CİLT II: ALTIN MEKTUPLARI
BÖLÜM 26: KİMSE FARK ETMEDEN
Yu: Iggghhhhhğğğggghggggghhııaaa…
Şehir dışına çıkma yasağı almalarının üzerinden bir hafta geçmişti.
Geçen bu haftada Redshapel’den herhangi bir haber alamamışlardı, geçirdikleri bir hafta da aşırı verimsiz bir şekilde geçmişti. Yu yapacak herhangi bir aktivite bulamamıştı.
Bu hafta iyi olan tek şey hem Deniz Canavarları takımından hem de bugün oynanan maçtan anlaştıkları parayı almış olmasıydı.
Şimdiyse Yu’nun vücudundaki tüm kaslar tek bir amaç uğruna çalışıyordu, içeridekini dışarıya çıkartmak için.
*Şlop*
Yu: Uggghhhaaa… huu… sonunda bitti be… Niye bizim odamıza tuvalet koymamışlar ki.
Yu’nun kaldığı odada bir küvet olmasına rağmen tuvalet yoktu, bu yüzden ortak tuvaleti kullanmak zorundaydı.
Yu: O şeyleri yemeyecektim işte, bozduk motoru.
Önüne baharatlı tuhaf yemekler getirilmiş Yu da bu yemeklerin tadını merak etmişti. Bir tanesini yedikten sonraysa duramamış, kısa sürede tüm tabağı bitirmişti.
Temizliği bitirdikten sonra donunu çekti ve klozetten kalktı. Basit bir sistemdi, Roma’daki tuvaletler gibi gözükse de halka açık değil kabinler içerisindeydi. Yu bundan memnundu.
Eserine son bir kez göz attıktan sonra maşrapaya su doldurdu.
Yu: Görsen bu adamdan böyle bir şey çıkmaz dersin, neyse.
Maşrapaya doldurduğu suyu pisliğin akıp gitmesi için klozete döktü.
Giderden suyun dönerek gittiğini belirten bir “flolop grurrrr…” sesi yankılandı ama pislik hala oradaydı.
Yu tekrar maşrapaya su doldurdu ve suyu tekrar klozetin içine boşalttı.
“Yok artık.”
Ve tekrar.
Ve tekrar.
Ve tekrar.
Su seviyesi azalmak yerine her seferinde yükseliyordu.
Yu: Hayda…
Belki biriken su ağırlık yaparak tuvaleti tıkayan şeyin akıp gitmesini sağlar diye düşünerek maşrapa ile tuvalete biraz daha su döktü.
Fakat hiçbir işe yaramıyordu, su seviyesi en sonunda klozetin ağzına kadar geldi ve su taşmak üzereyken Yu dökmeyi bıraktı.
Yu: Ne yapacağım lan şimdi?
Etrafında tuvaleti açabileceği bir nesne aradı, diğer kabinlere de girip bakmasına rağmen bir pompa bulamadı.
Biraz daha bakındıktan sonra gözüne bir süpürge takıldı. Süpürgeyi ters çevirdi ve sapını tuvalete daldırdı. Bu işlem daha sonra süpürgeyi kullanacak kişi için kötü olacaktı.
Ve Yu birkaç dakika uğraştıktan sonra tuvaletin tıkanıklığını hala açamamıştı.
Yu: Ulan tıkanmak için beni mi bekledin?
Beş dakika daha, on dakika daha, on beş dakika daha… Tamamen başarısızlıktı.
Yu: Olmuyor, neyse. Kimse beni buraya gelirken görmedi herhalde.
Yu kabinden çıktı ve ellerini yıkadıktan sonra kulak kabartıp etraftan bir ses gelip gelmediğini kontrol etti. Hanın tamamen sessiz olduğunu anladıktan sonra yavaşça tuvaletin kapısını araladı.
“Eğer kimse fark etmeden kaçarsam bir şey olmaz.”
Yavaş, sessiz ve emin adımlarla tuvaletten çıktı. Adeta bir Ninja gibiydi, ayaklarının yere değdiği bile belli olmadan gölgelerin arasında süzülüyordu.
“İyi ki tuvalet birinci katta, yoksa direkt üçüncü kattakilerden şüphelenirlerdi.”
Giderken ses kasmaya devam ediyor, en ufak bir titreşim hissettiğinde nefesini tutuyordu.
Belki otuz saniyelik yolu bu şekilde alması iki dakika sürdü ama sonuç başarılıydı, odasına ulaşmıştı.
Yurine’nin uyuduğunu kontrol etmek için ona seslendi, hala uyuyordu. Yani odadan ayrıldığını o bile fark etmemişti.
Yu: Mişın kompleyt.
***
Kahvaltının ardından bir saat geçmişti. Yu’nun yapacak herhangi bir işi olmadığı için Yurine ile birlikte satranç oynuyorlardı.
Yu’ya göre zaman geçirecek bir aktivite bulamamak tuvalet kağıdı eksikliğinden bile daha büyük bir sorundu.
Eğer şu an dünyada olsaydı muhtemelen vaktini ders çalışarak ya da telefonda video izleyerek yahut oyun oynayarak geçirirdi.
Ama Rolderhelm’de eğitim konusunda yapabileceği tek şey Yurine’den dünya tarihi dersi almaktı. Çünkü tarih dışındaki tüm konularda muhtemelen Yu buradaki herkesten ilerideydi.
“Fizik ve biyoloji bilmenin bu dünyada pek faydası yok.”
Yine de bilgilerini kullanabileceği bir alanın olmayışı bildiği şeylerin unutulmaya yüz tutmasına yol açıyordu.
Ama en büyük sorun internetsizlikti. İnternet olmadan bir ay geçirmişti ve internet eksikliği çekiyordu. Arada sırada telefonunu çıkartıp internete girmek için elini cebine atıyor ve bir boşlukla karşılaşıyordu.
Yurine ile beraber oynayabileceği oyunlarda sınırlıydı. Belki, bir ihtimal çocukların oynadığı oyunları oynamak isteyebilirdi ama Yurine bu oyunlara ilgi duyuyor gibi değildi. Ya da Yu’nun karşısında takındığı gururlu tavır çocuk oyunları oynamasına izin vermiyordu.
Hal böyle olunca da Yurine’nin oynamaya razı geldiği tek oyun satranç olmuştu. Ama onda da Yurine iyi olmadığı için Yu’nun aldığı zevk sıfıra yakındı.
Yu konu satranç olduğunda kendine güveniyordu. İlkokuldayken ablaları ona satrancı öğretmiş ve öğrendiği günden beri de severek oynamıştı. Eğer kendine sağlam bir rakip bulabilseydi belki de zamanın nasıl geçtiğini anlamazdı.
Ama rakibi olan Yurine satrancı sadece birkaç kez annesi ile oynadığını söylemişti ve iyi değildi. Bu oyunda iyi olmamasına rağmen neden oynamayı kabul ettiğini Yu da bilmiyordu.
Yu: Oraya gidersen seni yerim.
Yurine: Ne? Ne alaka? Neden beni yiyorsun?
Yu: Taşını kastediyorum.
İşte Yurine’nin satranç ile alakası bu kadardı.
Yu: Bana avans vermekten bahsediyordun.
Yurine: Sen beni kandırdın, oynamayı bildiğini söylememiştin.
Yu: Hmm? Demek beni yeneceğini düşündüğün için oynamayı kabul ettin. Ama ben oynamayı bilmiyorum da dememiştim. Oynamayı bilmediğimi varsaymak senin hatandı.
Yurine: Buraya oynayabilir miyim?
Yu: Hayır.
Elinde tuttuğu beyaz atı sadece iki kare hareket ettirmeyi denemişti. Yu onu düzeltti.
Yu: İki ileri bir yana gidebilirsin.
Yurine: O zaman senin taşını yiyemiyorum ki.
Yu: Tabi ki de yiyemezsin, hiç kimse ben bırakmadığım sürece benim taşlarımı yiyemez.
Yu’nun beklediği gibi kötü bir oyuncu olmadığını anlayan Yurine gitgide sıkılıyordu. Anlaşılan kazanamadığı oyunları sevmiyordu.
“Eh, buna bir şey diyemem. Ben de kazanamayacaksam oynamayı sevmiyorum.”
Oynadığı oyunlar küçük ve önemsiz dahi olsa Yu için bir gurur meselesine dönüşüyor ve kaybetmekten hoşlanmıyordu. Kaybetme ihtimali yüksek olan oyunlardan uzak dururdu.
Lucie: Oyun mu oynuyorsunuz?
Yu: …
Satranç tahtasına odaklanmışken arkasında aniden Lucie Leafera’nın sesini duyduğunda aklına gelen ilk şey gece tuvaleti tıkayışı olmuştu.
Sabah olduğunda Yu’nun eserini fark etmişlerdi ve insanlar bu eserin sorumlusunun kim olduğunu aramaya, birbirlerine suç atmaya başlamıştı.
Lucie’nin aniden arkasında belirdiğinde tuvaleti tıkayanın kendisi olduğunu bildiğini zannetti.
“Ama hayır, olamaz. Muhtemelen tıkayanı görüp görmediğimi soracaktır, ben görgü tanığı olmadığına eminim.”
Yüzüne hızlıca bir “poker face” yerleştirdi ve Lucie’ye dönerek gülümsedi. Yu’nun zarif gözlerine bakan herhangi biri onu suçlamayı aklından dahi geçirmezdi.
Yu: Evet, siz de mi satranç oynamayı seviyorsunuz?
Lucie: Sadece taşların nasıl hareket ettiğini biliyorum. Ama ablam bu oyunu iyi oynar.
Yu: Belki bir ara ona bir maç teklif etmeliyim. Eğlenceli rakipler bulması zor.
Lucie yanlarına oturdu ve oyunu izlemeye başladı.
Lucie: Yurine zor durumda gibi gözüküyor.
Yurine: Hmph, sadece öylesine oynuyorum. Eğer ciddi oynasaydım sonuç çok farklı olurdu.
Kaçınılmaz yenilgisinin bahanesini ortaya koydu.
Yu: Eğer ağabeyciğinden sana ders vermesini istersen oyunu öğretebilirim.
Yurine: Saçmalık.
Yurine şahının kaçacak yeri kalmadığında taşları devirdi.
Yu: Harika oynadın, aferin.
Yurine: Kapa çeneni.
Yenilgisinin ardından arkasına yaslandı ve camdan dışarıyı izlemeye başladı. Oyunlarının bittiğini gören Lucie söze girdi.
Lucie: Size sormak istediğim bir şey var.
Yu: Ne soracaksınız?
Lucie: Tuvaleti tıkayanı gördünüz mü?
Eğer bu soruya cevap vermek için beklerse Lucie bahane aradığını düşünebilir ve ondan şüphelenebilirdi, eğer soruya hiç beklemeden cevap verirse Lucie direkt olarak yalan söylediğini düşünebilir ve yine ondan şüphelenebilirdi.
Yu bir saniyelik gecikmenin ardından cevap vermenin en az şüphe çeken hareket olacağını düşündü.
Yu: Hayır, üzgünüm.
Lucie: Hayvan herif nasıl becermişse sabahtan beri açmayı başaramadık tuvaleti.
“Biraz fazla kaba olmadı mı bu?”
Yu: Bunlar toplum içinde yaşamayı öğrenememiş, medeniyetsizler.
Lucie: Harbiden ya, biz bu ayıya oda veriyoruz, yemek veriyoruz, temiz su veriyoruz ama ayının yaptığına bak.
“Sanki babanın hayrına veriyorsun.”
Yu: Şerefsiz işte. Bir de şimdi yüzümüze bakıp içinden gülüyordur.
Lucie: Değil mi? En çok da buna sinir oluyorum. Belki her gün yüz yüze geldiğimiz adam, çıkıp bir özür dilerim bile demiyor. Aptal hayvan bir de süpürgeyi daldırmış klozetin içine, kimse tutup kaldırmak istemiyor. Off…
Lucie bitkin bir tavırla başını masaya koydu. Sabah yaptığı ilk işin tıkanmış tuvalet ile ilgilenmek olması bekleneceği üzere güne berbat bir başlangıç yapmasını sağlamıştı.
Yu: Neyse tadımız kaçmasın şimdi, Yurine bugün yapmak istediğin bir şeyler var mı?
“Mişın kompleyt ulan, mişın kompleyt. Kimse şüphelenmiyor benden. Tabi şüphelenmezler, benim gibi mütevazı bir beyefendinin böyle bir şey yapacağına kim ihtimal verir ki? Ama ne demişler sessiz olandan korkacaksın.”
Başarısından gurur duyuyordu. Yüzünde ise herhangi bir mutluluk ya da stres belirtisi yoktu. Hiçbir şüphe çekmeden, doğal davranarak tehlikeyi savuşturmuştu.
Yurine: Ben sıkılıyorum, dışarı çıkmak istiyorum. O aptallardan bir haber gelmiş mi diye bakmak için maceracılar loncasına gidebiliriz.
Yu: Anladım. Peki giderken bir kıyafet dükkanına uğrasak olur mu?
Yurine: Neden?
Yu: Çünkü bir pelerinin üzerimde çok havalı duracağını düşündüm.
Bu fikir omuzlarında battaniye ile aynanın karşısına geçtiğinde ortaya çıkmıştı. Sokaktaki birkaç kişide de görünce kendisi de giyebileceğini düşündü.
Yurine: Neden diğer her şeyde tasarruf yapmalıyız, paramızı dikkatli harcamalıyız derken konu sana geldiğinde para harcamaktan çekinmiyorsun? Parayı boşa harcamana izin vermeyeceğim.
Yu: Boşa harcamıyorum ki, kendime yatırım yapıyorum.
Yurine: Hayır. Şu taşları topla da loncaya gidelim.
Yurine ağaya kalktı ve gerindi. Çoktan gitmeye hazırdı.
Yu: Sizin diyeceğiniz bir şey var mı?
Yu taşları kutunun içine dizerken yüzünü yanlarında oturmakta olan Lucie’ye döndü.
Lucie: Bir şey yok, görüşürüz.
Yu taşları toparladıktan sonra handan ayrıldılar ve maceracılar loncasına gittiler.
***
Maceracılar Loncası daha önce buraya geldikleri iki seferin aksine daha kalabalıktı. Loncanın köşesinde kutlama yapan bir grup maceracı kadehlerini havaya kaldırmış şarkı söylüyorlardı.
“Şarkı söyleyen insanları sevmiyorum.”
Yu da şarkı söyleyebilme yeteneğine sahip olmasına rağmen başkalarının söylemesinden hoşlanmazdı. Özellikle sesi kötü olmasına rağmen bağırarak şarkı söyleyen insanlardan gıcık kapıyordu.
Yu: İyi günler.
Yurine ile birlikte doğrudan resepsiyona ilerlediler ve danışmana selam verdiler.
Danışman: İyi günler. Hangi işlem için buradasınız? Kayıt mı yoksa görevler ile ilgili bir şey mi?
Yu: Arkadaşlarımızdan bir haber geldi mi diye bakacaktık.
Danışman: İsim neydi?
Danışman altında tekerlekler olan bir sandalyede oturuyordu. Masadan destek alarak kendini geriye itti ve sandalyede arkasına dönerek üzerinde küçük çekmecelerin olduğu dolabın önünde durdu.
Yu: Yu Valarfin.
Yu’nun ismini öğrenmesinin ardından cebinden çıkardığı anahtar ile birkaç çekmecedeki kilidi açtı.
Çekmecelerin içinde Yu Valarfin ismine gelen bir mektup arıyordu. Kısa süre içerisinde aradığı zarfı buldu ve Yu’ya uzattı.
Danışman: Büyücülük Akademisinden gelen bir mektup var, Yu Valarfin adına.
Yu kendisine uzatılan zarfı aldı, yakındaki masalardan birine oturarak zarfı açtı ve içindeki mektubu çıkararak okumaya başladı.
Mektup, Maron Martin tarafından gönderilmişti.
Yurine: Ne yazmış?
Yu: Bizim şehirden çıkma yasağını halledecek bir şey yazmış. Büyücülük Akademisi için çalıştığımızı söylüyor.
Yu, Maron Martin’in gerçekten de böyle bir referans verebileceğini düşünmemişti. Bunun şehirden çıkmalarını sağlayacağını umdu.
Yurine: Buraya gelmek doğru bir kararmış. Benim gibi ulu bir varlığın yanında olmasaydın hala bu mektubu almamış olurdun, benim yanımda olabildiğin için gurur duymalısın.
Göğsünü kabartarak mektubu Yu’nun elinden aldı ve incelemeye başladı.
Yurine: Bu mektubu nereye götüreceğiz şimdi? Ya da şehirden çıkarken muhafızlara mı göstermemiz gerekiyor?
Yu: Doğrusu şehirden çıkma yasağı gibi şeylerin mahkemeler tarafından verebileceğini zannediyordum. Şehri terk edemeyeceğimizi bize söyleyen kişi Floy olunca bu ülkede işlerin farklı yürüdüğünü düşünmüştüm.
Dünyadayken Yu’nun mahkeme ile herhangi bir işi olmamıştı. Sahip olduğu hukuk bilgisi de sağdan soldan duyup, gördüğü şeylerden ibaretti.
Yu: Bize şehri terk edemeyeceğimizi söyleyen Floy olduğuna göre mektubu ona götürelim diyorum. Başka bir yere götürmemiz gerekirse de o nereye götürmemiz gerektiğini bize söyler.
***
Floy: Ne için geldiniz?
Floy’un ofisinde oldukları üçüncü seferdi. Başkomiser Floy da artık bıkmaya başlamış gibiydi.
Yu: Şehirden çıkma yasağının kaldırılması için. Yanımızda şöyle de bir mektup getirdik.
Floy kendisine uzatılan zarfı aldı ve içindeki mektubu çıkardı.
Floy: Bay Martin’i bu mektubu yazmaya nasıl ikna ettiniz lan? Cidden o mu yolladı mektubu?
Floy şaşırmış görünüyordu.
“Ne sandın yarram.”
Yu: Evet, o yolladı. Bize bir iş vermişti, şehirden çıkamazsak bu işi halletmemiz mümkün olmayacak.
Floy: İmza kopyalamak ciddi bir suç, gerçekten o mu yolladı bunu?
Yu: Bizim güvenilirlik seviyemiz sizin gözünüzde ne kadar düşük acaba? Evet, bu mektup bize Maron Martin tarafından yollandı.
Yu’ya gelen mektup önemli bir şey olmalıydı ki Floy mektubun gerçekliğinden şüphe duymuştu.
Yu: Şimdi şehirden çıkabilir miyiz?
Floy: Mahkeme tarihiniz belli oldu mu sizin? Kaldığınız yere mektup falan gönderdiler mi?
Yu: Hadi diyelim siz araştırıp buldunuz, mahkeme nereden bilecek ki kaldığımız yeri?
Yu herhangi bir yere ikametgah verdiğini hatırlamıyordu. Eğer karakoldaki kayıtlar belediyeye verilmediyse şu an nerede kaldığı bilinmiyor olmalıydı.
Floy: Adalet sarayına gidip öğrenin mahkemenizin ne zaman olduğunu. Mahkeme tarihi geçmemiştir diye düşünüyorum, geçmiş olsaydı muhafızlar çoktan sizi bulup zorla mahkemeye götürmüş olurlardı çünkü. Eğer mahkeme tarihiniz yakınsa birkaç gün burada kalın, değilse yarın şehirden çıkabilirsiniz. Ama mahkemeyi unutmayın, başınız derde girer.
Yu: Anladım, teşekkürler.
-------------------------
Öyle bir bölüm oldu ki bir ara silsem mi ya da en üstte gözükmesin diye hemen ardından bir bölüm daha mı atsam diye düşündüm. Çünkü seriyi okumayan ama belki başlarım bir göz atayım diyerek bu bölüme tıklayan biri okumaktan vazgeçer :D
Aksiyona girmeden önce önümüzde iki bölüm var, eğer bir sorun olmazsa onları da birkaç gün içinde atarım diye düşünüyorum. Aksiyonun da bitmesinin ardından ikinci cildin sona ermesine fazla bölüm kalmayacak.
29.03.2021 - 15:45
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..