Belirsiz bir sesti.
Ses o kadar belirsizdi ki, Subaru bir kıza mı erkeğe mi ait olduğunu söyleyemiyordu.
Sanki bir ses değiştirici alet kullanıyor ya da ağzını bir bezle örtüyor gibiydi. Ses bu şekilde belirsiz ve opaktı.
Ama Subaru yine de sözleri anlayabilmişti―― bu aşk fısıltısını duyup içgüdüsel olarak gölgenin kime ait olduğunu çözdü. Ve irkildi.
Geriye bakıp düşününce, Subaru mezardan çıkmadan önce bile bunu hissetmişti aslında.
Derisinin altındaki miasmanın sızısını fark etti. Sığınağın manzarası gölgelerle örtülüydü. Çevresinde yayılan büyük bir baskı vardı.
Ve dünya temel olarak hayatını kaybetmiş gibiydi.
Bu görüntü, Subaru’nun yasaklı kelimeleri söylediğinde karşısına çıkan zaman-durdurucu sahnelerin yeniden gösterimi gibiydi.
[Subaru: Ne..den……!?]
[???: ――――]
Yanıt yoktu. Ama önünde duranın kim olduğu konusunda bir şüphe de yoktu.
Subaru parmaklarını esnetti, hala nefes aldığını ve zamanın durmadığını teyit etti. Dünyada her şey olması gerektiği gibi ilerliyordu. Ama yine de cadı tam önündeydi.
Hayal gücünün de ötesinde bir tehditle karşılaşan Subaru’nun zihni tamamen beyaza boyanmış gibiydi.
Yalnızca birkaç dakika önce ettiği yeminin detayları, şokun etkisiyle, geride hiçbir detay bırakmadan bir anda yok olmuştu.
Şu anda Cadıyla karşılaşması hiç beklenmedik bir durumdu.
Boğazı kurumaya başladı, bedeni nasıl nefes alınacağını unutmuş gibiydi. Aşırı bir baskı karşısında eziliyordu, bir yılanla karşılaşan kurbağa gibi hissediyordu kendini.
Hareketsiz kalmanın durumu iyice kötüleştirdiği kesindi. Ama bunu anlasa da uzuvları kendisine itaat etmiyordu.
Subaru’nun kalbinin ve aklının kaldırabileceğinden öte bir durumdu bu yaşanan.
Subaru’nun kalbi titriyordu, aklı bir şeyler yapma isteğiyle yanıp tutuşuyordu ama bedeni sakince durmaya devam ediyordu.
Çünkü――hareket etse de etmese de sonuç tamamen aynı olacaktı.
[???: ――――]
Gözlerinin önündeki gölgeden en ufak bir düşmanlık sezmiyordu. Kendisini yaralamaya niyeti yok gibiydi.
Ama bunun sebebi Subaru’yla ilgilenmiyor oluşu değildi.
Tam tersiydi.
[???: ――――]
Onun önündeki varlık ona o kadar çok ilgi gösteriyordu ki, omurgasındaki titremeyi durduramıyordu.
Kör, takıntılı bir tutkuydu, o kadar yoğundu ki sebebini merak ettiriyordu, onu asla kaçamayacağı kadar sıkıca bağlıyordu.
――Gölgenin Subaru’dan başka ilgilendiği hiçbir şey yoktu.
O gölge için, yalnızca Subaru vardı. Yalnızca Subaru. Yalnızca Subaru. yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru yalnızca Subaru ――
{???: ――Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum}
Sesi yankılanıyor, zihninde dönüp duruyordu.
Düşünceleri kaosa döndü, şu an karşılaştığı şeyi bile algılayamıyordu. Ayakta mıydı, yoksa oturuyor muydu? Nefes alıyor muydu? Bilinçli miydi? Yaşıyor muydu? Yoksa ölmüş müydü? Emin değildi. Emin değildi. Gittikçe daha da az emin oluyordu.
