Cilt I - Bölüm 4: Sigma Kulesi

avatar
818 6

Z (ESKİ) Start Again: Mutlu Son İçin - Cilt I - Bölüm 4: Sigma Kulesi



CİLT I: KAPININ ARDINDA HARİKA OLMAYAN BİR DÜNYA VAR

BÖLÜM 4: SİGMA KULESİ

Tüm deodorantı yalnızca Rie ve Neko için kullanarak aptallık etmişti. Sharley’yi unutmuştu ve şimdi üzerinde bok kokusu olan yüz seksen santimetrelik bir çocuğu taşımak zorundaydı.


Yu: Koku üstüme sinecek…


Ne kadar rahatsız olduğu ses tonundan belli oluyordu. Üstündeki çocuğu taşımayı biraz daha kolay kılan tek şey Yu’dan hafif olmasıydı. Yine de bel bu ağrısına engel olmayacaktı.


Yu: Merak ediyorum da, neden pis bir yere geleceğiniz belliyken hepiniz beyaz kıyafetler giymeyi tercih ettiniz? Tarikat falan mısınız?


Yu tarikatlardan uzak duran birisiydi. Ablaları ona tarikatlardan, harekatlardan, protestolardan ve diğer çeşitli siyasi ve dini faaliyetlerden uzak durmasını sıklıkla tembihlerdi. Burada da ablalarının sözünden dışarı çıkmak istemiyordu. Eğer karşısındaki kişiler bir tarikatın parçasıysa, onlardan hoşlanmış olsa bile aralarına bir duvar örecekti.


Rie: Bağlı olduğumuz bir grubu soruyorsan, bir akademi ile ilişkilerimiz var ama bunun dışında bize tarikat denebilir mi emin değilim. Daha çok resmi bir organizasyon. Senin aklındaki tarikatlardan ben de pek hoşlanmam.


“Ne kadar çok ortak yönümüz var.”


Rie: Sharley niye beyazı tercih etti bilmiyorum, Neko’nun beyaz giymesi ise buraya geleceğini bilmiyor oluşuydu. Ona farklı bir şey giymesini söylesem de dinletemedim.


Anlaşılan çocuklar her iki dünyada da aynıydı. İstemedikleri şeyleri yaptırmak ebeveynleri için bile çok zordu.


Rie: Beyazı pek sevmesem de bunu giymemin sebebi büyü koruması sağlaması. Kirlendiği zaman temizlemesi işkence gerçi…


Yu ne zaman bir beyaz kıyafetini kirletse, o kıyafet kirli kalmaya devam ediyordu. Ne kadar yıkarsa yıkasın o lekeleri temizlemek imkansız gibiydi. Televizyonda reklamı gösterilen ürünlerde fayda etmiyordu. O da çözümü artık beyaz giymemekte bulmuştu, atletlerini bile siyaha çevirerek beyaz yıkama derdinden kurtulmuştu.


Rie: Senin kıyafetlerin de çok tuhaf. Kötü demiyorum ama biraz… farklı.


“Farklı” kelimesini kullanmadan önce daha iyi bir kelime bulmayı düşünmüş olmalıydı.


“Üzerimdekiler hakkında böyle düşünüyorsan çantamdaki tişört hakkında ne düşünürdün acaba?”


Düşüşün etkisiyle Yu’nun kıyafetleri artık yırtıklar ve çamurla kaplıydı. Bulundukları çağda kıyafetlerini eskisi gibi dikebilecek bir terzi olmadığını düşündüğünden bir daha bunları giyemeyecek olması onu üzüyordu.


Yu’nun çantasınıysa Neko taşıyordu. Çantanın bir kolu koptuğu için yalnızca tek omzuna takabiliyordu ve bundan rahatsız olduğu belliydi. Ayrıca çanta ona büyük geldiği için de komik duruyordu.


Neko’nun tek rahatsızlığı çantanın omzunda yarattığı baskı değildi. Yu’ya ait olduğu için pis diyerek reddetmişti. Yu ise “Bir şeyleri pis diye yargılayacak durumda mısın?” cevabını vermişti. Yu’nun çantası ve kıyafetleri, şu anki halleriyle bile Neko’dan daha temizdi. Ardından Rie’nin de baskısıyla Neko çantayı taşımayı kabul etti.


Yu: Memleketimde normal olan kıyafetler. Sizinkiler de ilk gördüğümde bana tuhaf gelmişti.


Neko’nun kıyafeti için “modern” diyebilirdi ama Rie ve Sharley’nin kıyafetleri cosplay etkinliğinden çıkmış gibiydi.


Yu: Sigma kulesi nasıl bir yer?


Rie: Sigma kulesi hem kütüphane, hem müze, hem gözlemevi, hem de okul.


Üniversite benzeri bir yapı olabilir miydi acaba? Rie bir akademi ile ilişkileri olduğundan bahsetmişti, bahsettiği akademi Sigma Kulesi miydi? O zaman sıradaki soru neden buraya gizlice girmeye çalıştıkları olmalıydı.


“Bir komplo sonucu akademiden atıldılar ve komplonun sahte olduğunu ispat edecek kanıtı elde edebilmek için gizlice içeri girmeye çalışıyorlar, hikaye bu mudur?”


Kurduğu senaryo izlediği bir seriden tanıdık geliyordu. Ama bu senaryo Yu’ya ikna edici gelmemişti.


“Belki de rakip bir okuldan geliyorlardır ve bu okuldaki çok önemli bir şeyi çalmaya çalışacaklardır.”


