Twitter adresim: @wojve
Sahte Adam hakkında sürpriz bir gelişme olabilir. Hesabı kullanmıyorum açıkçası. Fakat takipte kalmanız seri adına ılımlı bir sonuç doğurabilir. Spoiler vermek gibi olmasın. Neyse, takip edip geçerseniz fena olmaz, öyle söyleyeyim en azından. (Çok şey söylemişim gibi.)
Kalbinin sesine itimat etme, empatinin namus bekçisidir o; vicdanını sızlatır, koz olarak kullanır, ihtiraslarının önüne taş koymak amacı. Bırak o dramatik palavraları. Ş e y t a n ' a kulak ver. Arzularını düşünen odur hep.
Yaşantım yorucu bir rutine dönüşmüştü: Çocukla ilgilen; Branka'yla ilgilen; arkanı kolla.
Ivan'ın zenginliğine sahibim. Artık sefil sayılmam. Ya mutluluk? Hiç de uysal değil. Beni bulacağına dair inancım da yok zaten. Önemi de yok. Olur da gelip teslim olursa mutluluk, siktirip gitmesini söylerim ona. Gerek duymuyorum bana yoksunluk çekmeyen birine hasret duymaya.
Heyecanlıyım. Aylin, Hırvatistan'a geliyor. Ivan'ın parasıyla beslediğim adamlarımdan birini İstanbul'a yolladım; Aylin'i ikna etmenin güç olduğunu söyledi: Özellikle kendi kafasına atılan birkaç dikiş olduğunu eklemeyi ihmal etmedi. Aylin'i ikna etmiş olması mucize şahsen. Sadece yarık bir kafayla atlatması da öyle.
Odamdaydım; önümde koca bir masa, sırtımı yasladığım tekli deri koltuk; arkamda boy bir cam ve üzerime düşen solgun gün ışığı. Berbat bir gün. Ivan öldüğünden beri her şey berbattı. Tüm yükü bırakmıştı bana. Zaman geçtikçe bu durum sorun olmaktan çıkmıştı. Canıma kastedeceklerin kabarık listesi, artık yılgın bir kabulleniş getirmişti. Ama Ivan'ın, en iyi arkadaşımın yokluğu, katlanılamaz bir boşluktu. Özlemi yitmiyordu. Sonunda kabullenmişti beni. Katilini. Terk edip gitti sonra. O benim katilim oldu.
Ah, Gür Sakallı; o neden terk etti beni? Bilmek istiyorum.
Boş odayı süzdüm; şefkatle bakıyordu bana. ''Gereksiz,'' dedim mırıldanarak. ''Burada olduğunu biliyorum.'' Tık yok. ''Gereksiz!''
Onur konuğu önümde belirdi; tamamen çırılçıplaktı ve masanın üzerindeki bastonumu alıp elinde çevirmeye başladı. ''Cevabını bildiğin soruları sormak, seni aptal gösterir,'' dedi sertçe. ''Beni rahatsız etme sebebini söyle.''
Uzun zamandır keyifsizdi. Ne çatmaya yer arıyor, ne de kendi kötülüklerine teşvik ediyordu beni. Ben bunları bile özlemiştim. Geçmişe dair her şey, özlem yaratmıştı kalbimde.
Deri koltuğa yaslandım, ellerimi birleştirip kaşlarımı çattım. ''Gür Sakallı'ya n'aptın?''
Elinde tuttuğu değneği masanın tam ortasına sertçe indirdi. ''Sana söyledim: O bunakla alakam yok.''
Öne doğru fırlayıp avuçlarımı masaya çarptım, saçlarımın önümde dalgalanışının durulmasını bekledim. ''Yalan söyleme!'' diye çığırdım. ''Bana maval okuma!'' Sonra yumuşadım. O şeytanın huyuna gitmeliydim, ne olursa yapardım. ''Gür Sakallı'ya ihtiyacım var,'' dedim, acınası bir sesle. ''Gereksiz, gerekirse bunun için ayaklarına kapanırım. Ona ihtiyacım var. Gür Sakallı'yı sen aldın, biliyorum. Hissedebiliyorum; o içimde, bana yalan söyleme.''
Gereksiz, bana yukarıdan bakıyordu; tiksiniyor, burnunu kıvırarak aciz görüyordu.
Ayağa kalktım. Topallayarak yürüdüm ve diz çöküp yalvardım. ''Güvendiğim birinin aklına ne kadar ihtiyacımın olduğunu bilemezsin. Onu geri ver, lütfen.''
Gereksiz, ayağıyla kafamın üstünü ezdi. Sigara söndürürcesine sağa sola kıvırarak çiğniyordu. O benim için bir düş, bir yanılsama olsa da, müthiş bir acıyla zonkluyordu kafam.
''Ne zaman bu kadar düştün?'' Sesindeki öfkeyi seçebiliyordum. ''Gururunu hiçe saydın. Gür Sakallı mı? Hadi oradan, değer bilmez yavşak! Bana gereksiz olduğum ithamında bulundun, beni hor gördün, bana değer vermedin. Oysa o bunak orospu çocuğu senin iyiliğini düşünüyordu, ama ben kötülüğünü, öyle mi?'' Ayağını çekti. ''Ona hiçbir şey yapmadım. Sen yaptın. Sadece sen. Gitmesine sen sebep oldun. Bak bana! Ben kaldım. Ben senin yanında kaldım. BANA BAK!''
Kafamı kaldırdım; Gereksiz'in ifadesi içimi sızlattı. O şaklaban kılıklı, alaycı diğer parçamdan eser yoktu. Sonra patlayıp yiten sabun baloncuğu misali kayboldu.
İçimi korkunç bir soğukluk kapladı. Beni terk edenler listesine yeni biri eklenmişti.
Kalktım ve tekrar koltuğa oturdum. Yedi düvele yetecek param vardı. Fakat ne işe yarardı yalnızlığımı dolduramadıktan sonra.
Ben dalgınlık halindeyken odaya biri girdi. Suratıma silah doğrultsa haberim olmazdı. Muhtemelen hizmetçilerden biriydi ve kucağıma Boris'i bırakıp gitti. Oğlumun farkına vardığımda, bana büyük bir merakla bakıyordu. Kocaman mavi gözleri, uzay boşluğu misali derin ve yoğundu.
''Neden buradasın.''
Cevap vermedi. Bakmaya devam etti.
''Seni şuracıkta öldürsem hiç derdim kalmaz.''
Egoist. Beni ciddiye almıyor.
Burnuma iğrenç bir koku vurdu. ''Altına sıçmışsın. Erkek adam altına sıçar mı?''
Bu onu biraz gülümsetti.
Sonra saldım Boris'i odayı turlasın. Tökezleyerek yürüdü, duraksadı ve kendi kendine eğlendi. Onu kıskandım. Derdi, tasası yok. Götündeki boku temizlemeye bile zahmet etmiyor.
Ne yapmam gerek bilmiyorum. Yeraltı masasına, giyotin kesmeyen başlara konuk olacağım. Buna cesaretim yok. Ama görüşmek istediler benimle. Oğlum hakkında nihai bir karara verilmesi gerek. Bir de uyuşturucu kısmı var, oldukça ehemmiyetli; oradan kazanmamı istemiyorlar. Vahametli kısım ise uzlaşmak: Uzlaşırsam ne olacak? Uzlaşabilecek miyim, böyle safça bir hayale kapılmalı mıyım, bilmiyorum. Branka bu işlerin bir adabı olduğunu söyledi. Git ve erkek ol, dedi. Bir sünepe gibi burada saklanmak, oraya gidip oğlum gibi altıma sıçmaktan, rezil olmaktan daha iyidir. Fakat gitmeliydim. Gitmeli, ve yüzleşmeliydim. Yanımda iki korumayla gidecektim. Adabı böyleymiş. Ve dışarıda iki koruma bekleyecek. Aylin... Güvenebileceğim biri yanımda olmalıydı. Belki Gür Sakallı... Bir umut. Arka çıkmasını umuyorum içten içe.
Kapım ikinci kez tıklandığında içeri davet ettim; Mirko ve bir hizmetçi girdi. Hizmetçi, Boris'i alıp çıktı.
Mirko, ellerini önünde bağlayıp karşımda dikildi. ''Efendim,'' dedi saçları ağarmış şoförüm, başıyla bir kez selamlayarak. ''Her şey hazır. Gidebiliriz.''
''Her şey değil,'' diye düzelttim onu. ''Ben hazır değilim, Mirko. Buluşmaya gelemeyeceğimi ilet, ve özürlerimi belirttiğim bir çelenk gönder oraya.''
Mirko başını kaldırdı; gözlerindeki endişeyi seçmek zor olmadı. ''Efendim.'' Sesi ve bakışları birdi. ''Bu... Pek olası bir durum değil.'' Cesaretini toplarcasına omuzlarını dikleştirdi. ''Buluşma olursa, olacaktır, kurallar böyledir masada. Reddedemezsiniz. Hem uzlaşmak istemiyor muydunuz? Bu bizim için büyük bir fırsat. Fırsatı geri dönüşü olmamak üzere geri tepmeyelim.''
Mirko'ya gözlerimi diktim, ona bakarken başımı usulca iki yana salladım. Deri koltuğuma yaslandım ve iç çektim. ''Ben yabancıyım, Mirko,'' dedim. ''Masadaki kuralları bilmem. Buranın adabını bilmem. Uzlaşılacaksa, uzlaşılır. Kimsenin onayını almaya ihtiyacımız yok.'' Bu ailenin üzerinde belli bir ağırlığım olmalıydı. Adamlarım sırf param olduğu için yanımda bulunuyor olmamalıydı. Ezik bir imaj çizmemeliydim onların gözünde. ''Çelenk gönder ve üzgün olduğumu ilet.''
Mirko başını bir kez aşağı salladı, dönüp yol aldı. Derken seslendim. ''Sakura çiçeği gönder,'' diye belirttim. ''Sakura çiçeği.''
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..