――Onu uyandıran, yüzüne düşen su damlaları oldu.
Yanaklarına damlayan soğuk su damlalarının kararlı ritmi, bilincini yerine getirdi. Ve uyanan bilinciyle birlikte, canlı olduğunu her zerresinde hissetti.
Bunu kesinleştiren, basitçe kelimelere dökmek gerekirse ―― Acıydı.
[Subaru: ……dgah]
Yıkıcı bir acı, sanki Subaru’ya hoşgeldin dercesine onu kucakladı. İlk şok hissedildikten sonra saldırının geri kalanından kaçınmanın hiçbir yolu yoktu.
Çatlamış alnı, ezilmiş sağ kolu, müthiş darbenin etkisiyle bozulan omurgası acıyla sızlıyordu. Ancak hepsini aşan bir şey daha vardı.
[Subaru: Bu k..ötü……]
Bakışlarını keskin acının kaynağına çeviren Subaru, iki parmak kalınlığında bir dalın köprücük kemiğinin tam altına saplanmış olduğunu gördü. Ucu kanla kayganlaşmıştı. Subaru tüm acısına rağmen onu çıkarmaya çalışma cesaretini gösterse de bir milim bile kıpırdatamadı.
Neyse ki dal içeri girerken kırılmıştı, bu sayede Subaru görsel olarak dalı görmezden geldiği sürece, hareketlerini kısıtlayan bir durum yoktu.
[Subaru: Bu görünüş …… fazla eksantrik……]
Subaru, yanıt vermeyen bedenini bir şekilde kımıldatıp oturur pozisyona geçti ve en yakınındaki kayaya yaslanıp soluklandı.
Çevresine baktığında küçük mağaranın girişini gördü. Anlaşılan yüzüne damlayan sular da mağaranın ağzından gelen sabah çiyiydi――Ama bu demek oluyordu ki-
[Subaru: Sabah mı olmuş……!?]
Subaru geçen zamanın farkına vardığında, titreyen vücudunun içinden muazzam bir acı geçti, her yerine iğneler batıyor gibiydi. Tek gözünden, aklındaki düşüncelere eşlik eden bir gözyaşı döküldü.
O bilincini kaybettikten sonra neler olmuştu?
[Subaru: ――a]
Subaru varlığının yarattığı trajediyi hatırladı.
Başını kaldırdığında, ormandaki ağaçlar arasından süzülen gün ışıklarını gördü. Bu ışıkla yıkanan Subaru, düştüğü yamaca baktı ―― onu nasıl bir manzara beklediğini merak ediyordu.
[Subaru: ――ng]
Ölmemiş olmanın verdiği suçluluk duygusuyla yutkundu, emekleyerek mağaradan çıktı ve yamacın öteki tarafına yöneldi.
Göğsüne saplı olan dal yüzünden hareket edişi kısıtlanmış olsa da, yavaş ve emin adımlarla hedefine yaklaşıyordu.
Eğer eski Subaru olsaydı, manzarayı yalnızca hayal ettiğinde bile dehşete kapılır ve büyük ihtimalle bakmadan kaçardı. Ama şimdiki Subaru buna izin veremezdi.
Sonuna kadar gitmeli ve bilgiyi kendi besini yapmalıydı.
Çünkü bu, ölmeyi başaramayan Natsuki Subaru’nun göreviydi.
[Subaru: hha……hhaa]
Bir emekleme, ardından bir tane daha derken kendisini yamacın dibine getirmeyi başardı. Soluk soluğaydı, alnındaki yaraların arasından terler akıyordu. Yakasıyla alnını kabaca sildi ve yüzünü kan ve çamura bulamış oldu.
Bir vagonun yanından emekledi, devrilmiş büyük bir ağacın yanından geçti ve Subaru’nun parmakları yamacın kıyısına dokundu ―― Patrasche’nin kendisini feda edip Subaru’yu fırlattığı yere.
[Subaru: ――――]
Bir an için tereddüt etti.
Başını kaldırdı ve boynunu uzattı, kaçınılmaz gerçekle yüzleşecekti. Artık hayal dünyasına sığınıp mucizeler bekleyemezdi.
