İsmi bile nasıl bir yer olduğunu gösteriyordu. Muhtemelen aptal ergenlerin, kahramanlık oynamak için doluştuğu bir yerdi. Sonuçta burası güvenli bir şehirdi, Savaş Ovası gibi ölümle dolu bir arazi ya da Kara Orman gibi yok edici bir orman değildi.
“Etrafta çok fazla büyücü var.”
Dean yürürken etrafını da inceliyor ve olabildiğince bilgi ediniyordu. Gerçi sadece bilgi edindiği de söylenemezdi. Makaron adı verilen Fransız tatlısına benzeyen bir atıştırmalık paketini elinde tutuyordu ve her saniye birkaç tanesini ağzına atıyordu. İsmi garip bir şeydi ancak Dean ona ‘Çakma Makaron’ diyordu.
“Hm? Çoktan geldim mi?”
Etrafa öylesine dalmıştı ki çoktan vardığının farkına bile varmamıştı. Bu kadar dikkatsiz ve heyecanlı olduğundan kendisine kızdı. Her an saldırıya uğrayabileceği gerçeğini aklından çıkarmıştı.
“Fazla rahat olmamam gerekiyor, aksi takdirde dikkat yeteneğimi kaybedeceğim.”
Gözlerini önündeki binaya dikti. Klasik Japon mimarisinin örneklerinden birisiydi, bir malikaneyi andırıyordu. Dean’ın aklına Kyoto’da ziyaret ettiği malikaneler geliyordu. O anda çağrılan kahramanların ilk olmadığını hatırladı. Önceden çağırılanların arasında da Japon olmalıydı.
“Nedense ırkçılık kokusu alıyorum.”
Saçma düşüncelerini aklından çıkardıktan sonra içeriye girdi. İçeriye girdiğinde büyük bir lobi kendisini karşıladı. Güzel kadınlar maceracılara yardımcı olmak için seferber olmuştu adeta. Dışarının mütevazi yapısının aksine iç tasarım bir hayli bonkör ve gösterişçiydi. İçeride kaç kişi olduğunu anlamak mümkün değildi, ancak yüzden fazla olduğu kesindi.
Dean büyük bir masanın başında duran kadına doğru yürüdü. Kadının bir futbol topu kadar büyük göğüsleri vardı, beli inceydi ve kalçası büyüktü. Saçları altın rengindeydi, uçları bir alevi andırırcasına kırmızıydı. Buğday rengi teni ve parlak kahverengi gözleriyle dikkatleri üzerine çeken cinstendi.
“Merhaba hanımefendi.”
“Merhaba genç bayım, nasıl yardımcı olabilirim?”
“Maceracılar Loncası’na üyelik başvurusunda bulunmak istiyorum.”
“Yaşınızı öğrenebilir miyim?”
“16.”
Kadının yumuşak ve güler yüzlü çıkması iyi olmuştu.
“Bir dakika bekleteceğim sizi.”
Kadın Dean’a birkaç soru daha sorduktan sonra bir kalemle kağıda bir şeyler yazdı ve kağıdı Dean’a uzattı.
“Seviyenizi ölçmek için sağ koridora gidin ve üçüncü kapıdaki eğitmene bu kağıdı uzatın. Şu anda birkaç aceminin kıdem sınavını yapıyor. İki-üç dakika beklemek zorunda olabilirsiniz.”
“Teşekkür ederim, iyi günler.”
“İyi günler.”
Dean kağıdı aldıktan sonra kağıdı okudu ancak hiçbir şey anlamadı. Üzerinde Regnumor’da gördüğü dilden farklı bir dil bulunuyordu. Ancak gene de tedirgin olmadı. Sezgileri kadının kötü niyetli olmadığını söylüyordu.
“Bilinmezlik gerçekten insanı korkutuyor.”
Kadının söylediği koridorda ilerledikten sonra üçüncü kapıya geldi. Kapının üzerinde yazan ‘Eğitim Odası’ yazısını görünce burası olduğuna emin oldu ve kapıyı açtı.
“Kaldırın kıçınızı ezikler sürüsü!”
İki metreyi bulan iri yarı bir adam çılgın bir boğa gibi karşısındaki üç kişiye koşturuyordu. Üç kişiden ikisi ellerinde büyülü asa bulunduran kadın büyücülerdi. Pahalı büyülü kıyafetlerini giymişlerdi ve büyü ilahisi söylüyorlardı. Dean odanın anormal sıcaklığından onların ateş büyücüsü olduğunu düşündü.
Üçüncü kişi ise şaşalı zırha sahip bir savaşçıydı. Tek elli uzun kılıcını çılgınca savuruyordu. Adama zarar verme konusunda bir şüphesi olmadığı belliydi, çünkü aktardığı güç karşısında bir insan kolaylıkla öldürülebilirdi.
Savaşçının karşısındaki iri adam savaşçının pervasız savuruşlarına bıyık altından güldü ve sağ elini üstünkörü savurdu.
Puf!
Elini savurduğunda rüzgar dalgası savaşçıyı büyücülerin üzerine doğru savurmaya yetmişti. Savaşçının üzerlerine geldiğini fark eden büyücüler panikle büyülerini iptal ettiler ve savaşçıdan kaçındılar. Bunu fırsat bilen iri adam, iki büyücüden sağa kaçana bir rüzgar dalgası gönderdi ve diğerine doğru koştu.
“Kya!”
“Gelme!”
Rüzgar dalgası büyücü kadına çarptığında kadın duvara doğru uçmuştu. Diğer kadın büyücü ise iri adamın üzerine koştuğunu görmesiyle yere çökmüş ve ağlamaklı bir ifade ile ona bakmıştı. Savaşçının durumu ise en kötüydü. Yere çarptığından çoktan hareket etme yeteneğini yitirmişti.
“Ne acınası.”
İri adam kadının ağlamak üzere olduğunu görünce durakladı.
“Bu kadar kolay kırılmanız… ben sizi böyle yetiştirmedim.”
Adamın hayal kırıklığı yüzünden okunabilirdi.
“Hepiniz aileleriniz tarafından şımartılmış birkaç veletten ibaretsiniz. Savaşın ve ölümün oyuncak olduğunu mu düşünüyorsunuz? Canavarların, düşmanlarınızın size acıyacağını mı düşünüyorsunuz? Böyle bir durumda nasıl rahatlamak ve pes etmek isteyebilirsiniz?”
Yerde yatan savaşçı bu sesleri duyunca yavaşça doğruldu.
“Hocam…”
“Bana bir daha ‘Hocam’ deme! Sizi acemiler sürüsü!”
“Ehem!”
Dean kendini belli etmek için öksürdü ve onların duygusal konuşmalarını kesti.
“Hm? Başka bir acemi daha mı?”
Dean onun gözlerini parladığını fark etti ve notu gösterdi.
“Sarı saçlı görevli tarafından gönderildim.”
“Oh, Aria-chan tarafından yani?”
“Aria-chan mı?”
“Buraya gel.”
Dean onu dinledi ve yaklaştı. Ne yapacaktı? Sihirli bir küreyle mana seviyesini mi ölçecekti? Ya da savaş yeteneklerini test etmek için düello mu yapacaklardı?
Ancak cevabı alması çok uzun sürmedi. Onu üç metrelik mesafesine girdiğinde vücudu gerilmeye başladı ve bir adım attıktan sonra bacaklarındaki tüm güç bir anda kesildi ve titremeye başladı. İkinci adım da ise nefes hızı katlarca atmış, zihnine ağır bir yük binmiş ve vücudu yüzlerce kiloyu taşıyormuş gibi hissetmeye başlamıştı.
“Bu… da… ne…?”
“Buna Baskı Alanı denir. Sınavlarımda kullandığım bir güç. Mananı etrafa yayıp bir alan oluşturursun ve bir baskı yaratırsın.”
Huff… huff…
Dean nefeslerini dengelemeye çalıştı ancak vücudundaki son dayanma gücüde gidince dizlerinin üzerine çöktü.
“Durdurmalısınız usta, adam ölecek!”
Sanki tüm dünya ona baskı yaratıyordu.
‘Bu adam… çok güçlü!’
Aklına London ve Kara Elf geldi.
‘En az onlar kadar… hayır! Onlardan katlarca daha güçlü!’
İlk defa bu kadar çaresiz hissediyordu. Zekasını ne kadar kullanmaya çalışırsa çalışsın hiçbir işe yaramayacaktı. Bu güçtü!
Tam o esnada üzerindeki tüm baskı yok oldu.
“Hah… Hah… Hah…”
O birkaç saniye ona hiç olmayacağı kadar uzun gelmişti. Dean o anda ne olduğunu anımsadı ve tüm hızıyla kılıcını çekti.
“Yavaş ol evlat.”
Adam o kılıcını çekmeden önce kılıcını kabzasına elini koymuştu.
“…”
Dean bu adama karşı çok zayıf olduğunu hissettiğinde kılıcını bıraktı. Şu anki gücü bir kenara, içinden bir ses London ve Kara Elf’ten çok daha güçlü olsa bile bu adamı yaralayamayacağın düşünüyordu.
“Benim adım Athas Bonino. Doğu Stesk Maceracılar Loncası’nın yardımcı şefiyim. Canım sıkıldığında acemileri eğitirim. Adın nedir?”
“Dean. Bir soy adım yok.”
“Güzel Dean, normalde sınav yaparken baskı alanımı kullanmaktan çekinirim. Çünkü onların zihnini korkuya bular, kendilerine olan güveni tamamen yok ederim. Bunun yerine Mana Ölçümü gibi basit sınavlar yapar ve kartlarını verip geri gönderirim.”
“Benim üzerimde neden kullandın?”
“Elindeki notta ne yazdığını biliyor musun?”
Dean elindeki nota baktı ancak ne yazdığını anlamadı.
“Hayır.”
“’Kibrini parçala’ o kağıtta yazan buydu.”
“Yoksa?”
“Evet, seni karşılayan kadın bunu emretti.”
“Emretti mi? O kadın..”
“Evet, o bizim şefimiz.”
“…”
“Ne oldu şaşırmış gibisin?”
Dean ensesini kaşıdı. O kadının bu kadar önemli birisi olduğunu düşünmüyordu. Neden öyle birisi ona yol göstersin ki?
“Fazla düşünüyorsun evlat.”
Athas nereden çıkardığı belli olmayan kahverengi kartı Dean’a uzattı. Dean karta baktığında normal boyutlarda olduğunu ancak üzerine bir şeyler kazındığı gördü. Garip rünler olduğunu anlamıştı ancak neler yazdığını anlamamıştı.
“Bu senin Maceracı Kimliğin, kanını ve mananı aktardığın da sana bağlanacak ve senin bir parçan olacak. Maceracılar Loncası bu kimliğin seviyesine göre sana görevler verecek, liyakat puanların sayesinde loncanın ayrıcalıklarından faydalanabileceksin.”
“Anladım, teşekkür ederim Eğitmen Bonino.”
Basit bir teşekkürden son Athas’ın uzattığı kartı aldı ve arkasını döndü.
“Neden bilmiyorum ancak senin hakkında olumlu düşüncelerim var evlat. Hiç kimseyi küçümsememelisin. Unutma Samuray Mentalitesi!”
Athas göz kırptı.
Dean onun söylediklerine anlam vermekle uğraşmadan odadan çıktı ve lobiye ilerledi. Ne kadar süre geçtiğinden emin değildi ancak çok kısa olduğu belliydi. Lobiye geldiği gibi sarı saçlı kadının önceden oturduğu masaya baktı. Ancak kadının orada olmadığını görünce farklı bir görevliye doğru yürüdü.
Birkaç kişiden oluşan küçük bir sıraydı. Bu görevlinin önündeki sıranın bu kadar az olmasının sebebi diğerlerine kıyasla daha az güzel olmasıydı. Dean, önündeki insanların işlerinin hızlıca hallolduğunu fark etti.
Sırasını kimseye kaptırmadan harekete geçti ve kartını masaya koydu.
“Merhaba, seviyeme uygun bir görev almak istiyorum.”
Görevli kadın bana bir bakış attıktan sonra kartımı aldı ve bir süre inceledi.
“Düşük seviye acemi demek… Sizin için birçok uygun görevimiz var. Lütfen bu görevlerden birisini seçin.”
On parşömen Dean’ın önüne serildi.
[Bir Goblin timini yok et!]
Zorluk: Acemi
Ödül: 20 Venia + 3 Puan
Ceza: Yok
*Üç kişilik partiler kabul edilmektedir.
Dean’ın kaşları hafifçe yukarıya kalktı.
“Bunu almak istiyorum.”
“Peki, Görev kodu: 18775, mekan Kuzey Stesk Zindanı – Birinci Kat. Goblinlerin kulaklarını buraya getirirseniz, bonus ödüller alabilirsiniz.”
Dean kartın üzerindeki yazıların yer değiştirdiğini fark etti. Üzerinde sayıyla (0/10) yazıyordu. Bunun görev tamamlama oranı olduğu anlaşılıyordu.
“Teşekkür ederim.”
Dean kartını aldı ve görev bölgesine doğru yola koyuldu. Doğu Stesk şehri, kısa bir süre önce Stesk şehri olarak bilinirdi. Fakat bir anda beliren üç zindan yüzünden şehrin büyük bir kısmı yok olmuş ve canavarlarla dolmuştu. Bu zindanlar Batı Stesk Zindanı, Güney Stesk Zindanı ve Kuzey Stesk Zindanı’ydı. Bu yüzden Doğu Stesk’in Maceracılar Loncası her daim aktifti. Vasıflı, vasıfsız herkese ihtiyaç duyuluyordu. Çünkü zindanlar oldukça büyüktü.
Dean akşam olmadan önce Kuzey Stesk Zindanı’na vardı. Zindanın girişinde küçük bir kasaba kurulmuştu ve canavarların çıkmasını önlemek için muhafızlar zindan girişinde nöbet tutuyorlardı.
“Yeraltına mı gömülmüş?”
Kuzey Stesk aslında bir yeraltı zindanıydı. Dean kasabaya girdiğinde bunu anladı. Tüm şehir toprak altına gömülmüş ve canavarların istilasına uğramıştı.
Dean zindanın girişine geldikten sonra muhafızlara maceracı kimliğini gösterdi ve yürümeye başladı. En üst kat, yani bulunduğu kat 1. Kat olarak geçiyordu. Yani yok etmesi gereken Goblinler burada bulunuyordu.
Zindanın içerisi tahmin ettiği gibi karanlık değildi. Aksine güneş ışıklarının aydınlattığı bir hayalet şehir gibiydi. Her taraftan yükselen kılıç sesleri ve goblin çığlıkları kulakları dolduruyordu. Dean zindanın her an Goblin doğurduğunu anlamıştı. Bu yüzden goblin bulmak zor olmayacaktı.
Beklediği gibi de oldu. Parçalara ayrılmış heykellerle dolu nir meydana gelince birkaç goblinle karşılaşmıştı. Bulunduğu yer, yığılmış heykellerin sarmaşık ve yosunla kaplandığı bir yerdi. Dean Goblinlerin heykellerin arasındaki boşlukta saklandığı görmesiyle elini kılıca attı ve hazırda bekledi.
“Keek?”
Goblinler Dean’ı görünce baş düşmanları ile karşılaşmış gibi çığlık attılar ve öfkeyle yerlerinden çıktılar. Tanıdık yeşil ten ve vücut yapısı. Ancak bu sefer biraz daha farklılardı, ellerinde ilkel bir sopa yoktu, bu sefer keskin bir kılıç vardı. Sıradan bir muhafız kılıcından daha aşağı değildi.
“Bu seferkiler biraz daha zor olacak.”
Dean tedbirli adımlarla Goblinlere yaklaşmaya başladığında üç goblin farklı yönlerden yarım daire çizdiler. Dean onların Kara Orman’daki goblinlerden daha yüksek zekaya sahip olduğunu düşündü.
Kılıcını kınından yavaşça çekti ve duruşunu aldı. Goblinlerden birisi o anda ileriye atıldı ve kılıcını savurdu. Dean kılıcın saldırı mesafesinden bir adım ileri atarak kaçındı ve goblinin dibine girdi. Goblin afallamaya fırsat dahi bulamadan Dean omuz atarak onu yere düşürdü. Fakat kılıcını kaldıramadan başka bir goblinin saldırması onun geri çekilmesine neden oldu.
Fırsat vermeyeceklerini anlamıştı. O zaman çok hızlı olması gerekiyordu.
Derin bir nefes aldı ve kılıcını eskisinden daha sağlam bir şekilde kavradı. Alnında ter damlaları oluşmaya başlamıştı, normalden farklı olarak şu anda vücudu rahat değildi. Çünkü hayatı tehlikede olmadığından vücudunu tam kapasitede kullanamıyordu.
‘Hızlı davranan kazanır.’
Kılıcını sağ taraftaki gobline çevirdi ve dikkatini üzerine çekti. Yere sağlamca bastı ve kendisini gobline doğru fırlattı ve kılıcını sapladı.
Klink!
Goblin beklenmedik bir hızla tepki vererek onun saldırısına karşılık verdi. Fakat Dean onun kılıcı karşılamasını bekliyordu. Anında kendini toparlayıp onun bacaklarına tekme attı. Bacaklarına tekme yiyen goblin acıyla inledi ve dengesini kaybetti. Dean ona bir kez daha bakmadan arkasından saldırmaya çalışan gobline döndü.
Klink!
İki kılıç çarpıştı ve goblin geriye doğru yalpaladı. Dean soğuk bir nefes verdikten sonra üçüncü gobline doğru tekme attı ve onu kendisinden uzaklaştırdı ardından yerden kalkamaya çalışan gobline kılıcını savurdu ve kılıcı elinden düşürmesine neden oldu. Kılıcını elinden düşüren goblin Arthfael’in göğsüne saplanmasıyla hayatını kaybetti. Dean kan dolu bir çuvalı deliyormuş gibi hissetmişti. Ancak bunu umursamaya fırsat dahi bulamadan diğer goblinlere döndü ve gözlerini odakladı.
Arkadaşlarının ölüşünün neden olan kılıca gözlerini odakladılar. Dean, onların bunu yapmasını fırsat bilerek yerdeki demir kılıcı aldı ve bir gobline doğru fırlattı. Goblin üzerine gelen kılıcı yana kaçarak atlattığında Dean çoktan onun dibine gelmiş ve suratına yumruğu yapıştırmıştı.
“Neden ölmüyorsun?”
Shrak!
Dean Arthfael’i onun ayağına sapladı ve boğazından tutup yere çaldı.
Crack!
Yere çarptığı goblinin kafatası darbe yüzünden parçalara ayrıldı ve sıcak kan Dean’ın yüzüne vurdu. Fakat umursayacak zamanı yoktu. Arthfael’i ve vücudunu aynı anda çevirerek arkasındaki goblini kesti.
“Keek!”
Goblin acı dolu bir çığlıkla yere yığıldı ve kan kaybından öldü.
Dean goblinleri öldürdükten sonra rahat bir nefes aldı ve alnındaki terleri sildi. Arthfael normal kılıçlardan daha ağırdı, bu yüzden onu savurmak yorucu oluyordu.
“Acilen mana kullanmayı öğrenmeliyim. Yoksa… bu seviyede tıkanacağım.”
Mana öğrenmek için bir öğretmen bulması gerekiyordu. Lakin kimliği belirsiz, güçsüz ve fakir bir genci kim öğrencisi olarak almak isterdi ki?
Kiğk?
Düşüncelerini dağıtan tanıdık bir ses işitti. Heykellerin arkasından çıkan yedi goblin parçalara ayrılmış soydaşlarını görünce öfkeyle kılıçlarını çektiler. Dean derin bir nefes alıp Arthfael’i kaldırdı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..