Neden oraya gittiklerini sormaya çekiniyordu. Oraya gittiğinde büyük ihtimalle hangi amaçla hareket ettiklerini öğrenecekti ama ya öğrenmemesi gereken bir şeyse? Ya bilmemesi gereken bir bilgiyi öğrendiği için peşine suikastçılar takılırsa? Suikastçılardan korunmak için hayatının geri kalanını Rie’nin yanında mı geçirecekti?


En önde yürüyen beyaz saçlı kızı süzdü. Hayatının geri kalanını, en azından yalnızca dış görünüşüne bakarak, onun yanında geçirmekten mutsuz olmazdı.


Neko: Aklından bile geçirme.


Arkası dönükken nasıl Yu’nun düşüncelerini okuyabiliyordu? Kızın sahip olduğu bir “Rie’den hoşlananlar sensörü” olmalıydı.


Rie: Sigma Kulesi birkaç kuleden oluşan bir yapı. En büyük kulenin adı Sigma olduğundan ve bulunduğu bölgenin çoğu önemli kısmını içinde barındırdığından tüm alana Sigma Kulesi deniyor. Belki oraya Sigma Bölgesi ya da Sigma Akademisi demek daha doğru olur. Tabi güneyde de bir Büyücülük Akademisi var. Yarışmak istemediği için akademi adını kullanmıyor olabilir.


Yu buranın haritasını bilmiyordu. Rie güney derken şehrin içerisindeki güneyi mi yoksa şehrin altında kalan güneyi mi kastediyordu anlamadı. Her iki türlü bu durum Yu’yu pek alakadar etmiyordu.


Yu: Oraya neden gidiyoruz diye sorabilir miyim?


Rie’nin soruyu cevaplamadan önce düşünmesi gerekti. Yu öğrenirse hayatını tehlikeye atacak bir bilgiyi öğrenmek istemiyordu. Fakat ortada hayatını tehlikeye atacak bir fikir varsa Rie’nin bundan bahsetmeyeceğini düşünerek sorusunu sordu.


“Bir akademi ile bağlantıları olduğunu söylemişti. Belki ikinci teorim doğrudur ve Güney Akademisi için çalışıyorlardır. Rie’nin bir çırağı olduğunu da hesaba katarsak böyle olabilir.”


Bunun dışında oraya gitme sebepleri Rie’nin kişisel meselesi olabilirdi ve eğer söylemek istemezse Yu bunu saygıyla karşılamak dışında bir şey yapamazdı.


Rie: Bir eşyayı almam gerekiyor.


Yola çıkmadan önce suçlu gibi görünmek istemediğini söylemişti ama eylemleri onun giderek daha suçlu olduğunu söylüyordu. Şehirde yıkım, cinayet ve şimdi de hırsızlık. Rie bir suç makinesiydi. Tabi ki de bunu sesli söylemeyecekti.


“Umarım buradaki polis sistemi dünyadaki kadar gelişmiş değildir, adımın bir hırsızlık olayına karışmasını istemiyorum.”


Her tarafı suç kaynayan, Yu’nun beklentilerinin dışında bir maceraydı. Eğer tüm cadılar Rie gibiyse Yu neden cadıların sevilmediğini anlayabilirdi. Belki diğerleri de özünde Rie gibi iyi insanlardı ama eylemleri toplumdan dışlanmalarını sağlıyordu.


“Yanlışlıkla da olsa insan öldüren birine karşı nasıl davranabilirler ki? Ya da kamu malına zarar verene? Evleri yıkana? Cadılar güçlerini kontrolsüz kullanıyorlarsa sevilmemeyi bırak, nefret edilip avlanmaları bile anlaşılabilir.”


Yu: Bu arada…


Konuya nasıl gireceğini bilmiyordu. Hayatı boyunca iletişim kurduğu yabancılar okuldaki arkadaşlarıydı ve onlarla da pek iyi geçinemiyordu. Hayatı boyunca iletişim kurduğu diğer insanlarsa kardeşiydi ve onlara Rie’ye baktığı gibi bakmadığından yaklaşmakta zorluk yaşamıyordu.


Rie’nin durumu Yu’nun şimdiye kadar karşılaştığı insanların durumundan farklıydı. Sınıf arkadaşlarına yaklaştığı gibi yaklaşmak istemiyordu ama kardeşleri ile iletişim kurarken ki rahatlığına da sahip olamıyordu.


İstediği sonuca en uygun yoldan ilerlemek için doğru kelimeleri arıyordu. Yanlış bir kelime seçimi yaparsa tüm şansını ilk denemede bitirebilirdi.


Yu: Sharley yalnızca çırağın mı?


Sharley’nin Yu’nun sırtındaki yolculuğu bu sorunun cevabına göre sonlanabilirdi. Eğer duymak istemediği cevabı duyarsa onu yere salacaktı. Zaten yarım saattir uyuyordu, Yu’nun sırtına sığır binse bu kadar ağrıtmazdı.


Neko: Elbette öyle, düşük varlıkların ilerlemesine izin vermem. Anne’nin sevgisi yalnızca Neko içindir, aramıza bir başkası giremeyecek.


“Aferin lan pire torbası.”


Sorulan soruyu Rie’nin cevabını beklemeden atlayıp cevaplamıştı. Üstelik bunu yalnızca Rie ve Sharley arasında bir ilişki olmadığını onaylayarak değil, Rie’nin hiç kimse ile bir ilişkisi olmadığını belirterek yapmıştı. Yani düşük varlık olarak tüm insan ırkını kastediyorsa bu anlama gelmeliydi.


“Yani yolum tamamen açık, benim gibi başarılı ve geleceği parlak bir adam için hiç zor olmayacaktır. Bazen ne kadar harika olduğuma şaşırıyorum. Rie şanslı kadın aslında, benimle birlikte olma şansı herkesin elde edebileceği bir şey değil.”


Neko: Anne’nin sevgisi yalnızca benim içindir. Boşuna umutlanma, benim yanımda hiç şansın yok, aptal yaratık.


“Çocuklar böyle dese de yetişkinlerin işine müdahale edemezler. Rakibim bile değilsin, kedi. Merak ediyorum da Rie kaç yaşında acaba. Umarım fantastik evren klişesi yapıp on bin yaşındayım demez.”


Neko’nun son sözleri haricinde Rie’nin hala cevap vermemiş olması Yu’nun canını sıkıyordu. Neko böyle dese de o, Sharley’ye ya da bir başkasına karşı hislere mi sahipti?


Sharley ile hiç konuşmasa da onun Rie için bir şeyler hissettiğine emindi. Ve şu anda Sharley’yi taşımak kendisini daha fazla rahatsız etmeye başlamıştı, Yu romantik mücadelesindeki rakibine karşı bu kadar kibar davranacak biri değildi.


“İğrenç.”


Ama Rie yirmilerinin başında gözüküyordu ve Sharley de on yedi civarında olmalıydı, onu bir çocuk olarak görüyor olmalıydı. Yine de Rie hala cevap vermemişti.


“Öyleyse öyle de, öyle değilse öyle değil de. Ne diye cevap vermeyip beni de arada bırakıyorsun?”


Belki de Rie’nin “Şansın yok, umut vermek istemiyorum,” deme tarzı böyleydi. Belki de Neko cevap verdiği için cevap verme gereği duymamıştı. Neko’nun sözüne itiraz etmemesinin sebebi bu olabilirdi. Yu kendini aynanın karşısında hayal edip tekrar düşünmeye karar verdi.


“Tekrar bakıyorum, harikayım lan. Öyle böyle değil yani… Duymamıştır belki. Kim beni reddeder ki?”


Duymama ihtimaline karşı tekrar sorup sormama arasında kararsız kaldı. Duymaması için sağır olması gerekiyordu, hem Yu hem Neko konuşmuştu. Tekrar sormak istemedi. Bunun Rie’nin kapıları kapatması olduğunu düşündü. Yine de denediği ilk seferde başarısız olmak gururunu incitmişti.


“Ama sorduğum soru o kadar da zor bir soru değil. Evet ya da hayır demeyi reddetmek niye? Ayıp yani bu yapılan. Hayır, beni reddedeceksen bile cevaplarsın bunu, soru sorduk sonuçta.”


Yu: Kardeş gibi bir şey mi?


Kendini tutamayıp üstüne gitmeye karar verdi. Belki dalgınlığına geldiği için cevap vermemişti ve sorunun üzerinden zaman geçtiğinde de cevaplamanın tuhaf olacağını düşünmüştü. Yu böyle olmasını umuyordu.


Rie: Evet, kardeş gibi diyebiliriz.


“Niye ‘gibi’ ekliyorsun ki? Ya da her neyse, daha sonra denerim.”


Düzgün bir konuşma bile yapamayacaksa ilerletmenin anlamı yoktu. Ayrıca daha fazla uğraştıktan sonra reddedilirse özgüveni kırılacaktı, bu yüzden şansını daha sonra denemeye karar verdi.


Neko: Aferin aptal yaratık, yerini bil ve vazgeç.


Sinirini bastırabilmek için dişlerini sıkması gerekti. Bu aptal kedi nasıl oluyor da Yu’nun zihnini okumayı başarıyordu? Bir de zihnini okumakla kalmayıp Yu’nun zoruna gidecek kelimeleri seçiyor, onu aşağılıyordu.


Rie: Sigma kulesi üstümüzde.


Yu: Nasıl girmeyi planlıyoruz?


Rie: Bir delik açacağız.


Yu: Delik açma fantezin mi var?


Yolun ortasındaki birinci ve bu da ikinci. Acaba bir şeyleri yıkmaktan keyif alan tek cadı Rie miydi? Bu kadar basit bir planla buraya gelmeleri Yu’ya şaka gibi geliyordu. Şimdiye dek gizli bir geçit yardımıyla içeriye gireceklerini düşünmüştü. Üstelik Sigma Kulesi anlatıldığı gibi bir yerse gece olsa dahi içerisinde insanlar bulunmalıydı. Yani bir delik açıldığı zaman elbette ortaya bir gürültü çıkacaktı ve bu da insanların dikkatini çekecekti.


Rie: Üstümüzde ana kulenin deposu yer alıyor. Önce başımızın üstündeki toprağı incelteceğiz, ince bir katman kaldığında da kıracağız.


Diğerlerine geri çekilmesini söyledikten sonra Rie büyüsünü hazırladı.


Öldüğü ilk sefer sayılmazsa ilk kez büyü görüyordu. Rie’nin etrafında oluşan gölgeler siyah bir duman halini aldı, ardından bu siyah dumanlar birbirlerine yaklaşarak katılaştı ve mor kristallere dönüştü. Rie kristalleri şekillendirerek bir kepçe görünümü verdi ve tepedeki toprağı eşelemeye başladı.


Üzerlerindeki tabakayı yeteri kadar incelttiğini düşündüğünde kristal kepçe yok oldu ve Rie yeni büyüsünü yapmaya başladı.


Yerde beliren mor ışık halkası tıpkı gölgelerde olduğu gibi katılaşarak bu sefer V2 roketlerine benzer bir yapı oluşturdu. Rie’nin kristal roketi hızla tavana yükseldi ve kalan ince tabakayı da kırıp geçmeyi başardı.


Rie’nin üzerlerindeki toprağı inceltme çabası işe yaramış gözüküyordu. Delme işlemi Yu’nun beklediği kadar gürültülü bir işlem olmamıştı. Yine de dikkat çekecek kadar gürültülüydü. Eğer Yu içerideki biri olsaydı kesinlikle burada ne olduğunu kontrol etmeye gelirdi.


Daha doğrusu içerideki savaş yeteneğine sahip biri olsaydı demek gerekirdi. Aksi takdirde gecenin köründe gelen gizemli bir sesi takip etmezdi.


Yaptıkları iş ona profesyonellikten uzak geliyordu. Daha önce gizli bir yere sızmamış olsa da şimdiye dek izlediği filmlerde, birkaç banka soygunu filmi hariç, bu kadar basit bir plan izlenmemişti.


Rie, Yu ile aynı endişeleri hissetmiyor olacak ki tek sıçrayışta kulenin içine girdi. Bu Yu’nun asla yapamayacağı bir şeydi. Yerden bir metre yükseğe sıçrama işini bile yapamazdı.


Yu: Sharley’i ne yapacağım?


Tünel kapandığı için bu yolu kullanarak geri çıkamazlardı. Tabi Rie kapanan tüneli tekrar açmayı planlamıyorsa ki bu da orada olması muhtemel insanlar tarafından yakalanacakları anlamına geliyordu, doğaçlama bir yol izlemeleri gerekecekti.


Rie: Işığın üzerine gelin.


“Niye cevap vermiyorsun?”


Yu onun bir ilişki başlatma çabalarına cevap vermemesini anlayabilirdi ama buna neden cevap vermiyordu? Düzgün bir şekilde, Rie tarafından rahatlıkla duyulacak bir şekilde söylemişti cümlesini. Bu kadarına da kabalık denirdi. Mağaranın içerisindeyken hiç sorun olmadan konuşuyorlardı, şimdi ne değişmişti?


Yu, Neko ve Yu’nun sırtında yatan Sharley söylendiği gibi yerdeki mor ışık dairesinin üzerine geldiler. Dar bir alan olduğundan birbirlerine yakın durmak zorunda kalmışlardı ve Neko rahatsızlığını belli etmekten hiç çekinmemişti.


Işık kristale dönüştü ve üzerindekilere dengelerini sağlamaları için biraz zaman verdikten sonra bir asansör görevi görerek yükseldi. Böylece artık herkes kulenin içindeydi.


Rie: Sharley ve Neko ile beraber burada bekleyebilir misin?


Grup dışına atılmak hoşuna gitmemişti. Gerçi buna tam olarak grup dışına atılmak denmezdi, grubun savaş gücünden uzaklaşmak hoşuna gitmemişti. Tehlikeli bir dünyadaydı ve bu dünyada tanıdığı tek savaş gücünden ayrılmak istemiyordu. Yu’nun savaş kabiliyeti yoktu ve ölme ihtimali çok yüksekti. Sharley de Rie’nin çırağı olarak bir büyücü olsa da şu an savaşamazdı. Neko, dediği kadar üstün bir varlıksa belki savaşabilirdi fakat küçük bir kızın arkasına saklanmayı da istemiyordu.


Yu: Neko’yu bilmem ama benim savaş gücüme sıfır diyebiliriz. Buraya gelirken bir canavarla karşılaştınız ve bir tanesinin de burada olmadığının garantisi yok. Eğer bir saldırı gerçekleşirse hem Sharley hem de ben ölürüz.


Neko: Burada kalmak istemiyorum. Seni korumak istiyorum, benim görevim bu. Bu ikisine ne olduğu umurumda değil, ben senin Kılıç Perinim.


Rie: Yu’nun sırtında Sharley varken gizli hareket edemeyiz ve onları burada yalnız bırakırsak tehlikeli olur. Üstelik oraya dört kişi gidersek buna gizli görev denir mi emin değilim.


Neko: İki kişi gidebiliriz, onlar ölse de olur.


Yu’yu bu kadar çabuk gözden çıkarması acı vericiydi.


Yu: İlk söylediğim hala geçerli, tek başıma kalırsam muhtemelen ölürüm.


İtirazların ardından Rie yeni planını açıkladı. Yeni planlarına göre Neko ve Yu, Rie ile gelirken Sharley’yi depoda saklayacaklardı. Rie eşyasını aldığında buraya geri dönecekler, Sharley’yi alacaklar ve henüz belirlenmemiş bir yoldan kaçacaklardı. Yu, Sharley’nin de savaşamayacağını, buradayken ölme ihtimalinin olduğunu belirttiğinde aldığı cevabı beklemiyordu.


Rie: Seni de onunla bırakırsak iki kişi birden ölür, böyle yaptığımız zamansa iki kişi yerine bir kişi ölüyor.


“Cadılar bu yüzden mi sevilmiyorlar acaba?” Kendi yoldaşını kolayca ölüme terk etmişti. Yu ardında yatan mantığa itiraz edemiyordu ama hala ona doğru gelmiyordu. Tanıştığı zaman Rie, Yu’da böyle bir izlenim yaratmamıştı.


“Her neyse, ölecek olan ben değilim ve kahramanı oynamayı denemeyeceğim.”


Yu kendi ölümü yerine tanımadığı bir insanın ölümünü tercih ederdi. Başkaları buna bencillik dese de Yu onları sözlerinde samimi görmezdi. Tanımadığı insanların hayatı için canını feda edecek birkaç kahraman olsa da bu oran büyük resmin içinde çok küçük bir kısımdı ve çoğu insana “Ya sen öleceksin ya da bir başkası,” denildiğinde hiç düşünmeden tanımadığı başka bir insanı seçerdi.


Bu yüzden Yu Valarfin kendi ölümü yerine hiç tanımadığı Sharley adlı bu çocuğun ölümünü tercih ediyordu. O hayatta olup yaşadığı sürece sorun yoktu. Ne de olsa öldükten sonra insanlar onu bir kahraman olarak ansa dahi, Yu o insanların sesini duyamayacaktı. Bu konuda vicdanı son derece rahattı.


Kulenin içinde burnuna hoş gelmeyen bir koku vardı. Üst katlardan gelen bir yanık kokusuydu. Aynı kokuyu alıp almadıklarını öğrenmek için sordu.


Yu: Kokuyu siz de alabiliyor musunuz?


Rie: Bir koku almıyorum.


Neko cevap vermemişti. Sessizliğini hayır olarak yorumladıktan sonra sustu ve Rie’yi takip etmeye devam etti.


Satranç tahtası gibi siyah beyaz döşenmiş koridorlar uzun değildi ama merdivenleri çıkmak ölüm gibiydi. Kulenin yüzey alanının az olmasını uzunluğuyla telafi etmişlerdi.


Merdivenlerin iki yanı da duvarlarla kaplıydı ve tutunacak bir korkuluk yoktu. Korkuluğun olmayışı Yu'yu tedirgin ediyordu zira örümcek adam olmadığından dengesini kaybederse duvarlara yapışamazdı. Ayrıca yoğun geçen bir günün ardından uykulu bir insanın bu uzun ve dik merdivenlerde dengesini kaybetmesi de şaşırtıcı olmazdı.


“Üst katlara eşya çıkartırken çok zorlanıyorlardır. Çalışan işçilere yazık, böyle bina mı yapılır?”


Her beş metrede bir farklı bir salona açılan kapılarla karşılaşıyorlardı. Bu salonların içerisinde farklı odalar vardı.


Yukarıya çıktıkça Yu’nun burnuna gelen koku etkisini arttırıyordu, artık bir şeyler olduğuna emindi.


Yu: Yanık kokuyor, hala kokuyu almıyor musunuz?


Neko: Senin burnun bozulmuş, aptal yaratık.


Yu: Yangın var.


Rie döndü ve Yu’ya baktı. Yu’nun aldığı kokuyu almaya çalışsa da başarısız oldu. Yine de onu ciddiye alıyordu.


Rie: Ben koku alamıyorum, emin misin?


Yu: Evet, eminim. Yanık kokuyor.


Rie ve Neko’nun neden koku alamadığı ayrı mesele, Yu kokudan emindi. Yukarıya çıktıkça güçleniyordu ve kokunun nedeni Neko’nun iddia ettiği gibi Yu’nun burnunun bozuk olması değildi. Yoğun bir yanık kokusu gittikçe artıyordu.


Rie: Yanan bir şeyler varsa kulenin içindeki insanlar harekete geçerdi.


Yu: Kulede bizden başkasına ait tek bir ayak sesi dahi duymadım. Gece olduğu için insanlar uyuyor olabilir ama burasının aynı zamanda bir gözlemevi olduğu düşünüldüğünde şimdiye dek birkaç insanla karşılaşmamız gerekiyordu. Kuledeki tek merdiveni kullanıp da şimdiye dek birileriyle karşılaşmamış olmamız tuhaf.


Neko: Belki yangın var diye kaçmışlardır?


Yu: Buradaki kitapları korumak için önce söndürmeyi denerlerdi.


Bu dünyada bir matbaa olup olmadığını bilmiyordu. Matbaa olsa bile kitaplar hala değerliydi. Yangını söndürmek yerine kaçmayı deneseler bile kurtarabildikleri kadar kitap kurtarmak için geri dönerlerdi ve mutlaka karşılaşırlardı.


Yu: Yangın varsa biz de gitmeliyiz.


Rie: Hayır.


Rie sert ve kesin bir şekilde reddetti.


Rie: Üst katlara çıkmamız gerekiyor, müze olan kısma.


???: Geeeerçekten mi, Genç Hanım?


Bir anda Rie’nin karşısında beliren sıska insan neşeli bir tonda soru sormuştu. Sesinden yola çıkarsak bir kadın olan bu ürkütücü kişi elindeki şişi Rie’ye uzatmıştı. Korkutucu bir gülümsemenin çizildiği beyaz palyaço maskesi Yu’nun tüylerini ürpertiyordu.


Sağlıksız denecek kadar zayıftı, kısa boyluydu ve palyaço kıyafetine çiçek, hayvan, kalp ve yıldız motifleri işlenmişti. Maskenin ardından fırlayan bakımsız, kıvırcık mavi saçları omuzlarından aşağıya düşüyordu.


Rie: Sen…


Onu tanıyor muydu? Eğer tanışıyorlarsa Yu arkadaş olmalarını umardı. Bu palyaçonun herhangi bir arkadaş edinebileceğini zannetmese de sonuçta Rie bir cadıydı. Aslında yakın arkadaşlar çıksa ve palyaço kadın burada onlara yardım etse fena mı olurdu?


Ama Rie’nin ses tonunda bir dostla karşılaşmanın sıcaklığı değil bir düşmanla karşılaşmanın öfkesi vardı. Yu en arkada yer aldığından Rie’nin yüzünü göremese de yüzünde düşmanca bir ifade olduğuna emindi.


???: Genç hanım için o kadar hazırlık yapmıştık, bizi bırakıp gidecek mi?


Yu’nun kanını donduran bu kederli ses tam arkasından gelmişti. Hızlıca arkasını döndüğünde ensesinin dibine kadar fark ettirmeden girmiş olan şişman palyaço ile karşılaştı. Rie’nin önündeki palyaçonun tam tersiydi, aynı tarzda kıyafetler giymelerine rağmen sağlıksız denecek kadar şişmandı ve maske kederli bir yüz çizilmişti.


Hiç düşünmeden, bir an olsun vakit kaybetmeden sol ayağını palyaçonun kasıklarına geçirdi.


Palyaço inleyerek ellerini kasıklarına götürdüğünde elindeki tırpanı da düşürmüştü. Yu rakibinin silahsız ve kendinden avantajsız bir konumda olmasını fırsat bilerek karnına bir tekme attı ve palyaçonun dengesini kaybedip merdivenlerden düşmesini sağladı.


“Umarım düşüşte boynunu kırar.”


???: Keder!


Sıska olan palyaço Yu’nun ittiği palyaçonun adını haykırarak Rie’nin buraya gelirken yaptığı gibi insan üstü bir şekilde sıçradı ve Yu ile Neko arasına girerek elindeki şişi doğrudan Yu’nun yüzüne götürdü.


Yu’nun tüm savaş kabiliyeti şişman palyaçoda uyguladığı kadardı. Rakibinin hazırlıksız oluşundan fırsat bilerek savaşçılara göre onursuz, Yu’ya göre gerekli bir hamle yaparak rakibinin kasıklarına vurmuş, ardından onun düşmesini sağlayarak kendini güvene almıştı.


Şimdiyse hazırlıksız olan Yu’ydu. Bu hızla yüzüne doğru gelen sivri bir nesneden kurtulmayı başaramazdı. Hiçbir şey düşünmeden gözlerini kapattı ve kollarını yüzüne siper etmek için yukarı götürdü.


???: Arrrgh!                                                                                                                           


Yu: Anaskm!


Merdivenden yuvarlanırken iki rakip de farklı şekillerde çığlık attı, ikisinin de çığlığında acı vardı. Palyaçonun çığlığının sebebi Rie’nin fırlattığı ve palyaçonun kafasına isabet ettiği anda patlayan, sıcaklığını Yu’nun dahi hissettiği kırmızı bir taştı.


Yu’nun çığlığının sebebiyse palyaçonun koluna sapladığı şiş yüzündendi. Düz bir şekilde girmek yerine çaprazlama girmiş, Yu’nun dirseğinin üzerinden çıkmıştı. Palyaço şişi çekmek yerine orada bıraktığı için düşüş boyunca şiş kolundaydı.


Şişman palyaçonun aksine Yu ve zayıf olan tüm kule boyunca aşağıya düşmemişlerdi. Sıska palyaçonun çevikliği sayesinde merdivenlerin yanında yer alan kapılardan birisinin içerisine girmiş ve geniş bir koridora çıkmışlardı.


Yu’nun da palyaço ile aynı koridorda olmasının sebebi, denize düşen yılana sarılır misali can havliyle palyaçoya sarılarak düşüşünü engelleme çabasından kaynaklıydı.


İkisi de yerde yatarken palyaço Yu’dan daha erken toparlanmış ve arkalarından gelen Rie ve Neko’yu umursamadan Yu’nun yüzüne bir tekme atmıştı. Tekmesinin gücüyle Yu’nun burnu kırıldı ve onu tekrar çığlık atmak zorunda bıraktı.


???: Nasıl olurda ağabeyime saldırırsın?


İkisinin de sağlıklı bir şekilde konuşabileceği şartlar altında Yu eylemini savunabilirdi. Korkutucu birisi, elinde bir silah ile birden arkanızda belirdiğinde ya korkup kaçmayı denerdiniz ya da kalıp savaşmayı. Bu korkuluklarla karşılaşan kargaların dahi beyninde oluşan ilkel bir düşünceydi. Yu da o anda kaçma şansının düşük olmasından mütevellit yapması gereken şeyi yapmıştı.


Ama ne Yu eylemlerini savunacak durumdaydı ne de rakibi Yu’ya savunma hakkı vermeye niyetliydi. Neşeli maskesine zıtlık yaratan öfkeli sesi Yu’yu daha da korkutuyordu. Palyaço tekmesini yerdeki Yu’nun kasıklarına geçirecekken Yu yana yuvarlanarak yoğun bir acının altına girmekten kurtuldu. Fakat koluna saplı şişin üzerinde yuvarlandığı için başka bir acı vücudunda yayıldı.


Ayağa kalkmak için mesafesini açması gerekiyordu. Eğer şu anda ayağa kalkmayı denerse çenesine geçirilecek bir tekme onu tekrar yere serebilirdi ve bu sefer kalkma şansını da tamamen kaybedebilirdi. Ama tüm vücudunda yayılmış olan acı, düşünüp mesafeyi açmak için bir plan yapmasını engelliyordu.


Plan yapamaz ya da dövüşemezdi. Sadece şimdiye dek yaşadığı rahat hayat sayesinde geliştirme ihtiyacı duymadığı reflekslerini kullanarak rakibinin saldırılarından kaçmayı deneyebilirdi.


Palyaço tekrar Yu’nun kasıklarına vurmak için ayağını kaldırdığında Yu’nun mesafeyi açma fırsatı yaratılmış oldu. Yu kendi ayağını palyaçonun yerdeki ayağına geçirdi ve yere düşmesini sağladı.


Palyaço yerde yatarken rakibinin yüzüne birkaç tekme indirmek istese de ondan uzaklaşması gerekiyordu, rakibi tekrar ayağa kalkmadan önce kalçasının üzerinde sürünerek mesafesini açtı ve sonunda ayağa kalkmayı başardı.


“Neden Rie gelmiyor?”


Kolu, burnu, tüm vücudu acı içerisinde yanıyordu. Ağzında kan tadı vardı, tükürmek yerine yutunca karşılaştığı kusma isteğini bastırmak zorunda kaldı. Burada kusmak için zaman harcayıp rakibine fırsat veremezdi.


Nereden bakarsa baksın dezavantajlıydı. Rakibi büyük ihtimalle şimdiye dek aldığı darbeleri darbe olarak dahi görmüyordu. Yu’nu koluysa her geçen saniye daha fazla acıyordu. Saplanan şişi çıkartmak ve çıkartmamak arasında gidip gelirken ayağa kalkan rakibinin aradaki mesafeyi kapatmaması için sürekli hareket halindeydi.


İzlediği bir filmde kendisine saplanan oku çıkartan bir kadın kan kaybı yüzünden ölüyordu. Eğer şişi çıkartırsa Yu da kan kaybından ölecek miydi? Gerçi filmde ok kadının karnına ya da göğsüne saplanıyordu, Yu’nun koluna kıyasla o bölgeler daha hayatiydi. Ama Yu şu anda bunun farkına varabilecek zihinsel durumda değildi. Ölüm korkusu yüzünden şişi kolundan çıkartamadı.


Palyaço beline bağlı şişlerden iki tanesini çıkarttı ve Yu’ya saldırmaya hazır hale gelince Yu’nun ulaşamayacağı bir hızla öne atıldı.


Mesafe göz açıp kapayıncaya dek geçen bir sürede kapanırken Yu tekrar düşünmeyi denemeyi bıraktı ve kaçmak için kendini yere fırlattı.


Şimdilik kurtulsa da kendisi yerdeydi ve rakibi ayaktaydı, rakibi bu sefer hiç fırsat vermeden elindeki şişi Yu’nun karnına fırlattı.


Karnından içeri giren şişin acısı da Yu’nun sahip olduğu diğer acıların arasına katıldı. Yu yaşamak için son çırpınışlarını yaparak geriye doğru sürünmeye başladı ve sırtı duvara geldiğinde ayağa kalktı.


Rakibinin gözü dönmüş olmalıydı, öfkeli solumaları kulağına ulaşırken belinden bir şiş daha çıkartarak tuttuğu şişlerin sayısını ikiye tamamladı ve tekrar Yu’nun üzerine atladı.


Yu’nun karnına bir şiş daha saplanırken diğer şiş boğazını hedef almıştı. Boğazını korumak amacıyla elini siper etti ve şiş Yu’nun elini delip geçti.


Yu’nun bu hamlesi işe yaramış ve boğazını korumuştu ama buraya kadardı, ne acıya dayanabilecek kuvveti, ne de ayakta duracak enerjisi kalmıştı. Titreyen dizleri artık onu ayakta tutacak gücü barındırmıyordu, Yu yere düştü.


“Ölmek istemiyorum.”


Kanla karışık kusmuğu üzerine boşalırken gözyaşlarını da tutamadı. İdrarınıysa zar zor tutabiliyordu. Palyaço yerde inleyen Yu’ya son hamlesini yapmak için belinden bir şiş daha çıkardı.


Bu noktada Yu’nun her şeyi sıfırdı. Yerde acı içerisinde kıvrıldı ve başını kollarının arasına alarak birinin onu kurtarmasını umdu.


???: Haaa!


Yu’nun duyduğu ses kendisini kurtarmasını umduğu kişiye aitti. Sesin sahibi palyaçonun son hamlesini yapmasını engelledi. Kırmızı ışık Yu’nun gözlerini ve vücudunu yakarak havada yayılırken bu hissi en yoğun yaşayan palyaço çığlığı ile canının ne kadar yandığını belli etti.


Yu bilinci gidip gelirken nerede olduğunu anlamakta güçlük çekmeye başladı. Bilmediği bir mekanda olduğunu görüyor, ardından tanımadığı bir kadının omzunda taşınıyordu. Gözünün önüne gelen bir başka sahnede yine yerdeydi ve yine farklı bir kadının omzunda taşınıyordu.


Tutunacak bir yer bulmayı denerken kasılan elleri buna engel oluyordu, kenetlenmiş dişlerinin arasından çıkan köpükler çenesinden süzülerek yere düşüyordu.


Bazen düşünecek gibi olabiliyor fakat hemen ardından düşünme yetisini tekrar kaybediyordu. Gözünün önündeki sahneler hızla değişirken bir önceki sahnede aynı hızla hafızasından siliniyordu.


Bir süre sonra, Yu vücudunda bir rahatlama hissetmeye başladı. Tüm vücudu kutsanıyor gibiydi, kendini gittikçe daha iyi hissederken vücudunun hissettiği sıcaklık artıyordu.


???: Yangının buraya ulaşmasını engelleyeceğim, Yu’yu iyileştir.


Duyduğu son sesin ardından bilinci tekrar gitti. Daha önce yaşadığı hiçbir krizde bilinci bu hızla gidip gelmiyordu. Bilinç tekrar yerine geldiğinde kendini öncekinden daha iyi hissetse de her seferinde tanımadığı bir insanla karşılaşmak tuhaftı.


Vücudundan çıkan şişlerin acısını hissedebildi, şişler vücudunu terk ettiğinde vücuduna aktarılan şifalı mana Yu’nun zihinsel dengesini de iyileştiriyordu.


Beklenmedik bir hızla yaraları ve zihni iyileşirken en sonunda karşısında kimin olduğunu anlamayı başardı. Kedi kız iki elinden yayılan beyaz ışıkla Yu’nun vücudunu sarmıştı.


Yaraları uyuştuğundan bir şey hissetmese de yaraların altındaki baskı hissediyordu. Tıpkı dişçi, dişi çekerken insanın çenesinde oluşan baskı gibiydi.


Yu: Özür dilerim.


En sonunda bilinci Neko’nun büyüsünün etkisiyle kendine geldi. Söylediği ilk şey özür dilerim olsa da neden özür dilediğini bile bilmiyordu. Belki soruna yol açtığı içindi?


Neko ona cevap vermedi ve büyüsünü bitirip Yu’yu tamamen iyileştirene kadar hiçbir şey konuşmadılar. İyileştirilmek Yu’ya gerçekçi gelmiyordu. Bilinci açıktı, kasılma yoktu, ağzında kötü bir tat olsa da artık köpük ya da kusmuk gelmiyordu ve yaraları da geride hiçbir iz bırakmadan iyileşmişti.


Bunun gerçek olduğuna inanmak o kadar zordu ki buraya ilk geldiğinde düşündüğü “Acaba bir rüyada mıyım?” ihtimalini tekrar düşünmeden edemedi. Yu bu ihtimal üzerine kafa yorarken ortamın sıcaklığı katlanılamaz bir noktaya ulaşmıştı.


Rie: Onu aldım, gidelim.


Üstü başı kan içinde geri gelen Rie’nin kıyafeti parçalanmış, güzel yüzü yaralarla dolmuştu. Yu aldığı şeyin ne olduğunu bilmiyordu. Parçalanmış kıyafetlerinin içerisinde sakladığı küçük bir şey olmalıydı.


Rie: Yangını üst katlarda tutmayı başardım, ama alt katta da bir yangın başlattılar. Şu an üst kat benim büyüm ile korunduğu için yukarıdaki ateşten endişelenmek zorunda değiliz ama oraya yaklaşırlarsa büyüm bozulacak. Onlar buraya yaklaşmadan önce farklı bir çıkış bulmalıyız.


Yu: Sharley?


Alt katta bir yangın başladıysa Sharley’ye ne olacaktı? Onu zemin kattaki depoda bırakmışlardı. Rie onu orada bırakırlarken iki kişinin ölmesindense bir kişinin ölmesi daha iyidir demişti ama yoldaşının ölmesine gerçekten izin verecek miydi?


Rie: Muhtemelen yangında ölmüştür, elimizdekileri korumaya bakmalıyız.


Bu cümlenin doğrusu şöyleydi: Bir kişiyi kurtarmak için iki kişiden vazgeçmeyeceğim. Yu bu mantığı anlıyordu. Özellikle o iki kişiden birisi küçük bir çocukken Rie’nin mantığı daha kabul edilebilir bir hal alıyordu. Yine de Sharley, Rie’nin çırağıydı ve aralarında bir bağ olması gerekiyordu. Rie kardeş gibi olduklarını söylemişti, insan kardeşini bırakır mıydı?


“Biraz önce ölüyordum, şimdi ne düşünüyorum…”


Yu itiraz etmenin bir yararı olmayacağını biliyordu. Elbette Rie de Sharley için üzülüyor olmalıydı ama haklıydı. Eğer aşağıya inerlerse ölebilirlerdi.


Keder: Canımı öyle yaktıktan sonra, nereye gidiyorsunuz? Canlarını yakmalıyız, değil mi Neşe?


Neşe: Canlarını yakmalıyız, ağabey. Özellikle genç hanımın, değil mi hanımım?


Onlar bir kaçış yolu bulmadan önce, işlerin henüz bitmediğini haber veren iki ses isimlerini ilan ederek ortaya çıkmıştı. İkisi de ikinci bir raunt için hazır gözüküyorlardı.

----------------------

Şimdiye dek yazdığım bölümler arasında en uzun olan bölüm bu oldu. O yüzden içinde çok sayıda hata barındırabilir, şimdiden özür diliyorum.

İlk cildin son bölümleri yarın gelecek. Eğer bu bölümü eleştirir ve hikaye hakkında yorum yaparsanız sevinirim, okuduğunuz için teşekkürler.

02.02.2021 - 15:25 / Düzenlendi: 05.04.2021 - 22:42







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr