Bu yaz ailemle denize gittim ve giderken takıldığım bir konu beynin nasıl çalıştığı ve bunun sonucunda nasıl bizim biz olduğumuz idi. İzmir'den Çeşmeye olan yolculuk kilometrelerce idi ve bu kilometreler boyunca düşündüm, beyin tam olarak neydi? Nasıl bizi biz yapan şeydi? Buna klasik konservatif verilebilecek cevap ruhtur fakat ben ruhu sevmem. Ben ruhtan pek hoşlanmam çok basittir az açıklayıcıdır ve kafa karıştırmaz sanki işin içinde bir ibnelik vardır. İbnelikler zaten böyle şeylerden doğmaz mı? Çok basittir az açıklanmıştır sanki senden milyarlarcası saklanıyor gibidir ve ulan bu işte bir iş var dersin. İçin içini kemirir kendini bir geri zekalı, salak ve aptal gibi hissedersin. Fikirsel olarak hayatımda asla dolandırılmak istemem ruh da işte böyle konulardan bir tanesidir yani benim için bir fikir dolandırıcılığıdır. Denize giderken yol boyunca ruhtan beyine git gel yapmadım tabii ki de. Ben zaten ruhun insan tarihi kültünden kalma basit bir düşünce ve dolandırıcılıktan ibaret olduğunu biliyorum. Fakat, bu dolandırıcı kült aslında bana temel bir fikir sağlıyor idi. İşte O ruh fikri bir dolandırıcılık olsa da seni bir güzel hayallerde ve basitliklerde dolandırsa da onu tam anlamıyla içimde aşağılamadım. Bu alçakgönüllülük dolayısıyla ruhun bir ben arattığını fark ettim. Benim beyin için sorduğum ulan bu beyin nedir kısmında içten içe merakım da bir bendi zaten. Temel fikir aslında moleküllerdir burada laga luga yapmaya gerek yok. Moleküller ve atomlar sizin ananızı ağlatır. İzmir'den çeşmeye kadar anam ağladı çünkü beyin bir nöron yığınıdır. Nöronlar ise atomlardan inşaat oldu. Burada bir sistem var ve bu sistemin kökü bir cansızlıktan ibaret. Bu sistem ve bu atomların düzenli çalışması ve işbirlikleri seni nasıl düşündürtebilir ve seni nasıl sen yapabilir? Ruh demek mi lazım yoksa? Ya ben yavşaksam? Belki de dünyadaki en göt insan benimdir aşırı kötü düşünüyorumdur ve potansiyel bir psikopatımdır? Konservatif de diyerek yüzüme bir maske çekiyorumdur ha? Bir dakika dur, böylece çözüme ulaşmak olmaz. Burada kendi içinde bir Tanrı olman lazım. Öyle insan evladının Tanrılarından falan değil ama ha! Doğanın ta kendisi olman lazım! Zaman olman lazım ve gerekirse en mantıklısı bir uzay olman lazım. Bir uzay gibi düşünmen lazım, en tepeden, ne kötü var ne iyi var, dünya dönüyor, insanlar eğleniyor, tecavüzler havalarda uçuşuyor, kimisi kimisini kesiyor, kimisi kimisinin yaralarını dikiyor ve bir minik organizmanın merak ettiği konu cansızlığın getirdiği canlılık oluşumundan doğan düşünebilmek ve benlik olmuş oluyor. Kendi kendinin Tanrısı olduktan sonra yine kendinle yol boyunca deli gibi iletişim kur ve bu duruma buradaki potansiyel bir psikolog gelsin de sana kişilik bozukluğu desin. Dedirt! Fakat yolun sonunda aşırı kafa karıştır! Neyse ki denize vardık. Denize girdim. Soğuktu ve neredeyse 15 dakika giremedim. Tenime çarpan suyun molekülleri derimdeki reseptör hücrelere kahpe gibi abanıyordu. Bu abanım, beynime gelen o impulslar, kafamı elektro şokluyordu. Soğuk! Soğuk! Fakat bir kessen o sinyali ah bir kessen o iletişimi tıpkı bir MS hastası gibi belki de çok arardın o soğuğu kim bilir? Sonuçta isterse bir saat geçsin ailenin o mutlu yüzünü görmek için bir karınca gibi girersin o suyun içine gıdım gıdım. Yüzdüm, eğlendim. Merak etmeyin eğlendim. Eve döndük. Duşa girdim. Duştan çıktım. Odama geldim. Koltuğuma oturdum. Kafam mayhoştu, chill idi, gözlerimi kapatsam yarı uyur gezebilirdim. Sakindim ve bir şey yapasım gelmedi koltukta. Sonra bu sakinliğe sakinlik katmak istedim ve bir bardak yeşil çay demlemek istedim. Bir yeşil çay domino taşının son parçasıydı. Sadece bir yeşil çay ile neredeyse hepimizin otomatik olduğunu kavradım çünkü denizde ailemle yüzerken aklıma yeşil çay demlemek gelmemişti? Neden aklıma yeşil çay demlemek denizin içinde gelmemişti? Ya çaydanlığı getiriverin hele denize ayaklarım denizin yumuşak kumuna basarken ve su yüksekliği boğazımı perdelerken ben bir yeşil çay demleyiveriyim tam oracıkta. Sonra içeyim öyle chilleyeyim denizin bağrında. Hayır. Evde geldi işte aklına çünkü çaydanlık evdeydi, mutfağın içindeydi. Biz harbiden özgür müyüz soruları aklımda cereyan etti. Bu fikre göre çevremize %100 bağımlı gibiydik. Çevremiz kadar düşünebilirdik çünkü işte yeşil çay buna bir kanıttı ya! Dolambaçlı Ruhumuz bile bir çevre kadardı! Denize gittiğinde denizle ilgili şeyleri düşünürdün, okula gittiğinde okulla ilgili şeyleri düşünürdün, yatak odasına karınla girdiğinde apayrı şeyler düşünürdün ama o esnada bir matematik problemi çözmek aklının ucundan asla geçmezdi. Nasıl yaşıyorsun arkadaşım? Uyanıyorsun ve ilk gördüğün muhtemelen evinin tavanı oluyor. O beyaz beton. Beton nerede olur evde olur sonra otomatik bir şekilde evde olduğunu algılaman saliseleri alıyor. Ben koltuğumu gördüm yada ben karımı gördüm, fark etmez! Görmek eyleminden başlıyorsun sen. Bundan da öte çevreni algılamaktan. Bir eşya ile ötekini kafanda otomatikman bağdaştırıyorsun ve buna sen farkındalık diyorsun. Gerisini evrim sana zamanla tamamlamış zaten bunu kitabımda anlatacağım. Sana şimdi çocukluk anılarını hatırla desem çocukluk anılarını düşünmeye başlayacaksın çünkü gördün, okudun ve algıladın. Hepsi yine otomatik oldu. Neden bundan 10 saniye önce çocukluk anılarını düşünmüyordun? Çevren tetiklemedi çünkü. İnsan harbiden düşüncelerinde çevresine %100 bir şekilde bağlı mıdır? Çevresinden bağımsız düşünebilir mi? İnsan otomatik bir robot gibi midir? Yoksa özgürlüğü var mıdır? Bir kere beyin sonuçta atomlardan oluşuyor ise ve atomlar da evrenin içindeki fizik yasalarını ihlal etmiyor iseler biz bu yasalar bütünleri mi olmuş oluruz?
Zor konu revize etmem lazım.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..