“Yani diyorsun ki mezarlık kötü ruhlar tarafından ele geçirilmiş ve ilerlemeye devam edersek kesinlikle öleceğiz.” Norlather kahvesini içerken Dean’ı dinliyordu ve söylediklerine gülüyordu.
“Evet.”
“Anladım, düşündüğüm gibi ölümsüzlerden oluşan bir taburla karşı karşıya olacağız.” dedi Norlather, kahvesinden içti ve Dean’ın karanlık gözlerine baktı. “Diğerlerine haber ver. Hazırlıklara başlasınlar, yarın şafak sökerken Kutsal Meşe Mezarlığı’na baskın düzenleyeceğiz. Ayrıca Arnia’ya diğer partilere haber vermesini söyle. O ne dediğimi anlayacaktır.”
“Hey, hey! Gerçekten bunu yapacak mıyız? Bir şeyler yanlışmış gibi hissettiriyor.”
“Yapabileceğimiz bir şey yok. Loncadan emir geldi. İğrenç bir herifi öldürmek ve halkın güvenliği sağlamak için mezarlığa baskın düzenlemek zorundayız.”
“Neden biz?”
“Birkaç sebebi var. İlki bizler Ölüm Aurası’ndan en az etkilenen kişileriz. İkincisi Arnia ve Edolina gibi eşsiz büyülere sahip kişilerle takımız. Edolina ‘Arındır’ büyüsü ile Ölüm Aurası’nı arındırabilir. Arnia ise ‘Felç’ ve ‘Sessizlik’ tarzı eşsiz iki büyüye sahip. Sen de neden işe yaramadı bilmiyorum ama normal bir insan bu büyülerin hedefi olursa ikinci saniyeyi görecek kadar yaşamaz.”
“Anlıyorum.”
Dean daha fazla üstelemekle uğraşmadı. Bunun duvara konuşmaktan farkı olmayacaktı. Norlather çoktan kararını vermişti ve bu kararın arkasında durmasına neden olacak kadar sebebi vardı.
Dean olayın arka planını bilmese de kesinlikle ciddi bir şey olmalıydı.
“Maaşımı verecek kadar uzun yaşasan iyi edersin.”
Bu cümleyi söyledikten sonra duş almak için odadan ayrıldı.
---
Ertesi gün tan ağarırken tüm parti silahlarını kuşanmış bir şekilde şehir dışındaki çamlıkta toplandı. Kutsal Meşe Mezarlığı şehirde on-on beş kilometre uzaklıktaydı. Bu bir bakıma insanları korumak için bir önlemdi. Zira kıtada hâlâ Ölü Çağıran isimli yozlaşmış kara büyücüler varlığını sürdürüyordu.
Arnia güzeller güzeli yüzüne, pembe ay simgesinin işlendiği beyaz bir tilki maskesi takmıştı. Aynısı Norlather’de de vardı. Edolina kendini ışık rünleriyle dolu bir tam zırhla donatmıştı. Diğerleri ise kendilerine engel olmayacak zırhlar ve silahlarıyla tam teşekküllüydüler. Her ihtimale karşı uzun süre yetecek erzakta depolanmıştı.
Parti tamamlandıktan sonra bir saat içinde mezarlığa varmayı başardılar. Güneş çoktan yükselişe geçtiğinden etraf öncesine kıyasla daha aydınlıktı. Ölümsüzler gündüzleri geceleri olduklarından daha güçsüz bir forma bürünürlerdi. Bu yüzden saldırı için en uygun zaman gece değil, gündüzdü.
“Önceden konuştuğumuz gibi yapacağız. Edolina bizi korumakla sorumlu olacakken ben ve Dean saldırıya odaklanacağız. Lider Norlather en ortamızda duracak ve diğer tehditlere karşı bizi koruyacak. Büyücüler ise uzun menzilli ölümsüzleri avlayacak. Rakibimiz iskelet ve zombi gibi ölümsüzler olsa da içeride bizi daha tehlikeli şeyler bekliyor olabilir. Gözünüzü dört açın ve ne olursa olsun formasyonu bozmayın.”
