An Yize özel odaya girdiğinde, yüksek sesli müzik ile karşılanmıştı.
Bu neredeyse herkesin bildiği bir şarkıydı ama şarkıcı...şarkıyı müthiş bir vahşilik ile söylüyordu.
Dünyevi müdür An, tanınması güç şekilde şarkıyı söyleyen kişiyi ilk defa dinliyordu.
An Yize ilk başta kaşlarını çattı, ciddiyetle şarkı söylerken mikrofonu tutan kişinin son derece yakından tanıdığı bir şahıs olduğunu fark ettiğinde, istemsiz olarak şaşırmıştı.
Su Jian hala ağlamaklı ve feci bir şekilde şarkı söylüyordu, “Bu dünyada sadece anne en iyisidir. Annesiz çocuklar yabani otlar gibidir. Annemin kucağını bırakınca, mutluluğu nerede bulabilirim…”
Şarkıyı dinlerken odadakilerin hepsinin yüzünde “Ben de sarhoşum” ifadesi vardı.
An Yize’nin odaya girdiğini gören An Yirou hemen onu karşıladı. “Abi!”
An Yize sakince cevap verdi, “Neler oluyor burada?”
An Yirou, Su Jian'a garip bir şekilde baktı. “Biraz bira içtik. Açıkçası görümcemin birazcık içtikten sonra bu kadar sarhoş olacağını düşünmemiştim.”
Su Jian, Su Jie’yi gördüğünden dolayı zaten duygusal bir ruh halindeydi fakat Su Jie’nin telefonunun arka planında kendi resmini gördüğünde; özlem ve keder koca bir duygu dalgası gibi yükselmişti. Ama aynı zamanda gerçek kimliğini Su Jie’ye itiraf etmenin imkansız olduğunu da açıkça biliyordu. Bu yüzden Su Jie ile çok fazla etkileşime girmeye cesaret edemedi. Su-kadını ile aynı trafik kazasında ölmüştü. İsimleri bile aynıydı ve hafıza kaybı geçirmişti. En ufak bir şüphe duyan biri için bunların hepsini ortaya çıkarmak imkansızdı. Ona yakın birine yeniden doğuşunun sırrını söyleyip söylemediğini bilmiyordu, fakat şu anda yapamazdı. Sonuçta bu sadece kendisini değil, birçok aileyi ilgilendiren bir olaydı. Ayrıca, gerçek oldukça sıra dışıydı; herkesin kabul edebileceğini düşünmüyordu. Bunu göze almak istemiyordu.
Kaybettiği ailesine olan duygularını bastırmak o kadar kolay değildi. Ailesinin iyi olduğunu öğrendikten sonra içi biraz rahatlamıştı ama yine de acı çekerek ebeveynlerini ve küçük kardeşini özlüyordu. Gerçekten kötü hissediyor fakat bunu kimseye söyleyemiyordu. Böylece kalabalık genç grubu ortamı canlandırmak için bir şeyler içmeye başladığında, itiraz edemedi. Eskiden alkol sınırı iyi değildi, ama birkaç şişe bira sorun olmuyordu, bu yüzden fazla düşünmedi. Farkında olmadığı şey, Su-kadını'nın bedeni kolayca sarhoş olabilen tipteydi, bu yüzden Su Jian iki büyük bardak bira içtiğinde, geri dönüşü olmayan noktayı çoktan geçmişti.
Beklenmedik bir şekilde, sarhoş Su Jian yaygara koparmadı ve uysal bir şekilde oturdu. Sadece mikrofonu kaptı ve asla bırakmadı. Onun şarkı söyleme becerisi yarışılamayacak kadar güzeldi. Şarkının her melodisi göklere kadar ulaşıyordu. Böylece, yalnızca bir oda dolusu insan mutluluğun ortasında acı çekebilirdi. Kulaklarını delip geçen şeytani seslerden dolayı acı çeker, ciddiyetle şarkı söyleyen ve sesini ciddiyetle ayarlayan bir güzelliği şarkı söylerken gördükleri için mutlu olurlar.
İlk başta An Yirou, Su Jian’a bir şeylerin olduğunu fark etmemişti. Sadece Su Jian’ın uzun tuhaf bir şarkı seçtiğinde ve yürekleri parçalayan bir şekilde söylemeye başladığında fark edebilmişti.
An Yirou, “Görümce, bir şeyler yemek ister misin?” diye onu dürttü.
