ÇEVİRMEN:SNBURAK
EDİTÖR:TERTEMİZDELİ
Yan Hikâye 19: On İki Yıl Sonra (1)
Merkez Bölge Çevresi'nin Şiddet Suçları Birimi'nin saflarında ‘Hayalet’ lakaplı bir dedektif vardı.
Bu yıl terfi sınavını geçtikten sonra kadroya katılan acemi dedektif Lee Seh-Hwan, bu söylentiyi devriye görevlisi olarak yürürken sık sık duyuyordu.
Tutuklama oranı yüzde 200!
Söylentiye göre, sadece kendi davalarını değil, eskiden kalan davaları bile çözebilen bu ‘Hayalet’in önünde, her bir şiddetli suçlu veya kana susamış haydut anında çok iyi huylu bir koyun haline geliyordu.
Bu sokaklarda devriye gezen memurlar için, bu dedektif saf bir saygı nesnesi, gerçek bir iyi niyetli efsanevi figür olarak kaldı.
Söylentilere göre terfi için uygun olmasına rağmen kendisini tamamen saha çalışmasına adamayı istemişti ve kariyer basamaklarını yükseltmeyi reddetmişti. Bu ne kadar sertti?
‘Açıkçası aklı olan biri kesinlikle bir terfiiyi asla reddetmez.’
Her halükarda - söylentilerin sadece yarısı doğru çıksa bile gizemli polisin bir müfettiş olacağından emindi.
Devriye memurları Lee Seh-Hwan'ın Şiddet Suçları Birimi'ne katılmasını çok kıskanmıştı. Çok az şey biliyorlardı, şu anda ekibin ofisini tararken gergin tükürüğünü geri yutuyordu ve söylentilerdeki bu efsanevi dedektifin kim olabileceğini merak ediyordu.
Her gün tecrübeli suçlularla çatışan bir grup dedektife yakışır şekilde, hepsi erkekçe, saçma sapan ifadeler taşıyordu. Yanlarına gelen bilinmeyen bir ziyaretçiye doğru keskin bakışlar atmaya başladılar.
Gerçekten de bu iyi memurlardan herhangi birine ‘Hayalet’ demek o kadar da garip olmazdı.
‘Gözlerindeki ışık çok…’
Lee Seh-Hwan, memurların güçlü bakışlarıyla yavaş yavaş geri çekildi ve bu yerde uzun süre hayatta kalıp kalamayacağı konusunda içten içe endişelenmeye başladı.
“Ehh… Bugünden itibaren bize katılan o acemi sen misin?”
Herhangi bir uyarı olmaksızın arkadan bir ses geldi ve Lee Seh-Hwan korkuyla ayağa fırladı. Aceleyle döndü ve mükemmel bir selam verdi.
“Sadakat!”
“Ah, ah… o kadar gergin olmana gerek yok. Artık hepimiz tek bir aileyiz, değil mi?”
Ses, Lee Seh-Hwan'ın hemen arkasında duran kahve dolu iki kâğıt bardak taşıyan orta yaşlı bir adama aitti. Hala gergin olan çaylağa nazikçe bardaklardan birini ikram etti.
“Al bakalım, benden.”
“Ç-Çok teşekkürler!!”
Lee Seh-Hwan eğildi ve kahveyi aldı.
Anında uzun bir süre yalnız yaşadıktan sonra tekrar görmek istediği ailesinden gelen bir telefon görüşmesine benzeyen güven verici sıcaklıkla karşılandı.
Belki de sıcak kahvenin o küçük ilk yudumu rahatlamasına yardım etmişti?
Lee Seh-Hwan, kendisine kahveyi ikram eden sunbaesine sormadan önce çevrenin genel atmosferini dikkatle incelerken sıcak içeceği yudumlamaya devam etti.
“Affedersiniz... Takım Kaptanı ile konuşmaya gittim ve bana bundan sonra Seong Dedektif-nim ile birlikte çalışacağımı söyledi, acaba…”
“Ahh, ‘Hayalet’ partnerin mi?”
“HA!!!”
Lee Seh-Hwan'ın kahvenin ağzından ve burun deliklerinden fırlamasını durdurmak için çok çaba sarf etti.
“Çok hızlı olduğu için ona bu lakabı taktık. Ne zaman oldu bilmiyorum ama bu isim bir şekilde takılıp kaldı ve diğer birimlerdeki insanlar bile ona böyle demeye başladı. Eminim sen de onu duymuşsundur, değil mi?”
“E-Evet, duydum...”
Lee Seh-Hwan aceleyle birkaç kez başını salladı. Aniden sunbalerinin yüzünde anlamlı bir sırıtma belirdi.
“Şey, sana verdiğim kahve? Onun içindi.”
Kıdemli dedektif koridora kaçmak için arkasını döndü, ama sonra durdu ve yüzüne sıkıca kazınmış bir sırıtışla çenesiyle uzağı işaret etti.
“İyi insan lafının üstüne gelirmiş. İşte geliyor.”
Merakını bastıramayan Lee Seh-Hwan da hızlı bir şekilde koridora çıktı ve bakışlarını sunbaelerin baktığı yöne çevirdi.
O anda koridorun sonundan kendi yönüne doğru telaşsızca yürüyen bir adamı fark etti.
‘Bu adam efsanevi...’
Şüphesiz, bu adamın acelesi yokmuş gibi görünüyordu, ancak çaylak aklını tam olarak toplayamadan Lee Seh-Hwan'ın önünde durmuştu.
Ne kadar yoğun bir baskı uyguluyordu.
Lee Seh-Hwan Koreli bir erkek için ortalama boydaydı, ancak kendisinden en azından bir kafa kadar daha uzun olan yeni ortağına, ‘Hayalet’ lakaplı kıdemli dedektife, fiziksel olarak bakmak zorunda kalmıştı. Zavallı çaylak, neredeyse anında boğulmuş hissetti ve önündeki adamın yaydığı bu açıklanamaz basınçtan nefes alması zorlaştı.
‘Merkez Bölgenin Hayaleti…’
Bu dedektife böyle bir lakap takılmasının nedeni sadece doğaüstü çevikliği değildi. Lee Seh-Hwan, söz konusu kişiyle nihayet karşılaştıktan sonra bundan emindi.
“Sunbae.”
“Ahh, merhaba dostum. Bir yere mi gidiyorsun?”
“Hayır, pek bir şey değil, gerçekten. Bu arada, yeni elemanımız mı?”
“Evet, öyle. Adı Lee Seh-Hwan.”
Jin-Woo, Lee Seh-Hwan'ın yanında duran kıdemli dedektifi selamlamak için hafifçe başını eğdi. Daha sonra acemiyi diğer yöne bakacak şekilde çevirdi ve elini tamamen donmuş çocuğun omzuna koydu.
“O zaman ben devam edip çaylağı eğiteceğim.”
İyi huylu bir amca yüzüne sahip kıdemli dedektif, oldukça eğlenceli bir şey bulmuş gibi sırıtmaya devam etti. Evet demek için başını salladı.
“Tabi tabi. Devam et. İyi günler.”
Jin-Woo, kıdemli ile selamlaşma biter bitmez, emanet edilen çaylak polisi binanın dışına sürükledi.
‘K-Kahvesini içtiğim için kızmaz, değil mi?’
Kafasında bu düşünce belirdiğinde Lee Seh-Hwan aceleyle bir soru sordu.
“S-Sunbae-nim?! Nereye gidiyoruz?”
Bir cevaptan ziyade, cevap olarak bir soru aldı.
“Neden polis memuru oldun?”
“Ah, o… Ben…”
Lee Seh-Hwan, son birkaç yıldır sarhoşlarla ve diğer aptallarla güreşen bir polis olarak çalışırken unuttuğu asıl hayalini, hedefini hatırlamadan önce bir süre tereddüt etti.
“Kötü adamları yakalamak istiyordum…”
“Doğru.”
Soru ve cevap alışverişinde bulunsalar bile Jin-Woo, çaylağı bilinmeyen hedeflerine götürmeye devam eden adımlarını yavaşlatmadı. Ve nihayet hedefe ulaştıklarında telaşlı acemiyi bıraktı.
“Tam olarak bunu yapabileceğimiz bir yere gidiyoruz.”
Lee Seh-Hwan başını kaldırdı ve Jin-Woo artık imza gülümsemesini oluşturdu.
Sırıtış.
Onu gören herkesin zihnini rahatlatan bir gülümsemeydi. Jin-Woo, devam etmeden önce daha kısa olan çaylağa yüzünde böyle bir gülümseme ile baktı.
“İşte bu yüzden ben de polis oldum.”
Sadece bu sözler tek başına Lee Seh-Hwan'ın kalbini oldukça şiddetli bir şekilde çarptırdı.
Güm.
Bir polis memuru işinde iyi olduğu müddetçe böyle anlarda kalbi nasıl zonklamazdı?
“Geliyor musun?”
Lee Seh-Hwan tek olası cevaplı soruyu duydu ve heyecanlı bir yüzle cevapladı.
“Elbette, Sunbae-nim!!”
***
Tüm gün suçluların peşinden koşmaktan tamamen yorulan Lee Seh-Hwan, yeni masasının üstüne çöktü ve uykuya daldı. Jin-Woo, bugün yakaladıkları tüm şüphelilerin ifadelerini çaylağa kilitlemeyi planlıyordu, ama şimdi…
Pat, pat…
Rapor kağıdına yazmayı bıraktı ve sessizce Lee Seh-Hwan'ı inceledi, tatlı uykunun uzak diyarlarında tamamen kaybolmuştu.
‘Silahlı bir soyguncuyu çıplak elle yakalama deneyimine sahip olduğunu söyledi, değil mi? Evet, bu adam gibi bir çaylağı eğitmek eğlenceli.’
Mükemmel bir çaylak Birimine katıldığı için yüzünde doğal bir gülümseme belirdi.
“Hehehe.”
Jin-Woo’nun yüzünde çiçek açan bir gülümseme gördükten sonra, masanın diğer tarafında oturan şüpheli, yanlışlıkla atmosferin oldukça dostane hale geldiğine ve kendine has bir gülümseme oluşturduğuna inanıyordu.
Yine de bu sadece Jin-Woo'dan sert bir taraf ortaya çıkardı.
“...Neden gülümsüyorsun?”
“Özür, özür dilerim.”
“Tamam, o zaman. Sıradaki…”
Jin-Woo’nun parmaklarının klavyeye bir kez daha dokunduğu an…
[Efendim, bu tür çeşitli görevlerin bize, sadık askerlerinize bırakılmasını önerebilir miyim?]
…Gölgesinden İgris’in sesini duydu.
Gerçekten de askerlerini kullanması uygun olurdu.
Çaylakları şüphelileri tutuklamaları için eğitmeyi unutun, sadece on milyona yakın askerini serbest bırakabilir ve kötü adamları yakalamalarını sağlayabilirdi. Bu, hiçbir zaman Kore Cumhuriyeti'nin tamamını temizlemezdi.
Ancak bundan kısa bir süre sonra gelecek olan aşırı huzursuzluk ve genel olarak halkın korkusu konusunda ne yapması gerekiyordu?
İşin ne olduğuna bakılmaksızın uygun bir dengenin korunması gerekiyordu.
Bu yüzden Jin-Woo, topluma karşı etkiyi en aza indirmek için güçlerini kontrol etmek için elinden gelenin en iyisini yaptı. Ve böylece bu küçük suçlularla ilgili idari çalışmalar sona ererken….
...Çaylak hala kendini rüyalar diyarından henüz çıkaramamıştı.
Jin-Woo, ofisin köşesinden gelen sesleri duydu ve konuşmanın içeriğine dikkat etti.
“Dedektif-nim, lütfen beni dinleyin. Jin-Yi, isteyerek kendi canına kıyacak bir kız değil.”
“Bakın, hanımefendi. Nasıl hissettiğinizi anlıyorum. Fakat size detaylı olarak anlattım, değil mi? Tüm kanıtlar...”
“Lütfen, lütfen bu mesajlara bir göz atın! Üç saat sonra intihar etmeyi planlayan bir kişinin göndereceği bir şeye benziyor mu??”
“Hah-ah...”
Belki de ölen kişinin adının kendi kız kardeşininkine benzemesinden kaynaklanıyordu?
Jin-Woo’nun zihni bu iki kişi arasındaki sohbete doğru ilerledi.
Bu ‘karmaşa’dan bıkmış olan dedektif, sonunda huysuz bir tavırla karşılık verdi.
“Buraya bakın, hanımefendi! Başından beri, intiharların çoğu önceden planlanmaz, o anın teşvikiyle olur…”
“Davaya bakmamın sakıncası var mı?”
Jin-Woo ona ses çıkarmadan yaklaştığında dedektif ürktü.
Dedektiflerin, bir kişinin suçlu olup olmadığını sadece göz açıp kapayıncaya kadar bir şüpheli ile bakışlarını kilitleyerek anlayabilmeleri gerekiyordu.
Bu tür dedektifler onun yaklaştığını fark edemiyordu, bu yüzden Jin-Woo'nun ‘Hayalet’ lakabını almasına şüphe yoktu.
“Şey, Dedektif Seong…?”
Dedektif, bakışlarını ileriye çevirmeden önce Jin-Woo'ya bakarken sorunlu bir ifade takındı, merhumun arkadaşının şimdi bir umut ışığı kazanan ifadesini fark etti.
‘Ah…’
Dedektif anında işlerin kendisi için biraz karmaşık hale gelebileceğini fark etti, bu yüzden sessizce Jin-Woo'dan bir an ofis dışına çıkmasını istedi.
İlgili dava dosyalarını teslim etti ve oraya vardıktan sonra bir sigara çıkardı.
“Dedektif Seong… Umarım beni zora sokmazsın.”
“…”
Jin-Woo, sunbaesinin talebine hiç dikkat etmedi ve yalnızca ifadesinin korkutucu bir dereceye kadar sertleşirken dosyaları taradı.
Dedektif sigarasını yakmak üzereydi, ancak Jin-Woo'dan sızan aurayı algıladıktan sonra şaşkınlıkla bir adım geri attı.
‘Böyle konsantre olduğunda farklı biri gibi.’
Kıdemli dedektif, titreyen sinirlerini yatıştırır gibi yanan sigaradan üflenen dumanı derinden çekti.
Kadın kurban, bileğindeki büyük bir kesik yarası nedeniyle aşırı kan kaybından ölmüş, küvetinin içinde bulunmuştu. Bileğini kesmek için kullanılan bıçak banyonun içinde bulunmuştu ve belki de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, silahta sadece onun parmak izleri bulunmuştu, başka kimsenin parmak izleri yoktu.
Dosya ayrıca, ölen kişinin dışa dönük parlak bir kişilik sergilemesine rağmen aslında depresyondan mustarip olduğunu da söylüyordu.
Pek çok araştırmacı, bu vakada mevcut olan tüm gerçeklere baktıktan sonra farklı bir hipotez üretmezdi.
Jin-Woo, dava dosyasını davaya atanan dedektife geri verdi.
“Yanlış bir şey görmüyorum.
“E-Evet. Sen de öyle mi düşünüyorsun?”
Dedektif, dosyaları biraz mutlu görünen bir ifadeyle geri aldı.
“Ancak.”
“A-Ancak…??”
Sunbae, sert bir yüzle, ‘Yoksa…?’ diye düşünürken geri sordu.
“Her ihtimale karşı, kendim teyit edeceğim.”
“Ah…”
Görünüşe göre Hayalet bir iz bulmuştu.
Jin-Woo'nun orada endişeyle bekleyen arkadaşının yanına giderken sırtına bakan kıdemli dedektif kabaca başının arkasını kaşıdı ve içinden şikayet etti.
‘Bu adam hiç yorulmuyor mu?’
Bakışları şu anda yere sabit olan ölen kişinin arkadaşı, Jin-Woo'nun sesini duyduktan sonra hızla başını kaldırdı.
“Ben Dedektif Seong Jin-Woo. Biraz konuşabilir miyiz?”
Arkadaşı başını salladı, şu anki acı ifadesi görünüşe göre yeni bulunan umut ve kederin bir karışımıydı.
“Tabi!”
***
Sessiz, boş ve sahipsiz bir evin içinde, aniden siyah bir gölge yükseldi. Jin-Woo'ydu.
Kendini bir kadının yalnız yaşayamayacağı kadar büyük bir dairede buldu. Hala hayatta olduğu zamandan kalan sıcaklığı bu apartman dairesinin birkaç köşesinden hissedilebiliyordu.
Şu anda gece geç saatti.
Çevre zifiri karanlıktı ama ışıkları yakmaya gerek yoktu çünkü Jin-Woo’nun gözleri için güpegündüz gün ışığından farkı yoktu.
Son anlarıyla tanıştığı banyoya girdi. Henüz temizlenmemiş kalın kan kokusu burnuna girdi. Jin-Woo küvetin önünde durdu ve merhumun kendini ölmeye hazırladığı noktayı sessizce inceledi.
Dökülen tüm kanı görünce sanki kadının acısını hissedebiliyordu.
Ancak o acının neye benzediğini sadece hayal edebiliyordu, acıyı gerçekten hissetmiyordu. Merhumun ölümü seçtiğinde hissettiği şey, burada yatarken ölmesi ne kadar acı vericiydi…
Geride kalanlar onları asla tanımıyordu.
Genel olarak konuşursak öyleydi.
Jin-Woo, arkadaşına gönderdiği son kısa mesajı hatırlamadan önce hafifçe çömeldi ve kan sıçramalarını inceledi. Arkadaşıyla yaklaşan buluşma hakkındaki beklentiyle doluydu.
Tıpkı arkadaşının söylediği gibi, bu mesaj kendi canına kıymaya hazırlanan biri tarafından gönderilmiş gibi görünmüyordu.
Büyük olasılıkla arkadaşı, en yakın arkadaşına tek bir veda etmeden ölmeyi seçmeyeceğine inanmak istiyordu.
Elbette geride kalanlar, ölülerin kendilerine ne söylemek istediğini asla bilemezlerdi. Normalde bu doğru olurdu. Normalde.
Ancak
Jin-Woo, ölülerin sesini duymanın bir yolunu buldu.
‘Geçmişte kalan gerçek kalıntılara ihtiyacım vardı, ama şimdi...’
Jin-Woo emrini verdi ve kararmış, pıhtılaşmış kan, kırmızı bir sıvıya geri döndü ve tekrar damlamaya başladı. Tüyler ürpertici hatırlatmalardan başka bir şey olmayan kan sıçraması, kaynayan derin bir kan çukuru oluşturmak için bir araya toplandı.
Sanki canlıymış gibi, kan kütlesi gittikçe büyüdükçe köpürmeye ve yuvarlanmaya devam etti.
Gölge Egemeni, Ölülerin Kralı, merhumun kalıntılarına reddedilemeyecek mutlak emri verdi.
“Dirilt.”
Egemenler Listesi
1) Gölge Egemeni-Ölülerin Kralı ( Seong Jin-Woo) Eski Gölge Egemeni(Osborne)(öldü)
2) Beyaz Alevlerin Egemeni - İblis Kralı ( Baran) (öldü)
3) Başlangıç Egemeni - Devlerin Kralı (Reghia) (öldü)
4) Yıkım Egemeni - Vahşi Ejderhalar Kralı (Antares)(öldü)
5) Buz Egemeni - Kar Halkının Kralı (Beyaz Hayaletlerin kralı)(Hockwan)(öldü)
6) Canavar Egemeni - Canavarların Kralı Köpek Dişleri(öldü)
7) Veba Egemeni – Böceklerin Kraliçesi(Querehsha)(öldü)
8) Başkalaşım Egemeni- (Yogumunt) -(öldü)
9) Demir Beden Egemeni - İnsansı Canavarların Kralı(öldü)
BL: Ne zamandır duymaya can attığım kelime. :D
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..