BÖLÜM 17
‘’Garip bir anlığına kolumda acı hissettiğimi sandım.’’
Anjou’ya doğru böyle söyledim.
‘’Genç efendi, isterseniz bir doktora görünün.’’
‘’Gerek yok, yemeğimi yedikten sonra kendime gelirim.’’
Ardından hızla yemeğe indik. Henüz daha yemek saati gelmediği için sofra da tam hazır değildi, henüz 20 dakika kadar var.
‘’Kahya, nasılsın?’’
‘’İyiyim genç efendi, siz nasılsınız?’’
Her ne yaşanmış olursa olsun, turnuva olayından sonra evdeki hemen hemen herkesin bana bakışları değişmişti. Bu arada unutmadan bulunduğumuz şehir hakkında kısa bir bilgi vereyim.
Şehrin adı Caracas, yaklaşık 40 bin kilometre kare yüz ölçümüne ve 20 milyon insana sahip. İnsanların % 60 ı gelişim yapamıyor, yapabilenlerde genelde ilk alemin 2 ile 4. Seviyesi arasındalar, şehirde fakirlik ve açlık çok yaygın olmasa da var, en azından az var denemez, özellikle arka mahalleler, sanırım Shion ve Elizabeth bile buna bir örnek.
Bizim bulunduğumuz malikane, kraliyet sarayı, daha doğrusu kraliyet sarayının bu şehirde ki evi diyebileceğimiz binaya çok yakın. Bazı işleri dolayısıyla buraya ya da başka şehre giden kral buralarda kalıyor, her şehirde bir malikanesi var ve sürekli olarak temizlenip bakımı yapılıyor. Bildiğim kadarıyla karısı birkaç yıl önce ölmüş ve karısına olan aşkı hiç bitmediğinden ve zaten 5 veliahta sahip olduğundan bir daha evlenmemiş. Tamamen ilgisiz ve halkını önemsemeyen bir kral değil, en azından biraz önemsiyor, yani onu net tanımadığım ve İstapha’da evden pek ayrılmadığı için onun hakkında pek bir bilgim yok. Yalnızca otoriter biri olduğunu, özellikle karısı öldükten sonra daha da sert birisine dönüşmüş. Şehirde evler birbirine yakın olmakla beraber genelde küçükler. Ayrıca ortalama bir evin aylık masrafı 2 gümüş civarı, Anjounun hizmetçi olmasına rağmen bana 4 altın vermesi bizim ailenin çok zengin olduğunun bir göstergesi, tabii ki ailenin hiçbir şeyinden faydalanamıyordum, her ne kadar şimdi durumum farklı olsa da Kiyoharu bana bir şeyler kaptırmamak için sıkı çalışıyor. Neyse konumuz bu değil, sonuç olarak İstapha ne olursa olsun rahat bir hayat sürmüştü, özellikle insanların açlıkla boğuştuğu düşünülürse.
‘’Yemeğini yedikten sonra pencerenin yanına gel.’’
Bu duyduğum Marika’nın sesiydi. Etrafıma bakınca kimseyi göremedim.
‘’Ne oldu genç efendi?’’
Etrafıma bakındığımı görünce Anjou merakla sordu.
‘’Hayır bir şey yok. Sadece bir şeyler düşünüyordum.’’
Yetişim seviyesi yüksek olan insanların uzaktan zihnine girerek konuşabildiğini duymuştum ama bizzat tecrübe etmek bambaşka bir şey. Ancak neden beni oraya çağırdığını anlayamadım, bu soğuk kadın hiçbir şeyi önemsemeyen birisi, buna eminim.
Konuyu fazla uzatmadan, hizmetçilere sofrayı hazırlamasında yardım ettim. İlkte şaşırsalar da kısa sürede alıştılar. Hatta onlardan benimle ismimi kullanarak konuşmalarını isteyince, ilk başta yapamayacaklarını söyleseler de ardından İstapha diye seslenmeye başladılar. Kesinlikle unvanlarla çağrılmak filan hoşuma gitmiyor. Sanırım asla o billuru krallardan olamam.
Sofrayı kurup afiyetle 10 kişilik yemek yedikten sonra, Anjouyu işlerini tamamlaması için bırakıp odama doğru çıktım. Ancak odama girmeden Marika’nın beni çağırdığı pencereye gittim. Gittiğimde her zamanki gibi arkası dönük halde orada duruyordu.
‘’Beni çağırdın değil mi?’’
‘’Doğru.’’
‘’Peki neden?’’
‘’Bilmem.’’
Bilmem mi? Ne demek bu?
‘’Bilmem derken?’‘
‘’Bilmem demek bilmem demektir değil mi?’’
Neden garip garip konuşuyor, ayrıca sesi mi titriyor?
‘’Üzgünüm ama dediklerinden bir şey anlamadım.’’
‘’Gidebilirsin.’’
‘’Ne?’’
‘’Gidebilirsin dedim.’’
‘’Ha? Beni buraya sebepsizce çağırıp sonra git diyorsun, iyi olduğuna emin misin?’’
‘’Gitme.’’
Şimdide gitme diyor, ne bu adet günü falan mı?
‘’Peki gitmem o zaman.’’
‘’İyi.’’
Ortam çok garip, şimdi ne yapmam gerek?
‘’Ş-şeyy Marika, yani isminle seslenebilir miyim?’’
‘’İstediğini yap.’’
‘’Aslında şu yetenek onu kavramayı başardım.’’
‘’Gerçekten mi?’’
Bunu söylerken nihayet yüzünü bana döndü, gözleri sanki hafifçe kızarmış.
Ardından vücuduma göz attı, hemen sonrasında gözü sol koluma ilişti.
‘’Kolun, ne oldu ona?’’
‘’Ne oldu derken?’’
‘’Kolunu aç.’’
Direnme şansım olmadığından elbisemin bilek kısmını yukarı kıvırdım. Ardından bileğimi tutup dikkatle incelemeye başladı.
‘’Bileğinde garip bir şe-
Ardından konuşmayı bırakıp gözlerini kapadı, koluma bir şeylerin girdiğini hissettim, kolumda kırmızı bir şey parlamaya başladı. Bu çok küçük bir ejderha figürü idi.
‘’Demek sebebi buydu, tam olarak nasıl oldu bu, hiçbir şeyi atlamadan düzgünce anlat.’’
Aslında her şeyi anlatmak istemiyordum ama gözleri içimi görüyor sanki, sadece ruhun önceki hayatımla ilgisi söylediği anlamsız şeylerden bahsetmedim. Gerisini olduğu gibi anlattım.
‘’Anlıyorum, yani kütüphanede bir İçsel Teknik varmış.’’
‘’İçsel teknik mi, o da nedir?’’
‘’İçinde kitabı yazan ve ya, kitabın esinlendiği kişinin ruhlarından ve ya düşüncelerinden bir parçaya sahip teknikler böyle adlandırılır, ancak bu milyonda bir rastlanan bir olaydır ve asla tesadüfen olmaz.’’
‘’Yani bu kitapla karşılaşmam tesadüf değil miydi?’’
‘’elbette değildi, sebebini bilememe ama bir sebebi vardır mutlaka, bu dövmeye gelince, bunun sayesinde ateş elementine yatkınlığın ve dayanıklılığın epey artacaktır, sen güçlendikçe o da güçlenecek.’’
‘’Şimdi anladım, ancak benim sormak istediğim başka bir şey var, cevaplamak zorunda değilsin tabii.’’
‘’Nedir?’’
‘’Neden ağladın?’’
Ben bunu sorunca birkaç saniye donup kaldı. Ardından gözlerinde hafif bir titreme belirirken konuştu.
‘’Bu, bilmen gereken bir şey değil, odana git hadi, biraz yalnız kalmak istiyorum.’’
Sert bir şekilde bunu söyledi, ama sesi titriyor. Ona karşı gelmek akıllıca bir seçim olmadığı için iyi geceler deyip gitmeye başladım ama
‘’Ah!’’
Ayağım takıldı ve yere düşerken Marika bir anda beni tuttu.
‘’Seni aptal sana dikkatli yürü diye kaç defa diyeceğim ben?!!!!’’
Birden şiddetle bağırdı, öyle ki kulağım bile ağırdı. Bunu ardından ben ne yaptım der gibi bir surat ifadesine büründü, sonra beni bıraktı.
‘’Bu yaşa geldin ama düzgün yürümesini bile bilmiyorsun, kaybol hemen.’’
