Sevmek, çoğu zaman sevilmemek kadar kötü bir deneyim.
Belki de daha kötü.
Ivan'ın kurduğu son cümle aklıma kazınmıştı: ''Bana değer verilmemesine o kadar alıştım ki, birinin bana değer veriyormuş gibi davranması, çıkar için yaptığını düşünmeme sebep oluyor. Bana herkes ihanet etti; kanım ve en yakınım bile.''
Özgürdüm. Görüşmemiz sonlandığında, Ivan'ın beni öldürteceğini düşünmüştüm. Ama şimdi özgürüm. Kaçabilirim fakat Ivan'ın bir şeyler karıştırdığını hissediyorum. O, kesinlikle kolayca pes edecek biri değil. Benim gibi değil.
Bir araba yanaştı. Siyah, canavar gibi bir jip: Cadillac. Şoför camı indirip sadece baktı bana. Gidip arka koltuğa oturdum. Sözsüz, sessiz, kendimi ona teslim ettim. Hırvatistan'ın merkezini aştık, bir-iki saat kırsallar kesimde yolculuk ettik ve bir çiftlik evin, çeperlerin önünde durduk.
Adam arabanın kontağını kapattı, dönüp bana baktı. ''İn,'' dedi sert bir tonlamayla. ''Geldik.''
Dışarıyı gözetledim; hayvanların bazıları ağılda, bazısı otlanıyor, atları seyisler gezdiriyor, pornografik giyimli (ah bu sektör adamın aklını çeliyor) hizmetçiler ahırları temizliyor... kısacası ruhani olarak rahatlatan bir görüntüydü.
Şoföre baktım. ''Beni öldürecek misin?''
''Seni öldürmek için bu kadar yol gelmeye gerek var mı?'' diye karşılık verdi.
Mantıklı bir cevaptı. Arabadan indim. Şoför arkamdan gelmedi; arabada durup, devam etmemi ister şekilde gözledi. Aksak bacağımla ve bastonla çitleri aşmak zor oldu ama çiftliğe girdim. Kimse bana bakmıyordu. Ama bakmamak için büyük bir gayret sarf ettiklerini biliyorum. Bunun farkındayım.
Bastonla topallayadururken sundurmaya ayak bastım, çiftlik evinin kapısını açık görünce içeri girdim. Koca bir malikane gibiydi. Hol upuzun ve büyüktü. Karşımda salon vardı, vakit kaybetmeden salona girdim.
Bir köşede, çiftlik evine aksi deri koltukta iki kadın oturuyordu: Branka ve bir yabancı.
Branka, bıkkın bir ifadeyle kucağındaki çocukla ilgileniyor, bana bakmak için başını kaldırmıyordu. Öteki kadın ise spot ışıkları gibi gözlerini bana dikmişti.
Kadın, ''Demek Beautiful sensin,'' dedi. İfadesinden anladığım üzere benden haz etmemişti. ''Açıkçası güzel tarafını göremedim.'' Dudaklarını tiksinç bir ifadeyle büktü.
Takdir ettim. ''Sonunda gerçekleri fark eden biri.''
''İçinin de güzel olduğunu düşünmüyorum,'' diye ekledi kadın.
Yine başlıyoruz.
''Pantolonumun içindekini kastediyorsan,'' dedim, ''o konuda sana katıldığımı söyleyemem,'' diye küstah bir yorumda bulundum.
Kadın öfkeyle ayağa fırladı, ''Bunu söylediğini duysaydı kocam,'' dedi işaret parmağını bana doğrultup, ''sikini yedirirdi. O sik, kocamın siki olurdu.''
Başımı usulca salladım. ''Gururla söylediğine göre tadını beğeniyor olmalısın.''
''Bir kadınla nasıl konuşulması gerektiğini bilmiyorsun.''
''Sen de bir kadın nasıl konuşması gerekir onu bilmiyorsun.''
''Abim tarafından öldürülmen için birkaç yüz bin nedene bir tane daha bir neden ekledin,'' dedi Branka iç geçirerek. Gözleri solgun, ifadesi tükenmişti Branka'nın. Güzelliğini alıp götürmüştü keder. Parlak ışığını söndürmüştü. ''Hoş geldin, Beautiful.''
İlk şaşkınlığım, kadının Ivan'ın eşi olduğunu öğrenmem oldu. Sonrasında Branka'nın tükenmiş ifadesi, göğsümü yaralamıştı. Ona bunu ben yapmıştım.
''Sen yaptın,'' diye aniden belirdi Gereksiz. ''Seni katil yapan, aileni ölümle tehdit eden adamı öldürdün. Onun kızına bunları sen yaptın. İstediğin bu değil miydi? Boris'i yaralamak, onu üzmek. Emeline ulaştın. Sevinmelisin.''
Sözleri beni yaralamıştı. Ama onu kaale almamak için direttim. ''Demek Ivan evlendi,'' dedim kadını süzerken.
Kadın, Ivan'a göre çirkindi. Ivan daha iyisini hak ediyor diye bir imada bulunmuyorum, aşk güzellik tanımaz. Ama Ivan daha güzeldi işte. Kadın, kahverengi saç rengine, oval bir surata ve buğday rengi tene sahipti. Burnu birazcık büyüktü fakat düzdü. Güzeldi. Ivan çıtayı fazlasıyla yükseltmişti sadece.
''Beğenemedin mi?'' dedi kadın, aksi bir sesle.
''Beğenemedim,'' diye doğruladım. ''Seninle atışmak için söylemiyorum, gerçekten yakıştıramadım, o kadar.''
Branka, ''Sanela,'' diyerek otoriter bir sesle araya girdi. ''Bizi birazcık yalnız bırakır mısın?''
Bu rica değildi. Branka'nın bakışlarındaki gücü görebiliyordum.
Sanela yanımdan geçip giderken birbirimize nefretimizi yansıtmayı esirgemedik.
Branka eliyle koltuğu işaret etti. Gidip yanına oturdum. Çocuğu aniden kucağıma sokuşturdu. Onu yakaladım; Boris'i kucakladım. Büyük mavi gözleriyle tanımaya, tüm benliğimi hissetmeye çalışırcasına baktı bana. Dedesini andırıyordu. Hem de fazlasıyla. Kokusu yumuşak, hafif ve huzur vericiydi. Burnumu başına yasladım ve kokusunu içime çektim. Sonra ağladım. Omuzlarım sarsıldı, göğsüm titredi. Hiç olmadığı kadar ağladım. Tüm dertlerimi söküp fırlatmak istercesine ağladım. Boris ağlamaya başlayınca Branka çocuğu elimden aldı.
Nasıl bu kadar kötü bir insan olabildim? Vicdansız, merhametsiz, iğrenç bir varlık. Nasıl yapabilmiştim. Çocuğumu, çocuklarımı terk ettim. Fakat bu bir roman hikayesi, öyle değil mi? Ağlamamalıyım, ağlamamalı ve bunun basit bir hikaye...
''İnatla gerçeklerle yüzleşmekten kaçıyorsun,'' diyen Gereksiz'in sesini duydum. Gereksiz'in sesi gibi de değildi... Kimin sesiydi inanın bilmiyorum. ''Kabullen.''
Kafamı kaldırdım, sesin sahibini aradım; gözyaşlarım yüzünden net göremiyordum. Gözyaşlarımı sildim, o her kimse, artık yoktu.
Branka'ya döndüm. Alnıma bir öpücük kondurdu. Yanağımı okşadı, elimi tuttu, avuçlarımın içini öptü, sarıldı.
Ölmek için harika bir andı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..