Bir parmak ucu ona erişti.
Etrafını saran gölgeler Subaru’nun bedenine her yönden yaklaşıyordu.
Buna karşı koyacak gücü yoktu. Karşı koymasına gerek de yoktu. Direnme, bırak yutsun seni, sonra ne olur ki? Bunu düşünmekten çok yoruldum. Ve――
{???: Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum ――}
[????: Dalga geçmeyi bırak KkkrrraaAAAHHH――!!]
――Bir an sonra, Subaru’yla gölge arasında dehşete düşürücü bir yıkım yaşandı.
Etki gölgenin içine işledi ve görünmez zemin sarsılarak Subaru’yu arkaya uçurdu.
[Subaru: uUoOOaa――!?]
Her taraftaki sert objelere vuran Subaru, sonunda tüm bedeni gölgelerle çevrili olarak durmayı başardı. Başını sallayarak katı bedenini ve düşüncelerini serbestleştirmeye çalıştı.
Beynine işleyen ses, bir şekilde temizleyici olmuştu. Kafası hala kumla doluymuş gibi hissetse de, en azından ağırlığı bir nebze azalmıştı.
Sesin geldiği yöne bakıp ağzındaki toz toprağı tükürürken, gözleri gördüğü şey karşısında büyüdü.
[Garfiel: Daha kötüsü olamaz, oy. Kıpırdayabilcen mi?]
Gölgeyle mücadele eden kişi oydu. Ebatı bir erkek için küçüktü. Altın rengi kısa saçları ve kaba bir konuşma şekli vardı. Eğik duruyor ve savaşa hazır görünüyordu. Önlem olarak bacaklarını germiş, dişlerini de açığa çıkarmıştı.
[Subaru: Garfiel .......neden……bana…ya… ……]
[Garfiel: Hah? Şaka yapmanın zamanı diil, nolduğunu görmüyo musun? ]
Subaru’nun şoktan ötürü hala titreyen sesi Garfiel’i sinirlendirmiş gibiydi. Gözlerini önlerindeki gölgeye kilitlemiş halde, adım adım Subaru’ya yaklaşıyordu.
[Garfiel: Seni yakandan tutup zıpliycam. Boynun kırılabilir, o yüzden omurganı ona göre ayarla. ]
[Subaru: Boynumun kırılmaması için omurgamın şeklini değiştirebilen bir tip değilim ben ――uwa!?]
O tam isyanını sürdürürken, Garfiel inanılmaz bir hızla zıpladı ve Subaru’yu yakasından tutarak onu, [Uegh!] sesleri çıkartarak boğulacak kıvama getirdi. Ama Subaru daha şikayet etme imkanı bulamadan,
[Subaru: ――――!]
――Zemin yukarıya doğru büyüdü ve gölge patladı.
Patlayan gölgenin dalgaları Subaru ve Garfiel’in üzerine gelerek onları ezecek gibi oldu. Dalgalar her yanlarını sarmaya başladığı anda, Garfiel dilini şıklattı ve karanlığa batmadan önce kaçmaya çalıştı.
[Garfiel: Agh, kahretsin! Zemin böyleyken Toprak Ruhları ilahi koruması işe yaramıyo ――!]
[Subaru: Garfiel, benim bacaklarım da batıyor!]
[Garfiel: Tüm lanet olasıca yer bu halde! “Kötü bir çocuk olursan Cadı gelir’’ dedikleri bu olsa gerek!! ]
Subaru’nun yere değmekte olan uzuvları yavaş yavaş gölgelere batmaya başlamıştı. Suya veya çamura batmaktan tamamen farklı bir histi.
Ilık, yumuşak ve akıcıydı, sanki etrafına sarılıp vücudunu örtmeye çalışan bir ipek gibiydi. Daha barışçıl bir atmosferde bu hisle kuşatılmanın güzel olabileceğini düşünüyordu.
Ama bu dehşete düşürücü şartlar altında, bundan hoşlanması imkansızdı.
[Garfiel: Tch, dilini ısırma!!]
Garfiel, çevresine baktı ve bu uyarıda bulundu.
Dizlerini büktü ve batmakta ulan vücuduyla hafifçe sıçradı. Altında yatan gölge nedeniyle sıçrayışı ancak 1-2 metre yukarıya ulaşsa da ayakları yere değdiğinde bir kez daha zıpladı ve sonra bir kez daha, bir kez daha...
[Garfiel: İşte, geel, diik――!]
Karanlığa gömülmüş bir dünyada, Garfiel, binalarla dolu alana güzelce sıçramıştı. Tam anlamıyla bir duvarı tekmeleyerek, ardından bir kez daha sıçrayarak çatıya ulaştı ve iç çekerek Subaru’yu da fırlattı.
Bu şekilde fırlatılan Subaru, Garfiel’in yüzüne bakmadan önce, düşmemek için çabucak bir şeylere tutundu. ――Yüzü karanlık yüzünden belirsizdi.
[Subaru: Be-beni kurtardığın için teşekkürler……!]
[Garfiel: Huh? Minnettar bi surat böyle mi olur? Benle bi sorunun mu var? Oy!]
[Subaru: Sadece henüz üstesinden gelemediğim bir şey vardı…… ve... beni kurtarmaya geleceğini hiç düşünmemiştim.]
[Garfiel: Benim ne kadar kalpsiz olduğumu sanıyon? Eğer seni kurtarmamla ilgili bi problemin varsa, istediğin zaman o gölgelere geri atlayabilirsin.]
Subaru, [Hayır teşekkürler] diyerek kısa ve öz bir şekilde cevabını vererek iç çekti.
Garfiel uzaklara bakarken, onu izleyen Subaru’nun göğsünde birbiri ardına duygular beliriyordu.
Akıl almaz bir durumdu, karmaşa içindeydi. Ama bu hislerinin en büyük nedeni, Garfiel’in onu kurtarmayı seçmiş olmasıydı. Daha önce onun sığınaktaki en büyük engeli olduğunu ve onun kendisine de Roswaal’la aynı dozda öfke duyduğunu düşünüyordu.
Gerçi şartlar farklıydı, bu değişim altında farklı bir tepki vermesi mümkündü. Ama durum bunun tam tersi olsaydı, Subaru o zaman kendisinin ne yapacağından pek emin olamıyordu.
Garfiel ise Subaru’nun içsel mücadelesinin farkında bile olmadan suratında acı bir ifadeyle uzaklara bakmaya devam ediyordu. Dişlerini birbirine sürterek [ Bu kötü....... ] diye mırıldandı.
[Garfiel: Söylemeye gerek yok ama bizi bırakcak gibi görünmüyo. ]
Subaru da bu cümle üzerine Garfiel’in yanına giderek çatıdan aşağıya baktı.
Gözlerinin önündeki manzaraya bakarken ağzından bir [u……] sesi kaçtı. Sığınak tam bir gölge denizine dönmüştü, büyük bir çoğunluğu karanlığa gömülüydü.
Ama bu karanlığın içinde bile, dönen gölgelerin merkezinde, emekler hızda ilerleyen daha da karanlık bir kısım vardı.
O, Subaru ve Garfiel’i yutmaya çalışan, sığınağı karanlığa gömen gölge olmalıydı. O ――
[Subaru: Garfiel… Onun ne olduğu hakkında bir fikrin var mı?]
[Garfiel: Seçenekler “Tam olarak göründüğü gibi”, “Düşündüğüm şey olmasının imkanı yok” ve “Düşündüğüm şey olmadığına inanmak lanet olasıca bir saçmalık”. Hangisiyle ilerlemek istersin?]
[Subaru: Hangisi olduğunun önemi var mı? Aşağı yukarı aynı kapıya çıkıyorlar… Oy, böyle bir şeyin önünde çok sakin davranıyorsun bek……]
Subaru, Garfiel’in yüzündeki ifadeyi gördüğü anda cümlesini yarıda kesti.
Dürüst olmak gerekirse Garfiel'in onu nasıl kurtardığına dair karmaşık duygular barındırmasına rağmen, Subaru yine de durumu sakince aklında organize ediyordu.
Aklındakiler arasında, cadının kokusundan bu kadar nefret eden ――ve bu koku yüzünden Subaru’ya düşmanlık besleyen Garfiel’in neden tam önünden yayılan kokuya karşı sakin kaldığı sorusu vardı.
Ve tam bunu sormak üzereyken―― onun yüzüne bir bakış atmıştı.
[Garfiel: Ne dedin az önce?]
Garfiel kan çanağı gözlerini kaçırmıştı. Subaru bunu hayal ediyor olabilirdi, ama Garfiel’in dişleri uzuyor gibiydi.
Öfke. Hınç. Hiddet. Sinir. Gözbebeklerinde duyguları saf bir şekilde belirgindi. Ona nasıl sakin denilebilirdi?
O anda Subaru, sorması gereken başka bir şey olduğunu hatırladı.
[Subaru: ――Garfiel. Di……Ram ve diğerlerine ne oldu ? ]
[Garfiel: …………]
[Subaru: Ben mezardan çıktığımda sığınak çoktan gölgelere gömülmüştü. Sen sağlam görünüyorsun... peki diğerleri.....? ]
[Garfiel: ……gölgelerin içindeler.]
Subaru’nun tekrarlayıp durduğu soru, sonunda zalim bir cevapla yanıtlandı.
Subaru’nun yutkunuşunu duyan Garfiel, biraz pişman olmuş gibiydi.
[Garfiel: Bi şeylerin yanlış olduğunu fark ettiğimizde zemin çoktan gölgelenmeye başlamıştı. Eğer Ram beni değneğiyle uçurmasaydı ben de yutulacaktım. ]
[Subaru: ……ve Ram öylece yutuldu mu? Ve Lewes ve Otto?]
[Garfiel: Aah, yeah. Nine ve gürültücü çocuk da bi anda gitti.]
Subaru, dalgalı gölgenin garip kıvrımlarına baktığında, bu gölge tarafından yutulanların kurtulması konusunda oldukça kötümser düşüncelerle doldu.
Eğer alternatif bir boyutta hapsedildiyseler, o zaman umut olabilirdi. Ama gölgenin dokunuşunun verdiği hisse dayanarak bunu söylemek fazla iyimser olurdu.
[Subaru: N-ne bu, gerçekten bu ne…… neden bu şey bir anda…….!]
Elsa, Büyük Tavşan, Garfiel.
Subaru daha sığınak ve köşkteki tehditlerle ilgili kararını yeni vermişti, tüm engellerle yüzleşecek ve ne olursa olsun mükemmel geleceğe erişecekti.
Ve tam kararını vermişken, böyle bir şeyle hepsi silinip gidiyordu.
Bu cehennem nerden peydahlanmıştı birdenbire!?
[Subaru: Garfiel…… Emilia’ya ne oldu?]
[Garfiel: ――――]
[Subaru: Emilia’yı mezarda bulamadım. ……O da mı yutuldu?]
[Garfiel: ――――]
Uyandığında bir şeylerin ters gitmekte olduğunu fark eden Emilia, dışarıya koşmuş olmalıydı.
Sonuçta sığınağın gölgeler tarafından yutulduğunu gördüyse, oturup izlemesinin imkanı yoktu. Herkesi kurtarmak için kendi güvenliğini hiçe sayarak atlamış olmalıydı ve ――
[Subaru: Eğer gölge…… o zaman, o……!]
[Garfiel: Gölge Ram ve diğerlerini yuttuktan sonra sığınağa gidip her şeyi tüketti. Arkasından kovaladım bi kaç darbe indirdim ama bi boka yaramadı. Sonra o şey bi anda geri döndü, ben de takip ettim ve işte burdayız. ]
Gölge sığınağa saldırırken mezardan çıkan Subaru’nun varlığını hissetmiş ve bir anda geri dönmüş olmalıydı. Yani sonuç olarak gölgenin hedefi Subaru’ydu.
Her şeyi yok eden gölge. Aşk sözleri fısıldayan gölge. Ve gücünün yaydığı baskı.
Kimliğini sorgulamanın gereği yoktu. Ama,
[Subaru: Kıskanç Cadı burda ne bok yiyor……!!]
[Garfiel: Bunu sormanın zamanı diil, oy!]
Subaru bu sözleri dile getirirken, Garfiel’in yüzünde savaşa aç bir gülümseme belirdi. Subaru, dengesini kaybetmemeye dikkat ederek ayağa kalktı ve Garfiel’in baktığı noktaya baktı.
Devasa bir kıvrılan gölge kütlesi, üzerlerinde durdukları binanın etrafını sarmıştı.
Her şey gölgelerin etkisine yakalandı. Yer ve bina birbirinden ayrıldı ve akıntıya sürüklendiler.
[Subaru: Uu, ooOOAAAHH――!]
Büyük bir tsunami ya da geniş alanlı bir selin dokunduğu evleri kendisine katması gibiydi.
Kütlesiz olması gereken gölgelerin, ayaklarının altındaki binayı sırtlanmasını izleyen Subaru, çatıdan düşmemek için elinden geleni yapıyordu.
Denedi, ama problemine bir çözüm bulamadı.
[Garfiel: Tch, ben yine atlıyorum, sıkı tutun!]
[Subaru: ――――!]
Hızlıca Garfiel’e tutundu ve devrilmekte olan çatıdan zıpladılar. Bir hedefi olmadan sıkılan bir kurşun gibi, ağaç kümesine doğru öylece atladılar.
[Garfiel: Ghagh――!]
Garfiel, kolunu sağlam bir noktaya geçirerek gölgelere düşmeden önce durmayı başardı. Onun tişörtüne sarılmış olan Subaru da başka bir dalı tuttu ve oraya kaydı.
Ve tam soluklanmak üzereyken arkalarından yarılan odunların seslerini duydular.
Hızlıca döndüklerinde, az önce durmakta oldukları evin merkezinden çatladığını ve ince, minicik parçalara ayrıldıklarını gördüler.
Binanın çöküşüyle birlikte, girdabımsı bir şekil almış olan gölgeler orijinal şekillerine döndü ―― ve kütleleri iyice genişledi.
[Subaru: ――――]
Bu devasa yıkıma şahit olan Subaru ve Garfiel’in söyleyebilecek sözleri yoktu.
Birkaç saniye sessizlikten sonra gölgenin şekli bulanıklaşmaya başladı. Ve bir an sonra―― Subaru, gözlerinin, karanlıkla ve gölgelerle çevrelenmiş gözlerle karşılaştığından emindi.
{???: ――Seni seviyorum}
[Subaru: Uu, a……]
{???: Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum }
[Subaru: ――――]
{???: Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum Seni seviyorum }
Kabarmış, sınırsız bir sevgi. Subaru’nun tek görebildiği karanlıktı. Gölge şeklinde, kendisini boğmak üzere olan bir sevgi.
Kıskanç Cadı, onu sevgisiyle boğmak üzere yaklaşıyordu ――
#Çılgın bölümler geliyor demiştim! Bütün bunlar neden ve nasıl oluyor hiçbir fikrim yok açıkçası.
Ancak büyük bir mevzu olduğu kesin.
Çevirmesi de anlaması da biraz zor oluyor bu aralar, ama umarım olup biteni hayal edebiliyorsunuzdur.
Çılgın teorilerinizi bekliyorum ve bir sonraki bölüme geçiyorum, okumaya devam :)
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..