Sevilmek için bin maymunu hiç oynamadım. Ama nefret edilmek için kraliyet soytarısı kadar iyi bir gösteri sunabilirim; çünkü nefret edilmek gerekir bazen.
Berbat bir kabustan uyandım: İvan ölüyordu, ölmemiş gibi. Yaralamadı bu durum rüyadayken beni. İçimi sızlatmadı ayrıca. Ve koparmadı benliğimden bir parça. Sanki hep biliyor muşum gibi. Hep ölecekmiş gibi. Ölmeliymiş gibi.
Kendi sıcaklığım dışında yatağım soğuktu. Ne Branka ne Boris, ikisi de yoktu.
Büyük salona geçtim ve tek başıma, uzun masanın en başında kahvaltı yaptım. Ben daha masaya oturmadan masa donatılmıştı. Bir süre tıkınıp karnımı doyurduktan sonra oğlumu sordum.
Branka'yı görmek istemiyordum. Ivan öldüğünden beri ruhsal olarak dengesizdi. Benden bile daha dengesizdi. Normali de pek normal değildi hatırlandığı üzere. Ama şimdi... Boris'i emanet etmeye korkar hale gelmiştim. Ancak yine de görmeliydim onu. Benden vazgeçmemişti asla. Ben de ondan geçemezdim, istesem de geçemem zaten.
Mirko rapor sundu bana; alışveriş yaptığımız ufak torbacılardan biri bize her ay eksik ödeme yaptığı için onu öldürmüştü. Paralar toplanmıştı. Üreticiye, uyuşturucunun asıl sahibine, Kolombiya'daki barona ödemesini yapmam gerekliydi. Ivan ölmeden önce tüm malvarlığını bana bırakmıştı. Ama bu kazandıklarım? Hala kazancımın sebebini gösterebileceğime dair bir fikrim yoktu. Ivan parasını inşaatçılıkla gizlemişti. Ben parayı aklama gayretinde değilim, zira burada kalıcı olmayı planlamıyorum.
Bahçeye çıktım; hava serindi, Boris küçük bir midilliye bindirilmişti ve sürmesi için destek görüyordu. Boris eğleniyordu. Eğlencesini bölmek istemedim. Ahıra, Branka'nın yanına gittim.
Branka, ahırdaki atları besliyordu.
''İyi misin?'' diye sordum ona.
Branka cevap vermedi. Çökmüş yüzünde dalgın bir ifade vardı.
Birkaç adım daha yaklaştım. ''Branka, beraber vakit geçirelim mi?''
Branka baktı bana, boş bir duvara bakarcasına. ''Pizza istiyor musun diye sorduğumda, Sarı Gözlüm kişniyor. Ona pizza alabilir miyiz, aşkım?''
Seyisi yanıma çağırdım. ''Hanımının dileğini yerine getir.''
Seyisim 17-18 yaşlarında bir kızdı. ''Ata iyi gelmez, efendim,'' dedi genç seyis, kafasını kaldırmadan.
''At umurumda değil,'' dedim sakince. ''Hanımın ne istiyorsa yapılacak. Evi mi yakmak istiyor, bırakın yaksın. Beni öldürmek mi istiyor, bırakın vursun. Burada Branka ve oğlumdan önemli hiçbir şey yok, anlaşıldı mı?''
Kız, kafasını kaldırmadan yukarı aşağı salladı.
''Ve,'' diye ekledim, ''söylemimi Mirko'ya ilet: Desin ki onlara, Branka ve oğluma zarar gelirse, Hırvatistan'ı, tüm çocukları, kundaktaki bebekleri, hamile kadınları, kalbi atan herkesin canını alırım. Havadan bombalar yağdırırım, ki bunu yapacak param var. Bunu yaptığım zaman ise, devlet ava çıkar. Hepimiz için gelirler. Yeraltını bitirirler. Anlaşmada olduklarını bile bitirirler. Mirko'ya söyle, sözlerimi iletsin onlara.''
Kızın yeşil gözlerinin içindeki korkuyu gördüm. Bir süre öylece kaldı. Ne diyeceğini bilemedi. Sonra güçlükle yutkundu ve arkasını dönüp hızlı adımlarla emrimi yerine getirmeye koyuldu.
''Adını söyle bana,'' diye seslendim.
Kız duraksadı, kafasını hafifçe çevirdi, ama kaldırmadı. ''Marin,'' dedi ve ahırdan çıktı.
Güzel, sarışın bir kızdı. Ivan, hizmetkarlarının güzel olmasına özellikle dikkat etmiş. Hem de oldukça özen göstermiş. Zevkliymiş tek dostum. Hemfikir olmamıza sevindim.
Kafamı çevirdiğimde, Branka kucağıma atıldı aniden. Göğsümde ağlamaya başladı.
Branka'yı omuzlarından tutup hafifçe sarstım. ''Ne oldu?'' diye telaşla sordum. ''Branka, iyi misin?''
Branka, ''Sanela,'' dedi tizleşen sesiyle, ''hamileydi. Onu görmemiz gerek. Abimden hamileydi.''
Hala şaşırabildiğime şaşırdım. ''Ivan'ın bir çocuğu olacak...''
Branka, göğsüme yaslanmış haldeyken kafasını salladı.
Branka'nın saçını okşadım. ''Haber ederim, alır getirirler.''
''Hayır.'' Branka, beni iteledi ve uzaklaştı. ''Olmaz. Çocuğu görmemelisin. Seninle olmamalı. Ben istedim bunu.''
Kaşlarımı çattım, Branka'ya bakarak ne demek istediğini çözmeye çalıştım. ''Branka, görmemiz gerektiğini söyleyen sensin. O senin yeğenin. Benim... Ivan benim kardeşim, o da benim oğlum.''
Döndüm, herhangi birine çocuğu getirmesi için haber etmeye koyuldum. Ahırın çıkışına doğru hareketlenmişken Branka elimden yakaladı. Dizlerinin üstüne çöktü ve koluma asıldı. ''Yapma,'' diye yalvardı. ''Seninle olmasını istemiyorum. Çocuğu da Sanela'yı da görme, Beauty.''
Branka'ya sadece baktım.
''İstemiyorum.'' Branka gözyaşlarını sildi ve burnunu çekti. ''Elinin dokunduğu her şey, ölümün damgasıyla işaretleniyor. Sen, kötücül, iğrenç bir şeysin, bunu gördüm. Etrafına bak; ölüm, ölüm ve ölüm. Sadece ölüm getirdin.''
Dizlerimin üzerine çöktüm; Branka'nın yanağını okşadım, bir yanağından öptüm onu ve sarıldım. ''Branka, az önce görmemiz gerektiğini söyledin. Çocuğun iyiliği için bizimle kalması gerek. Öğrenirlerse öldürürler. Doğmadan ölür hem de. Nefes nedir bilmeden. Sanela'yı buraya getirmemiz gerek.''
Branka kollarımın arasından kurtuldu ve ufak, şirin burnu tiksintiyle gerildi. Yüzüme tükürdü. ''Abimi sen öldürdün, di mi? Para için, zenginlik için, sen yaptın, ruh hastası şizofren. Onu sen öldürdün. Öldürmediğini düşünüyorsan hatırlamıyor olabilirsin. Abim kendini öldürecek biri değil. Vazgeçmez. Sen öldürdün.''
Branka kalkıp gitti ve beni ahırda bir başıma bıraktı.
Bugün sıcaklığını hissettim sonunda onun... Yüzümde tükürüğü, yüreğimde nefret sözleri.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..