[Subaru: Neyim ben, aptal mı? ……yo, ben gerçekten aptalım.]
Subaru, Patrasche’nin yaratığın çenesi tarafından ezildiği anı hata payı olmadan görmüştü. Subaru için her şeyini ortaya koyan sadık ejderin ölümü hala Subaru’nun gözkapaklarının ardında oynuyordu. Bunun bir rüya olduğunu düşünüp kaçmak, canının son damlasını Subaru için feda eden birini aşağılamak anlamına gelirdi.
Subaru kalbindeki ateşi tutuşturarak gücünü topladı ve gözünü açtı. Karnının üzerinde kendisini itti ve bedenindeki dalın onu engellemesine rağmen bir şekilde uzanarak trajedinin gerçekleştiği yere baktı――
[Subaru: ――――h?]
Hiçbir şey yoktu.
Hem de hiçbir şey.
[Subaru: Bu nasıl…… mümkün…olabilir?]
Dehşete düşürücü bir manzara bekleyerek çarpılmış olan yüzü, şu anda gördüğü manzarayı sindiremiyordu.
Parçalanmış vagon enkazları ve devrilmiş ağaçlar vardı. Pençe izleri ormanın derinliklerine doğru gidiyordu ve her yerde yıkımın izleri vardı.
Ama en kalp kırıcı manzara, orada mevcut değildi.
Katliamın kalıntıları. Kelimenin tam anlamıyla Subaru kaçabilsin diye canlarını feda eden köylüler. Son ana kadar sadık kaldığı için vücudu ikiye bölünen yer ejderi.
Hiçbiri orada değildi.
[Subaru: ――――]
Yaratık ve savaş rüya olamazdı. Parçalanmış enkazlar bunu kanıtlıyordu. Yalnızca trajedinin esas sonucu kayıptı.
Subaru, büyük bir efor sarf ederek yakınındaki ağaca tutundu ve kendini çekti. Neyse ki, ilk şok geçtikten sonra bacak ve kalçasındaki yaraların yüzeysel çiziklerden ve çürüklerden başka bir şey olmadığı ortaya çıkmıştı.
Ayağa kalktı ve çevresine bakmaya başladı.
[Subaru: Na..sıl? Patrasche nerde…… millet…… Otto?]
Onların ölü bedenlerini görmek istemiyordu.
Dürüst olmak gerekirse, herkesin kurtulmuş olmasından daha fazla istediği bir şey yoktu. Ama böyle bir hayalin gerçek olmasının imkanı yoktu. Onca insan arasında en çok da Subaru bunu biliyor olmalıydı.
Sonuçta, bilincini kaybetmeden önce pek çok hayatın yaratığın pençeleri tarafından sona erdirilişine şahit olmuştu.
Cılız genç, son ana kadar savaşmış, ama ufacık bir hasar bile veremeden parçalanmıştı. Ejder vagonuyla havaya uçtuğunda ölen bir kadın vardı. Yaşlı adam da yaratığın tek bir pençe atışıyla can vermişti.
Hatırladığı her ölümde, kalbi acı ve pişmanlıkla sarsılıyordu. Yine de, şahit olduğu o ölümlerin kanıtları bir şekilde ortadan kaybolmuştu.
[Subaru: Patrasche…… Patrasche……?]
Kaybolan canları düşünen Subaru, kuvvetsiz ve çaresizce partnerinin adını sesleniyordu.
Onun parçalanan bedenini ve son acısını gördükten sonra, yaşadığına dair en ufak bir ümidi yoktu.
Yine de ondan kalanları görüp özür dilemek istiyordu. En azından bunu yapabilirdi.
Vücudu artık tüm enerjisini tüketmek üzereydi. Yavaş ve güçsüz arayışı yaklaşık 2 saattir sürüyordu.
Ama harcadığı onca zamana rağmen Subaru’nun tek bulabildiği,
[Subaru: Enkazın arasındaki valizler, kıyafet parçaları ve……]
Aşırı miktarda kan.
Tam olarak Subaru’nun tahmin ettiği gibi, her yer yaratığın pençelerinin etkisiyle kan doluydu. Bu görüntüye eşlik eden kötü bir koku da bekliyordu, ama belki de kan burun deliklerini tıkamış olduğu için koku alamıyordu.
Şimdiden reddedemeyeceği kadar delil toplamıştı. Ama tek bulamadığı şey ise esas kanıttı, nereye kaybolduğu da tam bir gizemdi.
Tüm bu arayışları esnasında, aklına hepsinden büyük bir soru geldi. O da şuydu――
[Subaru: Ben.. neden ölmedim……?]
Subaru’nun işini bitirmemişti―― Subaru’nun bunca yarayla yaşayacağına inanmak zor olsa da, onu öldürmeden bırakması oldukça garipti. Sonuçta Garfiel’in esas rakibi Subaru’ydu.
Hala Garfiel’in pençelerini sığınmacılara neden geçirdiğini anlayamamış olsa da, kesinlikle dersini almıştı.
Ama bedenlerin neden kaybolduğuna ilişkin bir şey düşünemiyordu bir türlü.
[Subaru: Taşınmış… olsalar bile……]
Toplamda 42 sığınmacı vardı. Hepsi ölmüş olsa bile, teker teker hepsini taşımış olmaları gerçekçi değildi, Patrasche ve diğer yer ejderlerini hesaba katmıyordu bile.
[Subaru: Ama yine de……]
Hayal etmek istemiyordu ama, büyük yaratığın midesinde olmaları bile ―― sayısal olarak yine inanılası bir teori olmuyordu. Bedenleri taşımış olabilecekleri teorisi inandırıcı olsa da, onları ortadan kaldıracak işgücünü nerden bulacakları kısmı da inandırıcı değildi.
Sonuç olarak, kaplanın böyle dolanbaçlı bir şey yapıp yapmayacağını değerlendirirken, esas cevaplanması gereken soru, neden Subaru’nun işini bitirmediğiydi.
[Subaru: ――――]
O anda, bu boş manzara onun aklına sığınakta kimseyi bulamadığı akşamı getirdi.
Şartlar tamamen farklı olsa da bir hayli ortak sonuç vardı. Kaplanın yaptığı tahribat dışında, ortalıktan kaybolan onlarca insan, oldukça ikna edici bir benzerlikti.
Başka bir deyişle,
[Subaru: Sı-sığınak geçen sefer aynı durumda mıydı ……?]
Bu sonuca vardığı anda, yine tüm gücünü ayağa kalkabilmek için kullandı. Çevresine baktı ve sığınağın yönünü teyit etti.
――6. günün sabahıydı.
Dün gece Elsa köşke saldırmış olmalıydı, eğer saldırdıysa bile bu şartlarda trajediyi engellemek için çok geç miydi, bundan emin değildi.
Sığınak tarafında da, kaplanlaşmış Garfiel’in Subaru’ya son atağını yapmasını engelleyen bir şey olmuş olmalıydı.
Herkesin ortadan kaybolmasının da bir sebebi olmalıydı. Aynı şeyin Subaru’ya neden olmadığı da muammaydı.
[Subaru: ――――]
Hangi yöne gitmeliydi? Subaru bir anlığına tereddüt etti.
Göğsünden akan bir sıcaklık kalbini ağrıttı. Bunun sebebi, köşkte ağır uykusunda olan kız için duyduğu suçluluktu.
Subaru dişlerini sıktı, silkinerek duygularından kurtuldu ve adımlarını sığınağa çevirdi.
Ne olduğunu bulmaya niyetlenmişti, ağır adımlarla ilerlemeye başladı.
Bu hayatı, kefaret ödeyerek, işe yarar en ufak bir ipucu bulabilmek adına her acıya göğüs gererek sürdürecekti.
#Yine keyif aldığım bir bölüm oldu. Subaru'nun bu kararlı hallerini çok seviyorum.
Ve yine ölmediğini gördük, peki neden ve nasıl?
Geçen sefer sığınaktaki herkes kaybolmuştu, şimdi de ölü bedenleri kaybolmuş durumda.
Yani onları tamamen 'kaybedebilen/tüketebilen' bir şey arıyoruz. Ben cevabı biliyorum, daha önce tahmin edenler de oldu. Ama netleştirmek için, okumaya devam!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..