Bölüm 146

avatar
9003 58

Solo Leveling - Bölüm 146


,

ÇEVİRMEN:SNBURAK

EDİTÖR:BLACKLOTUS

 

Doğal siyah saçlı zayıf bir kadın birkaç farklı poz verirken kamera flaşları birkaç saniyede bir patladı.


“Güzel, bu iyi.”


Kamerasıyla uzaklaşırken kocaman bir gülümseme fotoğrafçı yüzü bırakmak istemiyordu.


Tık!


Deklanşörün son klik sesi duyuldu ve fotoğrafçı başını kaldırdı.


“Bu harika. Güzel olmuş.”


Yu Jin-Ho'nun kuzeni ve en yakın arkadaşı Yu Soo-Hyun parlak bir şekilde gülümsedi ve yönetmene başını eğdi.


“Sıkı çalışman için teşekkür ederim!”


“Size de Soo-Hyun Hanım.”


Yu Soo-Hyun’un oldukça nazik kişiliği sayesinde katıldığı fotoğraf çekimleri her zaman neşeli kahkahalarla doluyordu.


Öyle ki daha önce bir chaebol ailesinin kızı imajı nedeniyle onunla çalışmak istemeyen fotoğrafçılar bile, onunla sadece bir kez çalıştıktan sonra daha fazla fotoğraf çekimi için onu aktif olarak arıyorlardı.


“Teşekkür ederim.”


“Bugünkü çalışmanız için teşekkürler.”


Yu Soo-Hyun parlak bir ifadeyle fotoğrafçıya ve çekimin diğer personeline teşekkür edip menajeri de olan koordinatörüne koştu.


“Unni, Jin-Hui beni geri mi aradı?” (ÇN: Unni = daha yaşlı kadına, başka genç bir kadının seslenmesi)


Koordinatör endişeyle başını salladı.


Yu Soo-Hyun kuzenini dört kez aramaya çalışmıştı. Çalışkanlığının şimdiye kadar bir cevapla ödüllendirilmediği gerçeği karşısında sadece mutsuz bir şekilde surat astı.


‘Dün ülkeye geri dönmesi gerekiyordu, peki nasıl oluyor da onunla iletişim kuramıyorum?’


Yu Soo-Hyun, yurt dışında okuyan kuzeninin dün sabah kısa bir süre evine gittiği haberini duymuştu.



Bütün gece süren bir fotoğraf çekimine katılmıştı ve kuzeninin araması geldiğinde derin uykuya dalmıştı. Bir telefon görüşmesini kaçırmanın böylesine bir güçlükle sonuçlanacağını kim düşünebilirdi?


O zamandan beri kuzeninden hiç ses çıkmadı.


‘Ona bir şey mi oldu?’


Hayır, bu olamazdı. Yu Soo-Hyun başını salladı.


O kız, Güney Kore'nin en büyük şirketinin sahibi olan Yu Myung-Han'ın en büyük kızı Yu Jin-Hui'den başkası değildi. Başına kötü bir şey gelme olasılığı, S-Seviyeli bir Avcı’nın sadece korkunç bir sonla karşılaşmak için bir zindana girmesiyle aynıydı.


“Unni, bir saniyeliğine telefonumu geri ver lütfen.”


Yu Soo-Hyun, şansını tekrar deneyeceğini düşünerek telefonu geri aldı. Ama sonra telefonu aniden titremeye başladı ve hemen yüzünde parlak bir ifade oluştu.


‘Jin-Hui'den mi?’


Ancak, arayanın kim olduğunu doğruladıktan sonra tekrar surat asmaya başladı.


- Salak


‘……..’


Yu Soo-Hyun, ‘Yanıtla’ simgesine dokundu ve sinirlenmiş bir sesle konuştu.


“Alo?”


- “Noona!” (ÇN: daha genç bir erkeğin kendinden büyük kadına seslenmesi)


Ne yazık ki Yu Jin-Ho'dandı.


Yu Soo-Hyun, bu çocuğun sadece ondan bir şey isterse ona ‘noona’ diyeceği gerçeğinin çok iyi farkındaydı. İçinden derin bir nefes verdi ve ona sordu.


“Jin-Hui'nin şu anda nerede olduğunu biliyor musun?”


- “Noona? Benim noonam ne alaka? Bekle, Kore'de mi??”


“…..”


Şimdi bir saniye düşündüğünde babasının Yujin Loncası'nın Ustası olma emrini reddeden bu çocuk kendi evinden kovulmamış mıydı? Kuzeninin şu anda bile hiçbir yardımı olmadığını kanıtlanmıştı.


“Hayır, boş ver. Pekâlâ, beni neden aradın?”


Elbette, onu geçen seferki gibi başka bir içki âlemine çağırmayacaktı. O sırada Yu Jin-Ho'nun oldukça neşeli sesi telefondan çıktı.


- “Noona, Loncamıza katılmak istemez misin?”


Birdenbire ne hakkında konuşuyordu?


Yu Soo-Hyun’un ince, pürüzsüz alnında bir an için ince bir kaş çatıldı.


“Loncanız mı?”


O kadar şaşkındı ki tekrar sormak zorunda kaldı.


- “Babamın Loncasına sürüklenip halkla ilişkiler sözcüsü gibi davranmak yerine, adını Lonca'nın çalışanlar listesine ekletip ne istersen yapmanın senin için daha iyi olacağını düşünmüyor musun?”


...Ve karşılığında aldığı oldukça dikkat çekici cevap buydu.


Yu Soo-Hyun’un sesi giderek daha fazla şüphelendikçe alçaldı.


“Ve neden benim adıma ihtiyacın var?”


- “Gördüğün gibi, hala son bir Lonca kurucu üyemiz eksik.”


“Bekle, bana henüz gerçek olmayan bir Loncaya katılmamı mı söylüyorsun?”


- “Evet!”


Yu Jin-Ho, çok masum bir şekilde cevap verdi.


Yu Soo-Hyun, bu çocuğun bu kadar iyimser bir insan olmak için neye inandığını merak ederek kafasında yavaşça nabız atan bir migren geliştiğini hissetti.


‘Hayır, tüm bunlara ek olarak… Peki diğer kişi kim olabilir?’


‘Salak’ ondan Lonca'nın kurucu üyelerinden biri olarak adını yazmasını istemektense başka birinin bu ‘salak’ ile bir Lonca kurmak istemesi konusunda çok daha fazla şüpheye kapılıyordu.


“Biri seni tatlı dille kandırdı diye böyle davranıyorsun, değil mi?”


Dolandırıcılar dışında ihmal edilebilir miktarda av deneyimine sahip D-Seviyeli bir Avcıyla kim bir lonca kurmak isterdi ki? Ancak Yu Jin-Ho’nun tepkisi beklentilerinden oldukça farklıydı.


- “Kkkk.”


Telefon hattının diğer tarafından, birinin dudaklarının bir köşesi yukarı doğru yükseldiğinde bir kıkırdama sesi oluştu ve hemen ardından rahat bir ses geldi.


- “Bu ‘üçkâğıtçı karakterin’ kim olduğunu öğrenince şok olacaksın, biliyor musun?”


“Tamam, kim o?”


- “Kkkk.”


“Kapatıyorum.”


- “Ah! Dur, bekleeeee!”


Hoparlörden umutsuzca yalvaran ses çıkarken kadının ‘Çağrıyı Sonlandır’ simgesine doğru hareket etmesi durdu. Yu Soo-Hyun gülümsedi ve telefonu kulağına geri koydu.


“Bana söylemen için sana üç saniye veriyorum. Üç, iki…”


- “Seong Jin-Woo!!”


‘…Seong Jin-Woo?’


Yu Soo-Hyun’un gözleri bu beklenmedik ismi duyduktan sonra neredeyse yuvalarından fırladı.


“Şu Avcı Seong Jin-Woo mu demek istiyorsun?”


- “Kkkk.”(şaka maka ama bu adamın kıkırdama sesi:D)


“Rhee Min-Seong’un basın toplantısını tek başına darmadağın edip birdenbire ortadan kaybolan S-Seviyeli Avcı mı demek istiyorsun?”


- “…Sanırım burada yanlış bir şey seni şaşırttı, öyle mi?”


“Bana gerçekten o olduğunu mu söylüyorsun?”


Yu Jin-Ho'nun tepkisinin neye benzediğine bakılmaksızın Seong Jin-Woo, Yu Soo-Hyun'un gözlerinde o kibirli serseri Rhee Min-Seong'un gururunu çiğnemiş olan adam sonsuza dek S-Seviyeli Avcı olacaktı.


O zamanlar ne kadar tazelenmişti? Çok.


- “Kkkk.”


Yu Jin-Ho'nun söylediği doğruysa onun dipsiz, çok yüksek güvenini anlamak o kadar da zor değildi.


‘Şey, Jin-Ho bazen hava atmak isteyebilir, ama yalan söyleyecek bir tip değildir, bu yüzden…’


Yu Soo-Hyun kuzenine tekrar sormadan önce bir iki saniye düşündü.


“Buluşup konuşabilir miyiz?”


- “Elbette! Neden ofisimize gelmiyorsun? Hyung-nim daha sonra uğrayacağını söyledi.”


“Adres ne?”


Yu Soo-Hyun yakınlardan bir not kâğıdı aldı ve hızlı bir şekilde adresi not aldı. Köpüren heyecanını yatıştırmak için elinden geleni yaptı ve yanıt verdi.


“Şu anda yoldayım.”


- “Sonra görüşürüz, noona!”


Tık.


Konuşma burada sona erdi. Aramanın içeriğine ‘yanlışlıkla’ kulak misafiri olan koordinatör, bir araştırma sorusu sordu.


“Bir yere gitmen mi gerekiyor? Sonraki partiyi bile ekmeyi mi planlıyorsun?”


Baş sallama, baş sallama.


Yu Soo-Hyun, modellik kıyafetlerini hızla değiştirdi ve sanki kendini açıklayacak zamanı bile yokmuş gibi eşyalarını topladı.


“Görüşmek istediğim biri var.”


“Kim…?”


“Daha sonra açıklarım.”


Yu Soo-Hyun bunu bir kenara itmeye çalıştı ve çekim yerini terk etmek üzereydi, ancak koordinatör aceleyle seslendi ve onu durdurdu.


“Lütfen bana kim olduğunu söyle! Başkana rapor verebilmek için kim olduğunu bilmem gerekiyor!”


Yu Soo-Hyun’un babası XX Ürünler’in Başkanı’ydı. Kızı ona eğlence sektöründe çalışmak istediğini söyleyince tek bir şart koymuştu. Ve bu ona her zaman bir refakatçinin eşlik etmesiydi.


Doğal olarak, koordinatör Yu Soo-Hyun’un babası tarafından işe alınmıştı. Yani, Yu Soo-Hyun’un koordinatörü, menajeri ve gözetimcisiydi.


Yu Soo-Hyun, koordinatörü unni'nin böyle tek bir kelime söylemeden ayrılırsa babası tarafından azarlanacağını geç de olsa hatırladı. Bu yüzden cevap vermeden önce döndü ve canlandırıcı bir şekilde sırıttı.


“Bay Seong Jin-Woo!”


Yu Soo-Hyun bundan sonra hızla kaçtı. Sorumluluğunun gidişini izlerken koordinatörün ifadesi yavaş yavaş endişeyle doluyordu.


“Başkan, kızının izinsiz bir adamla buluştuğunu öğrenince kriz geçirecek…”


Koordinatör, Yu Soo-Hyun'un söylediklerini hatırlamaya başlamadan önce bir süre öyle kalakaldı.


‘Bekle… Kim ile buluşacağını söyledi?’


Koordinatör o kişinin adını daha önce bir yerde duymamış mıydı?


Anılarını dikkatlice taradı ve kaşları birden kalktı. Kısa süre önce Yu Soo-Hyun'un kullandığı çıkışa doğru başını hızla çevirdi.


“Kim dedin?!”


***


‘Burası değil… Burası da değil…’


Yu Jin-Ho tırnaklarını yerken bilgisayar ekranına dik dik baktı.


‘Burası değil… Burası da değil…’


Belli bir andan sonra sevgili hyung-nimine hakaret eden tüm konu forumları ve gönderiler gözden kaybolmuştu. Ama yine de böyle bir şeyin nedenini anlamak o kadar da zor değildi.


Hyung-nim, S-Seviyeli Avcıları Jeju Adası'ndan kurtardı. Daha sonra iki kez bir B-Seviyeli Kapı’yı kapattı ve yoğun trafiği temizledi. Ve dün, bir grup lise öğrencisinin de hayatını kurtardı.


Bu yüzden, hyung-nimine kötü laf söyleyen birini bulmak çok daha tuhaf olurdu.


Bu ısrarla sinir bozucu hyung-nim karşıtı aptallar, Yu Jin-Ho'nun kendi çabalarının yanı sıra hyung-nim'in şimdiye kadar yaptığı her şey nedeniyle çoğunlukla unutulmaya sürüklenmişlerdi.


Hyung-nim ile ilgili makalelerde ortaya çıkan nadirden daha nadir olumsuz yorumlar bile, diğer yorumcuların yoğunlaşan çapraz ateşine dayanamayıp sonunda silinirdi.


Bu harika bir haberdi. Gerçekten büyük bir gelişmeydi.


‘Ama neden ben…?’


Neden şimdi bu kadar boş hissediyordu?


İşler böyle giderse sanki yapabildiği şeyler teker teker azalıyormuş gibiydi.


Tık, tık…


Yu Jin-Ho üzgün bir ifade oluşturdu ve faresini oynattı. Bu sırada ofisin kapısı sessizce açıldı. Jin-Woo giriyordu.


Jin-Woo’nun yüzünü onayladıktan sonra Yu Jin-Ho’nun cildi aydınlandı ve hızla başını öne eğmek için ayağa kalktı.


“Geldin mi, hyung-nim?”


“Evet.”


Jin-Woo oldukça yorgun görünüyordu. Ama bu gerçekten anlaşılabilir bir durumdu. Dün geceden bu sabaha kadar Jin-Ah’ın yanında kalıyordu. Buraya gelmeden önce yıkanmak için kısa süreliğine eve uğramıştı.


Hastanede aniden A-Seviyeli bir Kapının ortaya çıkması durumunda, oradan gelen tüm tehditlerle başa çıkmak için Beru'yu bile onun gölgesinde bırakmıştı.


Yu Jin-Ho endişeli bir sesle sordu.


“Hyung-nim, kardeşin iyi mi?”


“Neyse ki, evet.”


Jin-Woo cevabını kısa tuttu. Her şeyin yolunda olduğunu göstermek için çok çabalıyordu ama o zaman hala onun hyung-nimiydi ve onun için endişelenmekten kendini alamadı.


Sorumlu doktor bile, maruz kaldığı zihinsel şok oldukça ciddi olacağından şimdilik yakın gözlem altında olması gerektiğini tavsiye etmişti.


‘Umarım bunu çabucak atlatabilir...’


Sonuçta başlangıçta zeki, enerjik bir çocuktu. Jin-Woo'nun şimdi yapabileceği tek şey, onu neşelendirmekti.


O anda.


“Aman Tanrım!! Doğruyu söylüyordun!”


Bir kadının şaşkın sesi Jin-Woo’nun arkasından geldi. Arkasını döndü ve Yu Soo-Hyun'u ona bakan bir çift iri gözle toplantı salonunda buldu.


Jin-Woo bakışlarını Yu Jin-Ho'ya çevirdi ve sessizce ona sordu.


‘O?’


Yu Jin-Ho bir çift gergin gözle cevap verdi.


“Bu o, hyung-nim.”


Buraya gelmeden önce, Jin-Woo, durumun özünü Yu Jin-Ho'dan çoktan duymuştu.


[“Kriterlerine tam olarak uyan bir kişi var, hyung-nim! Onunla bir kez görüşmeye ne dersin?”]


Yanında bir Avcı lisansı taşıyan ama Loncanın meselelerinden karışmayan, ancak güvenlerine layık biri.


‘Üstelik A-Seviyeli bir Avcı…’


Gerçi seviyesi o kadar önemli değildi.


Her halükarda bıraktığı ilk izlenim, belki de berrak gözleri ve parlak gülümsemesi yüzünden hiç de kötü değildi. Hızlı ve basitçe kendilerini tanıttılar.


"Affedersiniz."


Sözleşmeyi imzalamadan önce, Jin-Woo ona merak ettiği bir şeyi sormaya karar verdi.


“Bunu yaparsanız amcanızla olan ilişkin çok daha karmaşık bir hal alabilir. Bu sizin için sorun olmaz mı?”


“Bu, Yu Jin-Seong ile muhatap olmaktan daha iyi.”


“Yu Jin-Seong?”


Jin-Woo, Yu Jin-Ho'ya baktı ve Jin-Ho utanç içinde başının arkasını kaşıdı.


“O benim ağabeyim, hyung-nim.”


‘Ahh, bahsettiği o kötü kişilikli ağabey. Doğru, Yu Jin-Ho başaramazsa Yu Jin-Seong'un Loncayı devralması gerekiyordu, değil mi?’


Jin-Woo sessizce başını salladı.


Yu Jin-Ho kendisine söyleneni yapıp Yujin Loncasını devralsaydı bu olmazdı. Yu Soo-Hyun, Yu Jin-Ho'nun yaptığı seçimin bir başka kurbanıydı.


‘Bu çocuk yüzünden, birçok insan son derece rahatsız oluyor, değil mi...?’


Jin-Woo hafifçe kısılmış gözlerini Yu Jin-Ho'ya çevirdi. Jin-Ho, Jin-Woo’nun zihninde ne olduğunu bilmeden mutlu bir gülümseme oluşturdu.


‘……..’


Jin-Woo içe doğru inlerken Yu Soo-Hyun temkinli bir şekilde ona doğru yürüdü.


“Şey, affedersiniz…”


“Evet?”


Biraz kızardı. Gözlerinin nasıl sessizce titrediğine bakılırsa ona söyleyecek önemli bir şeyi varmış gibi görünüyordu. Jin-Woo da ciddi bir ifade oluşturdu.


“Bana sormak istediğiniz bir şey mi var?”


Yu Soo-Hyun biraz tereddüt etti ama sözlerini duyduktan sonra ona soracak kadar cesaretini topladı. Gözleri bile parlamaya başladı.


“Birlikte selfie çekebilir miyiz? Sosyal medya profilime yüklemek istiyorum.”


***


XX Tıbbi Ürünler’in Başkanlık ofisi.


Yu Myung-Han'ın küçük kardeşi Yu Seok-Ho’nun ifadesi her zamankinden çok daha ciddiydi.


“Bana doğruyu mu söylüyorsun?”


“Evet, efendim.”


Koordinatör başını salladı. O an oldukça korkmuş görünüyordu.


“Küçük kızım Avcı Seong Jin-Woo ile mi buluşuyor?”


“Doğru, Sayın Başkan.”


“Aynı isimli başka bir adam olabilir mi?”


“Bundan emin değilim ama bu…”


Koordinatör ceplerini karıştırdı ve dikkatlice telefonunu çıkardı. Yu Soo-Hyun’un sosyal medya profili telefonun ekranında açıktı.


Yu Seok-Ho'nun gözleri, yüklenen son resmi gördükten sonra neredeyse yuvalarından fırladı. Bu gerçekten de son zamanlarda haberlerde görünen Avcı'nın yüzü değil miydi?!


‘Bu, bu…!’


Yu Seok-Ho, fotoğrafta neredeyse bir delik açabilene kadar dik dik baktı, ancak sonunda alnına masaj yapmaya başladı ve yumuşak bir inilti tükürdü.


“…Ha.”


“İ-İyi misiniz, efendim?”


“...Lütfen beni bir süre yalnız bırak.”


“E-Efendim?”


“Off! Beni yalnız bırak demedim mi?”


Yu Seok-Ho telefonu koordinatöre geri verdi ve neredeyse kelimenin tam anlamıyla onu ofisinden kovdu. Ve sonra, tamamen gittiğinden emin olduktan sonra Jin-Woo ile ilgili her makaleyi çevrimiçi okumak için hızlı bir şekilde bilgisayarını açtı.


⸢[Avcı Seong Jin-Woo, gerçek değeri ne olabilir?]⸥


⸢[Dünyadaki her ülkeden teklifler geliyor! Avcı Seong Jin-Woo bundan sonra ne yapmayı seçecek?]⸥


⸢[Şövalye Düzeni Loncası Başkanı Park Jong-Su: “Avcı Seong Jin-Woo’nun yeteneklerini değerlendirmek imkânsız.”]⸥


⸢[Avcı Seong Jin-Woo: Amerikalılar onunla gizlice görüştü mü?]⸥


⸢[Uzmanlar, Avcı Seong Jin-Woo'yu yürüyen, konuşan büyük bir şirket olarak tanımlıyor...]⸥


Halkın o Avcı’ya olan ilgisi Jeju Adası'na yapılan baskından beri tavan yapmıştı. Bunun açık göstergesi, internette bulunan tüm bu makalelerdi.


Başkan Yu Seok-Ho tek tek makaleleri okumaya devam ederken yüzünde hayranlık ifadesi oluştu.


“Ooo, ooo…!”


İki saat böyle geçti.


Yorgun gözleri ritmik bir şekilde ağrırken sandalyesine yaslandı. O kadar yoğun bir şekilde konsantre olmuştu ki alnı tamamen ter içinde kalmıştı.


Bir mendille alnını sildi ve dudaklarının arasına bir sigara koydu. Ama onu yakmadan bir şey hatırladı. Sigarayı bıraktı ve onun yerine telefonunu eline aldı.


Ring… Ring…


Tık.


- “Sen misin, canım?”


Telefondan orta yaşlı bir kadının sesi geldi.


- “Günün bu saatinde beni araman çok nadir. Sorun ne?”


“Hah, canım. Son zamanlarda küçük kızımızın kiminle görüştüğünü biliyor musun?”


- “Affedersin?”


“Sana söylüyorum canım. Kızımızı kesinlikle düzgün yetiştirdim, değil mi?”


- “Birdenbire neden bahsediyorsun?”


Başkan Yu Seok-Ho bundan tamamen emindi.


Küçük kızı Soo-Hyun kimdi? Görünüşü, geçmişi ve hatta akademik başarıları söz konusu olduğunda hiçbir şeyden mahrum kalmayan kızı değil miydi?


Bu iki gencin artık tanıdıklardan başka bir şey olmadığını varsaysa bile çok daha yakın bir ilişki kurmaları sadece bir an meselesiydi.


- “Sana ne oldu, canım?”


Şu anda telefonun hoparlöründen çıkan karısının sesi şaşkın gibiydi.


- “Soo-Hyun'umuzun yanında oturan bir erkek çocuk fikrinden nefret ediyordun, bu yüzden sadece kızlarla eşleşeceğinden emin olmak için mezun olana kadar her yıl okulun yöneticileriyle konuşmadın mı…?”


“Hahaha. Bunu gerçekten yaptım mı?”


- “Bu şekilde davrandığına göre kiminle görüşüyor? Gerilim oluşturmayı bırak ve lütfen bana hemen söyle.”


Yu Seok-Ho aniden başkanın ofisini neredeyse sallayacak kadar yüksek sesle kahkaha attı.


“Öğrendiğinde benim kadar şaşıracaksın, ahahahahaha!”


BL: Arkadaşlar bu bölüm mangada 121 ve 122. bölümün bir kısmını içerdiği haberini sizlere vermek istiyorum. Her yıl olduğu gibi iklim değişikliğinden gelen yorgunluğu, halsizliği ve hastalığı yaşıyorum. Birkaç gün böyle sürecek büyük ihtimal ama bu hafta mangadan yeni bölüm gelene kadar manga günceline geliriz diye umuyorum. O zamana kadar iyileşip size bilmediğiniz bölümlerden toplu atacağım. Siz yorum atmayı, beğenmeyi ve ifade koymayı unutmayın. Bu arada bugün uyandığımda saat 18.30 idi anca attım bölümü.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44666 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr