Bölüm 14: Kara Şövalye'nin Dönüşü

avatar
126 0

Soylu Hanenin Kanlı Yıldızı - Bölüm 14: Kara Şövalye'nin Dönüşü


Cain vücudundaki ağır yüklerle koşmaya başlamadan önce on dakikasını revirde ikinci sınıf rahipler tarafından iyileştirilerek geçirmişti. Basit kırıkları hemencecik halledebildiklerinden ikinci sınıf ve üzerindeki rahipler bir organizasyonun mihenk taşı olurdu.

 

Cassius ve tayfasındaki çocuklar halihazırda dördüncü turlarını tamamlamışlardı. Cain onların attığı ölümcül bakışları görmezden gelerek hemen arkalarından takip etmeye başladı.

 

Koşuya devam ederken kolundaki ağrı ağlamak istemesine neden oluyordu. Cain ne olursa olsun hâlâ sekiz yaşında bir çocuktu. Kendi içerisinde yaşayan biriydi. Duygularını belli etmese de içten içe ağlıyordu.

 

Acısını bir kenara atıp koşmaya devam etti. Vücudundaki ağırlıklar yüzünden diğerlerinin gerisine düşse de pes etmeden koşmaya devam etti. İkinci turunun sonlarına doğru arkasından ayak sesleri geldi.

 

Thorne ve onu takip eden benzer kalıptaki çocuklar birkaç saniye içerisinde Cain’e katılmışlardı.

 

Cain Thorne’a attığı bakış diğerlerinin gerilmesine neden oldu.

 

“Daha sonrasında kaçma diye başında bekliyorum. Yanlış anlama!”

 

“Arkadaşlarınla beraber mi? Biraz açgözlü değil misin?”

 

“Babam her zaman duyguları bir kenara bırakmam gerektiğini öğütlerdi. Senden alabileceğim şeyler varken peşini bırakacak değilim.”

 

Cain koşarken bir yandan da gülümsedi. Thorne ve diğerlerinin ona eşlik etmesiyle kendini salma gibi bir imkanı olmamıştı. Daha öncesinde Anna’nın başının etini yiyerek öğrendiği özel Bin Savaşçı Nefesi’ni kullanmaya başladı.

 

Bir dakika boyunca düzenli aralıklarla tekrar ettiği nefes tekniği sonunda etkisini gösterdi. Vücudu soğumaya başladı, kas yorgunluğu azalırken vücuduna güç geldi. Bu değişiklikleri gören Thorne’un gözleri parladı.

 

“İşte bundan bahsediyorum!”

 

---

 

Tüm bunlar olurken Ashborne Ailesi’nin geri kalanında tarif edilemez bir mutluluk vardı. Ana malikanenin bulunduğu dükalık topraklarının merkezinde devasa bir festival hazırlanmıştı. Dükalığa bağlı soylular ve imparatorluk içerisinde yüksek mevkiye sahip figürlerin hepsi Ashborne Düklüğü’nün merkezi olarak bilinen Cheron’un girişinde toplanmıştı.

 

Cheron Şehri, Kutsal İttifak içerisinde başkent mertebesine erişmiş en gelişmiş şehirlerden birisiydi. Kutsal İttifak’ın başkenti ile hemen hemen aynı düzeyde görülüyordu. İki milyonu aşkın nüfusu, gelişmiş deniz ticareti ve mükemmel konumu sayesinde doğunun incisi olarak görülüyordu.

 

Cheron’un surları seksen metre yüksekliğinde yapılmıştı. Kapılarının her biri yirmi metreden uzun ve binlerce ton ağırlığındaydı. Sonun kadar açılmışlardı, siyah zırhlar içerinde yürüyen onlarca şövalyeyi gören halk heyecan tezahüratları atmaya başlamıştı.

 

“Çok yaşa Ashborne!”

 

“Karanlığı aydınlat Kara Ay!”

 

“Korku saç Kara Şövalye!”

 

Kara Şövalyelerin her biri iki metreden uzun kara kılıçlarını sırtlarına asmışlardı. Işığı soğuran siyah zırhları oldukça korkutucu gözüküyordu. Bir bölük Kara Şövalye nizami bir sırayla kapıdan geçtikten sonra ay simgeli bayraklar gökyüzüne yükseldi.

 

İki siyah atlı generalin arkasından gelen adamı gören halk tekrardan tezahüratlara boğuldu. Parlak güneşin altında kimse Ashborne ailesi kadar gururlu değildi.

 

Adamın altındaki at öyle kaslıydı ki at zırhı bile onları tamamen kapatamıyordu. Parlak siyah saçları rüzgarda sallanıyordu. Bir kılıçtan daha keskin donuk kırmızı gözleri sadece ilerisine bakıyordu.

 

Ellili yaşlarının sonunda olmasına rağmen otuzlarında gösteriyordu. Karanlık dük olarak da bilinen Vladimir la Ashborne doğudaki barbarları Gökyüzü Sıradağları’nın elli kilometre ötesine kadar püskürtmüştü.

 

On yıldır devam eden çarpışma nihayetinde sona ermişti. Vladimir ordularını son bir kez öne sürerek büyük barbar kabilelerini püskürtmüş, onları yıllar sürecek bir barışa zorlamıştı. Bu başarı onu bir kez daha gündeme getirecek, herkes Ashborne Ailesi’nin ne denli kudretli olduğunu görecekti.

 

Vladimir’in atının hemen arkasından bir başka at daha çıkageldi. Siyah zırhlara bürünmüş zarif bir kadına aitti. Vladimir’in aksine oldukça sıcak kanlıydı. Ona selam verenlere elini sallıyordu. Belindeki gümüş kılıç, rüzgarda savrulan saçları ve güneşi kıskandıran parlak gözleri kimliğini açığa çıkartıyordu.

 

Ashborne Dukalığının düşesi, Dolores la Ashborne!

 

Yıllar önce hamileliği yüzünden malikaneye dönmek zorunda kalmıştı. Fakat doğum yaptıktan kısa süre sonra tekrardan savaş alanına dönmüş ve lakabı olan Savaş Tanrıçası’nın hakkını vermişti. Düzenlenen baskınlarda öncülük etmiş emrindeki birliği ile düşmana korku salmıştı.

 

Sonuçta o Ashborne Ailesi’nde sayılı Kılıç Lordu’ndan biriydi.

 

Tezahüratlar malikaneye girdikten sonra bile devam ediyordu. Halk sokaklara dökülmüş, esnaf dükkanları açmıştı.

 

Konvoy malikaneye girdikten hemen sonra iki zarif kadının önderliğindeki kalabalık öne çıkmıştı. Evelyn ve yanındaki sarı saçlı güzel kadın at üzerindeki Vladimir’i görünce aşığını görmüş genç kız gibi heyecanlanmıştı.

 

“Evinize hoş geldiniz…”

 

Vladimir kafa salladıktan sonra atından indi ve kollarını açtı. İki kadın mutlu bir şekilde adamın kollarına atladı ve bir süre sarıldılar. Biraz zaman geçtikten sonra Vladimir kucağındaki iki kadına baktı.

 

“Akşama bir ziyafet ayarlayın… Askerlerin aileleri ile buluştuğundan emin olmanızı istiyorum.”

 

Evelyn’in gözleri parladı.

 

“Oldu bil!”

 

Yanındaki kadın da kafasını salladı. İkisi de elli yaşlarındaydı. Fakat yirmilerindeki bir genç kızın enerjisine, onları aşan güzelliklere sahiplerdi. Bu Vladimir’in soğuk yüzünde bir gülümseme oluşmasına neden oldu.

 

Evelyn’e baktı.

 

“Kara Ejder Tugayı’ndan güzel haberlerim var. Oğlumuz, bir barbar generalinin kafasını keserek binbaşı rütbesine yükselmiş. Zorunlu görevi sona erdi. Bir hafta sonra Kara Ejder Tugayı ile birlikte Cheron’a dönecek.”

 

“Gerçekten mi?”

 

Oğlu hakkında aldığı bu güzel haberler Evelyn’in yüzündeki gülümsemenin büyümesine neden oldu. Yanındaki sarı saçlı kadına attığı bakış sarı saçlı kadının yüzündeki ifadenin değişmesine yol açtı. Sarı saçlı kadın dişlerini sıkarak Vladimir’e baktı.

 

“Valentine Kılıç Ustası seviyesine erişti.”

 

Bu haber Vladimir’in kahkaha atmasına neden oldu.

 

“Hahahaha! Tanrılar Ashborne ailesini genç nesille kutsadı!”

 

Vladimir kahkahalar atarak ilerledi ve kalabalığa bir göz gezdirdi. Kalabalıkta istediğini bulamadığı için gözleri hayal kırıklığıyla dolmuş olsa da gözleri bir insanın üstüne kilitlenince tekrardan kahkaha attı.

 

“Claude! Zaman sende iz bırakmış!”

 

Senato lideri Claude patriğin bu heyecanlı tavrını görünce iç çekti. Diğerleri tarafından soğuk bir katil gibi gözüken bu adam aslında ailesine karşı oldukça sevecendi. Ashborne Ailesi’nin en güçlü ailelerden birisi olmasının en büyük nedeni de bu adamdı.

 

Aile içerisinde ne olursa olsun bu hiçbir zaman dışarıya yansımazdı. Ne olursa olsun Ashborne Ailesi her zaman tek vücut olarak hareket ederdi. Diğer aileler hiçbir zaman araya giremezdi. 

 

 Claude’un yaşlı yüzünde bir gülüşeme belirdi.

 

“Aldığım duyumlara göre kabile liderleri az kalsın seni şişliyormuş…”

 

“Sorma yahu,” Vladimir kollarını açarak Claude’a sarıldı, “Başına buyruk davranan kabile liderleri ilk defa iş birliği yaptı. Gözü açık davranıp ölüm uğruna erzak depolarına saldırmasaydık savaşı kaybedebilirdik.”

 

Barbarlar şu ana kadar her zaman kabileler halinde saldırırdı. Sistematik bir yapılanmaya sahip olmadıklarından aradaki sayı farkına rağmen dayanabiliyorlardı. Fakat son iki yılda barbarlar gerçek bir ordu haline gelmeye başlamıştı.

 

Kabileler bir araya gelerek ordular oluşturuyor, strateji ve taktik üreterek dolaylı savaşlar yapıyorlardı. Üç yıl önceki barbarlar ile iki yıl önceki barbarlar arasında neredeyse bir çağ vardı.


Üstüne Barbarlar doğuştan üstün fiziklerle doğarlardı. Hayatları ölüm tehlikesi altında geçtiğinden her zaman cesurlardı. Bunlar bile onları tehlikeli bir düşman yaparken sistematik bir şekilde hareket etmeleri kaplana kanat takmaktan farksızdı.

 

“Senatoyu topluyorum. Yarın hazır ol.”

 

Vladimir kafasını salladı ve diğerlerini de selamladıktan sonra malikanenin kapısından içeriye girdi. Yıllarca savaş alanında yaşamıştı. Bu rahatlığı özlemediğini söylemek yanlış olurdu. Kendini rahatlatmadan önce derin bir iç çekti.

 

“Yedinciyi ziyaret mi etsem?”

 


 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44791 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr