Eskort takımı ile birlikte birkaç saat süren yolculuğun ardından ufukta zarafetiyle dikkat çeken güzel bir şehir göründü. Doğunun en gelişmiş şehri Cheron; altmış metreden uzun güçlendirilmiş çelikten yapılmış surları ile bir kaleden farksızdı. Şehir bir çember şeklinde yapılmıştı. Kıyı kesimlerindeki duvarlar daha yüksek iken şehir kendi içerisinde farklı kısımlara daha küçük duvarlar aracılığıyla ayrılıyordu.
Cheron’u dış dünya ile ayıran Ejder Kuyruğu Nehri kuzeydoğuya doğru akan, efsanelere konu yabani ve büyüleyici bir güzellikti.
Cheron’un en dışındaki surların tepesinde dış dünyayı korkutucu gözlerle izleyen gardiyanlar on metre arayla dizilmiş devasa boruların başında duruyordu. Bunlar yapımından beri hiç kullanılmamış olan Büyü Topları idi. Çünkü kimse Cheron’u işgal etmeyi başaramamıştı.
Cheron başlı başına bir sanat eseriydi. Evleri sistematik bir şekilde yapılmıştı. Şehir merkezinden yükselen yetmiş metre uzunluğundaki kuleler, şehrin arka tarafındaki limanlar dahil her şeyin bir amacı vardı.
Burada 500,000’den fazla insan yaşıyordu. Kutsal İttifak’ın doğu kısmındaki en kalabalık şehirlerden birisi olarak nam salmıştı. Zengin bir ticaret hattı, sınırı bilinmeyen Kuzeydoğu Denizi’ne bağlı bir liman kenti olan Cheron aynı zamanda gezginlerin en çok uğradığı yerlerden biriydi.
Çeşitli amaçlarla burayı ziyaret eden gezginler, dövüş sanatlarındaki ustalığını geliştirmek isteyen dövüş sanatçıları ve kendine yeni bir hayat kurmak isteyen tüccarlar. Hepsinin amacı Cheron’dan bir şey almaktı.
Ancak hepsinin ortak bir görüşü vardı.
Cheron dünyanın harikalarından biriydi.
Eskort takımının önderlik ettiği at arabası kapılardan geçerken durdurulmadı. Bunun yerine doğrudan ana malikaneye yol aldılar. Cain camdan dışarıya doğru bakıyordu. Cheron’un güzelliği onu mest etmişti. Özellikle dört büyük kulenin ortasından yükselen metalik yapıyı görünce büyülenmişti. Metalik yapı bir çember şeklindeydi fakat elli metreden uzundu.
“Dark Moon A. Ashborne Ailesi’nin yapımı kırk sene önce bitmiş ışınlanma portalıdır. Ashborne Ailesi’nin en değerli malvarlıklarından birisidir. Yalnızca acil durumlarda sınıra ordu göndermek ve önemli haberlerin iletilmesinde kullanılıyor.”
Phillip oldukça sakin bir şekilde Cheron şehrini tanıtmaya başladı. Cain bir kulağıyla onu dinlerken neden direkt olarak şehre ışınlanmadıklarını anlamıştı.
Işınlanma portalları stratejik öneme sahip varlıklardı. Eğer şehir merkezine halka açık bir portal yapılırsa düşman portalı ele geçirmeyi başardığında Cheron’un düşüşü kaçınılmaz olurdu. Bu yüzden Dark Moon A sadece ve sadece acil durumlarda kullanılıyordu.
Cain Kara Kılıç Şehri’ndeki ışınlanma portalının neden Cheron’un üç saat uzağındaki bir istasyona bağlandığı merak ediyordu fakat şimdi mantıklı geliyordu.
At arabası şehir sokaklarından ilerledi ve dört kulenin çevrelediği büyük bir araziye geldi. Malikanenin kapladığı alan tek başına bir bölgeyle eş değerdi. Malikanenin arkasındaki Dark Moon A ışınlanma portalının aslında malikane sınırları içerisindeydi.
Malikane kapıları açıldı ve at arabası taş yolda ilerledi. Basit bir yol olsa bile öyle güzel tasarlanmıştı ki kişi cennetin yolunda ilerlediğini sanırdı.
Araba durdu ve kapı açıldı.
“Genç efendi buyurun.” Constantine üniformasını giymişti. Siyah ve beyazın ahenkli uyumundan oluşan bir takım elbiseydi. Bu onun bir askerden çok bir soyluya benzemesine neden oluyordu. Göğsündeki kılıç şekilli arma olmasa onu bir soylu olduğunu iddia edebilirdi.
Cain araçtan indi ve devasa malikanenin kapılarından adım attı.
“Sizi ana salonda bekliyorlar.”
Cain kafasını salladı ve derin bir nefes aldı. Constantine’in ağır adımları koridorda yankılanırken üç metre uzunluğundaki kapılara dokunduğu kalbi boğazında atıyordu.
“İçeri giriyoruz. Bundan sonra yaptıklarınız sizin akıbetinizi belirleyecek Genç Efendi. Lütfen ağırbaşlı davranın.” dedi Constantine kısık bir sesle, “Lütfen beni bu işin dışında tutun. Efendinin öfkesi ile karşılaşmak istemem.”
Cain yan gözle Constantine’e baktı.
Bir şey söylemeden kapıyı itekledi ve boğucu havayla karşı karşıya kaldı.
---
Sınırı geçtikten sonra kalbini tarifsiz bir duygu esir aldı. Bambaşka bir dünyaya adım atmıştı sanki! Salon oldukça büyüktü. Sağ tarafta birbirinden güçlü ve heybetli duran zırhlı adamlar varken sol tarafta daha naif kıyafetlere bürünmüş idareciler vardı.
Bu kişilerin kim olduklarını anlamak için dahi olmaya gerek yoktu. Sol tarafta duran kişiler Ashborne Ailesi’nin yönetimini üstlenen idarecilerdi. Aynı zamanda senato üyeleri de aralarındaydı ki bu da olayın ne kadar önemli olduğunu gösteriyordu.
Cain bu kişilere dikkat etmedi. Daha doğrusu dikkat edemedi. Tüm bu her şey salonun sonundaki tahtta oturan adama geldiğinde önemini kaybediyordu. Taht merdivenler aracılığı ile çıkılabilen bir platformun üzerindeydi.
Tahtta oturan adam otuzlu yaşlarının başındaymış gibi duruyordu. Uzun, bol cüppesi kırmızı bir kuşakla tutturulmuştu. Cüppenin üzerinde gece gibi karanlık bir deri zırh bulunuyordu. Işığı soğuran siyah uzun saçları ise omzuna dökülüyordu.
Yüzünü eline yaslamıştı, baygın bakışlarla Cain’e bakıyordu.
Cain hayatında ilk defa böyle hissetmişti. Brixton ve Constantine oldukça güçlü olan uzmanlardı. Hayatları boyunca bir gölü dolduracak kadar kan akıtmışlardı. Onlarla karşılaşırken bile sadece birazcık gerilmişti ancak kendini aciz hissetmemişti.
Fakat bu adam karşısında kendini bir karıncadan bile daha önemsizmiş gibi hissediyordu. Baygın bakışları üzerine bir dağdan daha büyük bir baskı uyguluyordu.
Vladimir la Ashborne!
Dünyanın zirve noktalarından birini temsil eden Kılıç Lordu!
Cain hayatında ilk defa babasını görüyordu fakat ona ne sevgi ne de saygı besliyordu. Kalbinde bir korku oluşmuş olsa da bunu yüzüne yansıtmadı. Zira gözlerini bir sonra çevirdiği yerde tanıdık bir figür gördü.
İpek gibi saçlara, bir soylunun zarafetine ve dillere destan güzelliğe sahip bir kadındı. Cain ona bakınca kadın da ona baktı. Bakışları birkaç saniye sürse de Cain o kadının gözlerinde sevgiye dair hiçbir şey bulamadı.
En sonunda kafasını çevirip ellerini birleştirdi, vücudunu kırk beş derece bükerken son derece sakin bir sesle selam verdi.
“Patriği selamlıyorum.”
“Majestelerini selamlıyorum.”
Cain selam verdikten hemen sonra Constantine daha abartılı bir selam vererek dikkatleri üzerine çekti. Bu salonun sağ kesimindeki generallerin onu küçümsemesine neden olsa da tahttaki adamın sıcak bir şekilde gülümsemesine neden olmuştu.
“Doğrulun.”
Sevecen bir sesle konuştuktan sonra Constantine’e baktı.
“Constantine, kardeşim, uzun zaman oldu. Christopher nasıl?”
“Gayet iyi Majesteleri,” Constantine bir beyefendi gibi nazik bir ses tonuyla konuşuyordu, “Bir lord olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.”
Christopher Kara Kılıç Tugayı’nın generaliydi. Daha öncesinde yalnızca Kılıç Ustası seviyesinin zirvesinde olsa da çok yakında farklı bir seviyeye ulaşacaktı. Sadece dokuz tane Kılıç Lordu’na sahip oldukları düşünülürse yeni bir Kılıç Lordu ailenin gücüne güç katacaktı.
“Hahahaha! Harika! Constantine, yerine geçebilirsin.”
“Teşekkür ederim Majesteleri.”
Contantine sağdaki generaller arasında bir yere geçti. Bu esnada Cain odadaki tanımlamaya çalışıyordu. Tahtın sağ ve solunda birer figür bulunuyordu. Birisi onun annesi olan Dolores iken diğeri senato lideri Claude idi.
Gözleri tahtın daha aşağısına çevrildiğinde oldukça huzurlu bir ifadeye sahip orta yaşlı bir kadın ile zehirli bir ifadeye sahip sarı saçlı bir kadının üzerinde durdu. Bunlar üvey anneleri Evelyn ve Lilith olmalıydı.
Buradaki figürlerin her biri Kutsal İttifak içerisinde nam salmış kişilerdi.
“Cain.”
Etrafı inceleme seansı tahttaki adamın ona seslenmesi ile sona erdi.
Cain kafasını adama çevirdi ve doğrudan kırmızı gözlerine baktı.
“Dinliyorum Patrik… Aciz kulunuz emrinize amade.”
Suratında alaycı bir gülümseme belirdi. Aralarındaki kan bağını yok sayıp onu babası olarak görmediğini dolaylı yoldan ifade etmişti.
“GENÇ EFENDİ!”
Yaşlı ancak güç dolu ses salonda yankılandı. Yüz ifadesi tamamen değişmiş Senato lideri Claude öfke ve nefret karışımı bir ifadeyle Cain’e bakıyordu.
Herkes bu sekiz yaşındaki çocuğun korku ve huşu içerisinde cezasını kabul edip eğitimine devam edeceğini düşünüyordu. Sonuçta sekiz yaşında olsa da Ashborne Ailesi’nde doğmuştu. Aile reisi ve buradaki figürlerin hikayeleriyle büyümüş olması gerekiyordu.
Cain onu duymazdan geldi ve devam etti.
“Sadede gelin artık. İşim var.”
Claude’ın yüzü bembeyaz kesildi, burun delikleri genişlemiş hali öfkeden kudurmuş bir boğayı anımsatıyordu. İleri çıkıp haddini bildirecekti ki bir el onu durdurdu.
Vladimir istifini bozmadan konuştu, “Haftalardır insanları kafana göre öldürdüğünü duydum. Özellikle Pazar da çıkardığın karmaşa da bir düzine sivil hayatını kaybetti. Bunun hakkında ne diyeceksin?”
“Hahaha! Ne yaptığım sizi ilgilendirmez…”
Cain alaycı bir ses tonuyla devam etti.
“Patrik.”
Crack!
Vladimir istifini korusa da bu saygısızlığı kaldıramayan biri vardı.
“Seni velet! Majesteleri ile nasıl konuştuğuna dikkat et!”
Kahya kıyafeti giymiş yaşlı bir idareci kendine daha fazla hakim olamadı ve Cain’e bir tokat atmak için hamletti. Kılıç Ustası seviyesindeydi fakat hamlesinin arkasında hiç güç yoktu. Aurasını kullanmadan attığı bir tokattı bu fakat yine de Cain gibi Mana kullanmayan birisi için yeterli olurdu.
Fakat işler düşündüğü gibi gitmedi.
‘Bu da ne be?’
Herkesin gözleri altında tokadı küçük bir el tarafından durduruldu.
‘Cidden mi?’
Kahyanın gözleri o sırada şiddetli bir şekilde sarsıldı.
Dünya tersine dönmüştü.
Göz açıp kapayıncaya kadar beklenmedik bir güç onu havaya kaldırdı ve yere fırlattı!
Rumble!
Olağanüstü çarpma sırasında zemin sarsılmasa da izleyenlerin zihni sarsılmıştı.
İzleyenler şaşkına dönmüştü. Efendisine edilen hakaret sonucu kendine hakim olamayan bir idareciden daha utanç verici bir şey varsa bu idarecinin kendinden on kat genç bir çocuk tarafından alt edilmesiydi.
“Asıl sen benimle nasıl konuştuğuna dikkat et.”
Cain’in çocuksu ancak sert sesi odada yankılandı. Aklı başından gitmiş olan herkesi tekrardan gerçek dünyaya getirdi.
Boom!
Bir çelik kadar sağlam ve bir buz kadar soğuk kudretli bir enerji Cain’i boğazından kavradı ve havaya kaldırdı. Vladimir sakinliğini daha fazla koruyamamıştı.
Cain’in yüzündeki ifade değişti. Yerini çabucak korku ve dehşete bıraktı. Fakat buna rağmen gözlerindeki çılgınlık varlığını sürdürüyordu.
“Ne yaptığını sanıyorsun sen?!”
Gözleri onu uzayın derinliklerinde bir seyahate çıkartacak kadar derindi. Adeta ruhu öfkeden kaynıyordu. Ancak ne olursa olsun Cain içindekileri tutmadı.
“Ne mi yapıyorum?! Senin yapmadığını yapıyorum piç herif! Kendimi koruyorum!”
“PİÇ KURUSU!”
Cain’in yüzü çok kısa bir süre içerisinde morarmaya başladı. Vladimir’in öfkeden gözü dönmüştü, ona bir ders vermeyi düşünüyordu ki bir ses araya girdi.
“Majesteleri lütfen sakinleşin!”
“İkinci hanım?”
Evelyn’in aniden araya girmesi Vladimir’in ne yaptığının farkına varmasını sağladı. Bir çocuk yüzünden kendini kaybetmişti. Kendine inanamıyordu.
“Majesteleri öfkenize hakim olun. Karşınızdaki kişi sizin oğlunuz!”
Cain boğazını çevreleyen soğuk enerjini yok olduğunu hissetti. Kıçının üzerine düştüğünde dişlerini sıkıyordu.
“Bu saygısız veledi ne yapalım Evelyn?”
Evelyn idarecilerin başında yer alıyordu. Vladimir olmadığında ailenin yönetimini o üstlenirdi. Gücü senato ve Vladimir’in hemen ardından gelirdi. Haliyle Vladimir üzerinde en çok etkiye sahip olan kişiydi.
“Genç efendi emin olmak için soruyorum. Birinci yıldızınızı oluşturdunuz mu?”
Buzz!
Evelyn’in sözleri herkesi şaşkına çevirdi. Kaskatı ifadeleriyle en başından beri bu tiyatroyu seyreden generaller ve Dolores bile kayıtsızlığını sürdüremedi.
Cain kafa sallayıp boynundaki kolyeyi kopartana kadar kimse buna inanmıyordu. Haftalardır baskılanan Manası patlak verdi ve birinci yıldızını oluşturmuş bir Kılıç Acemisi’ne yaraşır bir aura ortaya çıktı.
“Teşekkür ederim Genç Efendi.”
Evelyn sevecen bir şekilde gülümsedi.
“Muhafızlar! Genç efendiyi odasına kadar eşlik edin.”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..