――Sığınak yolunda, Ram’la Garfiel'in savaştığı yerden geçti.
Yakınlardaki ağaçlarda ve kayaların üzerlerinde rüzgar-kılıcı kesikleri ve tanıdık pençe izleri vardı.
Ram’a ait bir şeyler―― ya da Ram’ın bedenini bulabilmek adına etrafı taradı. Ama şaşırtıcı olmayan bir şekilde, hiçbir şey bulamadı.
Eğer devasa kaplan gerçekten Garfiel’se, Ram onun uzun süredir hoşlandığı kız olmalıydı. Subaru bu hislerin daha da derin olduğuna inanıyordu. Ama,
[Subaru: ‘’Senden hoşlanıyorum’’ diyerek birbirlerini öldürme noktasına gelmek…… Bunu pek çok romanda okumuş olmalıyım.]
İkisi de geri çekilmediği için, biri diğerini öldürene kadar olaylar sonlanmamış olmalıydı.
Sevgi ya da özlem bu gidişatı ne kadar engelleyebilirdi ki? Eğer sevgi şiddeti durdurabilecek olsaydı, daha başlamadan durdurmuş olurdu.
İki farklı taraf haline geldikleri anda, onları durduracak bir şey kalmamıştı.
[Subaru: ……Ben, üzgünüm.]
Kız hiçbir yerde görünmese de, yine de kendisini kurtarmak için elinden gelenin en iyisini yapan kızdan özür diledi.
Onun savaşı da anlamsız olmuştu, çünkü Subaru her şeye rağmen tehlikenin üzerine gidiyordu. Ölmeye niyetliydi.
Üst üste binen pişmanlıklarına rağmen, sığınağa doğru yürümeye devam etti. Patrasche’nin sırtında on dakikada gidebileceği yolu öğleden önce tamamlayamadı. Sığınağa yaklaştığında yeniden akşam olmuştu bile.
[Subaru: Yarım günümü aldı……so..nunda……]
Dönmüştü.
Rahatlamayla neredeyse yere yığılacak olsa da bir şey başardığını hissedemiyordu. Onun yerine güçsüzlük ve kendine olan kızgınlık kaplamıştı içini. Kendine olan nefretinden daha da kara bir şey de taşıyordu içinde.
[Subaru: Hala dönmedin mi lanet olası…… ha, Garfiel……?]
Bunu düşünme, bunu düşünme, kendisini altın saçlı bok parçasına olan siniri konusunda yatıştırmaya çalışıyordu.
Sığınağa dönmesinin 3 ana sebebi vardı.
Sığınağa adımını attı. Karşılıklı iki yosun tutmuş sütun, sığınağın girişini oluşturuyordu. Aralarından geçen Subaru etrafına bakarak nefes alış sesini alçalttı.
Sığınağa sessizlik çökmüştü, buraya adımını atan herhangi biri ıssız olduğunu söyleyebilirdi. Ama bundan da öte, ormanda herhangi bir böcek sesi bile duyulmuyordu.
Ortadan kaybolan sadece sığınak sakinleri değildi. Sanki yaşayan her canlı sessizliğe gömülmüş gibiydi.
[Subaru: ――――]
Bu sessizlikte, kendi nefes alışı bile çok gürültülü geliyordu. Boğazını iyice zorlayarak ses çıkarmamaya çalıştı. Kısa, dikkatli nefesler ve adımlarla sığınağın derinliklerine ―― Emilia’nın olması gereken eve doğru ilerledi.
――Gece çökmeden önce, Emilia kıvrılıp dizlerini sararak yargılamaların gelmesini beklemiş olmalıydı. Bu onun her günkü alışkanlığıydı, özellikle Subaru yokken daha da kötüleşmiş olmalıydı.
[Subaru: Burda değil, huh……]
Odanın kapısını itip içeri bakmış ve kimseyi görememişti.
Emilia’nın boş yatağı dağınıktı, yatağın yanında devrilmiş bir sandalye vardı. Bunların, yokluklarına sebep olan şeye direnirken mi olduğunu merak etti.
[Subaru: Roswaal’ın mekanına da uğramalı mıyım……?]
Emilia’nın yokluğunu kabullenen Subaru’nun kalbi bir sonraki hamlesini planlarken sakindi.
Gerçi plan yapmanın gereksizliğinin farkındaydı, bir parçası nereye giderse gitsin kimseyi bulamayacağını biliyordu.
Tam da korktuğu gibi, sığınakta hiç kimse yoktu. Emilia da gittiğine göre, Subaru’nun bu mekana herhangi bir bağlılığı kalmamıştı. Ama bu bile Subaru’nun kalbinde bir hareketlenme doğurmamıştı.
Acaba sonunda o sarsılmaz, çelikten kalbe mi kavuşmuştu?
Yo, olamazdı. Subaru bu düşünce karşısında kafasını salladı.
Bu his kaybı, uğruna çabaladığı çelik kalpten çok farklıydı. İnanılmaz öfkesi sonucunda her şeyi uzaklaştırmış olmasının sonucuydu, geriye kalbinin çerçevesi kalmıştı sadece. Kalbi sarsılmaz değildi, yalnızca içeriğinden arınmıştı.
――Yaşama arzusunu çoktan kaybetmişti.
Ve tabii ki bu çok doğaldı.
Subaru şu anda yaşama arzusu yüzünden yaşıyor değildi. Ölmeyi başaramamıştı ve bunun sebebini öğrenene kadar da ölmeyecekti.
Başka bir deyişle, yalnızca onu öldürmeyen bu olaylar zincirini çözene kadar canlı kalacaktı. Böyle bir hayatta yaşamanın ne anlamı vardı ki zaten?
Emilia gitmişti. Rem gitmişti. Patrasche ölmüştü, büyük ihtimalle Ram ve Petra da. Otto’nun kurtulup kurtulmadığı da soru işareti değildi.
Kimse yoktu. Geriye kimse kalmamıştı. Çünkü Subaru yeterince akıllı değildi, çünkü Subaru yeterince zeki değildi, çünkü Subaru yeterince çabalamamıştı, çünkü Subaru yeterince istememişti, herkesi kurtarmayı başaramamıştı. Hatta hiç kimseyi kurtaramamıştı.
[Subaru: Yani…… ben……]
Sonuna kadar gidip olacakları görüp ardından doğru yolu seçmeliydi. Bu sadece Subaru’nun yapabileceği bir şeydi. Ve Subaru’nun yapması gereken bir şeydi.
Onun uğruna yapılan tüm fedakarlıkları daima kalbinde taşımalıydı.
Onun uğruna kaybolanları fikirlerinde taşımalıydı.
Ödenmesi gereken tüm bedeli ödemeye devam etmeliydi.
Gerekli bedeli ödeyecek, tüm fedakakarlıklarla birlikte sonuna dek gidecekti.
[Subaru: ――――]
Topallayarak ve sendeleyerek binadan çıktı.
Adımları Roswaal’ın kaldığı yere gitmiyordu, sığınağın derinliklerine―― mezara yönelmişti. Geçen sefer, nüfussuz sığınakla karşılaştığında oraya gitmiş ve ‘’Bir şey’’ tarafından öldürülmüştü. Tam olarak o noktaya gidiyordu.
Ne için? Öldürülmek için tabii ki.
Eğer şartlar aynıysa, aynı şekilde öldürülmesi gerekiyordu.
Saldırının geleceğini bilerek ilk ölümcül ataktan kaçınma imkanı vardı. İkincide bile ölse, o arada düşmanın gerçek formu hakkında bir şeyler öğrenebilirdi. Bu da yeterli olacaktı.
Ölmeye hazırlanan Subaru, kararlı bir şekilde adım adım hedefine ilerledi.
Midesinin arkadan delindiği yer―― ne kadar tam noktasını hatırlamasa da, girişe çok yakın olduğunu hatırlıyordu.
Mezarın ucu görüş alanına girdiği anda, Subaru’nun kalp atışları çıldırmış gibiydi. Üşüyor mu yoksa terliyor muydu? Bunu bile söyleyemiyordu.
Vücudu sıcaktı, elleri ve ayakları uyuşmuştu. Ama parmakları katı ve buz gibiydi. Zihni ise tüm durumu görebilecek sakinlikteydi.
Aptal varlığı, bile bile kendi ölümüne ilerliyordu.
Biraz daha bilgi alabilmek adına ölmek üzere yemin etmişti, ama yüzündeki ifade şu an bu kararlılıkta değildi. Kaşları düşüktü, dudaklarını ısırdı ve uzuvları kontrolsüzce titremeye başladı.
Son anlarda bu zayıflığı açığa vurduğu için kendinden daha da çok nefret etti. Silkinerek bu hisleri bir kenara attı ve adımlarını yavaşlatmadan devam etti.
Zayıf, kırılgan ve aptal olduğunu bilmesine rağmen, kendini ilerletecek ve olmak istediği kişi olmaya yetecek cesarete sahip olmayı diliyordu.
Nasıl negatifle negatif çarpıldığında bir pozitif oluşturuyorsa, onun inancına göre zayıflıkları da birleşerek iyi bir şey ortaya çıkacaktı. Ve bu kararlılıkla mezara giden yolda, kendi ölümüne doğru ilerledi.
Mezar iyice yaklaştı. Kalp atışları aşırı hızlanmıştı, kendi nabzının atışını duyabiliyordu. Boş karnının ve boğazının yandığını hissediyordu. Titreyen dizleri yere yıkılmanın eşiğine gelmişti ve yalnızca sol gözünün sağladığı görüşü de kararmaya ve akan teriyle kapanmaya başlamıştı.
Sert bir şekilde kolunu kaldırarak gözünü sildi ve önündeki manzarayla yüzleşti.
Ve ardından, bir şey fark etti.
[Subaru: ――a?]
Tam mezara girmek için ayağını kaldırdığı anda, onu şaşırtan bir şey oldu.
Ortamda böceklerin gevezelik sesi bile duyulmuyordu, yalnızca ara sıra dökülen yaprakların hafif hışırtıları vardı. Ama bir anda, bu sessizliği bölen küçük bir cıvıltı duyuldu.
Subaru, ilk başta rüzgarla uçup gelen bir tüy topu olduğunu düşündü.
Ama tüy topu, Subaru’ya bir iki adım kala durdu ve hafifçe kıpırdadı.
Subaru, karşısında iki uzun kulağın yükseldiğini gördüğü anda kaşlarını kaldırdı.
[Subaru: Bir tavşan mı?]
İki uzun kulağı, beyaz, yumuşak tüyleri olan küçük bir hayvandı. 2 adet karakteristik kırmızı gözü, çevresini izlerken titreşen bir burnu vardı. Ardından Subaru’ya baktı ve küçük başını kaldırarak tiz bir ses çıkardı.
Küçük, mini minicik bir tavşandı. Subaru’nun yumruğu boyutundaydı, bir hamsterdan çok da büyük değildi. Ama kulakları da kendisi kadar olduğu için ‘avuç içi kadar’ terimi çok uygun olmayabilirdi.
Böceklerin, insanların, ejderlerin hiçbir iz bırakmadan kaybolduğu dünyada, karşısına bir anda bir tavşan çıkmıştı.
Normal şartlarda ormanda rastlanabilecek bir canlıydı, ama yolda hiçbir canlıya rastlamadıktan sonra, onu burada görmek bir hayli garip olmuştu.
[Subaru: Neden burda bir tavşan var…… bu.. bir tavşan.. değil mi?]
Aklı sonu gelmeyen sorularla dolu olan Subaru, şaşkın bir ifadeylle çevresine baktı. Sanki bu tavşan dışında bir hayvan daha olup olmadığını merak ediyor gibiydi.
Ardından, herhangi bir amacı olmadan elini tavşana doğru uzattı, gerçekten varlığından emin olmak ya da belki de tüylerini okşamak istiyordu――
[Subaru: ――――]
Ve kısacık bir an sonra, tavşana uzattığı sol eli, bileğinden ayrıldı.
Parçalanmış, özensiz yaradan kanlar sıçrıyor ve yeşil-mavi damarları görünüyordu. Bu ince, beyaz şeyler tendonları mı yoksa sinirleri miydi? Her halükarda, insan bedeni parçalandığında daima garip bir şeyler görünürdü ―― ve bu merak anları da, kendisini bekleyen sondan bir süreliğine kaçmaya yönelikti.
Tamamen farklı boyutta bir sızı Subaru’nun beynine ulaştı, ızdırap içindeki bedeni yere yığıldı. Köprücük kemiğini delen dal, darbenin etkisiyle kırıldı ve yıkıcı bir acı yarattı. Acı, acı, acı.
[Subaru: Ggha!? Aa,uaghaa! Aaauu, uuuuaaAAAA,AAAAAAAGHAAAAAAAAA!!]
Düşünceleri akkor oldu.