Arkasını dönerek böyle söyledi. Sesi artık daha fazla titriyor ayrıca o söyledikleri de neydi? Ne zaman bana dikkatli yürümemi söyledi ki?
‘’Üzgünüm, bir dahakine dikkat ederim, iyi geceler.’’
Neden bilmiyorum ama bu gece Marika, tamamen farklı bir insan. Garip tepkiler verip garip garip konuşuyor, sürekli yüzünü kaçırıyor ve durduk yere bağırıyor, o soğuk kadınla alakası yok gibi, güzelliği değişmemiş olsa da bu böyle.
Yapabileceğim bir şey olmadığından odama çekildim ancak, yarım saat kadar sonra çok sıkıldığım için dışarı çıkmaya karar vermiştim ki kapı çalındı, gelen Ling Ming di.
‘’Orada mısın İstapha?’’
‘’Evet, neden içeri gelmiyorsun.’’
Onu içeri aldım, üstünde yeşil bir gecelik vardı.
‘’Attığım yumruk için üzgünüm acımadı değil mi?’’
‘’Merak etme acımadı ama, ben seni üzmedim değil mi? Yani demek istediğim sadece yaşlı kadınlar değil genç kızlardan da hoşlanırım.’’
‘’Sen, neyse ne alıştım artık, bana emir yağdırmayacak mısın?’’
‘’İstemediğimi söylemedim mi?’’
‘’Nasıl yani?’’
‘’Bu durumdan memnun değilsin değil mi? Ben de seni memnun etmeyen bir şey yapamam, bu bana ters, o yüzden artık dediklerimi yapmak zorunda değilsin.’’
‘’Yani ciddiydin demek.’’
‘’Evet, Ling Ming seni üzecek bir şeyi bilerek yapmam.’’
Ben kesinlikle bir playboya dönüştüm, ah, bundan rahatsız değilim ama durum iyi olmayabilir, bu bir anime sayılmaz yani eğer birden fazla kadın elde etmeye çalışırsam beni bıçaklayabilirler.
‘’Sen, amacın bütün kızları tavlamak filan mı?’’
Nasıl anladı ? Gerçi pıçaklanmak istemiyorum ama, amacım bu doğru.
‘’Alakası bile yok, sen beni en sandın Kazanova mı?’’
‘’Evet, tam bir Kazanovasın, sırf birazcık yakışıklısın ve bir tarafların büyük diye bütün kızları elde edebileceğini sanma.’’
‘’Kızları elde edilmeklik şeyler olarak görmüyorum , onlar malzeme değil.’’
‘’Bununla etkileneceğimi mi sanıyorsun? Neyse ne, hazırlanmış gibi görünüyorsun, bir yere mi gidiyordun?’’
‘’Evet, Shion’u ziyaret etmeyi düşünmüştüm, aslında 1-2 hafta beklemen gerek dedim ama kölelik meselesi hallolduğundan benimle gelebilirsin.’’
‘’Gerçekten mi? Ben de Shionu görmek istiyordum, o gerçekten çok tatlı.’’
‘’Bence de çok tatlı, hadi kimseye hissettirmeden çıkalım.’’
‘’Tamam.’’
Gece, normalde kaçmak için kullandığım güzergahtan beraber kaçtık, biraz yürüdükten sonra nihayet evlerine vardık. Işıklar yanıyor, unutmadan, evet burada elektrik var, teknoloji seviyesi önceki dünyama göre bazı alanlarda geri bazı alanlarda ise çok ileri. Aslın konu bu olmadığı için şimdilik bırakalım.
Don dong
Kapıyı çaldık, 10 saniye kadar sonra Shion kapıya geldi.
‘’Kim o?’’
‘’Benim Shion, İstapha.’’
‘’Yaşasın abi gelmiş.’’
Neşeyle ve bağırarak kapıyı açtı. Yüzünde temiz ve kocaman bir gülümseme var.
‘’Nasılsın Shion? ‘’
‘’İyiyim abi, ah, abla da gelmiş.’’
Ling Ming dikkatini çekti.
‘’Evet, seni görmeye geldim Shion.’’
‘’Gerçekten mi abla? Neden içeri gelmiyorsun?’’
İçeri girdik ama Elizabeth’i göremedim.
‘’Annen evde yok mu Shion?’’
‘’Hayıııır, annem iş buldu ve çalışıyor, bu yüzden eve biraz geç geliyor ama fazla değil, 15 dakikaya gelir.’’