Genişçe bir ağır kılıç taşıyan yakışıklı genç, Rainad olarak da bilinen, takımın yönetiminden sorumluydu. Ölümsüzler ve karanlık bölgeler de daha çok deneyimi olduğu için Norlather ve diğerleri tarafından atanmıştı.
“Anlaşılmıştır!”
Dean derin bir nefes aldı ve ilerlemeye başlayan partiyi yakından takip etti. Aralarında asla aşamayacağı büyük bir duvar varmış gibi hissediyordu. Belki de bu diğerlerinin aksine tamamen ‘Gölge’ tarafından yönetildiği içindi. Her ne kadar aslında kötü birisi olmasa da kendisini her şeyden daha değerli görüyordu ve bu yüzden gerekmediği sürece tehlikeye girmek istemiyordu.
Böyle basit bir görev de ona ihtiyaç var mıydı ki? Gitse nasıl olurdu? Aklına geçen gördüğü sarı saçlı adam geldi. Sanki bir şey anlatmaya çalışıyordu ve cevap aslında çok basitti.
Fakat bu bulabileceği anlamına gelmiyordu.
Parti beş dakika içinde mezarlığın girişine geldiler. İnsanların dilinde yazılmış olan ‘Kutsal Meşe’ tabelasının altında, demir parmaklıklardan yapılma bir kapı ve üzerinde siyah bayraklar vardı.
Kapının ardındaki mezarlık hiçte tekin gözükmüyordu. Gri renkli çorak toprağın her köşesinde mezar taşları vardı. Siyahımsı gri tonlarında bir sis bulutu tüm mezarlığı bir battaniye gibi örtmüştü.
“Hazır olun.”
Dean bir bez maske çıkardı ve taktı. Her ne kadar tüm aurayı engelleyemese de bir nebzeye kadar akciğerlerini koruyabilirdi. Sonuçta Ölüm Aurası ölümlü varlıklar için zehirden farksızdı. Ne kadar fazla solursa o kadar fazla etkilenir, akli dengesini kaybedebilir ve kanı çürümeye başlayabilirdi.
Trıkkk~
Rainad kapıyı açtı ve parti içeriye daldı.
[Arındır!]
Edolina yüksek kademeli arındırma büyüsünü kullandı ve etraftaki tüm aurayı dağıtmayı başardı. Bu sırada etraftaki mezarların toprakları hafifçe oynadı ve içlerinden küçük eller fırladı. İlk önce havayı yokladılar ve ardından yerden destek alarak yükseldiler. Ortalama bir metre boylarında onlarca iskelet, saniyeler içerisinde bir formasyon oluşturdu ve saldırıya başladı.
Arthfael’i sıkıca kavramış Dean hiddetle biçti. Arthfael keskin bir kılıçtı, kemikten yapılmalarına rağmen çimen biçiyormuş gibi biçti iskeletleri. Bir adım attı ve kendi etrafında döndü, arkasından fırlayan Rainad devasa kılıcını savurarak bir tur döndü ve dört metrelik yarı çaptaki tüm iskeletleri parçalara ayırdı.
Büyücüler manalarını korudular, tüm iş Norlather, Dean, Rainad ve partideki diğer savaşçı olan Emrys’e kalmıştı. Dörtlü son derece keskin hamlelerle etraftaki iskeletleri kısa sürede halletti ve yollarına devam ettiler.
Mezarlığın derinine indikçe aura kalınlaştı. İskeletlerin boyu da küçüldü, yalnızca yarım metre ve otuz santimetre aralığındaydılar. Ancak küçülmelerine rağmen öncekilerden daha dayanıklı ve güçlüydüler. Haliyle onları halletmek diğerlerine kıyasla daha zordu.
On beş dakika içinde onları da hallettikten sonra büyük bir dairenin içine kurulmuş aile kabristanından geçtiler. O anda kabristandaki en geniş mezar havayı uçtu ve kemik parçaları etrafa saçıldı. Büyücüler zamanında kalkan oluşturmamış olsalardı şarapnel parçaları tarafından delik deşik edileceklerdi.
“Bu iş gittikçe garipleşmeye başladı. Patron, sence de durum kötüleşmiyor mu?”
Rainad ilk defa karşısına çıkan zombiyi tek hamlede püreye çevirdikten sonra terini silen Norlather’e baktı. Norlather’in üzerini çürümüş zombi kanı kaplamıştı, güzelliğiyle büyük bir tezat oluşturuyordu.
“Devam edeceğiz. Önceden Kraliyet Araştırma Ensitüsü’nden kaçmış bir Ölü Çağıran burada konaklıyor ve mezarlığı kendi lehine kullanıyor. İskeletler de onun eseri. Bu yüzden onu temizlemeliyiz. Klanım ve lonca tarafından verilmiş bir görev bu, ne olursa olsun tamamlayacağım.”
Rainad kaşlarını çattı ve derin bir nefes aldı. Kimseden bir ses çıkmadığını görünce yüzünü ekşitti.
“Gerçekten kimse bunun farkında değil mi? Az önce kandırıldığımızı öğrendik.”
Herkes biliyordu ki bu yalnızca bir temizleme göreviydi. Kutsal Meşe Mezarlığı’ndaki iskeletleri temizlemek onların göreviydi. Ölü Çağıran gibi yozlaşmış kara büyücüler onların sorunu değildi. Bu, kilisenin sorunuydu.
“Lunaire klanın kurtlar sofrasından farksız olduğunu biliyorsun Rainad. Bu, tekrardan klana dönmek için bize verilen son şans. Eğer kendimizi kanıtlayamazsak klan tarafından tamamen terk edilecek ve büyük ihtimalle infaz edileceğiz.”
Norlather çok normal bir şeymiş gibi konuşmaya devam ediyordu. Ancak Rainad ve Dean gibi dışarıdan olanlar durumun hemen farkına vardı.
“Seninle olan bağlantımızdan dolayı biz de ateşin içine atıldık.”
Rainad hayal kırıklığıyla yanıtladı. Binlerce ve hatta on binlerce iskelet beklemesine rağmen böyle bir görev beklemiyordu. Üstelik Ölü Çağıran, Kraliyet Araştırma Ensitüsü’nden kaçmayı başarabilmişti.
“Geri çekilelim.”
Gitmekte kararlıydı.
“Bir Ölü Çağıran’ın dehşetinden bihabersiniz. Onlarla daha önce hiç karşılaşmadınız.”
Durum ciddi gözüküyordu. Dean şüpheyle Rainad ve Norlather arasında bakıp durdu. Norlather ve Arnia’nın bir şey söylemesini ummuştu. Zira bu görevin bu kadar tehlikeli olması ikisinin açgözlülüğüydü.
“Ödülünün neden bu kadar büyük olduğu anlaşıldı. En başından beri Ölü Çağıran olduğunu biliyorlardı ve büyük ihtimalle biz de top yemi olarak buradayız.”
Dean, Rainad dışındakilere baktı ama ifadelerinde bir değişiklik olmadığını gördü. Bu herifler gerçekten sahiplerine çok sadıktı. Onları kandırmış olmasına rağmen Norlather’e bir şey dememişti.
“Dean, benimle gelmek istersen beraber buradan ayrılabiliriz.”
Ancak Dean’a baktığında kaskatı kesildiğini fark etti. Normalde de pek konuşmasa da gerektiğinde fikrini söylemekten çekinmeyen birisiydi ama susmuş ve sadece bir şeye odaklanmıştı.
Yirmi metre ötede duran yaşlı ve şişko adama…
“Selam maceracılar, evime hoş geldiniz.”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..