Acıyor. Vücudundaki her hücre acı tarafından ele geçirilmişti ve bu ızdırabın gerçekliğini tarif etmenin yolu yoktu, çünkü neden bu kadar acıdığını, nerden çıktığını, bunun neden başına geldiğini bilmiyordu ve acıyor, acıyor, acıyor, acıyor, acıyor, acıyordu――
Katıksız ızdırapla baş etmeye çalışarak, bileğinden kanlar saçılarak toprağa yapıştı. Toprağın acılığı zihnine bir netlik kazandırdı ve bunlara sebep olan şeyi aramak için gözlerini çevirdiğinde ayağının ucundaki beyaz tüy topunu gördü――küçük hayvanın beyaz tüyleri kırmızı beneklerle kaplanmıştı. Siyah burnunun altındaki yanakları doluydu ve kıpırdıyordu. Ve Subaru, ağzının kenarından sarkan serçe parmağını gördü.
Anlaşıldı. Burda ne mi olmuştu? Yenmişti. Az önce bir parçası yenmişti.
[Subaru: Gu, ghhfffuuaaaAAAAAA!!]
Anlayış ve acı, ona çılgınca bir çığlık attırdı. Tavşanla yüzleşmek için döndü. Sağ kolu kırılmıştı ve hareket edemiyordu, sol bileği ise tavşanın midesindeydi. Yapabileceği hiçbir şey yoktu, ama eğer tavşanın gerçek formunu onaylayabilirse ――
Uyluğunda bir yanma hissetti. Tatsız bir şokla, acımasız bıçaklar etiyle kemiğini ayırdı, gözünün beyazı dönmüştü ve boğazından beyaz köpükler çıkmaya başlamıştı. Yatmak ve kendinden geçmek istiyordu, ama ızdırabın derinliği buna engel oluyordu.
Dudaklarının kenarlarından köpüklü kanlar fışkırırken, sudan çıkarılmış bir balık gibi kıvranıyordu. Kulaklarının hala duyabiliyor olması ise hem mucize, hem de acımasız bir tanrının şakası gibiydi.
İlerleyen dalgalara ait gibi gelen bir ses kulaklarına doldu.
Küçük hoplamalar. Küçük, minicik bedenler. Üst üste gelen cıvıltıların birleşimi o kadar çoğalmıştı ki, hala görebiliyor olsaydı bile onları saymaya niyeti yoktu.
Ve bir anlığına, kendisine kalan tek şeyin kulakları olması onu mutlu etti.
Tüm vücudunu saran ısırıkları hissederken, reddedemeyeceği acıları tadarken, çevresindeki tehditin fazlalığının farkına vardı, yüzden fazla olmalıydılar.
Çığlık attı. Ve bir dalga onu sırt üstü yatırdı. Küçük yaratıkların bir kısmı, aceleyle, açılmış ağzından içeri girdi. Dili parçalandı, keskin dişler boğazının derinliklerinde ilerledi, midesine kadar buldukları her şeyi tüketmeye başladılar.
İçerde, rektumunu yemekle meşgul olan başkalarıyla karşılaştılar ve işi bir yarışa dönüştürerek organlarını soldan, sağdan yiyerek, Natsuki Subaru’yu kıyılmış bir yemeğe çevirdiler.
Hala yaşarken içerisinde onu yiyen yaratıkların varlığını hissetmek tarif edilemez bir durumdu.
Korku onu çoktan terk etmişti. Geriye kalan acı da çok azdı. Hala neden bilinçli olduğunu anlayamıyordu.
Yeniyordu. Onu yiyorlardı. Sol gözü tüketilmişti. Kulakları da artık yerinde değildi. Organları çoktan tüketilmişti ve şimdi de yüzündeki deriyi sıyırıyorlardı. Kafatasında bir delik açılıyor, dişler oradan beynine ilerliyordu――
――
――――
――――――
――――――――
――――――――――――――――――――――――――――ah―.
#Ve Subaru'yu bir önceki döngüde neyin 'yediğini' görmüş olduk.
Canlı canlı tüketildiği sahneleri çevirmek çok iştah açıcı olmadı, ama hislerin tasviri her zamanki gibi güzeldi.
Bu arada serinin en çok sürprizlerini seviyorum. Baş kahramanın ölebiliyor olması sayesinde ölecek mi yaşayacak mı asla emin olamıyoruz. Diğer serilerdeki o 'her türlü kurtulur yaa, baş kahraman ölecek değil ya!' düşüncesi bu seride işlemiyor.
Ayrıca, tehdidin ne olduğunu öğrendik, ama aynı zamanda hem Elsa'yla hem de bununla baş etmek mümkün mü?
Subaru'nun bu kez ne yapacağını çok merak ediyorum. Siz de ediyorsanız, okumaya devam!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..