Ona para vermiştim ama sonuçta yerinde duramıyor sanırsam.
‘’Ne iş yapıyor peki?’’
‘’Paralı askerlik.’’
Evet tam da ondan beklenildiği gibi. Tehlikeli işleri seviyor mu acaba?
‘’Her gece böyle geç kalıyor mu?’’
‘’Ama abi işe başlayalı daha hiç zaman geçmedi ki, nasıl bilebilirim?’’
Doğru, salak kafam.
‘’Umarım Shion hiç yalnız kalmaz.’’
‘’Eğer abi gitmese kalmam.’’
Gözlerinde beklentiyle konuşma lütfen. Dayanmak çok zor.
‘’Shion, canın sıkılıyor mu?’’
Teşekkürler Ling Ming beni kurtardın.
‘’Evet, biraz sıkılıyor ama abi ve abla geldiği için mutluyum.’’
‘’Oyun oynamak ister misin?’’
‘’Gerçekten mi?’’
‘’Tabii ki, hadi kız giydirmece oynayalım.’’
‘’Yaşasın. Ah ama benim oyuncağım yok.’’
Ling Ming birden kafasını bana çevirdi.
‘’Hey, git oyuncak bul.’’
‘’Nereden bulayım bu saatte?’’
‘’Umurumda değil, çabuk ol.’’
‘’Evet abi, hadi oyuncak bul.’’
İkisi birlik olup beni evden attılar, yarım saat kadar dolaştıktan sonra anca bir oyuncakçı buldum, şansıma kapalı değildi. Birkaç oyuncak alıp eve döndüm, Elizabeth hala dönmemişti. Shion beni sevinçle karşıladı, daha doğrusu oyuncakları, ardından ikisi beraber oynamaya başladı.
Ben de çaresizce bir koltuğa geçip oturmaya başladım, 5 dakika geçmeden kapının açılma sesi geldi.
Ardından Elizabeth içeri girdi. Üzerinde hafif bir deri zırh vardı, at kuyruğu saçıyla tam bir maceracı gibi görünüyordu.
‘’Anne, hoş geldin.’’
Shion oynamayı bırakıp annesinin kollarına atladı.
‘’Hoş bulduk Shion bunlar, ah hoş geldiniz.’’
Beni ve Ling Ming’i süzdükten sonra Ling Ming’e doğru konuştu. Ardından o da ayağa kalktı.
‘’Ben İstapha’nın kuzeniyim, gelmemde bir sakınca yok değil mi?’’
‘’Tabii ki hayır.’’
‘’Shion az önce size anne dedi, yani onun annesiniz değil mi?’’
‘’Evet.’’
‘’Çok şaşırdım.’’
‘’Neden?’’
‘’Ben daha olgun bir kadın bekliyordum ama genç bir kadınla karşılaştım.’’
Bunu dedikten sonra bana öldürücü bakışlar attı. Bakışları şöyle konuşuyordu.
-Şimdi yardım etme sebebin anlaşılıyor-
‘’Teşekkür ederim, sen de hoş geldin İstapha. Ama neden bu kadar geç geldin?’’
‘’Aslında yapacak işlerim vardı, fırsat bulunca bir uğrayayım dedim, Ling Ming de Shiondan çok hoşlandığı için onu da getirmek istedim.’’
‘’Anlıyorum, yemek yediniz mi?’’
‘’Yedik, ama yine açım.’’
Yüzümde gülümsemeyle böyle söyledim.
‘’Sanırım böyle devam edersem kimse benimle evlenmez.’’
Şakayla devam ettim.
‘’Bence boşuna endişeleniyorsun.’’
Elizabeth böyle söyledi ama, neden bakışları garip, sanki ben varım der gibi.
‘’Neyse, ben size bir yemek hazırlayayım. Shion ne yemek istersin?’’
‘’Güveç.’’
‘’Peki, annen sana güveç hazırlayacak.’’
‘’Ben de yardım edeyim.’’
Ardından Elizabeth ve Ling Ming mutfağa geçtiler. Sanki iyi geçiniyor gibiler ama aralarında bir türlü anlayamadığım bir atmosfer var, sanki göründüğünden farklı şeyler var gibi.
Yemekleri hazırlayıp sofrayı kurdular, yardım etmek istedim ama izin vermediler, ben de Shion la oyun oynadım. Hazırlıklar tamam olunca hep beraber sofraya oturduk. Tabii sofra hazırlandıktan sonra Elizabeth gidip üstünü değiştirmişti, artık üzerinde gecelik var. Yemek bitince Shion oyuncaklarla uyumaya gitti. Sadece üçümüz kalınca ortam daha da ağırlaştı.
‘’Bayan Elizabeth, sizi sanki gözüm bir yeren ısırıyor.’’
‘’İstapha sana anlatmadı mı?’’
‘’Neyi?’’
‘’Benim kim olduğumu, beni az çok hatırlıyor olmalısın değil mi?’’
‘’Üzgünüm, tanıdık geliyorsun ama bir türlü çıkartamıyorum.’’
‘’Peki, uzatmanın gereği yok, Elizabeth Ming benim tam adım.’’
‘’Ming mi? Bizim ailed- bir dakika, sen acaba, aile liderinin özel koruması olabilir misin?’’
Elini masaya vururken hararetle sordu, ardından bunu Shionu uyandırabileceğini fark edince sesini azalttı.
‘’Evet, öyleydim.’’
‘’Aile lideri senin gelişimini sakatladıktan sonra işini bıraktığını söyledi.’’
‘’Oh, bu yalandı, aslında o beni zorla kovdu.’’
‘’Ne?’’
Ling Ming Aşırı şaşırmış bir halde ama bu normal, ben de ilk duyduğumda öyle idim.
‘’Dediğimi duydun, ailenin lideri beni zorla kovdu, çünkü karnımda onun çocuğunu taşıyordum ve pozisyonunun sarsılmaması için beni susturması gerekiyordu, beni öldürmekle bile tehdit etti.’’
‘’Bu , bu doğru mu? Aile lideri çok iyi olmasa da, bu kadar kötü de olamaz değil mi?’’
‘’Üzgünüm ama bu doğru.’’
‘’Bunun anlamı Shion onun çocuğu mu?’’
‘’Tam olarak öyle.’’
‘’Buna inanamıyorum.’’
İnanmakta epey güçlük çekiyor.
‘’Bir dakika, senin yalan söylemediğini nereden bilelim.’’
‘’Sen, neden yalan söyleyeyim?’’
‘’Bu sayede İstapha’ya yakınlaştın değil mi? Aile liderinin korumalığını yapmış olabilirsin ama bu çocuğun ondan olduğu manasına gelmiyor, belki başkasından yaptın.’’
‘’Kapa çeneni! Yalan filan söylemiyorum, sen, sen aile liderini nasıl savunacağını şaşırmışsın.’’
‘’Şaşırmadım, sadece sana inanmadığımı söyledim.’’
‘’Yeter bu kadar.’’
Mecburen araya girdim. Başka şansım yok yoksa birbirlerine saldıracaklar.
‘’Öncelikle sen Elizabeth, daha tam iyileşmemişken paralı askerlik yapabileceğini kim söyledi? Bunun ne kadar tehlikeli olduğunu biliyor musun? Sana bir şey olsa Shion ne yapacak? Ve sen Ling Ming, ne biçim konuşuyorsun? Aile liderinin iyi birisi olduğunu filan mı sanıyorsun? Söylememe izin ver, pisliğin teki o.’’
Ben konuşunca ikisi de sustular.
‘’A-ama İstapha, benimle nasıl konuşuyor?’’
‘’Onu uyardım zaten, sen soruma cevap ver.’’
‘’Üzgünüm, sadece kendi ayaklarım üzerinde durabilmek istemiştim.’’
Hafif üzgün bir tonda konuşuyor, sanırım onu fazla azarladım.
‘’Sen de Ling Ming, özür dile, insanlar hakkında bilip bilemden konuşma.’’
‘’Ama ben, ben,
‘’Dileyecek misin dilemeyecek misin?’’
‘’Ö-özür dilerim, ağır konuştum.’’
Biraz sessizlikten sonra Elizabeth konuştu.
‘’Sen, İstapha ile yakınlık derecen nedir?’’
‘’Ben de bir süredir sana bunu sormak istiyordum, ben onun kuzeniyim ama sen, neden onunla yakınmış gibi konuşuyorsun?’’
‘’Bariz değil mi? O bana söz verdi, bazı şeyleri yoluna koyduktan sonra ben onun özel koruması olacağım.’’
‘’Ö-özel koruma mı? Bu olamaz.’’
‘’Olamaz mı? Sen kimsin de buna karar veriyorsun, alt tarafı kuzeni değil misin?’’
‘’Ben, ben,
‘’Sen?’’
‘’BEN ONUN KÖLESİYİM!’’
Haa, neden bağırıyorsun? Dur asıl konu bu değil, neden bunu söyledin?
‘’N-ne, kölesi mi?’’
‘’Evet kölesiyim. Şaşırdın mı?’’
İyi de bu bana karışma hakkın olmadığını gösterir zaten enden bununla övünüyorsun?
Elizabeth’e baktığımda kafasını hafifçe eğmişti ve gözleri görünmüyordu.
‘’Bu ne çeşit bir kölelik?’’
Yavaşça sordu.
‘’İleri seviye bir kölelik, seni ilgilendirmez.’’
Ling Ming, her şeyi daha kötü yapıyorsun.
Ardından Elizabeth kafasını kaldırdı, gözlerinde derin bir öfke vardı, ardından yüzünde sinsice bir tebessüm belirdi.
‘’Sana bir şey söylememe izin ver.’’
‘’Nedir?’’
‘’Sen sadece kölesin, bense onun kadınıyım!’’
‘’S-sen, saçmalama, İstapha hala bir bakir bu nasıl olabilir?’’
Neden bunu yüzüme vuruyorsun ha hoşuna mı gidiyor?
‘’Merak etme bu fazla sürmeyecek.’’
Sen neden saçma şeyler söylüyorsun? Amacın ne Elizabeth?
‘’Saçmalamayı kes-
‘’Sen karışma!!!’’
İkisi bir ağızdan bana bağırdılar, benim bir suçum yok, istediğiniz gibi kavgaya devam edin.
BUNLAR OLURKEN İSTAPHA’NIN ÖNCEKİ DÜNYASINDA
Zamanında yaşadığı evde birisi vardı, üstü başı dağılmış ve eskimiş bir kadın, saçı başı karışmış bir halde yere oturmuş ve sırtını duvara yaslamıştı, bir ileri bir geri giderken elinde bir resim vardı. Yuuto’nun resmi. Ağzından da sürekli aynı isim dökülüyordu.
-Yuuto,Yuuto,Yuuto,Yuuto
Sürekli onun adını sayıklarken gözyaşları döken ve akıl hastası gibi davranan bu kadın Shiondu!
O resme ve eski anılara odaklanmışken yavaşça önünde birisi belirdi, belirmesi gibi yavaşça bir sesle konuştu, sesi bir kadını andırıyordu.
‘’Sen, acını unutmak ister misin?’’
Shion yavaşça kafasını kaldırdı.
‘’Sen, Yuuto değilsin, git.’’
Bunu söyledikten sonra tekrar resme baktı ve tebessüm etti. Ancak karşıdaki yine söze girdi.
‘’Evet değilim, kaç gündür her yerde onu aradığını ve bulamayınca eve dönüp onu beklemeye başladığını biliyorum, bu yüzden geldim, sen benim için bir şey yap ben de sana onu geri vereyim.’’
Shion tekrar kafasını kaldırdı.
‘’Yuuto, bana Yuutoyu mu vereceksin? Gerçekten mi?’’
‘’Evet, hatta seni onun yanına yollayacağım.’’
‘’Yuuto, Yuuto, onu göreceğim, ben kabul ediyorum. Ne istersen kabul ediyorum.’’
‘’Anlaştık o zaman, ama kendini hazırlasan iyi edersin çünkü bu iş çok zor olacak.’’
‘’Sorun değil, Yuuto’yu gördüğüm sürece sorun değil.’’
Ardından karşıdaki kişinin yüzünde hafif bir tebessüm belirdi, Shion’un ise tekrar bütün hayallerini Yuuto süslemeye başladı…
Bölüm 17 BİTTİ
NOT: YİNE DAYANAMADIĞIM İÇİN TELEFONDAN SİZE BÖLÜM YAZDIM. EZİYETİNİ HERKES TAHMİN EDER SANIRIM. SİZ DE YORUM ATMAYI , TAKİP EDİP BEĞENMEYİ UNUTMAYIN
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..