Bölüm 35: Acılarını Üstlenmeye Hazırım

avatar
195 0

Soylu Hanenin Kanlı Yıldızı - Bölüm 35: Acılarını Üstlenmeye Hazırım


Bu kadar iradeli olduğu için kendinden nefret ediyordu.

 

İşkencenin başında onların ayaklarına kapanabilir, merhametleri için yalvarabilirdi. Neden dayanmıştı? Bu acıya ve işkenceye neden katlanmıştı ki? Cain intihar edip gelecekte yaşayacağı acılara son vermeyi düşündü o anda. Aklından envai çeşit duygu ve düşünce gelip geçiyordu. Kendinden nefret ediyor, yaşayıp intikam alacağına dair yemin ediyor ve yaşamak için bir sebep arıyordu.

 

Fakat bu kaldıramayacağı bir duygu yüküydü. Aşırı düşünce ve baskıdan bitkin düştü ve umarsızlığın getirdiği hastalıklı bir güçsüzlükle hareket etmeyi kesti.

 

Var olan milyarlarca varlık arasında ona acıyacak ya da yardım edecek hiç kimse yoktu: insanlara karşı şefkat mi beslemeliydi? Ne kadar yalnız olduğunun farkına varmıştı.

 

“Gerçeklerin farkına vardın mı şimdi?” Cain’in kulaklarında aniden bir ses çınladı. Cain irkilerek ayağa kalkmaya çalışsa da bitkinlik tüm vücudunu sarmıştı. Bacakları daha fazla dayanamadı ve tekrardan kalçasının üzerine düştü.  

 

Ses aniden gelmişti. Soğuk ve robotik sesi Cain’in soğuk kalbinde ilkel bir korkunun ortaya çıkmasına neden olmuştu.

 

“Kimsin sen?” diye haykırdı Cain. O anda ilk defa bulunduğu ortamın farkına varmıştı. Binlerce metre uzunluğundaki devasa salon onu bir karıncadan bile daha değersiz hissettirdi. Zemin kendi yansımasını görebileceği bir ayna gibiydi. Çevresindekiler genelde koyu yeşil ve gri renkli taşlardan yapılmıştı. Salonun büyük bir kısmı karanlıktı, gökyüzünde asılı olan yıldızların ışığı dışında herhangi bir ışık vurmuyordu. Yıldızlar o kadar yakın gözüküyordu ki elini uzatsa kavrayabilecekmiş gibiydi.

 

Devasa alan Cain’in kalbinde çeşitli duygular uyandırdı. Hayranlık, huşu, saygı bunlardan birkaçıydı. Ancak aralarında en çok öne çıkan korku ve aşağılık bir varlık gibi hissetmesine neden olan o garip duyguydu.

 

Salonun diğer ucunda binlerce merdiven vardı. Merdivenlerin sonundaysa birbirinden heybetli gözüken altı farklı heykel ve onların ortasında bir hükümdar edasıyla duran kan kırmızı bir taht bulunuyordu.

 

Heykellerin farklı şekilleri vardı. Biri insanımsı bir varlığı andırıyorken biri kocaman bir gözdü. Diğerleri arasında oldukça korkutucu gözüken yaralı bir orman ayısı, altı kanadı bulunan bir melek, bir elinde balta olan barbarımsı bir varlık ve güzelliği ile büyüleyen bir Elf kadını vardı.

 

“Onlar seni ilgilendirmiyor,” dedi o soğuk ses tekrardan.

 

Cain bu sefer garip bir sakinlikle çevresini taradı. Bu sesin nereden geldiğini anladığındaysa sırtında ter damlaları birikmişti.

 

Kafasını kaldırdı ve yerden birkaç metre yüksekte uçan gölgemsi varlığa baktı. Sureti bir su gibi akışkandı ancak dağılmamıştı. Yüzü olmayan, buz gibi gözlere sahip siyah ve mor renklerinin ahenginden oluşan bir gölgeydi.

 

“Sen…” diye sayıkladı Cain, gözleri ardına kadar açılmıştı. O anda yutkunmakta zorlanmıştı. Vücudu emsalsiz bir korkuyla titredi.

 

“İlk defa karşılaşmıyoruz, değil mi?” dedi gölgemsi varlık.

 

“Sen… Rüyalarımdaki canavarsın.”

 

 

Cain kendini bildi bileli garip kabuslar görüyordu. Birinin onu öldürdüğünden tut dehşetengiz canavarlar tarafından kovalandığı ve hatta savaş alanında olduğu kabuslar. Bunların her biri oldukça vahşet dolu ve acımasız rüyalardı. Son derece gerçekçilerdi. Kılıç Uzmanı olduğundan beri hiç kabus görmese de arada rüya görüyordu.

 

Rüyalar da çok fazla değişken vardı. Olaylar ve olaylardaki yüzler sürekli değişiyordu. Ancak değişmeyen tek şey tüm bu yaşananları duygusuzca izleyen bu canavardı.

 

“Açıkça söylemem gerekirse bir canavar değilim,” dedi gölge. “Diğerlerine göstermeye çekindiğin diğer yarınım.”

 

“Neden buradayım?”

 

“Bunu ben de bilmiyorum. Buranın neresi olduğunu da. Tek bildiğim şey ikimizin de aynı anda buraya geldiği. Fakat bir şey söylemem gerekseydi, seni korumak için olduğunu söyleyebilirdim.”  

 

“Neden böyle düşünüyorsun?”

 

“Gördüğün işkence, senin zihnini parçalara ayırdı. Duygusal anlamda çöktün, hiçbir şeyi düşünemez durumdasın. Ayrıca sana verilen ilaç senin üzerinde hiçbir etkiye sahip değil. Bu da zihninin kendini korumak için kapatmak zorunda kalmasına neden oldu.”

 

Cain aniden söze girdi, “O zaman burası da zihnimin içerisinde bir köşe, değil mi?”

 

“Öyle düşünüyorum.”

 

Cain bıkkınlıkla alnını ovuşturdu. Her insanın içerisinde diğerlerine göstermek istemediği bir canavar yatar derlerdi. O kendi canavarıyla şu anda karşı karşıyaydı. Düşündüğünden farklıydı, korkunç olsa da herhangi bir saldırı da bulunmamıştı.

 

“Buradan nasıl çıkabilirim?”

 

 Gölgemsi varlık bir süre boş boş Cain’e baktıktan sonra konuştu.

 

“Varlığımı çok çabuk kabullenmedin mi?”

 

Bu Cain’in bir parçası olan gölge için bile anlaması güçtü. Kişilik bölünmesi genelde Şeytani Dövüş Sanatçıları için geçerli olan çok nadir bir durumdu. Ayrıca vücudun içerisinde bulunan ikinci bir kişilik kuşkusuz bir şekilde kötü arzulara sahip olurdu. Gölge kendi amacını dile getirmemiş olsa da Cain’in bunu anladığından emindi.

 

“Senden korkmam ya da seni reddetmem bir şeyi değiştirecek mi?” dedi Cain buz gibi bir sesle, “Ayrıca gerçekten benim vücudumu ele geçirebileceğini mi sanıyorsun? Bundan endişe duymam mı gerekiyor?”

 

Gölge hiçbir şey söylemedi.

 

“Eğer böyle bir şey olursa buna izin veren kişi benimdir. Bunu sakın unutma.”

 

Cain kesinlikle aptal değildi. Evet, kibri yüzünden dünyanın en kötü işkencesine maruz kalmıştı ancak bu aptallığından değil; karşı tarafın aptal olmasından kaynaklıydı.

 

“Bu bölge beni huzura kavuşturuyor. Hücre de olanları düşününce hâlâ vücudum titrese de zihnim de pek iz bırakmadı.”

 

“Burası bir tapınak gibi. Şu ana kadar okuduklarımız arasında burayı tanımlayan hiçbir şey yok. Anlaşılan dışarıdayken burayı araştırmak zorundasın, fazlasıyla.”

 

Cain kafasını salladı. Bu salon ihtişamı ile bilinen malikanedeki ana salondan bile yüzlerce kat büyük ve güzel gözüküyordu. Cain, böyle bir şeyin ancak ve ancak Kutsal İmparatorluk da bulunabileceğini düşünüyordu.

 

“Bir şey sormak istiyorum.” diye aniden söyledi Cain ve havada süzülen gölgemsi varlığa baktı.

 

Gölgemsi varlık “Dinliyorum,” diye cevap verdi.

 

 “Beş Duyu İşkencesi benim zihnimi parçalara ayırdı. Unutmam gereken her şeyi hatırlıyorum. Ancak zaman geçtikçe bu acıların benim üzerimdeki etkisi azalıyor. Sen, benim kendimi koruma ihtiyacımdan doğmasın.” Cain garip bir şüpheyle gölgeye bakmayı sürdürdü. “Bu işkence yüzünden oluşan travmalarımı sen mi üstlendin?”

