Beşinci Yıldızı oluşturmak Kara Şövalyeler açısından Kılıç Tohumu oluşturmak kadar önemliydi. Çünkü bu aşamada onlar için çok önemli bir beceri olan Aşılama’yı öğreneceklerdi.
Aşılama ileri seviye Usta aşama bir teknikti. Öğrenmek zordu fakat öğrendiği takdirde ortalama bir orta düzey Kılıç Uzmanı’ndan üç kat daha büyük bir güce sahip olacaktı.
Mana bir enerji türüydü ve pek çok kullanım alanı vardı. Savaşçılar Mana’yı en yaygın üç şekilde kullanırdı.
1. Yakıt. Teknikleri aktive etmek için Mana kullanırlardı.
2. Fiziksel Güçlendirme. Fiziksel güç ve dayanıklılıklarını artırmak amacıyla çeşitli teknikler geliştirir ve Mana ile vücutlarını tav ederlerdi.
3. Silah Güçlendirme. Bir maden ne kadar sağlam ve efsanevi olursa olsun ekstradan özellikler katması çok zordu. Bu yüzden savaşçılar silahlarını Mana ile kaplar ve silahlarına bazı özellikler kazandırmayı amaçlardı.
Bu özellikleri kazandıran şey ise bir Şövalye’nin olmazsa olmazı olan Silah Aurası idi. Pek bilinmese de Şövalyelerin bir diğer adı da Aura Şövalyesi idi. Bu ismin kaynağı ise buydu.
Cain için bile Aşılama’yı öğrenmek çok zordu. Sabaha kadar yalnızca Mana’nın akış yolunu ezberlemeye çalışmış, en sonundaysa bir miktar Mana’yı Aura’ya dönüştürmeyi başarmıştı. Bunu sürekli yapacağı için Aşılama’yı bir reflex haline getirmesi gerekiyordu.
Şafak sökerken Cain gözlerini açtı.
Lotus pozisyonundan kalktı ve vücudunu esnetti. Antrenman odasına gitti ve odanın köşesine dayanmış çelik şövalye kılıcını kaldırdı. Vücudundaki Mana’nın büyük bir kısmını Aura’ya dönüştürürken derin bir nefes aldı.
Ardından kılıcı savurdu.
KLANG!
TAK!
İnsan gözünün takip edebileceği sınırlara ulaşan kılıç kuklanın gövdesini yardı ancak ikiye bölemedi. Yarısında kaldı ve devam etmedi.
Cain düşünceli bir şekilde çenesini sıvazladı.
Karşısındaki çelik kukla üç kez sertleştirilmişti. Sertliği hemen hemen Kristal Boa Yılanı’nın derisi ile aynı seviyedeydi. Neredeyse ikiye bölebilecek olması bile büyük başarı olarak görülebilirdi.
‘Bir de şöyle deneyelim bakalım.’
Kılıcı kınına koyduktan sonra vücudundaki Mana deveran etti. Son birkaç aydır Mana yetişimine çok önem vermemiş olsa da gelişimi çok hızlı bir şekilde ilerliyordu. Cain kendi yeteneğinin farkındaydı. Doğa tarafından ona verilmiş olan bu saf yetenek diğerlerinde olmayan bir şeydi.
O, hiçbir şey yapmasa bile gelişebilecek kadar yetenekliydi.
Tabii böyle bir yeteneği boşa harcamak aptallık olurdu. Bu yüzden dahi bir eğitmen olan Brixton’un tüm deneyim ve becerilerini sonuna kadar kullanarak kendini geliştirmişti. Onun himayesi altında tam 116 savaş tekniği öğrenmiş, binlerce kez talim savaşı yapmış ve çeşitli yetenekler edinmişti.
Eğitimin sonuna gelirken ise bu 116 savaş tekniğinden sadece beş tanesinde ustalaşmaya karar vermişti.
Bunlardan biri Hoyrat Rüzgar’dı.
Elit seviyesinde bir teknik olmasına rağmen Cain’in öğrendiği ilk savaş tekniğiydi. Ustalık seviyesinde saniyeler içerisinde yüzlerce Rüzgar Bıçağı’nı andıran kılıç hamlesi yapmasını sağlıyordu.
Cain Aşılama’yı kullanırken bir yandan da diğer teknikleri -Kılıç Yolu, Derebeyi, Zorlama- aktif etti.
BOOOWWWW!
Artık vücudundan çıkan Aurayı saklamak imkansıza yakındı.
Gücü katlanarak arttı ve bir orta aşama Kılıç Uzmanı’nın erişemeyeceği seviyelere dokundu.
Ve kılıcı savurdu.
BOOM!
Patlak veren Mana antrenman odasını birbirine katacak büyük bir rüzgar akımı oluşturdu. Bu sadece rüzgarın gücüydü. Kılıç pürüzsüz bir şekilde çelik kuklayı ikiye böldü ve arkasındaki duvarda büyük bir kesik izi bıraktı.
Cain şaşkın bir şekilde önce ikiye bölünmüş kuklaya ardındansa duvara baktı.
Çatırt!
Elindeki kılıçta bazı çatlaklar belirdi. Kılıç üzerine binen yüke dayanamamıştı. Cain silah aurasının gücüne hayran kaldı.
“Tek sıkıntı çok fazla Mana harcaması.”
Hoyrat Rüzgar çok fazla Mana harcayan bir teknik değildi. Kılıç Yolu, Derebeyi ve Zorlama ise kendi kendilerini destekleyebilecek seviyedeydi. Cain Aşılama da henüz ustalaşmadığı için gereksiz yere çok fazla Mana harcıyordu.
“Ne kadar yetenekli olursa olsun yine de deneyime ihtiyacın var…”
Cain kafasını iki yana salladı ve meditasyona girmek için oturdu. Mana miktarını artırıp teknikler üzerindeki ustalığını artırmalıydı. Kılıç Yolu dışındaki tüm tekniklerde %50 ustalığa anca ulaşmıştı. Birinci önceliği gücünü yoğunlaştırıp teknikler üzerindeki hakimiyetini artırmaktı.
Şu anda Kara Şövalye Kılıç Ustalığı’ndan beş destekleyici teknik ve Brixton’dan öğrendiği 116 savaş tekniği arasından seçtiği beş teknik üzerine yoğunlaşacaktı.
Aslında hepsinde ustalaşmak istese de ne o kadar zamanı vardı ne de o kadar sabrı. Seçtikleri ona savaşta yardımcı olabilecek savaş teknikleriydi. Hoyrat Rüzgar, Kaplan Pençesi, Gerçek Gücün Yumruğu, Patlayan Tekme ve Takımyıldızı Adımları idi.
Geri kalan 111 teknik tamamen deneyim amaçlıydı. Cain’in teknik repertuarının artması ve gelecekte kendi tekniklerini yaratması amacıyla Brixton ona bunları da öğretmişti.
Cain meditasyonunu bitirdikten sonra Gerçek Gücün Yumruğu’nu çalışmaya başladı. Ancak bundan önce çelik kuklayı bir yenisiyle değiştirmesi gerekti. Gerçek Gücün Yumruğu elit seviye bir yumruk tekniğiydi. Brixton’un gençken kendini dövüş sanatları dünyasında kanıtlamak için dolaştığı esnada karşılaştığı bir teknikti.
Dövüş sanatları dünyası ile Kutsal İttifak arasında saldırmazlık paktı vardı. Bu yüzden çok eski zamanlardan beri iki dünya arasındaki farklılık savaş tekniklerine de yansımıştı. Dövüş sanatları teknikleri ile beceriler arasındaki farkın nedeni de buydu.
Gerçek Gücün Yumruğu bir dövüş sanatıydı.
Cain’in yumrukları birbirini takip etti. Mana dolu yumrukları farklı açılardan ilerliyor, bir insan vücudunun ölüm noktalarına isabet ederek çelik kukla da izler bırakıyordu. Cain hiç durmadan bu hareketleri saatlerce tekrar etti ve en sonunda vücudundaki tüm Mana bitme noktasına geldi.
Şövalyeler antrenmanlarını savaş-beden yöntemiyle yaparlardı. Dövüş sanatçıları ise ağırlıklı olarak meditasyon yaparlardı. Bunun en büyük nedeni Şövalyelerin vücudundaki Mana Damarı miktarının dövüş sanatçılarını hayli hayli aşmasıydı. Ortalama bir dövüş sanatçısı yüz yirmi Mana Damarı kullanırken aynı seviyedeki bir Şövalye de bu çok rahatlıkla binleri bulurdu.
Bu nedenle savaş esnasında Şövalyelerin tekniklerini unutma gibi bir lüksü olmazdı. Tüm Mana akışını bir refleks haline getirene kadar o tekniği binlerce kez kullanır, vücudunun derinliklerine kazırdı. Bu Cain gibi üstün hafıza ve adaptasyon yeteneğine sahip biri için bile geçerliydi.
Şövalyelerin bu kadar nadir olmasının en büyük nedeni buydu. Tüm Kutsal İttifak’ta dahi maksimum yüz elli bin Şövalye bulunuyordu. Bu Şövalyeler ise yüzlerce yıllık emek sonucunda soyluların oluşturmuş olduğu Şövalye ordularıydı.
Asker basit askeri dövüş sanatları öğrenirlerdi. Ufak bir formasyon bilgisi ve savaş deneyiminin ardından savaş alanına sürülürlerdi.
Ancak Şövalyelerin şöyle bir artısı vardı. Aynısı seviyedeki bir Şövalye ile Dövüş Sanatçısı kapışırsa Şövalye’nin karşı tarafı öldürmesi o kadar da zor olmazdı. Bir büyücüyle dövüş sanatçısı arasındaki fark ise çok daha açıktı.
Gerçek Gücün Yumruğu’nu çalıştıktan sonra Cain önce Kaplan Pençesi’ni ardındansa Patlama Tekmesi’ni çalıştı.
Güneş batarken kapısının tıklatıldığını duydu.
Antrenmanını ortada kesilmesinden mutsuz olsa da kimin geldiğini bildiğinden düşüncelerini bir kenara attı. Bir havlu aldı ve terini silerken kapıyı açtı.
“İstediklerinizi getirdim Genç Efendi.”
Kapıdaki Cooper’dı. Dudakları genişçe kıvrılmış genişçe sırıtıyordu. Gençleşmiş gibi görünüyordu. Anlaşılan büro yöneticisi olmak ona yaramıştı.
Elinde büyük bir tahta kutu vardı.
“İçeriye gel.”
Cain kafa salladıktan sonra eliyle içeriye davet etti Cooper’ı.
“İzninizle.”
Cooper saygıda kusur etmeden içeriye girdi. Personel Bürosu’nda yükselmek onun kariyeri için oldukça önemliydi. Bu fırsatı iyi değerlendirirse Büyü Araştırma Merkezi’nden çok daha büyük bir yere açılabilir ve hatta Cheron Şehri’nin önde gelen idarecilerinden biri olabilirdi.
Cain dairesi oldukça basit bir şekilde dekore edilmişti. Salonda ve mutfakta gerekenden fazla eşya yoktu. O kadar sadeydi ki Cooper birkaç dakika bu ortama alışmaya çalıştı. Büyü Araştırma Merkezi’ndeki araştırmacıların hemen hemen hepsi lükse tapardı. Sanılanın aksine münzevi bir şekilde hayatını sürdüren çok az kişi vardı.
Cooper ayakta bekledi, oturmadı. Cain ise avluyu sandalyelerden birinin üzerine bıraktıktan sonra tezgahtaki dolaplardan birini açtı.
“Herhangi bir sıkıntı çıktı mı?” diye sordu Cain, dolaptan bir şarap çıkardı ve kadehlere doldurdu.
“Ah! Zahmet etmeyin!”
Cooper Cain’in ona da şarap doldurduğunu görünce panikledi ve mahcup bir şekilde ayağa kalktı. Aralarındaki sosyal statü farkı o kadar büyüktü ki Cooper’ın normalde Cain gibi biriyle konuşması imkansızdı. Üstüne Cain’in ona şarap doldurması hiyerarşiye yapılan büyük bir saygısızlıktı.
“Sorun değil. Etrafta başka biri yokken resmi davranmaya gerek yok.”
Cooper yine de rahatlamadı, aksine daha da gerildi.
Cain’in nasıl biri olduğunu tam olarak bilmiyordu. Diğer genç efendilerden farklı olduğu belliydi ancak amacı neydi? Cooper kesinlikle aptal biri değildi. Otuzunu çoktan devirmişti. Görmediği çok az insan türü vardı.
Ancak hâlâ Cain’in aklındaki düşünceleri anlayamıyordu.
Cain kadehlerden birini Cooper’a uzattıktan sonra koltuğa uzandı.
Cooper kadehi alsa da ayakta beklemeye devam etti. Cain ona bakınca da şarabından bir yudum alıp kendini rahatlattı. Vücudundaki gerginlik yavaşça yerini heyecana bıraktı.
“Personel Bürosu’ndaki yetkililerin büyük kısmını ikna ettim. Birkaç kişi sıkıntı çıkarmayı başarsa da onları bastırmayı başardım. Emrettiğiniz üzere listedeki kişilerin görevlilerini değiştirdim. Mali kayıtlara baktım ve oldukça ilginç bir şeye rastladım.”
“Oh?”
Cain kaşlarını kaldırdı.
“Kullanabileceğim bir şey var mı diye araştırmamı istemiştiniz. Ve öyle de yaptım.” Derin bir nefes aldı, heyecanını bastırma çabaları belirgindi. “Anlaşılan hazineden para kaçırmışlar.”
Cain gülümsedi, “İlginç.”
“Kanıtları toplamam çok sürmeyecektir. Bir hafta. Bana bir hafta verin, size tüm Robinson fertlerinin sadakatini vereceğim.”
Robinsonlar büyük sıkıntıydı. Cain kendini henüz ortaya çıkarmadığından Robinsonların gücünü bilmiyordu. Ancak bir teknik ya da araştırma sonucu sunduğunda jürilerin onayını alması lazımdı ki kabul görsün. Robinsonların üç ferdi jüri idi. Bu yüzden mutlak kararı verme gücüne sahiplerdi. Bu yüzden bundan fayda sağlıyor, nepotizm mantığıyla kendi dostlarına öncelik tanıyorlardı.
Bir kanserden farksızlardı.
Üstelik Cain’e de suikast girişiminde bulunmuşlardı.
Dikkatleri üzerlerinden atmak için sessizliğe bürünmüş olsalar da Cain onların gölgesini hissedebiliyordu.
Ne yapıp edip onlardan kurtulmalı ve bir ay içerisinde planın ilk aşamasını tamamlamalıydı.
Üç ay içerisinde ikinci aşama, altı ay içerisinde ise üçüncü aşamayı tamamlamak zorundaydı. Aksi takdirde programın gerisinde kalacaktı.
“Sana bir mektup vereceğim. Mektubu Kara Kılıç Tugayı vekil komutanı Constantine'e iletmeni istiyorum. Ardından Robinson Ailesi’nin fertleri hakkında detaylı bir rapor hazırlamanı istiyorum. Geçmişleri ve alışkanlıklarına dair her şey.”
“Hepsinden teker teker mi kurtulacağız?” diye sormadan edemedi Cooper. Sekiz üyenin her birini saf dışı etmek onları yıpratabilirdi. Sonuçta bu kişilerin büyük bir nüfuzu vardı. Geçerli bir bahane buldukları sürece Cain’i Büyü Araştırma Merkezi’nden bile atabilirlerdi.
Cain buna cevap vermedi.
Bunun yerine ona baktı ve “Yarın akşam Gale Robinson’ı ortadan kaldıracağız.” dedi.
“Gale Robinson mu?”
Cooper şaşırdı. İlk hedefin o olmasına şaşırmıştı.
“Bir borcumuz var sonuçta, değil mi?”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..