat açıldı.
İşte kendisine kanatlı bir böcek havası veren o kanatlarla birlikte Kafma’nın figürü göğü yarıp geçercesine İblis Şehrinde ilerlemeye başladı.
Hedefi, yayılan gölgelerin yok etmekte olduğu Kırmızı Lapis Kaleydi.
Abel: [Kaç kişi getirdin?]
Kafma’nın uçup gidişine göz ucuyla bakan oni maskeli adam―― Abel, hedefi belli bir soru yöneltti. O hedef, Kafma’nın önünde saygıyla eğildiği siyah saçlı, yakışıklı adamdı.
Ve şu an için Vollachia İmparatorluğu tahtında oturmakta olan o adam, Abel’in sorusu karşısında hafifçe gözlerini kıstı.
Vincent: [Maiyetim gördüğünüz üzere Kafma Irulux ve ortalarda olmayan Olbart Dunkelkenn’den ibaret. Diğerininse pek yardımı dokunmaz.]
Abel: [Hiçbir piyon boş bırakılmamalıdır. Belki de az kişiyle seyahat etmek ters tepmiştir.]
Vincent: [Bana yüklediğin sorumluluk saçmalıktan da öte.]
Vincent hiç tereddütsüz kartlarını açık ederken Abel, düşüncesizce bir yorumda bulundu. Vincent’ın şikayetiyse Abel tarafından pek sıcak karşılanmadı.
Elini çenesine götüren ve parmakları oni maskesinin altında gezinen Abel, bir iki saniye düşündükten sonra göz ucuyla odadaki diğer kişilere――tehdit karşısında tedirginliklerini gizleyemeyen bireylere baktı.
Ve her ikisi de genç görünen iki kız, tek kelime etmemelerine rağmen bakışlarına karşılık verdi.
Bu kızlardan biri sarışın, mavi gözlü Medium O’Connell’dı; diğeri de titrek, yuvarlak gözlü ve kimonolu geyik kız Tanza. Ancak her ikisi de bu durumda belirleyici faktör değildi.
Bir şekilde kilit rol oynayabilecek tek kişi――
???: [Ah, ahhh… Neden, neden, neden, böyle bir anda…]
Medium: [Al-chin…]
O ürkek sesin sahibinin Abel’in sessiz bakışlarını umursadığı yoktu.
Sağ eliyle kafasını tutan ve hem dışarıdaki manzaradan korkmanın hem de gözlerini ondan alamamanın ikilemiyle boğuşan kara saçlı oğlanın yüzü, darmadağın hale gelmiş paçavra bir kumaş parçasıyla örtülüydü.
Abel’in beraberindeki onca kişi arasında bir bağlamda gerçek derinliğini göstermemiş tek kişi oydu. Ama Abel, numara olmadığı anlaşılan bu dehşete düşmüş hali karşısında onu planına dahil etme konusunda çekimserdi.
Tabii onun duygularını dikkate aldığı yoktu. ――Yalnızca işe yarayıp yaramayacağını değerlendiriyordu.
Vincent: [Eğer öyleyse, alınabilecek pek fazla önlem yok.]
Abel’in özenli bir değerlendirme yapan siması, yanında dikilen Vincent’ın sözleriyle değişime uğradı.
Yan yana duran iki adamın―― -belki de iki İmparatorun demek daha doğru olurdu- gözleri pencerenin dışına çevriliydi.
Derin bir nefes veren Abel, bir an için yüzeye çıkan duyguyu önemsiz belleyerek bir kenara attı.
Vincent doğru söylüyordu; alınabilecek pek fazla önlem yoktu.
Ve kendisiyle aynı sonuca varmış olan Vincent’a yalnızca birkaç kelimeyle karşılık verdi――
Abel: [――Yorna Mishigure’e bağlan. Onun gücüne ihtiyacımız var.]
△▼△▼△▼△
Durumdaki değişikliğin kokusunu alan Taritta, kuruyan dudaklarını diliyle ıslatmıştı.
Havadaki değişiklik, takipçilerinin kokusu, teninde duyduğu kana susamışlık ve kendisine yönelik düşmanlık; tüm bunlar ona az öncekinden farklı bir şekilde hitap ediyor, bu da bu hisleri göz önünde bulundurarak bir anlığına duraksamasına sebep oluyordu.
Bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğunu hızlıca sorguluyordu.
Ancak――
Taritta: [――Bunun bir önemi yok.]
Vardığı sonuç aynı olsaydı derinden endişelenmezdi.