 

Cain üzerindeki yükün geçen her saniye de azaldığını hissediyordu. Bir insanın zihinsel ve fiziksel kabiliyetini fazlasıyla aşan işkencenin ardından Cain zihinsel olarak çökmüştü. Yüksek ihtimalle keskin bir şey gördüğünde travmatize olacak ve birisi ona dokunduğunda korkudan hiçbir şey yapamayacaktı.

 

Hâlâ aklını koruyabiliyor olmasının nedenini merak ediyordu. Bu salona girdiğinde hissettiği korku, keder ve nefret öyle bir boyuttaydı ki masum insanları bile gözünü kırpmadan öldürebilir; kanlarıyla bir ziyafet çekebilirdi. Ancak salonda geçirdiği her saniye içindeki bu nefret yerini sükunete bırakmıştı.

 

Okuduğu kitaplardan birinde insan ruhunun üç kısma ayrıldığından bahsediliyordu. Bunlar arasında kişinin en büyük gücü olan iyilik, hiçbir şeyden habersiz ve kirletilmemiş tarafı olan saflık. Sonuncusuysa kalbinin derinliklerindeki arzu, nefret, korku ve tüm kötü duyguların habercisi olan gölge vardı.

 

Cain biliyordu ki zihin unutsa bu korkunun izi çoktan vücuduna kazınmıştı. Eğer düşüncelerinde yanıldıysa uyandığında hayatı altüst olacaktı. Bir kılıçtan korkan birisi Kara Şövalye olabilir miydi? İnsanlar ürperen biri tüm hanedana hükmedebilir miydi?

 

“Yanlış sayılmazsın,” dedi Gölge. “Senin diğer yarınım derken kalbinin derinliğindeki korkuların bir tezahürü olmamdan bahsediyordum. Arzularının değil, seni geride tutacak her türlü şeyin oluşturduğu bir kişiliğim. Ve evet, şu anda seninle konuşuyor olmamın sebebi hayatını alt üst edebilecek bu korkunç travmayı kendi üzerime alıyor olmam.”

 

Cain kafasını sallayarak iç çekti. Tıpkı düşündüğü gibi karşısındaki bu varlık onun günah keçisiydi. Ona minnettardı çünkü hayatını kurtarmıştı. Fakat bir yandan da üzülmüştü. Bu korkuları ne denli büyük olduğunu biliyordu.

 

“Benden istediğin bir şey var mı? Yapabileceğim bir şey olursa söylemekten çekinme.”

 

Bu dünya da her şey çıkarlar üzerine kurulduğunda güvenilir olurdu. Cain hiçbir sebebi olmaksızın bu gölgenin onun acılarını üstleneceğini düşünmüyordu. Eğer öyle bir düşünce öne sürerse bu çok güvenilmez olurdu.

 

Gölge de aynı düşüncedeydi. Cain’den istediği bir şey vardı ki onun acılarını üstlenmesine rağmen onu ele geçirmeye çalışmıyordu.

 

“Ben bir bilinç parçasıyım. Kökenimiz aynı olmasına rağmen ne senin kölenim ne de sen benim kölemsin.”

 

“Ne istiyorsun?”  

 

“Beni senin içinde yaşayan farklı bir insan olarak düşün. İkimiz arasındaki tek fark sen yaşayarak öğrendin ve büyüdün; bense senin yaşadıklarını izleyerek büyüdüm. Haliyle dışarıdaki dünyaya da merakım var.”  

 

“Bedenimi mi istiyorsun?”

 

“Hayır,” dedi Gölge kesin bir dille. “Senden istediğim şey güçlendiğinde özgürlüğümü bana vermen. O zamana kadar seni geride tutacak her türlü duyguyu, her acıyı ve her korkuyu ben üstleneceğim.”

 

Cain kafasını sallayarak onay verdi. Bu anlaşma onun için kârlıydı. Acıdan nefret etmezdi, kişiliği nedeniyle acının onu güçlendireceğini bilir ve bu yüzden acıdan kaçınmazdı. Fakat o da insandı. Duygusal olarak çöktüğü, kendinden şüphe ettiği ve korktuğu çok fazla durum vardı. Çevresinde sürekli onu izleyen kişiler olmasından kaynaklı olarak bunları yüzüne yansıtmasa da kalbinde ve zihninde fırtınalar kopuyordu.

 

“Anladım, gerçekten güçlendiğimde sana uygun bir beden yaratacağım.”

 

“Teşekkür ederim, Cain.”

 

  

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46894 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr