Subaru, kızın açıklığın sonunda durduğunu görünce ve aynı zamanda kendisine dik dik ve bir o kadar da boş baktığını fark edince ürperdi.
Emindi, Garfiel az önce onun gölge tarafından yutulduğunu söylemişti.
Ama bu bilgi, gördüğü şeyle açıkça çelişiyordu.
Eğer hangisine inanacağını seçmesi gerekiyorsa, tabii ki gözlerine inanacaktı. Öyleyse önceki konuşmalarının tamamı yalan mıydı?
[Subaru: Garfiel, bu da ne demek oluyor……]
[Garfiel: …… Hemen sonuca atlamasana. Ne demek istediğini biliyom ama buna zamanımız yok, şimdi şuradakini iyice cezbetmiş olduk.]
Elini sallayarak Subaru’nun dikkatini çeken Garfiel, etrafına göz gezdirdi. Sonra çenesini kaldırıp derin bir nefes alarak,
[Garfiel: ――――oooorrrrrrrrrRRRRR!]
Her ne kadar bu devasa orman için yeteri kadar gürültülü olmasa da, sesi tüm bu sessizliğin içinde havayı delerek ilerlemişti. Onu duyunca, bir anlığına nerede olduğunu unutan Subaru, “Bu adam çok iyi hayvan sesi çıkarıyor ya” diye düşündü, ama sonrasında gelen cevabı duyarak toparlandı.
[Subaru: ――――!?]
Hışırtı sesiyle birlikte, yeşilliklerin arasından ve farklı yönlerden birbiri ardına minik siluetler belirmeye başladı.
Kısa boylarının aksine, uzun, pembe saçları neredeyse yerde sürükleniyordu. Derileri saydam-beyazdı ve gözleri duygudan yoksundu. Giydikleri cüppeler bedenlerine tam oturmamıştı ve sarkan kolları ile uyum sağlamıyordu. Cüppelerin altında başka bir giysi giymemiş gibi görünüyorlardı ve boşluklar arasında bakınca yalınayak olduklarını görebiliyordu. ( One pieceteki tontattaları hatırlattı )
Ağaçların bittiği yerden yirmi civarı ufaklık gelmişti. Açıklığın neredeyse yarısını dolduracak şekilde hizalandılar ve hepsi neredeyse tıpa tıp aynı yüze sahipti. Yalnızca aynı ifade değildi mevzu------bunlar tamamen aynı yüzlerdi!
[Subaru: Bu nasıl bir şaka….!?]
Gözleri önünde dizilmiş aynı yüze sahip kızları gören------- ve hepsinin Lewes gibi göründüğünü fark eden Subaru, hayal gördüğünü veya bunların bir çeşit illüzyon olduğunu düşündü.
Aslında Subaru’nun daha önce bunun gibi kabusları olmuştu ve bunun onlardan bir tanesi olabileceğini ummuştu. Ama,
[Subaru: Dalların çizikleri acıttı… ve kalbim de acıyor…… bu gerçek, değil mi?]
Subaru kollarından sızan kana baktı, ellerini deli gibi atan kalbine götürdü ve ardından derin bir nefes aldı. Ve sonra, bu sahneyi gerçeklik olarak kabul etmeye karar verdikten hemen sonra, kızları tekrardan inceledi.
Hepsi Lewes ile tıpa tıp aynı görünüyordu, hatta ifadeleri de aynıydı. Yani hepsi de duygusuz, hareketsiz ve oyuncak bebek gibiydi.
Subaru, Lewes'in cana yakın birisi olmadığını biliyordu. Ama aynı zamanda, her zaman yoğun duygulara sahip olduğunu ve daha da önemlisi, her eyleminin yaşayan bir insan gibi olduğunu da biliyordu.
[Subaru: ――――]
Ama bu kızlar, yaşayan bir insanın göstereceği belirtilerden bir hayli uzaktı. Oyuncak gibiydiler ve Subaru bundan daha uygun bir tanımlama bulamıyordu. Bunların oyuncak bebek oldukları kolaylıkla iddia edilebilirdi.
Nefes almalarına ve canlı olmalarına rağmen, hareket eden bebekler gibiydiler. Arka arkaya dizilmiş yirmi aynı yüzü görmenin anormalliği de Subaru'nun bu kanısını pekiştiriyordu.
[Subaru: Klonlar… Bu dünya böylesine bir teknolojiye sahip olamaz. Bu bir çeşit çoğalma büyüsü falan mı…? Ama neden bu kadar çok Lewes-san yapsınlar ki?.....]
Aklında “Bedensel Hücre Klonlaması” terimi belirince, Subaru birden durumu anladı.
Sığınağın olduğu bölgenin adının neden Deney Sahası olduğunu, efendisi Echidna'nın bunun hakkında neden konuşmaktan kaçındığını ve Garfiel'in neden burayı çıkmaz olarak değerlendirip küfürler savurduğunu az çok anlıyordu...
[Subaru: Ya bunlar sığınağın deneylerinin sonucuysa….? Lewes-san’ı kopyalamak mı? Hayır… ama, böyle bir şey yapmanın ne anlamı var ki….]
[Garfiel: Sen düşünmekle meşgulken bunu yaptığım için üzgünüm, ama tam zamanı gibi göründüydü.]
Subaru neler olduğunu anlamaya çalışırken Garfiel’in kolları genişlemeye başladı.
Kolları sarı kıllarla kaplandı, kasları kıyafetlerini yırtarak normalde olduğunun üç katı büyüklüğe ulaştı.
Soyaçekim―― eğer Garfiel’in gerçek formu bu dev kaplansa, bu yarı dönüşmüş hali onun kozunun ilk aşaması olmalıydı.
[Garfiel: Çevreleyin ve yok edin. Haydi, zaten herkes yenildi, geriye bi bunlar kaldı.]
[Subaru: ……Planını anlayabiliyorum ama onlar…]
[Garfiel: Endişelenme. Nine gibi diiller, içleri boş. Ama en azından emirleri yerine getirebilirler. Ne başarırlarsa kardır.]
Planının detayları ve Lewes’in kopyaları bir yana, hala Subaru’nun sormak istediği bir sürü soru vardı. Ama buna zaman olmadığı gibi, doğru dürüst konuşmaya bile zaman yoktu.
Garfiel, devasa kolunu savurarak Subaru’yu açıklığın en sonuna ittirdi. Garfiel’in hayvansı işaretiyle birlikte Lewes ordusu ilerleyip Subaru’nun önüne geçerek onu korumaya aldı.
Garfiel açıklığın tam ortasında duruyordu. Arkasında Lewes kopyaları, en geride de Subaru vardı.
Garfiel’in tam karşısında ise ormandaki ağaçlar yutulmaya devam ediyordu.
{???: ――Seni seviyorum seni seviyorum seni seviyorum seni seviyorum seni seviyorum seni seviyorum seni seviyorum seni seviyorum seni seviyorum seni seviyorum seni seviyorum seni seviyorum seni seviyorum seni seviyorum }
Yavaş ve kıvrak hareketlerle, sevgi cümleleri ormanın kenarlarından süzülmekteydi.
Sonsuz tiksintiyle dolmuştu ve “tehlike” diye bağıran çanlar kafasının içinde çınlıyordu. Cadı’nın başı olduğunu düşündüğü gölgenin bir kısmı yukarı doğru kalkınca, Subaru 'onun' görüş alanına girdi.
[Subaru: ――――]
Daha önceden de bildiği üzere, gölge sevinçle dalgalanıyordu.
Siyah anafor ormanın ağaçlarını kendi spiraline sürüklerken, ortasından kırılan odun sesleri duyuluyordu ve aşk sözleri fısıldayan gölge yaklaşmaya devam ediyordu.
Ormandan çıkan gölge açıklığa ulaşarak bu küçük toprak parçasını bir anda kapladı. Çok geçmeden buradaki her şey de orman gibi gölge tarafından emilmeye başlamıştı. Yani Garfiel’in kazanmak için en ufak bir şansı varsa, bu yerin gölge tarafından yutulmasından önce her şeyin bitmesi gerekiyordu. Şimdi, tam da şu anda…
[Garfiel: ――――GhrraaaAAAAAAHHHHH!!]
Kafasını yukarı kaldıran Garfiel, atmosfere boğazını yırtarcasına bir kükreme gönderdi. Havadaki şiddetli titremeler Subaru’nun her zerresini içgüdüsel olarak korkudan titretmişti. Donakalmış Subaru’nun önünde, Garfiel'in sadece kolları değil bacakları da o canavar halini almıştı ve tüm gücüyle yeri dövüyordu.
Bir anda, Garfiel’in ayağının altından salınmaya başlayan toprak, Cadı’nın altında devasa bir tahterevalli gibi yukarı kalkmıştı. Bu, Garfiel’in Subaru'yla ilk karşılaşışında, Patrasche ve arabayı yerle bir ettiği sahnenin tekrarı gibiydi.
Gölge toprak parçalarıyla birlikte havalanınca, Garfiel dört uzvunu da yere sabitledi ve ulumayla birlikte dönüşümünün diğer aşamasına geçti.
Genişleyen bedenine dayanamayan kıyafetleri, altın kürkünden sarkan paçavralara doğru patladı. Ağır uzuvlarının üzerinde duran vücudu dört metreyi aşmıştı ve çenesinin içine dizilmiş hançer gibi dişleri ortaya çıkmıştı.
Bu, daha önce Subaru’nun gördüğü, ona öfke ve umutsuzluk veren kaplandan başkası değildi.
[Garfiel: ――――WWRRRRR!!]
Kükreyen canavarın vücudu, gölgeye doğru rüzgar gibi atıldı.
Pençelerinin altında adeta mağaralar oluşturan güçlü canavar, muazzam kütlesine meydan okuyarak, şaşırtıcı bir hızla sıçradı.
Ve çenesini açtığı gibi, gölgenin ince belini, çeliği bile kesebilecek dişleriyle ısırmayı denedi――
[???: ――――]
――gölgenin parmakları canavarın altından uzandı ve onu sardı. Birden yakalanan büyük kaplan, havada asılı kalmış, bir an sonraysa boğazından acı bir çığlık çıkmıştı.
Sıkışan uzuvlarından fışkıran kan sisi, gölgenin onları ezme niyetinde olduğunun göstergesi gibiydi. Subaru’nun beli kadar kalın kollardan ezilen bir etin sesi çıkmaya başlamıştı. Subaru, büyük kaplanı izlerken hareketsiz kalarak çığlık attı, gözlerini ayıramıyordu. Ve hemen sonrasında, gölgenin acımasızca canavarın vücudunu bir organ ve kan patlaması eşliğinde içine çekmesi--
[Subaru: ――ah―]
――şeklinde bir olay yaşanmadı.
Subaru şaşkınlık içinde seyrederken, iki Lewes kopyası, kaplan ve Cadı arasındaki boşluğa sıçradı.
Küçük kızlar, açık olan ağızlarından anlamsızca nefesler alarak ileri atıldılar. İnanılmaz bir hızla, gölgeden geçip yere indiler ve bakışları kaplana kilitlenmiş olan Cadı'ya doğru fırladılar.
[Lewes'in kopyaları: uu―]
[Subaru: ――――]
Sarılmak istercesine kollarını açarak Cadı’ya doğru kendilerini fırlattılar. Onları fark eden Cadı, gölge uzantısıyla onları kolayca şişledi.
Keskin mızrak uçlu gölge, kamçı gibi hareket ederek iki Lewes kopyasını bacaklarının arasından göğüslerine kadar delmişti. Sonra da onları acıyla yırtınan Garfiel’in gözlerinin önüne getirdi.
Bu iğrenç görüntü, bu rahatlık Cadı’nın hatasıydı.
[Garfiel: ――wwWWWRRRRRRRRRRRRR!]
Kopyaların parçalanmış vücutlarını gören Garfiel’in, zaten bağırmaktan yıpranan boğazından öncekilerden tamamen farklı bir kükreme çıktı ve Subaru’nun kaşlarını çatmasına neden oldu.
Bu kükremedeki değişimin nedenine anlam veremeyen Subaru, Lewes’in kopyalarının havada asılı bedenlerini gördü ve onların yoğun, soluk mavi bir ışıkla yutulmasını izledi.
[Subaru: ――――!?]
[???: ――――]
Bir an sonraysa bedenler kör edici bir parlamayla patladı. Etrafta ne kan ne organ parçası vardı, ne de canlı bir vücudun patladığına dair herhangi bir iz. Etleri ışığa dönüşmüş, etraftaki gölgeleri temizlemiş ve kısa bir süreliğine dünyaya yaşamı geri getirmişlerdi. Şişmiş ve patlamışlardı―― ama bu, sıradan bir patlayarak ölme şekli değildi.
Işıktan gözleri kamaşan Subaru, hızlıca gözlerini ovuşturdu. Tekrar görüşünü kazanmak için acele ediyordu. Gözlerini açtığı anda, çevresinde onu koruyan Lewes kopyalarının oluşturduğu duvarın, diğer iki kopya gibi gölgeye doğru atıldıklarını gördü.
Kusursuz koordinasyonla her yöne dağılan on sekiz Lewes-kopyası, Cadı'yı kuşattı. Görünüşe göre saldırının tek amacı, kollarını tamamen açarak Cadı'nın üzerine yapışıp onu sarmaktı.
Ama aynı anda hareket etseler bile, hareketleri insani sınırlar tarafından kısıtlanıyordu. Düşmanlarının Kıskançlık Cadısı’nın ilk felaketi olduğunu söylemeye gerek yoktu. Subaru tam Lewes kopyalarının Cadıyı bastıracağını düşünürken, yukarı fırlayan gölge on sekiz kamçıya bölündü. Her birini bir bıçağa dönüştürürken, üzerine gelen Lewes’lerin kendisinden kurtulma çabalarıyla dalga geçiyor gibiydi. Kamçılar, kopyaların kafalarını, göğüslerini, kollarını lime lime edip parçalıyordu.
Saldırılarına ara verdiğinde, Lewes kopyaları yenilmişti ve bir an sonra da beyaz ışık topları halinde patladılar--- açıklıktaki bütün karanlık o anda yok olmuş ve Cadı tarafından çevrelenen gölge anaforu da söküp atılmıştı.
[Garfiel: ――WRRRRRRRRRRRAAAAAAAAAHHHHHHHHH!]
Yaralı kaplanın bu fırsatı kaçırmasına imkân yoktu.
Lewes kopyalarının kendisini kurtarmak için oluşturduğu açıklığı kullanan dev canavar, kopyalar patladıktan hemen sonra her şeyi unutturan kükremesiyle gölgenin başına doğru hamle yaptı.
Cadı, dev kaplanın kendisine doğru koştuğunu görünce gölgeden bir duvar oluşturdu. Ama kaplan, pençesinde bir insan siluetiyle –daha önce tam da bu amaç için sakladığı bir Lewes kopyasını tutarak, duvara tosladı ve duvarı parçalara ayırdı. Soluk mavi ışıkla birlikte dişleri ve pençeleri de gölgenin kalbine ulaştı.
---- O kadar mükemmeldi ki Subaru bile onu alt ettiğine inanmıştı.
Tereddüt etmeden yirmi Lewes kopyasını feda eden insanlık dışı bir taktik. Eğer kaplan biçimindeki Garfiel, pençesiyle tek bir doğrudan saldırı yapabildiyse, Cadı bile bundan kurtulamazdı.
{???: ――Seni seviyorum}
Ya da en azından Subaru’nun içten dileği buydu.
{???: ――Subaru-kun}
Garfiel’in toza karışmış, patlamış ve parçalanmış cesedinin yanındaki gölge, tatlıca seslendi.
#Bu yazarın bir senaryo yazıp sonra da 'ama olan bu değildi, aslında bu yaşanmadı' şeklindeki cümleleri beni öldürüyor.
Lewes-kopyaları tam bir muamma, Garfiel'in güçlü saldırısı ve sonrasında bahsi geçen 'parçalanmış cesedi' korkutucu. Ama içimi en çok ürperten seni seviyorum'dan sonra gelen 'Subaru-kun' oldu.
Yine çok merak ederek bir sonraki bölüme geçiyorum, orada görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..