Taritta, zaten pek zeki biri olmadığının bilincindeydi. Kafa yapıları çok farklı olmasa da kendisinin yerinde ablası Mizelda olsaydı, içgüdülerine dayanarak doğru yanıta ulaşabilirdi.
Ama Taritta, onunla aynı koku duyusuna sahip değildi. Muhtemelen kıvrak zekadan da yoksundu. Elde var sıfırdı.
Bu konuda endişe duymaya zaman akıtırsa hangi yanıtın doğru olduğu konusunda sonu gelmez bir tereddüde düştüğüyle kalırdı.
Dolayısıyla aldığı tek karar, tereddüt etmemekti. Sonuç netleştiği vakit, artıları ve eksileri üzerine sonsuza dek kafa yorup acı çekebilirdi.
Bu düşünceyle, peşindekilerin yaşadığı atmosfer değişimine rağmen yaklaşımını değiştirmemişti.
???: [Gah, guh…]
Taritta: [Ne kadar güçlü olursan ol. Özgür kalamazsın.]
Taritta’nın kan çanağına dönmüş gözlerle çırpınıp duran adamın boğazına sardığı ceketi, solunum yolunu tıkamaktaydı.
Sağ gözü alev almış olan koyun adam çaresizce özgür kalmaya çalışsa da Taritta, adamın boynunu sıkmak için ceketinin kolunu kullanırken rakibinin kolundaki bir tendonu keserek hareket etmesine mani oldu.
Açıkça konuşmak gerekirse hayati bölgelerini söküp attıktan sonra bile ayağa kalkmayı sürdüren takipçilerinin dayanıklılığı, Taritta için büyük bir işkenceydi.
Taritta: [Bununla nasıl başa çıkacağımı bilemesem de öyle da böyle bir şeyler yapıyorum işte.]
???: [――――]
En nihayetinde adamın kesik solukları işitilmez hale geldi ve gücünü yitiren bedeni gevşedi. O anı seçen Taritta, ceketi adamın kolundan ayırdı ve adamın yığılan bedenini yol kenarına sürükledi.
Ardından derin bir iç çekti. Her birini boğazladığı takipçilerinin bedenleri arkasında, sokak boyunca tek sıra halinde uzanmaktaydı.
Bıçak saldırıları ve kesiklerin etki etmediğini, boğazlamanınsa iş gördüğünü fark eden genç kız, rakiplerinin işini tek bir teknikle bitirmişti.
Takipçileri alışılmadık bir güç ve enerji taşısa da böyle bir gücün verimli şekilde uygulanması konusunda acemi çıkmışlardı.
Bu sayede de Taritta’nın becerileri öne çıkmış ve takipçilerini adamakıllı etkisiz hale getirmeye devam edebilmişti.
――Tabii onların ölmesine izin verebilseydi bu mesele çok daha hızlı sonlanmış olabilirdi.
???: [――Hiç kimseyi öldürme.]
Ancak bu cümle aklında oynayıp durduğu için büyük bir gayret sergilemeye mecburdu.
Abel, diğerleri handan çıkabilsin diye Taritta’yı yem etmeden hemen önce ona bu talimatı vermişti.
Belki de içerisinde bulundukları koşullar göz önüne alındığında bunları pervasızca sözler olarak görerek itiraz etmeliydi. Ama Abel gibi gözlerinden zeka akan biri, yerine getirilemeyecek bir emir verir miydi hiç?
Belki de bu emrin ardında Taritta’nın onu yerine getirebileceğine dair bir inanç yatıyordu?
Eğer öyleyse Abel, Taritta’nın gücünün farkında demekti.
Taritta: [――――]
Peki Abel bir şeylerin içyüzünü ne ölçüde görebiliyordu?
Elbette ki her olasılığı öngören ve yine mükemmel bir öngörüyle hareket edebilen biri olmadığını anlamak için Subaru, Medium ve Al’ın maruz kaldığı gizemli tekniğe bakmak yeterliydi.
Zaten böyle bir şey mümkün olsaydı bu, bir insanın değil, olağanüstü bir varlığın işi olurdu.
Bu, sınırlarına girilmemesi gereken, bir insan tarafından ihlal edilmesi mümkün olamayacak bir muhakeme boyutuydu.
Gerçi insan, kendisinin ulaşamayacağı sınırların ötesine ulaşabilen bir insanın varlığını sorgulamadan da edemiyordu.
Mesela Shudraqlardan biri olan Taritta, karşısına çıkan herhangi bir avı alt edebilme yeteneğine sahipti.
