Bölüm 42: Dahiden Deliye (2)

avatar
242 2

Soylu Hanenin Kanlı Yıldızı - Bölüm 42: Dahiden Deliye (2)


Sorunlu, deli, yetenekli ve acımasız.

 

Bunlar Ashborne Ailesi’nin yedinci genç efendisini tanımlayan kelimelerdi. Veraset savaşının ortasında doğmuştu. Bu yüzden küçükken psikolojik saldırılar görmüştü. Aynı zamanda sayısız suikast denemesini de başarılı bir şekilde atlatmıştı.

 

Üstelik bunları daha oyuncaklarla oynaması gereken yaşta yaşamıştı.

 

Bu yüzden Ashborne Ailesi’nin yedinci çocuğuna bir deli gözüyle bakıyorlardı. Gereksiz cinayetler, hizmetçilere eziyet ve masumların kanı. Cain hepsini kendi eliyle yapmıştı. Ondan korkmaları normaldi.

 

“Niçin buradasınız?”

 

Cain’in yüzündeki gülümseme dondu.

 

“Onunla bir işim var.”

 

Donuk gözleri karşısındaki muhafızın yutkunmasına neden oldu. Bir yakut gibi parlaması gereken baba mirası gözleri karanlık misali ışıktan yoksundu. Çocukluğunun izlerini taşıyan yüzüyle birleşince de ürpertici bir hava yaratıyordu.

 

“Sizi alamam.” dedi Porter, üstlerinin kesin emri vardı.

 

Cain elini cüppesinin içine attı. Bu hareketi muhafızların kaslarının gerilmesine neden olmuştu. Karşılarında tahmin edemeyecekleri bir varlık vardı. Onlara zarar verme kapasitesine de fazlasıyla sahipti.

 

“Ah, endişe etmeyin.” diye beceriksizce gülümsedi Cain, bir nişan ve parayla dolu bir kese çıkarmıştı. “Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?”

 

Siyah renkli, üzerinde kılıç işlemeleri bulunan ve avuç büyüklüğünde bir nişan. Kılıç işlemelerinin içerisinde hareket eden Mana bunun sıradan bir nişan olmadığının göstergesiydi. İşlemelerden yayılan kılıç niyeti ve kara enerji Porter ve Jennigs’in kalbinde garip bir korku uyandırdı. Bu nişana son derece karmaşık rünler yapılmıştı. Bu seviyede işçiliğe sahip olup da böyle görünen tek bir nişan vardı.

Kara Komuta Nişanı!

 

Bu nişandan sadece on üç tane vardı. Her biri ise Ashborne Ailesi’nin yıkılmaz sütunları olarak bilinen Kara Şövalye Ordusu’nun tugaylarının generallerinde bulunuyordu. Bu nişana sahip kişiler o ordu biriminin formasyonları ve teknikleri üzerinde tam hakimiyete sahip olurdu. Statüyü temsil etmesinin yanında farklı fonksiyonları da bulunuyordu.

 

Elinde bu nişan olduğu sürece Cain, Ashborne Ailesi ve dost aileler de bir general muamelesi görecekti. Kara Kılıç Tugayı’nın General Christopher’ına nasıl muamele ediyorlarsa ona da öyle muamele edeceklerdi.

 

“Bu bir Komuta Nişanı, Genç Efendi.” dedi Porter, alaycı gülümsemesi tekrardan belirdi suratında. “Ama burası Büyü Araştırma Merkezi, Kara Kılıç Tugayı değil.”

 

Jennigs endişeli bir şekilde nöbet arkadaşına ve Cain’e baktı. Üstleri onlara Cain’e nasıl muamele göstermeleri konusunda net bir talimat vermiş olsalar da karşılarındaki kişi bir genç efendiydi. Onlar gibi önemsiz kişiler ailenin doğrudan varislerinin gözünde karınca kadar değersizdi.

 

Ancak arkadaşını da anlayabiliyordu. Sırf doğuştan ayrıcalıkları olan birini kızdırdığı için burada bir delinin kapısını koruyordu. Öfkesi Cain’e değil, doğuştan ayrıcalıklı olanlara karşıydı. Bu yüzden Cain’in işini zorlaştırıyordu.

 

Sonuçta bir insandı.

 

Jennigs, Porter’in yüzündeki gülümsemeyi gördü ve iç çekti. Yapacak bir şey yoktu. O da Porter’a ayak uydurup Cain’in işini zorlaştırmalıydı. Ne kadar deli olursa olsun karşılarındaki kişi bir çocuktu. En fazla ne yapabilirdi ki?

 

“Genç efendi…”

 

Cain sıkıntılı bir şekilde kafasının arkasını kaşıyordu, Jennigs onun yüzünü görmüyordu zira kafasını eğmişti ancak bir şeyler düşündüğünü anlayabiliyordu.

 

‘Hm? Bu da ne?’

 

Jennigs birden garip bir koku aldı ve kalbinde bir huzursuzluk baş gösterdi. Hiç savaş alanında bulunmamış olsa da canavarlardan hissettiği, düşmancıl bir niyet.

 

Öldürme niyeti.

 

“Anlaşılan hâlâ beni küçük gören kişiler var.” Cain kafasını kaldırdı ve Porter’a baktı. “Anasını siktiğimin piçine de bak sen. Kapıyı açmak için üç saniyen var. Aksi takdirde New Moon Köyü’ndeki ailene veda edebilirsin!”

 

“Ne?! Seni-“ Porter o kadar öfkelendi ki az kalsın elindeki mızrağı savuracaktı.

 

“Üç…”

 

“Kapıyı açacağımı düşünüyorsan yanılıyorsun!” Porter inadını sürdürmeye devam ederken hiç beklemediği bir şey oldu.

 

Sağ tarafından bir yumruk geldi ve onu yere yapıştırdı.

 

Jennigs soğuk terler döküyorken Cain’e saygıyla eğildi.

 

“İçeri girebilirsiniz Genç Efendi.”

 

Elindeki anahtarı Cain’e teslim etti.

 

Cain burnundan soluyarak kapıyı açtı ve içeriye girdi.

 

O girdikten sonra Porter kalkmış öldürme niyetiyle Jennigs’e saldırmıştı.

 

“Ne yapıyorsun lan sen!? Öldüreceğim seni!”

 

Jennigs soğukkanlı bir şekilde Porter’ın saldırısından kaçındı. Üzerini düzeltti ve korku dolu bakışlarını kapanan kapıya çevirdi.

 

“Sakin ol. Sadece seni koruyordum.”

 

“Ne?”

 

“Karşındaki kişinin kim olduğunu sanıyorsun?”

 

Porter yanağını ovarken öfkeli bir şekilde arkadaşına baktı. Dudaklarını büktü ve küçümser bir tonda konuştu.

 

“Söylediklerini gerçekten yapacağını düşündün mü? Karşımızdaki kişi bir çocuk. Onu destekleyen kimse de yok.”

 

“Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?” dedi Jennigs, acıyla güldü. “Üstlerimiz seni korumayacaktır. Onlara güvendiğini biliyorum ama onların gözünde hiçbir değerin yok.”

 

“Ölmek istemiyorsan haddini bil.”

 

---

 

Cain odaya girdikten sonra etrafa bir göz gezdirdi. İlk başta sıradan bir odadan farkı yok gibi görünüyordu ancak birkaç adım sonra dünyası tamamen değişti. Midesi bulandı ve başı döndü. Kendine gelmesi için Manasını vücudunda döndürmesi gerekmişti.

 

“Bir illüzyon mu?”

 

Etrafındaki manzara birden değişti ve son derece meşum bir hava odaya hakim oldu. Havada birkaç meşale dönüyor ve odanın ortasındaki siyah kafesi aydınlatıyordu. Cain kafesi görünce ilk önce emin olamadı ancak biraz daha yaklaşınca emin oldu.

 

Tüm bu kafes gramı yüz altın olan Kara Demir’den yapılmıştı!

 

Kara Demir çok nadir bir materyaldi. Yalnızca Yabani Diyar ya da İblis Diyarı’nda bulunurdu. Şeytani ve vahşi Mana’nın sıradan demirleri mutasyona uğratmasıyla oluşurdu. Çok sert ve büyülü bir metaldi. Genellikle silah ve düzen eşyası yapmak için kullanılıyordu. Bazen iksir ve zehir yapımında da kullanılsa da çok pahalı bir metal olduğundan çok nadir kullanılıyordu.

 

Bu kafeste kaç yüz kilogram Kara Demir kullanılmıştı? Cain kafese yaklaştıkça üzerindeki rün dilinde yazılmış efsunları da görmüştü. Sınırlı rün bilgisiyle bile bu efsunların milyonlarca altın değerinde olan Usta seviye rünler olduğunu anlayabilmişti.

 

Cain gözlerini kafesten çekip, kafesin etrafında sürekli hareket eden formasyonlara baktı. Mavi renklilerdi. Her biri bir yemek tabağı boyutundaydı ancak içinde binlerce alt formasyon bulunuyordu. Anlaşılan kafesi çevreleyen büyük illüzyon formasyonunun güç kaynağı bunlardı. Cain, bunlardan sadece bir tanesinin illüzyon formasyonu olduğunu görünce daha da çok şaşırdı.

 

“Diğer formasyonlar ne işe yarıyor acaba?”

 

Kafesin içine bakmak aklına geldiğinde kafasını çevirdi ancak az kalsın korkudan kalp krizi geçirecekti. Kara demirlerden yapılmış parmaklıklara dayanmış, tırnak yaraları yüzünden deforme olmuş bir surat Cain’in burnunun dibindeydi. Gözleri sonuna kadar açılmıştı, tıpkı bir canavarın avına bakması gibi Cain’e bakıyordu. Çürümüş dişlerinden yayılan et ve kan kokusu mide bulandırıcıydı. Saçları tıpkı bir süpürge teli gibi bakımsız ve seyrekti. Öyle korkutucu gözüküyordu ki çocukları korkutmak için anlatılan hikayelerin ana karakteri olabilirdi.

 

Cain anında sakinleşti. Tüm olumsuz duyguları birden yok olmuştu.

 

“Sen de kimsin?”

 

Cain gülümseyerek kendini tanıttı.

 

“Adım Cain. Ashborne Ailesi’nin yedinci evladı ve halefiyim. Aynı zamanda meraklı bir gencim.”

 

“Ashborne mu?”

 

Cain düşünceli bir şekilde Ezreal’e baktı. Görünüşü korkutucu olsa da konuşması çok düzgündü. İlk başta biraz şüpheci olsa da şimdi emin olmuştu. Bu adam deli falan değildi, yüksek ihtimalle birini kızdırmıştı ya da direkt kıskançlığın hedefi olmuştu.

 

Bu iyi bir şeydi, iyi bir teklif sunarsa bu dehayı kendi tarafına çekebilir-

 

 “ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE ASHBORNE! SİZ YAPTINIZ! SİZ YAPTINIZ! SİZ YAPTINIZ! SİZ YAPTINIZ! SİZ YAPTINIZ! SİZ YAPTINIZ! DANİEL DANİELLLL! SEN ÖLDÜRDÜN!”

 

Cain bu ani değişim karşısında afallamıştı. Bir saniye öncesine kadar düzgün bir insana benzeyen Ezreal şimdi kafasını demirlere vuruyor, delicesine bağırıyor ve yüzünü tırmalıyordu.

 

DANİEL! SENİ ÖLDÜRECEĞİM! HER ŞEYİMİ ÇALDIN!”

 

Kan etrafa saçıldı ve her yeri boyadı.

 

BAM!

 

“GENÇ EFENDİ!”

 

Jennigs ve Porter endişeyle odaya girdi. Ezreal’ın halini görünceyse tereddüt etmeden havada uçan formasyonlara koştular ve vücutlarındaki Mana’yı aktardılar.

 

Formasyondan bir duman çıktı ve kafesi çevreledi. Jennigs ve Porter aceleyle bir bez parçasıyla ağız ve burunlarını kapattılar. Cain de içgüdüsel olarak bunu yapsa da bir miktar duman solumuştu. Garip bir zevk ve huzur vücudunu sardı. Ancak hemen kendine geldi ve kendini geriye doğru atıp kafesten uzaklaştı.

 

Jennigs aceleyle Cain’i kolundan tuttu ve odadan çıkardı.

 

Odanın kapısı kapandı ve kilitlendi.

 

Üçlü odadan çıktıkları gibi öksürmeye başladı.

 

Cain yüzünü ekşiterek kafasını salladı ve kendine gelmesi için birkaç derin nefes alması gerekti. Az önce soluduğu şey sıradan bir duman değildi.

 

“Onu uyuşturucu ile mi sakinleştiriyorsunuz?”

 

“Kabalığımı mazur görün Genç Efendi.” dedi Jennigs, bıkkınlıkla. “Bu soruyu cevaplayamam.”

 

“Tsk-“

 

Cain orada daha fazla durmadı ve hızlıca uzaklaştı.

 

Jennigs onun arkasından bir süre baktı ta ki Cain hapishane bölgesinden çıkana dek. Ondan sonra kafasını Porter’a çevirdi. Porter da birden ona bakmıştı.

 

“Anahtar.”

 


 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46895 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr