Bölüm 9: Merhamete Değil, Çıkarlara Hitap Et

avatar
235 0

Soylu Hanenin Kanlı Yıldızı - Bölüm 9: Merhamete Değil, Çıkarlara Hitap Et


Brixton iç çekerek antrenman alanında uzaklaşan küçük siluete baktı. Tek bir günde o kadar şok yaşamıştı ki yaşlı kalbi neredeyse dayanamayacaktı. Ashborne Ailesi’nde eşi benzeri görülmemiş bir canavar ortaya çıkmıştı.

 

Bu hem iyi hem de kötü bir şeydi.

 

İyi tarafından bakılacak olursa bu neslin lideri Ashborne Ailesi’nde doğmuştu. Gelecek nesle önderlik ederse Ashborne Ailesi’nin yenilmez olmasını sağlayabilirdi. Kötü tarafından bakılacak olursa ailesine duyduğu nefret onu kötü yola sürüklerdi.

 

‘Böyle bir canavara rehberlik etmek…’

 

Brixton ilk başta heyecanlıydı. Böyle bir dâhiyle karşılaşmak ve öğrencisi olarak almak herkese sunulan bir fırsat değildi. Öldükten sonra onun iradesini herkesten daha güçlü olacak birisi taşıyacaktı, bundan daha büyük bir onur yoktu.

 

Fakat bu çocuk bir dâhiden bile öteydi.

 

Cain’i seçen kişi Brixton değildi.

 

Tam aksine Cain Brixton’u seçmişti.

 

‘İlerlemek istiyorsan başkalarının merhametine değil, çıkarlarına hitap et. Kalbimdeki şöhret açlığını gördü ve benimle kesemeyeceğim bir bağ kurdu.’

 

Beyaz saçlarını tararken suratında vahşi bir gülümseme belirdi. Gün sonuna kadar küçük bir çocuğun amaçlarını anlayamamış olduğuna inanamıyordu.

 

‘Artık çok geç.’

 

Her şeyi fark ettiğinde dönemeyeceği bir yola girmişti.

 

‘Onu öğrettiğim için ben…”

 

Ellerini arkasında birleştirdi, arkasını dönüp antrenman sahasından uzaklaştı. Yürürken canı nedense sıkılmıştı. Brixton elli yaşını doldurmuş bir veterandı. Savaş alanında hayatta kalmasının tek sebebi gücü değildi. İçgüdüleri ve kıvrak zekası onu hayatta tutan yegane şeydi.

 

‘Bu kadar yetenekliyse sorun olmamalı…’

 

Kafasını batan güneşe çevirdi.

 

Güneş her zamankinden daha kırmızı gözüküyordu.

 

---

 

Cain antrenman sahasından ayrıldıktan sonra malikanesine gitti. Kısa bir duşun ardından odasına çekildi ve Anna’yı çağırdı. Kapıları dikkatli bir şekilde kapattıktan sonra Anna’nın çevresinde üç metre genişliğinde ve yüksekliğinde bir Mana Alanı belirdi.

 

“Bundan sonra hareket planımızı değiştiriyoruz.”

 

“Anlamadım?”

 

Cain’in gözleri keskinleşirken vücudunun etrafında garip bir ışıltı belirdi.

 

Anna’nın gözleri sonuna kadar açıldı, afallamış görünüyordu.

 

“Bu Kılıç Yolu mu? Ama nasıl?”

 

Anna Cain’in büyümesine tanık olmuş yegane kişiydi. Bu çocuğun nasıl birisi olduğunu ondan daha iyi bilen kimse yoktu. Sevimli yüz ifadesinin altında en şeytani düşünceleri saklardı. Bir çocuk olmasına rağmen baktığı şeyin içini okurdu.

 

Doğuştan gelen üstün fiziği ve savaş zekası sayesinde çoktan bir Kılıç Uzmanı’nı öldürebilecek kapasiteye sahipti. Eksik olan tek şeyi Mana idi, bunun da en büyük sebebi diğerlerinin onu keşfetmesini önlemekti.

 

Bir ya da birden fazla kişi Cain’i öldürmeye çalışıyordu ve Cain de bunun farkında olduğu için kendini geri planda tutmaya çalışıyordu. Yeterince hazırlıklı olmadan Mana öğrenmek demek ‘Gelin beni öldürün!’ demekten farksızdı.

 

Anna korkmandan edemedi.

 

“Saldırılar daha amansız olmayacak mı? Önceden yeteneğinizi bilmediğinden sıradan bir genç efendiymişsiniz gibi saldırıyorlardı. Eğer yeteneğinizin seviyesini öğrenirlerse…”

 

Cain’in arkasında Vladimir ya da Valentine gibi bir hizip yoktu. Şu anda tek başınaydı ve onu koruyabilecek kimse bulunmuyordu. Yani arkasında Evelyn gibi bir annesi ya da yan aileler gibi bir sarsılmaz bir desteği yoktu.

 

Ortaya çıktığı gibi karşı taraf onu öldürmek için her şeyi göze alacaktı.

 

Cain’in Mana öğrenmesi demek çevresinde kendisine özgü bir Aura oluşması demekti. Bu aura Kılıç Uzmanı seviyesinin orta aşamalarına kadar silik olsa da Kılıç Ustaları tarafından fark edilmesi mümkündü.

 

Casuslar aracılığıyla bu bilgi başkalarına iletilirse Cain daha yükselme fırsatı bulamadan kanatları kesilir ya da öldürülürdü.

 

“Ne yaptığımı biliyorum.”

 

Cain üzerini değiştirirken yan gözle Anna’ya baktı.

 

“Auranı sal ve Chris’e haber ver.”

 

Anna boş gözlerle baktı.

 

“Constantine’nin sadakatini almaya gidiyoruz.”

 

---

 

Ay gökteki yerini almaya başlamıştı. Dışarıda gölgelerde gizlenen muhafızlar dışında birilerini görmek zordu. Buna rağmen son derece dikkat çekmiş bir kadınla beraber ilerleyen yakışıklı bir genç adam ve onun yarısı kadar olan başka bir çocuk ana binanın önüne gelmişti.

 

Chris ifadesizce Cain ve Anna’ya baktı ancak tekrardan kafasını çevirmesi birkaç saniye sürdü. Gözleri olayı anlamlandıramadığını gösteriyordu. Akşam üstü ana binaya gelmeleri için nasıl bir bahaneleri olabilirdi ki?

 

Sorduğunda Cain’den tek bir cevap almıştı.

 

‘Sadece görevini yap.’

 

Chris bu kelimeleri anımsayınca tekrardan bir iç çekti ve ana binanın kapısından girmeye kalktı. Bu bir girişimdi çünkü küçük bir el onu engellemişti.

 

“Sen dışarıda kal. Anna’yı ilgilendiren bir konu bu.”

 

Başka çaresi yoktu. Cain’in ana binada çıkartacağı bir olay Chris’in meslektaşları tarafından dalga geçilmesine yol açardı. Bu yüzden Cain’in dediklerine uydu ve içeriye girmeden kapının önünde bekledi.

 

Cain ve Anna oldukça şık ancak bir o kadar da kasvetli merdivenlerden çıkıp koridorun sonundaki odaya doğru ilerlediler. İkisi de ilk defa bu binaya geliyorlardı ancak nereye gitmeleri gerektiğini biliyormuşçasına yürüyorlardı.

 

İçgüdüleri bu kapının ardında büyük bir canavarın yattığını söylüyordu. Nefes sesleri ta buradan duyuluyordu ve bu dev bir canavarın nefes alışverişine benziyordu.

 

Cain tam kapıyı tıklatıp içeriye girecekti ki büyük ve geniş bir el aniden omzunu kavradı. Cain’in tüyleri diken diken oldu, olağanca gücünü toplayıp arkasındaki kişinin boğazını hedefledi.

 

Ancak saldırısı hızını alamamışken durduruldu.

 

Cain ilk defa düşmanının yüzünü gördü. Hastalıklı derece de beyaz ancak bir o kadar da zarif bir adamın yüzüydü. Dipsiz bir okyanus gibi gözüken mavi gözleri, aslan yelesini andıran altuni saçları vardı.

 

“Oraya girmemelisiniz Genç Efendi. Bunun sonucunu kimse kaldıramaz.” 

 

Gelen kişi Constantine idi.

 

Cain rahat bir nefes aldı. Anna ya da kendisi tarafından keşfedilmeden gelebilecek sadece birkaç kişi vardı. Ondan onlarca metre ötedeki suikastçının vücudundaki küçük öldürme niyetini bile hissetmişken nefesi kadar yakınlaşmış Costantine’nin geldiğini bile fark edememişti.

 

“Ses çıkarmadan beni takip edin Genç Efendi.”

 

Constantine ellerini arkadan bağlamış bir şekilde bir üst kata çıktı. Kapısında ‘Albay Constantine’ yazan ofisin kapısını açtı ve Cain’i buyur etti.

 

Cain Anna’ya baktı.

 

“Burada beklemeni istiyorum. Ayrıca auranı ortadan kaldır…”

 

Anna üzgün bir şekilde, “Ben de girebilir miyim?” dese de Cain sadece gülümseyip ona sarıldı. Kafasını göğsüne dayadı ve acı acı gülümsedi.

 

“Güvenebileceğim tek kişi sensin Anna; biz konuşurken kimsenin bizi rahatsız etmediğinden emin olmana ihtiyacım var. Bu iş için senden daha güvenilir kimse yok, lütfen anla.”

 

Anna’nın kafası aşağıya düştü fakat Cain’in saf gülümsemesini görünce kafasını salladı. Daha fazla irdelememe kararı almıştı.

 

“Buyurun Genç Efendi.”

 

Constantine’nin açtığı kapıdan girdi.

 

Dört metre yüksekliğinde tavana kadar uzanan birkaç kitaplık ve oldukça uzun bir çalışma masası dışında alışılmadık tek şey bu masaların ve kitaplıkların tamamının dosyalarla dolu olmasıydı. O kadar fazla kağıt işi vardı ki bakmak bile Cain’in başının ağrımasına neden oldu.

 

Constantine kapıyı ardından kapattı ve kilitledi. Çalışma masasındaki koltuğa otururken Cain’i koltuklardan birine buyur etti.

 

“Bir şey içer misiniz Genç Efendi?”

 

“Hayır, teşekkürler.”

 

Cain özgüvenli bir şekilde koltuğa oturdu ve bacaklarını birbirine üstüne atarken gülümsedi. Bu esnada Constantine kendine bir şarap doldurdu. Ortam doğal olmayan bir sükunet ve nezaketle kaplıydı.

 

“Bundan yıllar önce kardeşleriniz de tıpkı sizin gibi buraya gelip benimle konuşmak istediklerini söylemişlerdi.” Şarabından bir yudum aldıktan sonra yumuşak bir sesle devam etti, “Genç Efendi Daniel, Genç Efendi Vladimir, Genç Efendi Valentine, Genç Hanım Hazel, Genç Hanım Scarlet ve şimdi de siz.”

 

Cain onun konuşmasını bölmedi. Constantine şu anda koskoca bir kalenin ve tugayın başındaydı. Üst düzey bir idareci olarak gücünden çok zekasına bel bağlıyordu. İnsanların yüzlerinin ardını göremiyor olsaydı çoktan başkası tarafından kullanılıp bir kenara atılmış olurdu.

 

“Kara Kılıç Kalesi oldukça garip bir oluşumdur. Gelecek nesli eğiten en gelişmiş enstitü olsa da bize ayrılan eğitim fonu tüm eğitim kurumları arasında en düşüğü olmasıyla biliniyor. Ancak hâlâ en iyi eğitim enstitüsü biziz. Sizce neden?”

 

Kılıç Adaları arasında dokuz büyük eğitim kurumu vardı. Kara Kılıç Kalesi gelecek neslin Kara Şövalyelerini eğiten en gelişmiş eğitim kurumuydu. Ana ve yan ailenin seçilmiş gençlerini eğitirdi.

 

Diğer eğitim kurumlarında olan Kızıl Kılıç Kalesi’ndeki Harp Okulu, düklük ordusuna en gelişmiş askeri liderleri yaratmak için kurulmuştu. Dükalık topraklarında her sene yapılan Harp Okulu sınavlarını geçmeyi başaran herkes kimliği fark etmeksizin Harp Okulu’na girebilirdi.

 

Harp Okulu dışında; İkiz Kılıç Kalesi’nin İkiz Kılıç Tugayı alanında uzmanlaşmış casuslar yetiştiriyordu. Burada yetişen casuslar ittifakın dört bir yanındaki bölgelere gönderiliyordu. Ancak eğitim inanılmaz zor olduğundan mezun oranı en düşük yer burasıydı.

 

 Gölge Kılıç Adası’nın gölgelerde yaşan Kara Suikastçıları ise en dehşet verici olanıydı. Sadece yetimlerin ve bir yerle bağı olmayanların girebileceği eğitim akademisiydi. Buradan mezun olan suikastçılar derhal göreve başlarlar ve partnerleri ile bir dizi görev tamamlardı.

 

Yeşim Kılıç Kalesi ailenin doktor ve uzman hekimlerinin kaynağı olan Tıp Okulu’nun bulunduğu yerdi. Yeşim Kılıç Kalesi’nin Tıp Okulu dükalık topraklarında bulunan en gelişmiş tıbbi okuldu. Ailenin rahiplerinin büyük kısmı buradan çıkardı.

 

Büyülü Kılıç Kalesi büyücülük alanında uzmanlaşmak isteyen büyücülerin ve araştırmacıların gidebileceği tek yerdi. Burada Ashborne Büyü Araştırma Merkezi bulunuyordu. Ailenin gençleri eğiten büyü, savaş ve Mana teknikleri buradaki araştırma merkezinden çıkardı. Büyü Araştırma Merkezi tek başına tüm Kılıç Adaları’nın toplamından daha fazla para harcıyordu.

 

“Her Kılıç Kalesi kendi akademisine sahiptir. Biz, Kara Şövalyeler, Ashborne Ailesi’nin kimliğiyiz ancak Kara Şövalyeleri eğiten Kara Kılıç Kalesi’nin neden en az desteği aldığını biliyor musun? Buna rağmen nasıl başarılı olduğumuzu?”

 

Cain gözlerini kapattı ve birkaç saniyeliğine düşündü.

 

“Kara Şövalye sistemi halihazırda kendini alanının en üst seviyesine çıkarmış durumda. İyi bir eğitim sistemi ile en iyisi olmamak elde değil. Şövalyeler büyücülere kıyasla daha az kaynak harcasa da Kara Kılıç Akademisi her nesilde iki yüz kadar Kara Şövalye’yi eğitiyor. Bu yüzden sadece yetenekli olanlar Kara Şövalye olabiliyor…”

 

Constantine gülümsedi. Cain yaptığı bilgi akışının sonucunda cevabı bulması sadece birkaç saniye sürdü.

  

“Eğitmenler ile mi alakalı?”

 

“Evet.”

 

Constantine şarabından bir yudum alıp koltuğuna yaslandı.

 

“Kara Kılıç Kalesi’ndeki her eğitmen savaş alanında yıllarını geçirmiş bir Kara Kılıç Tugayı mensubudur. Ayrıca her biri bir Kara Şövalye olduğundan savaş alanında yapılmaması gereken şeyleri göz önünde bulundurarak gelecek nesli eğitiyor.”

 

Sıradan bir usta-çırak ilişkisine benziyordu fakat eğitmenler karşılarındaki kişinin kim olduğunu umursamadan eğitiyordu. Kısaca eğitim de koşulsuz şartsız bir eşitlik vardı. Cain ya da üst düzey bir yan ailenin varisi olması eğitmenlerin tavrını değiştirmezdi.

 

Cain kaşlarını çattı.

 

Constantine ona başka bir şey ima etmek istiyordu.

 

“Tarafsız kalacağınızı mı ima ediyorsunuz?”

 

Bu anlamsız konuşmanın ardında Constantine’in vermek istediği mesaj yatıyordu. Başka bir akademide olsaydı oranın müdürünün desteğini alabilirdi fakat burası Kara Kılıç Kalesi’ydi. İmkansızlıklar içerisinde dahi en iyi eğitimi veren akademi.

 

Herkese karşı eşit davrandıkları için kimsenin tarafını tutamazlardı.

 

Ashborne gibi katı hiyerarşik bir bölge de taraf tutmamak çok tehlikeliydi. Güçsüzlerin ölümüne sebep olabilirdi. Fakat taraf tutmak daha büyük bir tehlikeydi. Bunda sadece güçsüzler değil, güçlüler de harcanabilirdi.

 

Haleflerin taht savaşına katılmak Kara Kılıç Tugayı’nın görevi değildi. Onlar askerdi, siyasetçi değil. Fakat herkes onları taht savaşına sürükleyip askeri güç elde etmek istiyordu. Constantine sadece kendisini değil emri altındaki küçük yaşamları da düşünmeliydi.

 

Cain hiçbir şey söylemeden gözlerini kapattı.

 

 







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46895 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr