Ertesi sabah, gün doğduktan kısa bir süre sonra tüm çocuklar antrenman sahasının etrafında yüksek tempo koşuya başlamıştı. Bileklerindeki kilogramlarca ağırlığa rağmen hiçbirisi geride kalmaya cüret edemiyordu.
Antrenman sahasının ortasında ellerini arkada bağlamış, kartal gibi gözleriyle öğrencileri izleyen Eğitmen Brixton onlara azımsanamayacak bir baskı yaratıyordu. Kimse geride kalıp Brixton’u hayal kırıklığına uğratmak istemiyordu.
Çocuklar onlarca tur attıktan sonra daha fazla hareket edemeyecek duruma gelmişken Brixton son bir tur için hepsini gaza getirdi. Çocuklar nefret ve öfkeyle tekrardan harekete geçti. Cain tüm koşuyu hiç zorlanmadan bitirse de onun dışındakilerin tamamı sürünerek bitirmişti.
“Öğrenci Cain bundan sonra ağırlıklarını üç katına çıkaracaksın!”
“Anlaşıldı efendim!”
Cain diğerleri ısınma hareketleri için çember oluştururken ağırlıklarını değiştirmek için asistan eğitmenlerin yanına gitti. Asistan eğitmenler dün onlara sandıklarla hap getiren iki gençti. Yaşları yirmi civarındaydı.
Cain onların Kılıç Uzmanı seviyesinin ortalarında olduğunu düşünüyordu.
Bileğindeki kalın prangaları çıkardı ve kumlu antrenman sahasına bıraktı. Her bileğinde beş kilo olmak üzere toplam da yirmi kilo taşıyordu. Fakat Brixton üç katına çıkarması gerektiğini söylemişti. O yüzden daha ince olmasına rağmen katlarca kez yoğun olan demir bileklikleri bileğine geçirdi.
Her biri on beş kilo olan bilekliklerin üzerindeki yükü bir hayli artırması ancak buna rağmen sadece birazcık zorlanması asistan eğitmenleri şaşırtmıştı.
Cain vücudunu oynattı, ayakları kuma daha fazla batıyordu fakat hâlâ hareket edebiliyordu. Kolları ağrısa da ifadesini koruyup ısınma hareketleri için diğerlerine katıldı. Çocuklar onunla iletişim kurma girişiminde bulunmadı.
Sadece bir ucubeye bakıyormuşçasına şaşkınlıkla bakıyorlardı.
Onlar yirmi kiloyla zorlanırken Cain altmış kilo da ancak zorlanıyordu.
Isınma hareketleri biterken tüm çocukların vücudu ateş gibiydi. Derin ve sıcak nefesler alıyorlardı, vücutları inanılmaz bir baskı altındaydı.
Asistanlar çocukların her birine yaklaşık iki kilo ağırlığa sahip şövalye kılıcı vermişti. Uçları kör olduğundan antrenman kılıcı olarak bunları kullanıyorlardı.
Modern eğitim teknikleri arasında en çok kullanılan eğitim tekniği savaş-beden eğitim tekniğiydi. Sıradan vücut antrenmanlarının yanı sıra savaş alanında kullanılan hareketleri bileklere ya da vücudun herhangi bir bölümüne bağlanan ağırlıklarla beraber tekrar etmek savaş-beden eğitiminin basitçe tanımıydı.
Cain ona verilen kılıcı kaldırdı. Diğer çocuklara kıyasla biraz daha kolay kaldırmıştı. Kılıcı kafasının üzerine kaldırdı ve nefesiyle birlikte indirdi. Daha önceden bu hareketi binlerce kez yapmıştı. O yüzden aşinaydı, diğer çocuklara kıyasla birkaç gömlek üstteydi.
Brixton’un onlara verdiği görev ellerindeki kılıcı on dakika içerisinde yüz kere savurmaktı. Basit görünen bir görev olabilirdi fakat çocuklar açma germe yaparken çok yorulmuşlardı. Aralarında savurmayı bırak kılıcı kavramayı başaramayanlar dahi vardı.
Fakat buna rağmen Cain, diğerlerinin tüm yorgunluklarına rağmen görevi yerine getirmeye çalıştıklarını fark etti. Kibirli, çoğu zaman da aptallardı. Sadece anı düşünerek hareket eden cahiller olsalar da kesinlikle azimlilerdi.
Cain ellinci hamlesine kadar ifadesizce savurmaya devam etti.
“Şu canavara da bakın hele…”
Çocuklar arasında diğerlerine kıyasla çok daha uzun boylu olan, siyah saçlı yeşil gözlü bir çocuk vardı. Thorne; Ashborne Ailesi’nin emri altındaki vasallardan birisi olan Rancaster Vikontu’nun evlatlarından en küçüğüydü.
Rancaster Vikontu daha öncesinde büyük başarımlara imza atarak kendi nesline öncelik etmiş bir savaş dehasıydı. Gençlik yıllarında bir önceki dükü takip etmiş bir nevi Ashborne Ailesi’nin karanlık işlerini halleden kara el olmuştu.
Onu sadece bir vikont olarak görmek yapılabilecek en büyük aptallıklardan biriydi. İşte, Thorne böyle bir adamın çocuklarından biriydi. Kan kanı çekerdi. Sadece sekiz yıl olsa da Thorne diğer gençler ile arasındaki farkı keskin bir çizgiyle belirtmişti.
Yapısal olarak diğerlerinden daha büyüktü. Zekası yaşıtlarının çok üzerindeydi. Hiçbir zaman basit düşünmüyordu. Cain ile arasını nötr tutan birkaç kişiden biriydi. Ona göre büyük faydalar için küçük meseleler görmezden gelinebilirdi.
Thorne yirminci savuruşunda kılıcı bir daha kaldıramayacak kadar yorulmuştu. Yaşıtları arasında ilk sıralarda yer alan bir çocuktu. O yüzden diğerlerini düşünmeye bile gerek yoktu.
“Nasıl bu kadar dayanabiliyor? Üstelik bizden üç kat daha fazla ağırlığa sahip olmasına rağmen…”
Yanındaki çocuklar Thorne’un ağzından çıkan kelimeleri duyunca gerildiler.
“Hey, Thorne. Cassius ve diğerlerini dikkatini çekmek istemezsin.”
“İçindeki güç arzusunu dizginle. Bu konuda çok ciddiler.”
Cassius, dükalığın vasallarından biri olan Berral Baronu’nun tek çocuğuydu. Ashborne Ailesi bir düklüktü. Kutsal İttifak’a dahil olsa da imparatorluk ailesine hizmet etmiyorlardı. Sadece onlarla uyum içinde yaşıyorlardı.
Tıpkı dokuz büyük aile ve üç krallık gibi…
İnsanlık bir arada çalışmaya mecburdu. Doğu da barbarlar, batı da elfler, kuzey de iblisler ve güneyde de canavarlar vardı. İnsan Irkı dört büyük düşman tarafından kuşatılmaktaydı. Bu yüzden kendi içlerinde savaşamazlardı.
Güneş İmparatoru Alexander’ın yüzlerce yıl önce Kutsal İttifak’ı kurmasının ana nedeni de buydu. Tabii şu anda pek çok karmaşık politik mesele vardı. Kutsal İmparatorluğun merkeziyetçi yapıyı güçlendirmek için dokuz büyük aile ve üç büyük krallığın iç işlerine karışması gibi pek çok olay şu anda tartışma konusuydu.
Berral Baronu doğrudan imparatorluk soylusu olan birkaç vasaldan biriydi. Adaylar arasından Vladimir’i destekliyorlardı.
Kendi yaşıtlarındaki çocukları bir araya toplayıp D sınıfı içerisinde bir siyasi hizip oluşturmuşlardı. Onlardan olmayan herkesi, başta Cain olmak üzere, dışlamışlardı.
Thorne ve birkaç soylu çocuğu onlar tarafından dışlanmıştı. Ve hatta yan ailelerden gelen bir çocuk darp edilmişti.
Bu yüzden Cassius ve tayfasını kızdırmamaya dikkat ediyorlardı.
“Çok sığ düşünüyorsunuz. Bu çocuk bizim kadar şanslı olmamasına rağmen bu durumda. Bunun nedenini merak etmiyor musunuz? Daha fazla güçlenmek istemiyor musunuz?”
Thorne kılıcını indirdi ve Cain’e yaklaştı.
Cain sekseninci hamlesinin ardından biraz nefeslendiğinde ondan bir baş uzun bir çocuğun ona yaklaştığını fark etti. Kaşlarını çattı, farkında olmadan kasları gerilmişti.
“Nasıl bu kadar dayanıklısın?”
Thorne parlak gözlerle bu soruyu sorunca Cain bir süre kendine gelemedi.
“Senden daha kaslı ve büyük olmama rağmen senin çeyreğin kadar dayanıklı değilim. Her ne yapıyorsan bana da öğretir misin?”
“Neden böyle bir şey yapayım?”
Cain’in ters cevabı Thorne’un gözlerini sonuna kadar açılmasına neden oldu. Cain böyle bir şey yapmak zorunda değildi. Sonuçta Thorne sadece rica etmişti.
Sabah rüzgarı terden ıslanmış küçük vücutları ürpertmek için yeterliydi.
Thorne çenesini sıvazladı, derin bir ses tonuyla konuşurken kafasını eğdi.
“Bu dünya da her şey karşılıklıdır. Benden bir şey isteyebilirsin.”
Cain gülümsedi. Kafasını eğerek Thorne’un arkasındaki soylu çocuk grubuna baktı. Küçük vücutları terden ıslanmıştı. Sadece önlerine bakıyormuş gibi görünseler de gözlerinin kenarıyla Cain ve Thorne’u izliyorlardı.
“Hm? Bunu yapmamı istediğine emin misin?”
Cain kafasını salladı.
“Pekala, umarım buna değer.” Bunları söylerken yüzünde vahşi bir gülümseme belirdi. Aniden arkasını döndü ve koşmaya başladı. Tüm öğrencilerin şaşkın bakışları altında öğrencilerin bir ara da toplandığı tek bölgeye vardı.
“Cassius, naber?”
Elini kaldırdı ve sevimli çocuğa selam verdi.
Cassius sarı saçlara sahip minyon tipli inanılmaz sevimli bir çocuktu. Thorne’a ters ters baktıktan sonra ağzını açtı.
“Bu seni ilgilendirmez-“
Bam!
Habersizce gelen yumruk tok bir ses çıkardı. Sevimli çocuk ağzından kanlar saçarak yere yığıldı ve kan donduran bir çığlık attı.
“Thorne öldün sen!”
Yanındaki çocuk Thorne saldırmak konusunda tereddüt etmediler. Savaşçıların çocuklarıydı bu kişiler. Arada aileleri ziyarete gelip diğerlerinin önüne geçmeleri için birkaç teknik öğretirdi.
Üç kadar çocuk Thorne’un üzerine çullanınca Thorne pek bir şey yapma fırsatı bulamadı. On saniyelik bir mücadelenin ardından yere devrildi ve Cassius’un da aralarında olduğu grup tarafından haşat edildi.
“Ne yapıyorsunuz lan siz?!”
Brixton elinde kitapçıklarla antrenman sahasına geldiğinde gördüğü manzara öfkeden köpürmesine neden oldu. Küt kılıcını aldığı gibi çocukların arasına koştu ve savurdu.
Cassius dışındaki çocuklar bu darbeye karşı koyamayıp çığlıklar atarak yere düştüler. Cassius öyle öfkelenmişti ki Brixton’a rağmen yumruk atmaya devam etmişti. Thorne hiç ses etmeden kafasını koruyup cenin pozisyonunu almıştı.
Brixton içgüdüsel olarak kaşlarını çattı.
Kılıcı tekrardan uçtu.
Cassius bir anda yere yığıldı. Yediği darbe vücudundaki tüm gücü birden yok ederek içindeki isyankar düşüncelerin dağılmasına neden oldu. O yerde kıvranırken Brixton gözlerini Cain’e dikti.
“Olayı anlatın Genç Efendi…”
Brixton elindeki kılıçla Thorne’a doğru yaklaşırken bir yandan da Cain’e bakıyordu. Cain gülümsedi, ellerini havaya kaldırdı ve özür dilercesine kafasını eğdi.
“Thorne’un bir suçu yok. Ondan böyle bir şey yapmasını isteyen kişi bendim. Cezalandırmanız gereken kişi bendim.”
Brixton bunları duyunca Thorne’u umursamadan Cain’in yanına gitti. Tüm çocukların bakışları altında Brixton elindeki kılıcı savurdu. Kılıç küt olsa da köşeliydi, vurduğu yere inanılmaz hasar verirdi.
Kılıç koluna indiğinde boğuk bir çığlık Cain’in ağzından çıktı. Korkutucu bir çatlama sesi her bir çocuk tarafından net bir şekilde duyulmuştu. Brixton; Cain’e karşı acımasız davranmıştı.
Cain bir süre yerde yattıktan sonra Brixton onu omzuna aldı ve gitmeden önce antrenman sahasındaki çocuklara son bir şey söyledi.
“Bugün size ders olsun. Benim emrim olmadıkça birine bir fiske atarsanız ağır cezalandırılırsınız. Olaya karışanlar bayılana kadar sahanın etrafında koşacak. Genç efendi Cain revirden sonra size katılacak.”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..