32.Bölüm - Ağaca Kırbaç Vurursan Meyve Verir

avatar
845 1

Sahte Adam - 32.Bölüm - Ağaca Kırbaç Vurursan Meyve Verir


Bu hayatta bir idolüm olsaydı, o kişilik şüphesiz Joseph Fouche olurdu.

 

 

 

"Bu veledi neden salona getirdiniz?" diyen öfkeli bir sesi güçlükle işitmiştim yarı baygın durumdayken. "Hayatından değerli halıyı berbat etti."

 

"Özür dilerim baba, ben getirdim," dedi güçlükle işittiğim başka bir ses. "Panik yaptım. Doktor uyandığında ona hastanede kalması gerektiğini, kalmazsa yürümekle ilgili bazı problemleri yaşayacağını söyledi.''

 

Adım seslerini işittikten sonra çenemi sağa sola sertçe çeviren bir el hissettim.


"Bok parçasının göz morluğu ve muhtemelen karın zedelenmesi dışında sıkıntısı yok. Ama tişörtüne bulaşan kan ona ait değil," dedi ses. "Anlaşma?"

 

"Anlaşmayı yaptım, baba. Ama uyardığın gibi, Loris amcamın adamları yeri biliyormuş.''

 

"İçimizde hain var.''

 

Sonunda buğulu bakışlarım netlik kazanmıştı; Ivan'ı ve pek sevdiğim Boris'i gördüm.

 

"Ağaç gibi boyuna rağmen kendini korumayı hiç öğrenemedin mi çocuk?" dedi yufka yürekli, baba şefkatli Boris. "Niteliksiz insanlardan nefret ederim. Evimde kalacaksan eğer, bana dışkımdan daha değerli olduğunu kanıtlayacaksın. Ivan, emeklemeye başlayınca bodruma getir lağım faresini."

 

"Bodrum mu! Henüz hazır değil baba!"

 

"Ağaca kırbaç vurmadan meyve alamazsın."

 

Ivan'ın suratında gergin, sıkkın bir ifade vardı.

 

"Galiba bana yavaş yavaş kanı ısınıyor," dedim.

 

"Ayağa kalkabilecek misin?" diye sordu Ivan.

 

Ayaklarımı oynatmayı deneyince bir sıkıntı yaşamadım ve ardından Ivan'ın desteğiyle ayaklandım. Ivan korumalarının birinden sandalye istedi ve sandalye geldiğinde oturdum.

 

"O kıyafetlerle koltuğa otursan babam seni öldürürdü."

 

"Konu ben olunca sandalye için bile yapabilir."

 

Ivan bodruma doğru ilerlemeye koyulmuşken, "Ona bugün hazır olmadığını söyleyeceğim," dedi. 

 

"Hazırım ben," diye seslendim. "O bodruma elbet bir gün ineceğim, kaçış yok. Beni babandan koruyamayacağını dile getirmiştin. Kararlarından kaçış yoksa kabulleneceğim."


"Bugün bu kadar maceradan sonra buna hazır değilsin. Vücudun seni bugün taşıyamaz."

 

"Zihnim bana ihanet ediyor, vücudum bana ihanet ediyor, kime güveneceğim ben?" dedim ayaklanmak için çabalarken.

 

Ivan'ın yanına vardım. Ardından alt kattaki bodruma indik. Bodruma indiğimde şaşkınlıkla etrafa bakındım; salonun iki katı büyüklüğünde, ortasında ring olan ve etrafında tamamen spor aletleri olan yere inmiştik. Duvarın bir köşesinde; bıçaklar, tabancalar, ağır silahlar, bombalar ve kurşun geçirmez yelekler gibi teçhizatlar diziliydi.

 

"Orada yaşananları konuşacağız.''

 

"Konuşacağız," dedi Ivan.

 

Boris ringin ortasında, makine gibi görünümüyle eldivenleri giymiş, beni bekliyordu.

 

"Kıyafetlerinde düşmanlarının kanı olması gurur vericidir, ama buna vesile olan sen olursan," dedi Boris.

 

Merdivenlerden indim. Ring iplerinin önünde durup Boris'le göz göze geldim. Gerildim. Adam yakından daha da korkutucu gözüküyor. Hatta yarı soyunuk görüntüsü bana çok ürkütücü hayaller kurduruyor. Benim boyuma laf ediyor ama kendisinin de benden aşağı yanı yok. Kolları bile beni bir yumrukla şizofrenik yanılsamalardan gerçek dünyaya döndürecek kadar kuvvetli duruyor.

 

Elindeki diğer iki çift eldivenleri ringin ortasına attı. "Gel."

 

Dönüp Ivan'a baktım; Ivan korkuyla bana bakıyordu. Muhtemelen aynı ifadeyle ben de ona bakıyordum.

 

İplerin arasından geçtim ve Boris'in karşısında dikildim. Her yakınlaşmamda daha da geriliyordum.

 

"Her mantıklı birey gibi yüzüme bir şey olmasını istemiyorum," dedim.

 

"Sen kadınlar için endişelenme, çocuk. Nereye vuracağımı iyi bilirim."

 

"Nereye vuracağını bilmen daha da kötü," dedim eldivenleri yerden alırken.

 

Ağızlığımı taktım, eldivenleri giydim, sorunsuzca giydiğimi kontrol ettikten sonra kafamı kaldırdım; kafamı kaldırır kaldırmaz ağzımın ortasına sağ düz geldi.

 

Yumruğu yediğim gibi birkaç adım gerileyip ağzımı tuttum. Ne kadar ciddiyetle vurduğunu bilmiyorum fakat canım fena yandı amına koyayım. Tuğla çarpmışa döndüm desem yeridir.

 

Boris üzerime gelmeye başladı. "Ağızını tutma. Çömelme. Gard al."

 

Elimi ağzımdan çekip amatörce gard aldım. Sağlı sollu iki yumruk salladı, ben onları savuşturduğumu zannederken ağzımın ortasına yine yumruğu yedim.

 

"Duralım,'' dedim, ellerimi teslim olurcasına kaldırarak. ''Tamam. İnanıyorum. Beni dövebileceğini kanıtlamana ihtiyacım yoktu. Sözlü olarak da söyleseydin kabul ederdim zaten."

 

"Gard almazsan sol gözünle bir hafta boyunca göremeyeceksin," dedi ve üzerime eskisinden daha da heybetli gelmeye başladı.

 

Ayaklanıp gard aldım. Çıkışı olmayan kafeste kapana kısılmıştım. İstediği zaman beni sokabilecek devasa iğnesi olan arıyla aynı yerde sıkışıp kalmıştım. Nereye kaçsam bana freni patlamış kamyon gibi yaklaşan, iki elinin arasından avına gözlerini kırpmadan bakan kobra gibi yaklaşıyordu. Gözlerinin içine bakmak yüreğimin yerinden fırlaması için yeterliydi.

 

Ellerim heyecandan ve korkudan titrerken, ona zayıf bir yumruk atmayı denedim.

 

Boris sırıttı. "Hissetmedim bile," dedi. "Seni cesaretlendirmek için söylemiyorum, sahiden hissetmedim."

 

"Ne garip, ben de hissetmedim," dedim heyecanımı bastırmaya çalışırken.

 

"Kızım Branka seni 15 saniye içinde nakavt eder çocuk. Senin sikletin 6-12 yaş arasındaki kız çocuklarıyla aynı seviyede."

 

"Kendi sikletimden başlasam iyi olur o zaman.''

 

Boris soluyla elmacık kemiğime vurduğu gibi yere yığıldım.


Her şey çınlıyordu; tüm sesler, ışıklar, insanlar: Yaşam bile çınlıyordu.

 

Boris karşımda dikilirken ne elini uzattı ne de benimle ilgilenmek üzere çömeldi.

 

Ivan'ın kenardan seslendiğini duyumsuyordum ama sadece çınlama ve mırıltı gibi bir şey vardı kulağımda. Ardından Boris öfkeyle dönüp bağırınca vızırtı anında kesildi.

 

Bayılsam iyiydi. Hiç değilse bugün, yarın yine yiyeceğim dayak için dinlenebilirdim.

 

"Öz baban da can çekişirken bu kadar çaresiz miydi evlat?" dediğini net olarak işittim.

 

Bayılmalıydım. Bu cümleyi duymuş olmayacaktım. Ve beni öfkeyle ayağa kaldıran itkiyi hissetmemiş olacaktım.

 

Beni yüreklendirmek için bile seçilecek en kötü yol. Babam... O asla çaresizlik duygusunu hissetmiş olamaz. Değil mi? Çünkü dünyanın en berbat hissidir çaresizlik. Çocuklarını kurtaramamış olmak gibi bir pişmanlık hissetmemiştir. Evet. Oracıkta öldü. Babam son nefesinde onların ölümleri için kendini suçlamadı.

 

Boris'in yüzünde yine o itici, şeytani gülümsemesi belirdi. "İşte bu!" dedi Ivan'a dönüp. "İşte bu! İhtiyacım olan bakışlar!"

 

Boris'e iki sağ düz salladım. Sonrasında öfkeyle üzerine gittiğimin farkına vardım. Beni kışkırtmasına izin vermemeliyim. Onu yenemem. Evet. Fakat en azından ona dokunabilmeliyim. Bu, aşağılanmamı telafi etmek için yeterli olur. Üç kez daha sağ elimle deneme yumrukları attım, ama Boris gardını indirmiş, benimle eğleniyordu.

 

"Köşeye geçip beni sıkıştırmana izin veriyorum," dedi Boris kibirli bir tebessümle.


Üzerine tüm öfkemle gittim; sağımı gösterdim fakat solumla tam da çenesinin kenarına vurdum.


Boris sendeleyince birkaç adım geri çekildim.


Siktir! Vurdum lan! Muhtemelen münasip olmayan bir organı da yemiş olduk. Yemek ne kelime, oturduk! Niye vurdum lan! Ne güzel kaçıyordu yumruklarımdan. Nasıl isabet ettirdim?! Kesin beni kızıl derililere sıcak su dolu kazan içinde sunacak.

 

Boris şaşkınlıkla başını kaldırdı. Ivan'a baktı.


Ivan'a baktım. O da şaşkınlıkla bana bakıyordu.


Boris kulak tırmalayıcı kahkahalar atıyordu.

 

"Ivan..." diye uludu Boris. "Bu çocuk solak!"

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr