Kara Kılıç Kalesi, Revir.
Kaledeki üçüncü bina tamamıyla bir hastaneye çevrilmişti. Burada Kutsal Güç üzerinde uzmanlaşmış rahipler Kara Kılıç Kalesi’ndeki tüm hastalarla ilgilenirdi. Gecenin körüydü, bu yüzden revir tamamen sessizdi.
A sınıfı şu anda teorik derslere öncelik verdiğinden yaralanmalar çok azdı.
Finn üçüncü sınıf bir rahipti. Işık Tanrısı Luxuria’ya tapan Lux Kilisesine mensuptu. Kutsal Güç üzerinde uzmanlaşmış bir rahip olarak kale içerisindeki hiyerarşi de ortalardaydı. Fakat gece nöbeti ondaydı.
Çünkü üstleri böyle istemişti.
“Çok sıkıldım.”
Kutsal kitap okumaktan başka yapacak bir şeyi yoktu. Kutsal kitabın sonraki sayfasını çevirirken uyuya kalmak üzereydi.
Bam!
Revirin kapısı kırılarak açıldı.
“Doktor! Genç efendi!”
Finn korkuyla yerinden sıçradı ve kapıdaki dadıya baktı. Açık renk kıyafetleri koyu kırmızıya bürünmüştü, yüzündeki endişeli ifade insanın kalbini burkan cinstendi. Kollarında tuttuğu küçük çocuk daha on yaşında bile gözükmüyordu.
“Sakin ol, ne oldu?”
Fakat bir an sonra o da irkildi.
“Bir saniye, genç efendi mi?”
Şu anda Kara Kılıç Kalesi’nde olup da bu yaşta olan tek bir genç efendi vardı.
O da yedinci genç efendi Cain idi.
Finn yerinden fırladı, Kutsal Güç’ü vücudundan taşarken üçüncü sınıf bir rahibin kullanabileceği en iyi büyü olan ‘İyileştirme Feneri’ni kullandı. Bu genç efendiye fazladan birkaç dakika kazandıracaktı.
“Onu hemen sedyeye yatırın!”
Finn birkaç büyülü taşı eline aldı ve sıkarak parçaladı. İyileştirme Feneri’ni kullanmaya devam ederken Cain’in vücudundaki yaralara baktı.
‘Tanrıçam, bu da ne böyle?’
Biri karnında olmak üzere iki farklı yarası vardı. Bir bıçakla karnı delinmiş ve sağ omzundan kaval kemiğine doğru derin bir kesik atılmıştı. Kesik öyle derindi ki kemikleri dahi görünüyordu.
‘Birazcık daha derin olsaydı, hiç şansım olmazdı.’
“İyileştirme Aurası, Arındırma, İyileştirme Feneri…”
Cain’in vücudundaki iki yara da çok tehlikeliydi. Birisi midesini delmişti. Diğeri de birkaç dokuya zarar vermekle beraber az kalsın kalbini kesiyordu. Finn hızlı müdahalesiyle kanamayı zamanında durdurmayı başarmıştı.
Crack! Crack!
Büyülü taşlar birbiri ardına parçalanıyor, Cain kaybettiği kanın bir kısmını topluyordu. Yaklaşık on beş dakika sonra Finn kanlı ellerini Cain’in göğsünden çıkardı. Kutsal Güç’ün yapabileceklerinin bir sınırı vardı.
“Onu bir hafta boyunca gözetim altında tutmamız gerekiyor. Şimdi genç efendiyi bu duruma düşüren olayı anlatmanız gerekiyor.”
Anna yaşlı gözlerle olayı en başından anlattı. Finn olayı baştan sona dinlerken bir yandan da kaydetti. Bu onun işi değildi fakat hastanın nasıl bir durumda yaralandığını bilmek tedavi sürecinde faydalı olabilirdi.
“Sakin olun ve genç efendinin başında durun. Ben muhafızlara haber vereceğim.”
Finn aceleyle revirden ayrıldı ve muhafızlara haber vermek için yola koyuldu. Anna ise hüzünlü gözlerle usulca yatan Cain’e baktı.
“Genç efendi…”
---
Halef savaşlarının ne kadar acımasız olduğunu Ashborne ailesindeki herkes bilirdi. Birden fazla kardeşin kaldığı durumlar nadirdi. Ancak ilk defa böyle bir şeyle karşılaşıyorlardı. Kardeş Katili Henry’den beri ilk defa bu denli suikast gerçekleşiyordu.
Olayın kahramanı Cain bir hayli garip bir çocuktu. Geniş bilgi birikimi onu teorik olarak A sınıfıyla eşit yapmıştı. Şu ana kadar ondan fazla kez suikast gerçekleştirilmişti. Her seferinde birkaç kişi ölmüştü. Bunlar arasında hizmetçi, muhafız ya da görevliler bulunuyordu.
Gerçekleştirilen sekizinci suikastten sonra Cain Ashborne’un ana soyundan olmanın verdiği tüm ayrıcalıkları kullanmaya karar vermişti. Ona karşı saldırgan bir tavır sergileyen herkesi olay yerinde öldürüyor, hizmetçilere ve görevlilere işkence ediyordu.
Ashborne da hiyerarşi çok katıydı.
Aile mensubu olmayan herkes köleden farksızdı. Bu yüzden Cain her ne kadar birilerini öldürse de ufak bir ceza dışında bir yaptırım almamıştı.
Sevmeyeni çoktu.
Fakat ona sempati duyan azımsanmayacak bir kesim de bulunuyordu. Doğduğu andan beri her yönden saldırıya uğramış, dışlanmış ve ezilmişti. Böyle bozuk bir kişiliğe sahip olması anormal değildi.
Yaşadıkları arasında hiçbirisi şu anki kadar ölüme yaklaştırmamıştı onu.
Suikastten bir hafta sonra Cain bilincini kazanmıştı. Bilincini kazandıktan on dakika sonra ise onu ziyarete gelen birkaç kişi vardı.
Bunlardan birisi aslan yelesini andıran sarı saçlara sahip, okyanus mavisi gözlere sahip uzun bir adamdı. Adam o kadar narin gözüküyordu ki bir kadın sanılabilirdi.
“Sizi selamlıyorum Genç Efendi. Adım Constantine, Kara Kılıç Kalesi’nin idari yöneticisi ve komutan vekiliyim
.”
Ölümsüz Kara Şövalye, Constantine.
Aile reisini gençliğinde bile takip etmiş olan emektar bir Kara Şövalye idi. Kılıç Ustalığı’nın zirvesindeki bir şövalye olarak Kara Kılıç Kalesi’nin en güçlü ikinci kişisiydi. Kalenin komutanı sadece savaşmaktan anladığı için yönetim tamamen Constantine’in emrindeydi.
Cain vücudunu doğrultup Constantine’ye dikkatle baktı. Mavi gözleri sonu olmayan bir okyanus gibiydi. Bir kahya gibi giyinmişti fakat ona baktığı her saniye boynu karıncalanıyordu.
“Tanıştığıma memnun oldum, Constantine.”
Hem üstü hem de büyüğü olarak Cain’in saygılı davranması gerekiyordu. Ancak beklendiği gibi tüm hiyerarşiyi göz ardı ediyordu.
Constantine istifini bozmadı.
“Bayan Anna’nın anlattıklarından ve cesetlerden yola çıkarak suikastçıların Kılıç Uzmanı seviyesinin başlangıcında olduğunu doğruladık. Kara Kılıç Kalesi’nin merkez bölgesi özel bir formasyonla korunur. Yüzbaşı seviyesindeki bir subay izin vermediği sürece Kılıç Uzmanı seviyesi ve üzerindeki kişiler giremez.”
Cain soğukça güldü, Constantine ise bunu hiç umursamadan devam etti.
“Fakat bugün görüyoruz ki formasyon düşündüğümüz kadar kusursuz değilmiş. Doğu bölgesindeki bir düğüm bölgesinde bir açık oluşturup içeriye girmeyi başarmışlar. Bu tür bir işi ancak profesyonel Düzen Ustası ya da formasyonu çok iyi bilen bir kişi yapabilir.”
Bu cümlelerin arkasında yatan anlam hiç de gizli değildi. Formasyonun şablonları sızdırılmıştı ve bunu yapabilecek çok az insan vardı. Komutan vekili olan Constantine ya da kale komutanı dışında kimse yapamazdı bunu.
“Size yemin ederim ki bu olayla hiçbir alakamız yok. Olayı detaylıca araştırıp suçluları size teslim edeceğim. Ben Constantine onurum ve şerefim üzerine yemin ediyorum.”
Constantine başını eğdi ve samimi bir şekilde yeminini etti. Kişinin zihninde oluşan ufak bir şüphenin bile Mana akışını bozabileceği bir teknik çalışıyordu. Constantine için bir yemin hayatı kadar önemliydi.
“Bu sizin suçunuz değil Constantine. Suikastçıların arkalarında bir dayanak olması kuvvetle muhtemel. Sonuçta burası Ashborne Ailesi. Işık Kilisesi değil.”
Constantine bir süre konuşmadı.
“Bunu engelleyememiş olabiliriz fakat bundan sonraki hiçbir suikastçının size ulaşamayacağına kefil olabilirim.”
“Bunu nasıl yapacaksın?”
“Kalenin kuzey bölgesindeki bir malikaneyi size vereceğiz. Malikane muhafızların yoğun olduğu bölge de olacağından benim iznim olmadan hiçbir varlık size yaklaşamayacak.”
Cain kafasını salladı. Şu anda kaldığı oda A sınıfının yurdundaki odalardan biriydi. Kendine özel bir malikanesi olacağından yurt kuralları tarafından kısıtlanmayacaktı. Kendi hizmetçilerine ve malikaneyi korumakla yükümlü muhafızlara sahip olacaktı.
“Ayrıca tek görevi sizi korumak olan bir refakatçiniz olacak.”
“Refakatçi mi?”
“Chris içeriye gel.”
Odanın kapısı açıldı ve içeriye yirmili yaşlarının başında gibi gözüken zarif bir şövalye girdi. Kalbini koruyan metal bir göğüslük ile omuzluğuyla ateş gibi parlayan kahverengi gözlere sahipti. Kestane rengindeydi. Vücudundan yayılan aura Kılıç Ustası seviyesinin başlarında olduğunu işaret ediyordu.
“Birkaç yıl öncesine kadar Düzen Şövalyeleri arasında yükselen yıldızdı. Ani bir emirle Kara Kılıç Kalesi’ne atandı ve Kara Kılıç Tugayı’nın emri altındaki en yetenekli subay oldu. Genç olmasına aldanmayın oldukça yeteneklidir.”
Chris öne çıktı ve bir dizini yere koyup selam verdi.
“Genç efendiyi selamlıyorum.”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..