Su Jian mikrofonu sıkıca sardı ve parmaklarıyla ritim tutarak başını salladı. “Hayır, önce sakinleşmek için bir şarkı söyleyeyim…”
An Yirou: “……”
Zhou Hai gelip, “Güzellik, böyle şarkı söylemek seni çok yalnızmış gibi gösteriyor. Neden birkaç şarkı söylememe izin vermiyorsun?” dedi.
Su Jian tecrübesini yüzüne yansıtan bir bakış attı. “Tüm insanlık yalnızdır. Zaten alışkınım.”
Zhou Hai.: “……”
Su Jie geldi ve onu ikna etti, “Su Jian, neden tekrar şarkı söylemeden önce biraz dinlenmiyorsun? Yoksa boğazına iyi gelmez.”
Su Jian ona kıpkırmızı olmuş gözlerle baktı. “İyi bir boğaz ne işe yarar? Kalbim hala aynı şekilde acıyor…”
Su Jie: “……”
Oda dolusu insan ona yenilmişti ve herkes Su Jian’ı hantal bir şekilde dinledi. “Dong ah, Beloved Mom,” “Calabash Gourd Brothers,” “Come Home Often,” “The Elders Back Home,” “Fa Hai, You Don’t Understand Love,” şarkılarını söylerken mucizevi bir performans sergilemişti. [1]
An Yize geldiğinde, Su Jian en hareketli parçayı söylüyordu. “Bu dünyada, sadece anneler en iyisidir—”
Odadakilerin meraklı bakışlarına rağmen An Yize doğrudan Su Jian’a doğru yürüdü ve dedi ki, “Jian Jian, benimle gel.” Sonra mikrofonu Su Jian’ın ellerinden alabilmek için ona doğru uzandı.
Su Jian, tüm gücü ile mikrofonu sıkıca kavradı ve korunaklı bir ifade ile ona baktı. “Ben bir sanatçıyım, fahişe değil!”
An Yize: “……”
An Yirou kahkahalarını içinde tutmak için kendisini zorladı. “Görümce, abim seni eve götürmeye geldi.”
Su Jian, göz kırparak bir süre An Yize'ye boş boş baktı, sonra şaşkınlıkla şöyle dedi: “Yi ... ze?”
An Yize'nin kalbi aniden yumuşadı. O şaşkınlık içinde iken onun almak için fırsat yakalamıştı. Yavaşça, “Hıhı, benim. Uslu dur. Hadi eve gidelim.”
Su Jian’ın göz yaşları hala kirpiklerinden akmamışken Yize’nin mikrofonu almasına izin verdi.
An Yirou iç çekti, “Abi. Hala en iyisisin! Daha demin ne yaptıysak oradan inmek için onu ikna edememiştik. Ama sen gelir gelmez, görümce hemen seni dinleyiverdi.”
An Yize Su Jian’ın elini tuttu. An Yirou’ya, “Onu eve götüreceğim. Geliyor musun?” dedi.
An Yirou kafasını olumsuz bir şekilde sağa sola salladı. “Daha vakit erken. Biraz daha oynamak istiyorum.”
An Yize odada neler döndüğünü anladı. Bir grup genç insan nispeten uysal bir şekilde mırıldanıyordu. “Tamam, seni beklemesi için buraya şoför göndereceğim. Saat ondan önce evde olmayı unutma.”
An Yirou sırıttı, “Endişelenme, abi! Benim için endişelenmene gerek yok! Sadece görümcemle ilgilenmeye odaklan!”
An Yize döndü ve şaşkın bir şekilde elini tutmasına izin veren kişiye baktı. Gözlerinde birazcık çaresizlik vardı.
“O zaman şimdi onu eve götüreceğim.” dedi, An Yirou'ya ve odadaki herkese başını salladı. Ardından Su Jian’ı oradan dışarı çıkardı.
O konuşurken, Su Jian onun yanında itaatkar bir şekilde durdu. Ancak beklenmedik bir şekilde, Su Jian'ı dışarıya çıkarmaya çalıştığında, Su Jian inatla geri çekiliyordu.
Su Jian, “Yardım edin! Yardım edin! Polis bey, işte bu adam!”
An Yize: “……”
Onca bağırışın sonunda An Yize, eliyle Su Jian’ın dudaklarını kapatarak onu sürüklemek zorunda kalmıştı.
Su Jian’ı arabaya taşıdıktan sonra, An Yize şoför koltuğuna oturdu ve derin bir nefes aldı.
Bir kez daha sessizleşen sevimli kıza bakmak için döndü ve kemerin tokasına doğru uzandı.
Su Jian ciddiyetle onun için emniyet kemerini bağlamasını izledi. Aniden, usulca, “Yize, Nereye gidiyoruz?” diye sordu.
An Yize onun biraz ayıldığını ve sesinin yumuşadığını fark etti. Saçlarını okşadı. “Uslu dur. Eve gidiyoruz.”
“Eve gidiyoruz.” kelimesini duyunca, Su Jian kaşlarını çattı ve yine o kederli sesiyle şarkı söylemeye başladı; “Eve gel, eve gel, sana ihtiyacım var—”
An Yize’nin alnındaki damarlar şişti. “Şarkı söylemeyi kes!”
Su Jian hemen tonunu değiştirdi ve yüreğinin ferahlığıyla şarkı söyledi, “Şarkı söylemek istediğimde şarkı söyleyeceğim. Kimse beni alkışlamasa bile yüksek sesle ve mükemmel bir şekilde söyleyeceğim. En azından cesurca eğlenebilirim.”
An Yize'nin alnındaki damarlar nabız gibi hızla atıyordu. Aniden şarkı söylemeyi bırakmayan ağzı susturmak için başını eğdi.
Su Jian'ın sesi aniden kesildi. Kırpışan gözleri dışında hareketsizdi.
Kızın gözlerindeki şaşkınlık, An Yize'nin sinirli kalbinin yavaşça sakinleşmesine neden olmuştu. Kımıldayan ağzı daha da yavaşlamıştı.
O anda, Su Jian aniden ağzını kapatan yumuşak şeyi yaladı.
An Yize: “……”
Su Jian serbest bırakıldığında, dudakları biraz şişmişti ve emniyet kemeri çoktan çözülmüştü. Ellerini An Yize'nin kollarına koydu.
Az önce olanlardan dolayı duyguları hassaslaşan Müdür An, kızın gözlerindeki gözyaşı izlerini parmaklarıyla sildi. Alçak bir sesle, “Neden ağladın?” diye sordu.
İlk başta, Su Jian boş boş baktı, sanki sadece tek bir şey düşünüyordu, dudaklarını büzmüş ve incinmiş bir tonda “Annemi özledim.” dedi.
An Yize bu cevapla şaşırmıştı. Su Jian'ın kederli bir sesle şarkı söylemeye başladığını duyduğunda henüz aklı başına gelmemişti, “Oh, anne! Mum ışığında anne…”
An Yize'nin şakaklarındaki damarları patlayacakmış gibi titriyordu. “Her şeyi unutmadın mı? Anneni nasıl özlüyorsun?”
Bu sefer,Su Jian'ın tepkisi çok düzdü. “Nasıl unutabilirim?” Sonra aniden An Yize’nin boynuna sarıldı ve incinen duyguları ile bağırdı. “Anne.”
An Yize'nin şakaklarındaki damarları sonunda patlamıştı.
Su Jian onu hala kucaklarken, şarkı söylemeye devam etti. “Mum ışığında anne. Siyah saçlarının çiçekli gölgeleri. Yüzün endişe ile dolu. Kavisli sırtın artık düz değil. Gözlerin neden ışıltısını kaybetti…”
An Yize kollarında sarhoş halde uzanan kızı derin bir hisle dinlerken kız bir şeyler mırıldanıyordu. Sadece hayatın çok yorucu olduğunu hissediyordu.
“Ben. Senin. Annen. Değilim.” bu beş kelime kanlı göz yaşları gibi dökülmüştü.
Su Jian ona sıkıca tutundu ve kırgın bir şekilde şöyle dedi: “Anne, neden beni kabul etmiyorsun? Ben senin sevgili Jian Jian’ınım!”
An Yize: “……”
Su Jian biraz derin nefes aldı. Göz yaşları dudağından yavaşça dökülüyordu. Yüreği tükenmişti. An Yize yumuşak bir ses tonuyla seslendi, “Jian Jian.”
Su Jian kollarında otomatik olarak daha rahat bir pozisyona geçti ve sonra ona baktı. Yumuşak bir sesle, “Yize, su içmek istiyorum…”
Daha önce, bacağı aksadığından dolayı, gecenin bir yarısı uyanıp su isterse, An Yize’yi uyandırır ve onun için biraz su getirmesini isterdi. Şu anda, o kadar çok şarkı söyleyip ağlamıştı ki deli gibi susamıştı.
Biraz ayık gibiydi ... An Yize ona baktı ve tereddütle sordu, “Ben kimim?”
Soru sorup sormaması önemli değildi çünkü Su Jian kemerini çıkarmaya çalışarak, “Kim olduğumu bana sorma, sadece beni sev—” diye söylenmeye başlamıştı.
“Sakın bir daha şarkı söylemeye cüret etme!” Bunu kendi üzerine alınan An Yize, geçmişte yaptıklarından pişman olmaya başlamıştı.
Su Jian aniden sustu, şaşkınlıkla bir süre An Yize’ye baktı, sonra yüzünü onun göğsüne gömdü ve usulca, “O zaman benim için sen söyle…” dedi.
“Hayır.” An Yize ifadesizce reddetti.
Reddedilen Su Jian hemen trajik bir şekilde şarkı söylemeye başladı, “Bence beni gerçekten sevmiyorsun. Umursarsan yavaş yavaş soğukluk olur…”
“Tamam! Şarkı söyleyeceğim!” An Yize dişlerini sıkarak onu susturdu.
Su Jian hemen ses çıkarmayı bıraktı ve sadece burnundan yüksek sesli bir nefes aldı.
An Yize tereddüt etti, sonra biraz daha tereddüt etti. Kollarındaki küçük kızın başka bir sorun çıkaracağından endişeleniyordu, bu yüzden usulca şarkı söylemeye başladı.
Çok popüler şarkı bilmiyordu, ama bu şarkı birisinin gerçekten şarkı söylemeyi sevdiği biriydi, bu yüzden hatırladı. Usulca mırıldanmaya başladı, sonra aniden ruh hali değişti.
“Biliyorum
Aşık olmak zor
Keyifsiz olduğunda
Kalbinin derinliklerinde
Eminim
Verecek çok şeyin var
İnan bana
Tekrar parlamasına izin verebilirim
Teslim ol
Bebeğim lütfen teslim ol
Çok nazik olacağım
Bana güveniyorsan…” [2]
Arabanın penceresinin dışındaki gecenin manzarası bulanıktı. Yolun kenarındaki yayalar aceleyle oraya buraya hareket ediyordu, her birinin kendilerine ait hikayeleri vardı.
An Yize kollarındaki kişiye baktı. Su Jian itaatkar bir şekilde kollarında sanki çoktan uykuya dalmış gibi yatıyordu.
An Yize yavaşça iç çekti ve sanki ruhu çoktan diplere gömülüymüş gibi hissetti.
Su Jian'ın saçlarını hafifçe okşadıktan sonra, Su Jian'ı koltuğuna geri koymak için elini gevşetti, böylece artık eve gidebilirlerdi.
Ancak o küçük hareketle Su Jian’ın aniden kollarına daha da girmesini ve ardından PA PA PA diye yüksek sesle alkışlamasını beklemiyordu.
An Yize: “……”
Su Jian göğsüne yüzünü bastırdı ve beline sıkı sıkı sarıldı. “Kulağa hoş geliyor…”
An Yize sessizce bir nefes aldı.
Su Jian usulca, “Seni çok seviyorum…” dedi.
An Yize: “……”
Su Jian hala mırıldanıyordu, “Seni çok çok seviyorum…”
Kelimeler sanki An Yize'nin boğazını sıkıyordu. Kısık bir sesle, “ Jian Jian. Ne dediğini biliyor musun?” dedi.
Su Jian bir süre sessiz kaldı. An Yize uykuya daldığından şüphelenildiğinde, aniden yumuşak, zayıf, biraz cilveli ama çok samimi bir sesle konuştu:
“Biliyorum. Geçmişte, hatalı olan bendim, hatalı olan ... şimdi, sonunda anladım ki,” Su Jian An Yize'ye sıkıca tutundu, “En çok sevdiğim kişi sensin…”
An Yize sessizce oturdu ve hareketsiz kaldı.
Kalbinin ilk defa bu kadar sesli bir şekilde attığını hissediyordu.
Hislerini nasıl tarif edeceğini bilmiyordu. Elini yavaşça kaldırdı ve parmağını kucağındaki kişinin alnından, ağzının köşesine doğru hafifçe gezdirdi. Sonra, yüzüne götürdü.
Gözleri kapalıyken, kız itaatkar bir şekilde sanki dünyanın en güvenli yerini bulmuş gibi kucağında yatıyordu.
An Yize, kalbinin ısınmaya başladığını hissetti.
Geçtiği otuz yılda birçok kez itiraflara, aşk itiraflarına denk gelse de daha önce hiç böylesine bir duygu yaşamamıştı.
Bir çiftin uyumlu bir şekilde birlikte olması böyle bir şey diye düşündü.
Dipnotlar:
[1] Fa Hai kötü adam, Beyaz Yılan Masalı'ndaki Budist rahip.
[2] Bana Güvenebilirsin:
https://www.youtube.com/watch?v=PIk5L1Ycias&feature=youtu.be
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..