Abel ise Taritta’nın hayvanlar üzerinde işe yaramayan boğma sanatında uzmanlaştığını biliyor olmalıydı ve bunun sebebi――
???: [――Vay bee, şu manzaraya~ bakın.]
Taritta: [――Hk.]
Buna kafa yoran Taritta’nın bilincindeki boşluğa sızan ses ile birlikte ayakları hareketi kesti.
Ve ansızın gerçekliğe dönen Taritta, elinde hançeriyle arkasına döndü. Sonra da hiçbir belirti vermeksizin kendisine yaklaşmış olan suikastçıya bir darbe indirme umuduyla――
???: [Uahuahvaaah, durdur! Hey, durur musun! Birazcııık~ hızlı harekete geçiyorsun.]
Taritta: [――Sen de kimsin?]
???: [――Oh, iyi misin? Sakinleştin mi? Kollarımı indirebilir miyim?]
Rakibini uzuvsuz bırakmak üzere olan Taritta, bir anda bıçağını geri çekti.
Karşısında, kafasını tutan ve kendisini savunmak adına tuhaf bir teşebbüste bulunan kül rengi saçlı, feminen bir adam vardı.
Buna rağmen yakışıklı bir yüze sahipti; takipçilerin gözlerinde görülen alevler onun gözlerinde yanmıyor, tavırlarındaki amatörlük onu zararsız gösteriyordu.
Bununla birlikte Taritta’nın dikkatinden kaçarak arkasında belirmiş olduğu gerçeği değişmiyordu.
Taritta: [――――]
Narin Adam: [Amanın~ oh amanın, sanırım hiç güven vermiyorum. Halbuki yalnızca tesadüfen buradan geçen sıradan bir adamım…]
Taritta: […Sıradan bir adamın bu manzaraya bakıp da sakin kalabileceğini zannetmiyorum.]
“Zararsız” olduğunu iddia eden narin adam, Taritta’ya karşısında gardını indirmesinin imkansız olması için bir sebep daha sunmuştu.
Taritta’nın duvar boyunca dizdiği takipçilerin bedenleri―― onlara yaklaşıp hayatta olup olmadıklarını kontrol etmedikçe ölü olduklarına inanılması hiç şaşırtıcı olmazdı; ama adam buna rağmen gayet sakindi.
Yani adamın kalbi buz tutmuş olmadıkça böyle manzaralara alışkın olmalıydı; Taritta buna başka bir yanıt bulamıyordu.
Ancak narin adam, Taritta’nın temkinli hali karşısında utana sıkıla gülümsüyordu.
Düzgün hatlara sahip adamın gülümseyişi neredeyse dikkatini dağıtacaktı ama tehlikeye karşı temkinli oluşu, yakışıklılığına verdiği tepkiye baskın çıktı. Hem narin yüzlü yakışıklılar söz konusu olduğunda Flop ona yeter de artardı bile.
――Neyse, şimdi onu düşünmenin sırası değildi.
Narin Adam: [Ohhh~ yo, foyam ortaya çıktı. Kesinlikle bu manzaraya alışkın olduğumu söyleyemeyeceğim. Şu manzaraya bakın demiştim zaten. ――Hadi ama, Taritta-san.]
Taritta: [――Hk.]
Narin Adam: [Oh, dur yapma, yapma! Şüpheli görünüyor olsam da düşmanın değilim!]
Taritta’nın bir an öncesine dek gevşemeye başlayan temkinliliği ansızın güç kazanmıştı.
Karşısındaki narin görünümlü adam, Taritta’ya eskiden beri tanıdığı biriymişçesine soğukkanlılıkla seslenmişti. Ama elbette ki hiçbir şekilde tanışmamışlardı.
Ortalıkta Taritta’yı tanıyan ve ona ismiyle hitap eden biri de olmamıştı; yani adamın bu bilgiye sahip olmaması gerekiyordu.
Ona bu bilgiyi verebilecek kişiler ayrı düştüğü Abel ve grubundan ibaretti. Fakat――
Taritta: [Sen, benim ailemle mi tanıştın?]
#Geçen bölüme dayanarak bu “narin adamın” Ubilk, yani yıldız gözlemcisi olduğunu söyleyebiliriz herhalde. Şu son bölümlerde en çok ilgimi çeken, en şaibeli tiplerden biri. Taritta ile nasıl bir ilişkisi olduğuysa merak konusu ama bu merakı bir sonraki bölüm gidereceğiz sanırım. Öyleyse orada görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..